Bu Blogda Ara

23 Ekim 2024 Çarşamba

Geçmişten Günümüze Siyasi Dinamikler

Dünya, tarih boyunca pek çok ilginç ve karmaşık olaylara sahne olmuştur. Bu olayların arka planında yatan sosyo-politik dinamikler, günümüz uluslararası ilişkilerini şekillendirmede önemli bir rol oynamaktadır. 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi ve ardından Fethullah Gülen’in ABD’ye gitmesi gibi olaylar, bu dinamiklerin anlaşılmasında kritik öneme sahiptir. Bu süreçlerin arkasındaki sebepleri ve bağlantıları irdelemek, bizi daha büyük bir resme götürebilir.

1999 yılında Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi, PKK’nın (Kürdistan İşçi Partisi) silahlı mücadelesinin sona ermesi yönünde bir adım olarak görülmüştür. Bu olay, aynı zamanda uluslararası arenada Türkiye’nin güvenlik kaygılarının da ön plana çıkmasına neden olmuştur. Öcalan’ın yakalanmasının ardından, PKK’nın güç kaybetmesi ve bölgedeki dengelerin değişmesi, Türkiye’nin iç politikasında büyük bir değişim yaratmıştır.

Öte yandan, Fethullah Gülen’in ABD’ye gitmesi, Türkiye’nin sosyo-politik yapısında başka bir kırılma noktasıdır. Gülen hareketinin büyümesi ve uluslararası arenada destek bulması, Türkiye’deki siyasi iktidar üzerinde önemli bir etki yaratmıştır. Bu iki olayın zamanlaması ve birbirleriyle olan ilişkisi, araştırılması gereken bir başka boyuttur.

Uluslararası suç örgütlerinin yaşaması, genellikle devletlerin çıkarları doğrultusunda şekillenen ilişkilerle mümkündür. Bu noktada, Apo ve Feto olaylarının bağlantıları, suç örgütlerine sağlanan desteklerle daha net bir şekilde görülebilir. Özellikle, bu gruplara yönelik uluslararası desteklerin varlığı, bu grupların güçlenmesine ve uluslararası platformda meşruiyet kazanmasına yol açmıştır.

Ayrıca, günümüzde Abdullah Öcalan’a af çıkarılması talebi ve Devlet Bahçeli’nin “Öcalan’ı konuşturacağız” açıklamaları, kamuoyuna verilmek istenen sübliminal mesajlarla ilgili ipuçları sunabilir. Bu tarz açıklamaların, devlet politikalarında ve toplumda yaratmak istediği etki, dikkatle analiz edilmelidir.

Orta Doğu Haritaları ve Jeopolitik Oyunlar

Orta Doğu’da yıllardır çizilen ve dağıtılan toprak haritaları, küresel güçlerin stratejik çıkarlarını korumak adına yeniden şekillendirilmektedir. Bu bağlamda, Öcalan ve Gülen olaylarının, bu haritaların meşruiyet kazanmasına yönelik bir adım olarak değerlendirilmesi mümkündür. Özellikle, bölgedeki etnik ve mezhepsel farklılıklar, harita üzerindeki dengelerin alt üst olmasına neden olmuştur.

Bunun yanı sıra, hangi ülkelerin topraklarının bölünmesi ve hangilerinin küresel bir gücün kontrolüne verilmek istendiği sorusu, günümüz uluslararası ilişkilerinin ana eksenlerinden birini oluşturmaktadır. Bu karmaşık denklemler, sadece bölgedeki ülkeleri değil, dünya genelindeki güç dengelerini de etkileyen unsurlar taşımaktadır.

Geçmişte yaşanan olayların ışığında, günümüz olaylarını anlamak için tarihsel sürecin iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin iç dinamikleri, uluslararası ilişkileri ve toplumsal yapısı, geçmişten günümüze sürekli bir değişim göstermiştir.

Tüm bu karmaşık ilişkileri irdelemek, sadece tarihsel olayları değil, aynı zamanda toplumsal yapıların da analiz edilmesini gerektirir. Toplumların nasıl etkilendiği, yöneticilerin politikaları karşısında nasıl bir tepki verdiği ve bu tepkilerin nasıl bir değişim yarattığı, sosyolojik bir sorgulama ile ortaya konulabilir.

Bütün bu tartışmaların sonunda, gelecekte hangi ülkelerde karışıklık çıkabileceği, hangi toprakların bölüneceği ve hangi ülkelerin küresel güçler tarafından kontrol edileceği soruları önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, çok yönlü bir yaklaşım benimsemek ve bu sorulara cevap aramak, sadece Türkiye için değil, dünya için de büyük bir önem taşımaktadır.

Bahadır Hataylı/22.10.2024/Namazgah/İST

22 Ekim 2024 Salı

İTİRAFLARIM!

Bu satırları yazarken yüreğimde sönmeyen bir ateş var. Gözlerimde, mazlumların ahlarıyla aydınlanan bir umut. Kısacık ömrümü, basit bir yaşanmışlıkla harcayamam; ruhum, madde ve eşyanın sınırlarını çoktan aşmış bir özgürlüğün kıvılcımıyla yanıyor. Hayatımda taşıdığım sorumluluk, sıradan bir yolcunun yükü değil; ben mücadeleyle, ateşle, sınavlarla yan yana yürüdüm hep. Karanlık bir dünyaya teslim olmaktansa, ışığımı son nefesime kadar taşımaya yeminliyim.

Ey bu devrin zalim tüccarları! Siz ki insanlığın değerlerini pazarlık konusu edenler, sizden hiçbir ışık beklemem. Yollarınız kaygan, menfaatleriniz çıkmaz sokak. Kendi yolumu, yüreğimdeki özlemi büyüterek adım adım yürümekten başka seçeneğim yok. Çilekeş yoldaşlarla omuz omuza, her anın kıymetini bilerek yürümek için kararlıyım.

Bu yolda her adım bir sınav, her nefes bir mücadele. Yoldaşlarım azalabilir, yollar mayınlarla dolu olabilir, ama ben yürümeye devam edeceğim. Yüreğimdeki ateş, dışarıdan körüklenen bir alev değil; içimden yükselen, her gün beni daha fazla ısıtan bir ateştir. Her patlama, her mücadele beni daha da güçlendiriyor. Bu ateş, dışardan gelen bir yangın değil; içimdeki hakikat için yanıyorum. Kalbimdeki volkanlar patladıkça, daha da güçleniyorum. Dışarıya sığmıyorum, kabım taşmak üzere.

Ey zaman! Hakkın yolunda, dikenli yollara aldırmadan yürümeye yemin ettim. İnsanların kınamaları, alayları beni durduramaz. Bu yolda asla geri adım atmayacağım, kalbimdeki inancı her sabah yeniden tasdik ederek yürüyorum. Herkes uyusa da, herkes kör olsa da, ben hakikatin ışığında yol alıyorum. Kalbimdeki iyilik, sahtekârlığın, nifakın köklerini söküp atacak kadar güçlü bir silah.

Biliyorum, her gün biraz daha kınıyorlar beni. Ancak ben, onların kınamalarına inat, kalbimdeki ışığı söndürmemeye ant içtim. Hayatımı maddeye, dünya nimetlerine teslim etmektense, kalbimde taşıdığım ahlaka, imana, sadakate sarılarak yaşamayı seçtim. Zamanın karanlığına, karamsarlığına inat, her an kalbimde iyilik ve doğruluk için mücadele eden bir askerim ben.

Gökyüzünde süzülen sığırcıklar, sonsuzluğa özlem duyan turnalar! Ben de bir yolcuyum, ama bu yolda kimsenin ayak izini takip etmiyorum. Kendi izimi, kendi adımlarımı atıyorum. Kendi yolumu bulurken, umutlarım içimde patlayan volkanlar gibi büyüyor. Bu umutlar, dışardan alınan bir umut değil, içimde fışkıran bir kaynaktır. Her gün daha da büyüyor, her adımımda içimden taşarak büyümek istiyor.

Yalvarırım, Rabbim! Senin yolunda yürürken, bana sabır ve metanet ver. İlahların tasallutunu reddettim, emperyalizmin tuzaklarına mayın döşedim, şeytanın oyunlarını sana havale ettim. Dünyanın maddi isteklerini, arzularını kalbimden söküp atmak için savaşıyorum. Kanlarımın yeryüzüne dağılarak insanlığın dirilişine vesile olmayan, basit bir ölüm olmasını istemiyorum. Şehadeti istiyorum, Şehadet, bir ödüldür, layık olana verilen. Ben de o ödüle layık olabilmek için mücadele ediyorum.

Benim için şehadet, sadece kanla yazılan bir destan değil; insanlığın dirilişine ışık tutacak bir rehberdir. Bu yolda yürürken, tatmin olmayı değil, mutmain olmayı dileyen biriyim. Hayatımın her anında, insanlara sunulan sahte tatminleri reddediyor, hakikatin peşinden koşuyorum. Dünya beni tatmin etmiyor; benim kalbimdeki huzur, bu dünyanın ötesinde, sonsuz bir hakikate ulaşmakla mümkün.

Ey zamana tanıklık edenler! Ben kararımı verdim, gidiyorum. Yalnızım, ama yalnızlık korkutmuyor beni. Allah’tan başka kimsem yok, ama O’nun yolunda yürümeye kararlıyım. Zamanın diliyle, yüreklerin yeniden dirilmesi için haykırıyorum: Diriliş anı geldi! Uyuyanlara, zulme boyun eğenlere, kalpleri taşlaşmış olanlara, sesleniyorum: Uyanın! Çünkü ben, bu yolun yolcusuyum ve kararımı verdim.

Rabbim, bu dünyada mazlumların, kimsesizlerin ahları beni yakıyor. Gözlerim, onların acılarına tanıklık ediyor. Bu acılar, insanlığın onuru için mücadele etmemi emrediyor bana. Bu dünyanın zalimlerine karşı savaşmaya, son nefesime kadar, zalimlerle mücadele etmeye yemin ettim. Rabbim, yeryüzünde hüküm senin olana kadar, bu yolumdan sapmadan yürümeme yardım et.

Ey zaman! Ben söz verdim; Rabbimden başka hiçbir isteğim, hiçbir arzum olmayacak. Hayatımda hakikatten sapmadan, yalana bulaşmadan, amipsel bir hayata teslim olmadan yaşayacağıma dair ant içtim. Böylesi büyük bir sözün altında, her gün yeniden güç bulmak için, Rabbimden yardım diliyorum. Sabır, metanet ve inançla, bu yolun sonuna kadar yürümek için dua ediyorum.

Ve bil ki, Rabbim; bu yolda yürürken, asla geri adım atmayacağım.

Erol Kekeç/Şubat-1995/Elazığ

21 Ekim 2024 Pazartesi

İçimdeki Çığlık-Sessizlikte Kaybolan Bir Ruhun Öyküsü

 



Bir toplumun adaletsizlikle yok oluşuna tanıklık eden bir insanın, dağın tepesinde içsel huzuru arayışı...

Yaşamın Sırtıma Yüklediği Yorgunluk

Hayat beni öylesine yordu ki artık bu toplumun bir parçası olmak bile ağır geliyor. Neden bu kadar yoruldum? Çünkü adaletsizlik, haksızlık ve zulüm karşısında sessiz kalan bir toplumda, haykıran olmak yıpratıcıdır. Yıllar boyu bu toplumda adalet için, doğru için, insanlık için bir şeyler söylemeye çalıştım. Ancak zamanla anladım ki sesim yankılanmıyordu; koca bir boşlukta kayboluyordu.

Toplumun sessizliği içimde bir yangına dönüştü. Suskunluk, teslimiyet, kabulleniş... Bunlar bana her gün biraz daha ağır geldi. Kendimi yalnız hissetmeye başladım. Çünkü bu adaletsiz düzende, başkaldıranların yalnız olduğunu öğrendim. Ne zaman ki sustum, o zaman anladım: İnsan, bu dünyanın içinde kaybolduğunda, sesini kaybettiğinde, ancak kendi içindeki sessizlikle yüzleşebilir.

Artık bu toplumda nefes almak bile zor geliyordu. Herkes haksızlığa boyun eğiyordu; ben başkaldırmaya çalıştıkça, daha da yorgun düştüm. İnsanların yüzlerinde adaletsizliğe karşı bir umursamazlık, bir boş vermişlik vardı. Bu sessizlik beni her geçen gün daha fazla içine çekiyordu. Ve bir gün, bu dünyadan uzaklaşmak gerektiğine karar verdim.

Zulme Başkaldıran Bir Hayat

Hayatım boyunca hep inandığım doğruların arkasında durdum. Adaletsizlik karşısında susmak, insanlık onuruna yapılan en büyük ihanetlerden biridir diye düşündüm. Öyle ki, sesimi yükselttiğim her an, içimdeki bu inanç daha da güçlendi. Ama bu toplumun suskunluğu, benim çığlığımı boğdu. Zalimin karşısında eğilenlerin içinde, yalnız bir adam olmak zordur.

Her geçen gün, insanlar daha fazla susuyor, daha fazla kabulleniyordu. Zalimin yanında saf tutmak, bu toplumun geleneği olmuştu. İnsanlar, adaletsizlik karşısında eğilmekten utanmıyorlardı. Ama ben her başımı kaldırdığımda, bir başka tokatla yere çakılıyordum. Zulümden kaçan değil, zulme direnen bir insan olmanın bedeli ağırdır. Yalnızlık, dışlanma, acı...

Zamanla, çevremdeki insanlar da değişti. Artık kimse, adaletten bahsetmez olmuştu. Adalet yoksa, insanlık da yoktur. Ama insanlar, bu gerçeği görmektense gözlerini kapamayı tercih etti. Zalimlerin karşısında ezildikçe, onlar daha fazla susmayı seçtiler. Zulümle yaşamaya alışmak, insan ruhunun çöküşüdür. Ve ben, bu çöküşün ortasında durdum.

Amipsel Bir Hayatın İçindeki Sessizlik

Toplum, artık sadece bir kalabalık hâlinde sürükleniyordu. Hayat, onlar için bir varoluş mücadelesi değil, sadece nefes almak için sürdürülen bir amipsel varlıktan ibaretti. Herkes kendi küçük hayatına çekilmiş, sadece hayatta kalmak için yaşıyordu. Ama bu hayat mıydı? Hayatta kalmak, var olmakla eşdeğer midir?

Bu soruları her gün kendime sordum. Neden insanlar bu kadar suskun? Haksızlık, zulüm, adaletsizlik her yerdeyken, neden kimse karşı çıkmıyor? Cevap basitti: Çünkü bu toplum, sessizliği öğrenmişti. Sessizlik, bir yaşam tarzı olmuştu. Adaletsizlik karşısında susmak, onların hayatta kalma stratejisi haline gelmişti.

Amipsel bir hayat, yaşamak değil sürüklenmektir. İnsanlar, zulme boyun eğdikçe kendi insanlıklarından bir parça daha kaybediyorlardı. Bu hayat, bana göre değildi. Ben başkaldırmak istedim, adaletsizlik karşısında durmak istedim. Ama gördüm ki, bu toplumun çoğu, haksızlık karşısında boyun eğmeyi öğrenmiş.

Onların suskunluğu, benim içimde bir boşluğa dönüştü. Bu boşluk, her gün biraz daha büyüdü. Bir gün geldi ki, onların arasında var olmanın bana yük olduğunu fark ettim. Artık bu toplumun içinde olmak istemiyordum. İnsanlar, adaletsizlikle yaşamayı kabullenmişlerdi. Ben ise bu kabullenişin bir parçası olamayacaktım.

Dağın Sessizliğinde Kendi Ruhumla Baş Başa

Toplumun boğucu havasından, adaletsizliğin susturduğu kalabalıklardan kaçmak zorunda hissettim. Bir dağın tepesine çekildim. Doğanın sessizliğinde, sadece kendi iç sesimi duymak için kaçtım. Artık yalnız kalmak istiyordum. Çünkü insanlar, benim ruhumda derin yaralar açmıştı. Doğanın içinde, sessizliğin ortasında, sadece kendimle kalmak istedim.

Dağın tepesindeki mağarama sığındım. Burada, sadece doğanın sesini duyabiliyorum. Rüzgârın, kuşların, suyun sesi... Hepsi, bana içimde unuttuğum bir huzuru hatırlattı. İnsanlardan kaçışım, aslında kendime dönüşümdü. Doğa, bana gerçek huzuru sundu.

Mağaramda, her sabah doğan güneşi izlemek bile bir mucize gibi geliyor artık. Çünkü bu dünyada sadece doğa saf ve temizdir. İnsanların bozulmuş dünyasından uzakta, sadece doğanın içinde var olmayı seçtim. Bu sessizlik, bana yıllardır aradığım huzuru verdi. İnsanlardan uzaklaştıkça, kendi içimde daha derinlere indim. Artık, insanların dünyasında yaşamanın bana göre olmadığını biliyorum.

Yedi Uyurlar Gibi Hissetmek

Bazen kendimi Yedi Uyurlar gibi hissediyorum. Toplumdan tamamen kopmuş, bir uykunun içindeymişim gibi... Onlar, dışarıda kendi hayatlarını sürdürürken, ben bu mağarada, kendi iç dünyamda kaybolmuşum. Onların dünyasına ait değilim artık. Benim yerim burası, bu dağın tepesinde, sessizliğin içinde.

Yedi Uyurlar gibi, belki de bir gün uyanacağım. Ama o gün geldiğinde, bu dünya nasıl bir yer olacak? İnsanlar, hâlâ adaletsizlikle yaşamayı kabullenmiş mi olacak? Yoksa, bir değişim mi yaşanacak? Bu soruların cevabını bilmeden yaşıyorum. Ama artık bu sorulara bir cevap aramıyorum. Çünkü kendi iç sesimi buldum.

Toplumdan uzaklaştıkça, bu soruların anlamını yitirdiğini fark ettim. Onlar, kendi dünyalarında yaşasınlar. Ben, burada, doğanın içinde, sessizlikle barışık bir hayat süreceğim. Belki bir gün, bu sessizlik bana hayatın gerçek anlamını fısıldar.

Sessizlikteki Huzur ve Toplumun Çöküşü

Zamanla, sessizlik içimde bir huzura dönüştü. Artık insanların dünyasındaki kaosun, adaletsizliğin, zulmün bana ulaşmadığını hissediyorum. Doğa, bana kaybettiğim insanlığı geri verdi. Sessizliğin içinde kendi varlığımı buldum.

Toplum ise, her geçen gün daha fazla çöküyor. Adaletsizlik büyüyor, zulüm artıyor. İnsanlar, bu karanlık dünyada sessizce kayboluyorlar. Ama ben, bu çöküşün dışında, kendi içimde var olmayı öğrendim.

Bahadır Hataylı/Eylül-2024/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!