Bu Blogda Ara

19 Ekim 2024 Cumartesi

Aldırma Yürü

“Yola çıktığın andan itibaren unutma ki, her adım bir sınavdır. Senin yolun kolay olmayacak, yolların en zoru olacak. Çünkü sen, sıradan bir yolu değil, dosdoğru yolu seçtin. Kalbinin rehberliğiyle yürüdüğün bu yol, her adımında seni biraz daha olgunlaştıracak, biraz daha derinleştirecek.”

"Yürü"

Yol senin önünde, ama sen nereye gittiğini bilmeden yürüyorsun. Bu sana ilk başta ürkütücü gelebilir, çünkü insanlar genelde ne yapacaklarını bilerek ilerlemek isterler. Ama işte senin yolun, tam da burada başlıyor: Bilinmeyeni kabul etmek, belirsizlik içinde adım atmaktan korkmamak. “Aldırma,” diyor içindeki o bilge ses, “yürü.”

Bu yürüyüşün sıradan bir yürüyüş değil, içsel bir yolculuk olduğunu anlaman uzun sürmeyecek. Yol, bazen yalnız hissettirecek, bazen de seni yolda bulduğun insanlar şaşırtacak. Ama sen hep içindeki sesi dinleyeceksin, çünkü bu ses seni asla yanıltmayacak.

İnsanlar, yolculuklarında kendilerini korumak için pek çok şey taşırlar: Zırhlar, silahlar,vs.. Ama senin için bu yolda tek koruyucun yüreğin olacak. Yüreğine güven. İçindeki inanç, seni her türlü tehlikeden koruyacak. “Göğsüne yüreğinden başka bir muska takma,” diyor o ses. Çünkü bu yol, fiziksel bir zırhla değil, manevi bir zırhla geçilir. Yüreğin; seni koruyacak olan tek gerçek güçtür.

Bu yol, seni tehlikelerle dolu engin dağlardan, derin vadilerden geçirecek. Korkacaksın belki, ama her korkunda yüreğinin sıcaklığını hissedeceksin. O sıcaklık, sana asla yalnız olmadığını hatırlatacak. "Yüreğin yanında olduğu sürece, başka hiçbir şeyden korkma," der gibi.

Haritaya ihtiyacın var, evet, ama bu harita sıradan bir harita değil. Senin haritan vahiydir. Herkesin elinde kağıttan yapılmış haritalar olabilir, yolunu göstermek için teknolojiye güvenenler olabilir. Ama senin için vahiy, en gerçek ve şaşmaz rehberdir.

“Vahiy haritan, nebi kılavuzun olsun,” diyor bilge ses. Peygamberlerin yolunu izlemek, seni her daim doğru yolda tutacak. Onlar, en büyük zorluklar karşısında nasıl direndilerse, sen de direneceksin. Onların sabrı, senin sabrın olacak. Onların umudu, senin umudun olacak. Vahiy, sana yolunu gösterecek, karanlık anlarda ışık olacak. Vahyin ışığına sarıl, çünkü o ışık seni karanlıktan çıkaracak.

Akıl Pusulan Olsun

Ama unutma, bu yolculuk sadece inançla değil, aynı zamanda akılla da yapılır. Aklın, senin pusulandır. O pusulayı kaybettiğin anda yönünü bulamazsın. Akıl, sana nerede durman gerektiğini, nerede hızlanman gerektiğini söyleyecek. O yüzden her adımda aklını kullan, çünkü bu yolculuk hem kalbin hem de aklın bir arada hareket ettiği bir süreçtir.

“Aklını devre dışı bırakma,” diyor içindeki ses. “O, sana yol gösterecek olan bir pusuladır. Akıl olmadan, inancın yön bulamaz.” İşte bu yüzden aklın, senin en değerli yardımcın olacak. Yolda karşına çıkan her durakta, aklını kullanacaksın. O duraklarda mola vereceksin, ama mola verdiğin her anı bir öz eleştiri süreci olarak değerlendireceksin.

İman Sermayen, Amel Azığın Olsun

Yolculuğuna çıktığında yanında neyi alacaksın? İnsanlar genelde para, yemek, su alır. Ama senin yolculuğunda daha farklı azıklara ihtiyacın var. İman, senin sermayen olacak. Her şeyin kaybolsa da, imanının sana yol göstereceğine inan. Çünkü iman, seni her zaman doğru yola yönlendirecek olan en değerli azıktır.

Ve amellerin... Amel, bu yolda ilerledikçe seni güçlü kılacak olan tek azıktır. Yalnızca inanmak yetmez, inandıklarını hayata geçirmen gerekir. Amelin olmadan iman eksik kalır, iman olmadan amel anlamını kaybeder. İkisini bir arada tutmalısın.

Sevgi Yakıtın, Ahlak Karakterin Olsun

Ama sadece iman ve amel yetmez. Yolda ilerlerken sevgi, seni besleyecek olan yakıtın olmalı. Sevgi olmadan bu yolculuğu yapman imkânsız. Sevgi, sana her adımda güç verecek. Sevdiğin insanlar, inandığın dava, uğruna mücadele verdiğin hakikat... Hepsi, seni yürümeye teşvik eden birer güç olacak. Sevgi, sadece seni değil, etrafındaki her şeyi de değiştirecek.

Ahlak ise senin karakterin olacak. Bu yol, ahlaklı olanların yürüyebileceği bir yol. Ahlak, seni koruyacak, seni insan yapacak. Ahlak, yolculuğun en zor anlarında bile seni doğru yolda tutacak olan en güçlü kalkanın olacak. “Edep aksesuarın olsun,” diyor ses, çünkü bu yolda edep her şeydir. Edepsiz bir yolculuk, insanı sadece yolun dışına savurur.

Merhamet Sıfatın, Şeref ve İzzet Adın Olsun

Ve merhamet... Merhamet, bu yolculuğun olmazsa olmazıdır. Merhamet olmadan, insan sadece kendi yolunu değil, başkalarının da yolunu kaybeder. Bu yolda sadece kendin için yürümüyorsun, başkaları için de yürüyeceksin. Başkalarının acılarını dindirmek, onlara yardım etmek senin görevin olacak. Merhamet, seni insan kılan şeydir.

Merhamet, sadece güçlü olanın zayıfa acıması değildir. Merhamet, zayıfın bile güçlüye şefkatle yaklaşabilmesidir. “Merhamet sıfatın olsun,” der bilge ses, çünkü merhamet, seni sadece insan yapmaz, aynı zamanda seni daha yüce bir varlık haline getirir.

Şeref ve izzet, adın olacak. Yolda ne olursa olsun, şerefinden taviz verme. İzzet, senin adın olacak; çünkü izzetsiz bir yolculuk, seni zillete sürükler. Yol boyunca onurunu, haysiyetini, insanlığını korumak zorundasın. Çünkü bu yol, haysiyetini yitirmiş olanların yolu değildir.

Doğru Yol-Çoğunluğun Değil, Düşünenlerin Yolu

Bu yol, her ne kadar zorlu olsa da, çoğunluğun gittiği yoldan farklıdır. “Doğru yol, insanların çoğunun gittiği yol değildir,” der ses, “düşünen öz akıl sahiplerinin yoludur.” Çoğunluk her zaman haklı değildir. Çoğunluk, genellikle kolay olan yolu seçer. Ama senin yolun zor olan, ama doğru olan yoldur.

Bu yol, herkesin anlayamayacağı bir yoldur. Zira düşünen, sorgulayan, gerçeği arayan insanların yoludur. Çoğunluğun peşinden gitmek, seni her zaman doğru yola çıkarmaz. Sen, aklını ve kalbini birleştirerek kendi yolunu bulmalısın. O yüzden, bu yolda yalnız kalmak seni korkutmasın. Zira yalnızlık, bazen doğru yolu bulmanın ilk adımıdır.

Her Mola Öz Eleştiri Durağıdır

Yolculuğun boyunca sık sık mola vereceksin. Ama her mola, bir öz eleştiri durağı olacak. Kendi içine bakacaksın, yaptıklarını sorgulayacaksın. “Yolda vereceğin her molayı öz eleştiri durağında vermelisin,” der ses. Çünkü yolun ortasında durup geri dönmek, ilerlemekten daha zor olabilir. Ama bu öz eleştiri, seni daha güçlü kılacak, seni yeniden doğrultacak.

Tövbe... Tövbe, işte tam da bu öz eleştirinin sonucudur. “Unutma, tövbe öz eleştiridir,” diyor ses. Tövbe, insanın kendini sorgulamasıdır. Ne mutlu bu yola ve bu yolda giden yolculara, selam olsun o yolda giden ve gidecek olan tüm yolculara...

Bahadır Hataylı/18.10.2024/15.15/Namazgah/İST


17 Ekim 2024 Perşembe

Küreselleşmenin Gölgesinde Aile-Dağılan Bağlar ve Toplumsal Erozyon

 Aile yapısı, bir toplumun en temel ve vazgeçilmez unsurudur. Ancak bugün, ne yazık ki ülkemizde aile kurumu, küresel ve yerel etkiler karşısında ciddi bir sarsıntı yaşamaktadır. Değişen dünya düzeni, medya programları ve sosyal normlar, geleneksel aile yapımızı zayıflatarak aile değerlerine karşı tutarsızlık ve duyarsızlık oluşmasına neden olmaktadır. Toplumun temel taşı olan aileler, bu süreçte büyük bir erozyon ve dejenerasyonla karşı karşıya kalmış durumdadır. Gelin bu meseleye derinlemesine bir bakış atalım ve yaşanan sorunları, bilimsel temellendirmelerle birlikte çözüm önerileri sunarak ele alalım.

Aile Yapısının Değişimi-Küreselleşme ve Medyanın Etkisi

Küreselleşmenin etkisi, yalnızca ekonomik ya da siyasi alanlarda değil, kültürel ve sosyal hayatta da kendini göstermektedir. Medya, bu süreçte en önemli aktörlerden biri haline gelmiştir. Ulusal medya kanalları, küresel planların bir parçası olarak hareket etmekte ve aile yaşamını doğrudan hedef almaktadır. Televizyon programları, diziler, reklâmlar ve sosyal medya içerikleri, aile içi ilişkileri ve değerleri erozyona uğratmaktadır. Özellikle genç kuşaklar, bu içeriklerin etkisiyle aile değerlerinden uzaklaşmakta ve bireyselleşme eğilimleri güçlenmektedir.

Bu durum, aile içindeki iletişim ve samimiyeti zedelemekte, anne-baba ve çocuklar arasında derin uçurumlar oluşmaktadır. Aile üyeleri, artık birbirleriyle yüz yüze iletişim kurmak yerine, sanal dünyalarda kendilerine yeni gerçeklikler oluşturmaktadır. Bu durum, özellikle gençlerde yalnızlık, depresyon ve aile bağlarının zayıflaması gibi ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Gençler, aile içindeki güven ve bağlılık yerine, sanal ortamlarda var olmaya çalışmakta, bu da aile birliğini zayıflatmaktadır.

Aile İçi İletişim- Kopukluk ve Yalnızlık

Bir ailenin temelini oluşturan en önemli unsur, iletişimdir. Ancak günümüzde aile içi iletişim, teknoloji ve bireyselleşme yüzünden büyük ölçüde zayıflamış durumda. Her aile bireyi, kendi odasına çekilerek, sanal dünyalarda kendi gerçekliklerini oluşturuyor. Artık evler, mekânsal bir birliktelikten öteye geçemeyen, adeta birer otele dönüşmüş durumda. Aile üyeleri, bir arada yaşasalar da duygusal olarak birbirlerinden tamamen kopmuş durumdalar.

Bu kopukluk, aile içindeki sevgi, saygı ve merhameti de yok etmektedir. Aile, bir arada olmanın getirdiği "biz" duygusunu kaybetmiş, bireyler kendi yalnız dünyalarına hapsolmuştur. Çocuklar, odalarının kapılarını kilitleyip sanal ortamlarına çekilirken, ebeveynler de çocuklarının bu durumuna çoğu zaman kayıtsız kalmaktadır. Bu kopukluk, zamanla daha büyük sorunlara yol açmakta, aile içi bağların tamamen kopmasına ve aile üyelerinin birbirine yabancılaşmasına neden olmaktadır.

Devletin Rolü-Yetersiz Politikalar ve Toplumsal Erozyon

Aile yapısının bu denli zayıflamasında devletin rolü de önemli bir yer tutmaktadır. Devletin yetkili kurumları ve organları, bu konuda yeterince etkili ve kalıcı politikalar üretememiştir. Hızla değişen ve dönüşen dünya düzeni karşısında, genç nesilleri ve aile yapısını koruyacak önlemler alınamamıştır. Aileye yönelik koruyucu politikalar yetersiz kalmış, bu da toplumsal bir erozyona yol açmıştır.

Özellikle medya üzerindeki denetim eksikliği, aileyi hedef alan içeriklerin kontrolsüz bir şekilde yayılmasına neden olmuştur. Aile yapısını koruyacak sosyal politikalar geliştirilemediği için, genç nesiller küresel etkilerin bir parçası haline gelmiş ve aile değerlerine karşı duyarsızlaşmıştır. Bu süreçte devletin yapması gereken, aileyi koruyacak ve güçlendirecek politikalar geliştirmek, aile içi iletişimi ve dayanışmayı artıracak projeler üretmektir.

Genç Nesiller-Bireyselleşme ve Toplumsal Duyarsızlık

Günümüz gençleri, bireyselleşme ve yalnızlaşma eğilimindedir. Küresel kültür, gençleri bireysel başarıya, bağımsızlığa ve yalnız yaşamaya teşvik etmektedir. Bu durum, gençlerin aile değerlerinden uzaklaşmasına ve toplumsal duyarsızlığın artmasına neden olmaktadır. Gençler, artık aile içinde değil, sanal dünyalarda kendilerini var etmeye çalışmakta, bu da aile içi bağların kopmasına yol açmaktadır.

Bireyselleşme, sadece aile içi iletişimi zayıflatmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal duyarlılığı da azaltmıştır. Gençler, artık toplumun sorunlarına karşı duyarsızlaşmış, yalnızca kendi dünyalarına odaklanmış durumdadırlar. Bu süreçte, gençlerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeleri ve aile içindeki rollerini doğru bir şekilde üstlenmeleri için onları bilinçlendirmek büyük bir önem taşımaktadır.

Patolojik Durumlar-Aile Yapısının Zayıflamasının Sonuçları

Aile yapısının zayıflaması, sadece bireysel ve toplumsal bağları koparmakla kalmıyor, aynı zamanda patolojik vakaların artmasına da yol açıyor. Uyuşturucu bağımlılığı, suç oranlarındaki artış, cinsel taciz ve tecavüz gibi vakalar, aile yapısındaki bozulmanın sonuçlarından sadece birkaçıdır. Gençler aile içindeki duygusal boşlukları dolduramadıkları için, dış dünyada kendilerine alternatif arayışlarına girmeleri, bu tür olumsuzlukların artmasına neden olmaktadır.

Bu patolojik durumlar, yalnızca aileleri değil, tüm toplumu etkileyen büyük bir sorun haline gelmiştir. Aile içinde yaşanan iletişim sorunları, gençlerin dış dünyada yanlış yollar seçmesine neden olmakta, bu da toplumsal bir çöküşü beraberinde getirmektedir. Bu sorunlarla mücadele etmek için aile içi iletişimi güçlendirecek ve aile birliğini koruyacak adımlar atılmalıdır.

Çözüm Önerileri-Aileyi Yeniden İnşa Etmek

Aile yapısındaki bu bozulmaları düzeltmek ve aileyi yeniden inşa etmek için bir dizi çözüm önerisi sunmak mümkündür:

  1. Aile İçi İletişim Güçlendirilmelidir: Aile üyeleri arasında sağlıklı bir iletişim kurulmalı, aile bireyleri birbirlerine zaman ayırmalı ve duygusal bağları güçlendirmelidir. Aile içindeki sevgi, saygı ve merhamet yeniden inşa edilmelidir.

  2. Medya İçerikleri Denetlenmelidir: Aile yapısını zayıflatan medya içeriklerine karşı daha sıkı denetimler getirilmelidir. Özellikle çocuklar ve gençler üzerinde olumsuz etki yaratan programlar, reklâmlar ve sosyal medya içerikleri kontrol altına alınmalıdır.

  3. Devlet Politikaları Güçlendirilmelidir: Devlet, aile yapısını koruyacak ve güçlendirecek sosyal politikalar geliştirmelidir. Aile içi bağları güçlendirecek projeler, eğitim programları ve toplumsal dayanışmayı artıracak politikalar öncelikli hale getirilmelidir.

  4. Aile Eğitimi Verilmelidir: Ebeveynler, çocuklarıyla nasıl iletişim kuracakları konusunda bilinçlendirilmeli ve aile içindeki rollerini doğru bir şekilde üstlenmeleri sağlanmalıdır. Aile eğitimi, aile içi sorunları çözmek için en önemli adımlardan biridir.

  5. Toplumsal Sorumluluk Bilinci Geliştirilmelidir: Gençler, toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmeli ve aile içindeki rollerini doğru bir şekilde yerine getirmelidir. Toplumsal dayanışma, gençleri aile değerlerine karşı daha duyarlı hale getirecek en önemli unsurlardan biridir.

Sonuç olarak, aile yapısının zayıflaması, sadece bireysel bir sorun değil, toplumsal bir çöküşün habercisidir. Aile içindeki bağların zayıflaması, toplumsal duyarsızlığın artmasına ve patolojik durumların yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Bu süreçte, aileyi yeniden inşa etmek ve güçlendirmek için sağlıklı iletişim, doğru politikalar ve toplumsal dayanışma büyük bir önem taşımaktadır.

Aile, toplumun temel taşıdır ve onun korunması, toplumsal geleceğimizin teminatıdır. Aileyi güçlendirmek, sadece bireysel anlamda değil, toplumsal anlamda da büyük bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getirmek, genç nesilleri korumak ve toplumsal değerleri yeniden inşa etmek, hepimizin görevidir.

Bahadır Hataylı/17.10.2024/14.10/Namazgah/İST

16 Ekim 2024 Çarşamba

Bir Çöküşün Anatomisi-Adaletsizlikle Yozlaşan Bir Sisteme Karşı Uyanış

Adaletsizliğin Derinlemesine Analizi

Bir yönetimin, zenginleri daha da zenginleştirip, fakirleri daha da yoksullaştırdığı; gücü hep mazlumlar aleyhine kullandığı bir toplumda adaletten bahsetmek mümkün müdür? Adaletin olmadığı, gücün sadece güçlülerin çıkarına kullanıldığı bir sistem, insanlık onurunu ayaklar altına alan bir çürümüşlük abidesidir. Böyle bir sistem, sadece zenginlerin ve güçlülerin çıkarlarını koruyarak, toplumun geniş kesimlerini yok sayar. Ancak adaletsiz bir düzenin uzun vadede sürdürülebilirliği yoktur. Çünkü adalet olmadan ne barış vardır ne de huzur.

John Locke'nin sözünü hatırlayalım: "Halkını mutlu etmeyen, adaleti gözetmeyen, huzursuzluğun kaynağı bir devlet, korumaya değmez; bırakın geberip gitsin." Locke'nin bu sert ama gerçekçi değerlendirmesi, yaşadığımız günlerin tam karşılığıdır. Adaletin çürüdüğü, güçlünün güçsüzü ezdiği bir düzen, meşruiyetini kaybeder. Hukuk, zenginlerin parçalayıp geçtiği, fakirlerin ise ayağına dolanan bir örümcek ağına dönüştüğünde, böyle bir düzenin insanlara mutluluk getirmesi nasıl beklenebilir? Vergi sisteminin, alttakileri ezip üsttekileri göklere çıkardığı; güçlülerin dokunulmazlık zırhına bürünüp, mazlumların sırtında yük haline geldiği bir ortamda, bu sistemin neresinden tutabiliriz?

Bu sorulara cevap aramak, gücünü halktan almayan, halkın mutluluğunu hedeflemeyen bir yönetim anlayışını sorgulamakla başlar. Bu yazıda, içinde bulunduğumuz adaletsiz ve yozlaşmış sistemin tüm boyutlarını ele alarak, adaletsizlik karşısında nasıl bir uyanış gerektiğini detaylı bir şekilde anlatacağım.

Yönetim Mazlumlara Karşı Güç Kullanıyorsa, Adalet Mümkün Müdür?

Bir ülkenin yönetimi, gücünü mazlumların aleyhine kullanıyorsa, orada adil bir düzenden bahsetmek imkansızdır. Yönetim, toplumun en güçsüz kesimlerinin yanında yer alması gereken bir mekanizmadır. Devletin asli görevi, herkesin haklarını korumak, özellikle de güçsüzleri güçlülerin zulmünden sakınmaktır. Ancak bugünkü sistem, tam tersine, güçlülerin yanında yer almakta, zayıf olanı ezmekte, toplumun en kırılgan kesimlerini görmezden gelmektedir.

Zenginler daha zengin oluyor, fakirler daha da yoksullaşıyor. Bunu görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Devlet politikaları, fakirlerin sırtına daha fazla yük bindirirken, zenginlerin vergilerden muaf tutulmasına, kredilerle ödüllendirilmesine, vergi borçlarının silinmesine olanak tanıyor. Yoksul bir insanın çocuğunu okula gönderecek parası bile yokken, zenginler yeni gayrimenkuller alarak, devlete ödemesi gereken vergilerden kurtuluyor. Bu adaletsizlik midir, yoksa bir soygun düzeni mi?

Adaletin olmadığı bir toplumda, huzur ve güven de yok olur. Zenginlerin servetlerine servet kattığı bir düzen, toplumu bölüp parçalar. Bir yanda lüks içinde yaşayan bir azınlık, diğer yanda temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan geniş bir kesim... Böyle bir sistem, sürdürülebilir mi? Elbette hayır. Bu çarpık düzen, toplumsal öfkeyi besler, haksızlık karşısında sessiz kalanlar bir gün kaçınılmaz olarak hesap vermek zorunda kalır.

Vergi Sisteminin Çarpıklığı ve Sosyal Adalet

Vergi sistemi bir ülkenin en temel yapı taşlarından biridir. Ancak vergi sistemi adil değilse, toplumun en önemli yapı taşı da çatlamaya başlar. Şu anki vergi sistemi, zenginleri ödüllendirirken, fakirleri daha da fakirleştiren bir yapıya dönüşmüş durumda. Milletin vergileri, lüks içinde yaşayan bir azınlığa kredi olarak sunuluyor. Oysa vergi, toplumsal refahı sağlamak için alınır. Peki ya bu vergi sistemi, sadece zenginleri daha zengin etmek için kullanılıyorsa?

Vergi adaleti sağlanmadan, toplumsal adaletten söz edemeyiz. Aşağıda ezilen geniş kitlelerin sırtına yüklenen ağır vergiler, zenginlerin daha da rahatlaması için kullanılıyorsa, böyle bir sistemin adil olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Üstelik bu vergilerle yapılan harcamalar da sorgulanmalıdır. Milletin parasının nereye gittiğini bilmesi, hesap sorabilmesi gerekir. Ancak bugünkü sistemde, ne yazık ki bu hesap verme mekanizması çalışmıyor.

Devletin kaynakları, halkın ortak malıdır. Bu kaynakların, sadece belirli bir zümreye hizmet etmesi kabul edilemez. Zenginlerin mallarına mal katmaları için vergi muafiyetleri sağlanırken, fakir bir vatandaşın günlük yaşamını sürdürecek imkanları bile elinden alınıyor. Bu sistem, kimin çıkarlarını koruyor?

Adaletin Bozuluşu ve Hukuk Sistemi

Bir ülkede adalet, en güçlü temeldir. Adaletin çürüdüğü, hukukun zayıfladığı bir toplumda, devletin meşruiyeti kalmaz. Bugün, hukuk sistemi güçlülerin arkasında durup, zayıfların karşısında set oluşturan bir yapıya dönüştü. Hukuk, zenginin önünde diz çöken, fakirin ayağına dolanan bir örümcek ağıdır. Bu, adaletin ölümü demektir.

Hukuk sistemi, toplumsal düzeni sağlamak için vardır. Ancak güçlülerin parası ve nüfuzu, hukuku kendi lehlerine çevirebiliyorsa, o zaman adaletten bahsetmek imkansızdır. Zenginlerin dokunulmaz olduğu, fakirlerin en ufak hatada cezalandırıldığı bir sistemde, adalet nerede? Zenginin suçları görmezden gelinirken, fakir insanın en küçük hatası bile büyük bir suçmuş gibi cezalandırılıyor. Bu sistemde, adaleti nerede arayacağız?

Adalet, toplumun tüm kesimlerine eşit uygulanmadıkça, hukuk sadece bir araçtan ibaret olur. Bugün, yargı gücünü elinde tutanlar, zenginlerin çıkarlarını korumak için kullanıyorlar. Bu durum, toplumun her kesiminde adalete olan güveni yok ediyor. Bir sistemin meşru olmasının yolu, adaleti sağlamaktan geçer. Adaleti olmayan bir sistem, meşruiyetini kaybetmiştir.

Çöküşün Eşiğinde Bir Toplum

Toplumun çöküşü, adaletin yok oluşuyla başlar. Adaletsizlik, bir ülkenin damarlarına zehir gibi işler. Bu zehir, önce hukuku çürütür, sonra toplumsal huzuru bozar ve nihayetinde devletin tüm yapılarını çökertecek kadar derinleşir. Bugün, bu çöküşün eşiğindeyiz. Toplumun her kesiminde derin bir huzursuzluk, umutsuzluk ve çaresizlik hakim. İnsanlar adaleti arıyor, ama bulamıyor.

Yönetim ise, halkın bu huzursuzluğunu görmezden geliyor. Gücü elinde tutanlar, sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyorlar. Zenginler, daha zengin oluyor; fakirler ise her geçen gün daha da yoksullaşıyor. Bu çarpık düzen, adaletin tamamen ortadan kalkmasına neden oluyor. Toplumsal huzur, adaletten doğar. Ancak bugün, adaletsizlik her yeri kaplamış durumda.

Sistemin Meşruiyeti Sorgulanmalıdır

Bir sistemin meşru olabilmesi için, o sistemin adaleti sağlaması gerekir. Eğer bir yönetim, halkın haklarını korumak yerine, güçlülerin çıkarlarını kolluyorsa, o yönetim meşruiyetini kaybeder. Bugün, içinde bulunduğumuz sistem tam da böyle bir yapıya sahip. Güç ve kuvvet, mazlumları ezmek için kullanılıyor. Yönetim, adeta bir haremin çetesi gibi davranarak, zenginlerin ve güçlülerin çıkarlarını koruyan, geri kalan herkesi görmezden gelen bir yapı haline geldi. Böyle bir sistemin meşruiyeti kalır mı?

Bir yönetimin meşru olmasının temel şartı, hukuka uygun hareket etmesi ve adaleti sağlamasıdır. Devletin varoluş nedeni, halkının mutluluğunu, güvenliğini ve refahını sağlamak olmalıdır. Ancak bu amaçlar yerine getirilmiyorsa, yönetimin meşruluğundan söz edilemez. Bugünkü sistem, sadece güçlülerin egemen olduğu, zenginlerin daha da zenginleştiği bir düzeni ayakta tutuyor. Bu sistem, toplumsal huzuru değil, toplumsal çöküşü besliyor.

Devlet, halkın çıkarlarını gözetmediğinde, sadece kendi varlığını sürdürmek için ayakta durur hale gelir. Oysa devlet, halkın refahı için vardır. Eğer bir devlet, sadece güçlünün hizmetinde olan bir araç haline gelmişse, o devlete olan güven sarsılır ve meşruiyeti yok olur. Bu noktada, halkın devlete olan bağlılığı çözülür. Devlet, halkı için değil de belli bir kesimin çıkarlarını korumak için çalışıyorsa, böyle bir devletin çökmesi kaçınılmazdır.

John Locke'nin felsefesi tam da bu durumu özetler: "Halkını mutlu etmeyen, adaleti sağlamayan bir devlet, yaşamayı hak etmez. Bırakın geberip gitsin." Bu sert ama derin anlamlar içeren söz, bugünkü durum için geçerliliğini koruyor. Eğer bir devlet halkını mutsuz ediyorsa, adaleti uygulamıyorsa, var olma amacını yitirmiş demektir.

Toplumsal Uyanış ve Değişim İçin Mücadele

Peki, bu çarpık düzenin devam etmesine izin mi vereceğiz? Elbette hayır. Adaletsizlikle yozlaşan bir sistemin sona ermesi için toplumsal bir uyanış gereklidir. Tarih boyunca, büyük toplumsal değişimler, halkın adaletsizliğe karşı verdiği mücadelelerle gerçekleşmiştir. Bugün de aynı mücadeleyi vermek zorundayız.

Toplumsal uyanış, bireylerin adaletsizliğe karşı bilinçlenmesiyle başlar. Halk, içinde bulunduğu çarpık düzeni sorgulamalı, gücün ve adaletin sadece belli bir kesimin elinde olmasına karşı çıkmalıdır. Bu uyanış, adım adım gerçekleşir. Önce adaletsizliğin farkına varmak, sonra da bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için harekete geçmek gerekir.

Değişim, bireylerin bilincinden doğar. Eğer halk adalet talep ediyorsa, yönetimler bu talebi göz ardı edemez. Bugünkü yönetimin çürümüşlüğü karşısında, halkın sesi yükselmeli, adaletsizlik karşısında susanların sesi çıkmalıdır. Adaletin olmadığı yerde, barış ve huzur olmaz. Bu nedenle, adaletin sağlanması için mücadele etmek, herkesin görevidir.

Sonuç – Adaletsizliği Reddetmek

Bugünkü yönetimin zenginleri daha zengin, fakirleri daha fakir eden; güçlünün önünde eğilip, mazlumların haklarını çiğneyen yapısı, toplumsal çöküşün habercisidir. Adaletin olmadığı bir sistemin meşruiyeti yoktur ve bu sistem, halkın güvenini tamamen yitirmiştir. Vergi adaletsizliği, hukukun güçlülerin lehine işlemesi, güç ve kuvvetin sadece belli bir kesimin çıkarlarını koruması, bu çarpık düzenin en açık göstergeleridir.

Bir devletin meşru olabilmesi için, halkının refahını sağlaması, adaleti gözetmesi ve toplumun tüm kesimlerine eşit muamele etmesi gerekir. Eğer bir devlet, bu temel sorumlulukları yerine getirmiyorsa, o devletin varlığını sürdürmesi gerekmez. John Locke'nin dediği gibi, halkını mutlu etmeyen, adaleti sağlamayan bir devlet, yaşamayı hak etmez.

Bu noktada, halkın uyanması ve adalet için mücadele etmesi hayati önemdedir. Toplumsal değişim, adaletsizliğe karşı verilen bir mücadeleyle başlar. Bugün, bu mücadelenin tam ortasındayız. Adaletsizlikle yozlaşan bir sistemi kabul etmiyoruz ve adaletin yeniden tesis edilmesi için sesimizi yükseltiyoruz.

  • Adaletin olmadığı bir sistemin meşruiyeti kalmaz.
  • Vergi adaletsizliği, toplumsal adaleti yok eder.
  • Hukukun güçlülerin lehine işlediği bir sistem, toplumu böler.
  • Adaletsizlik karşısında toplumsal uyanış şarttır.

Bu manifesto, adaletin yeniden tesis edilmesi ve halkın haklarının korunması için bir çağrıdır. Adaletsiz bir sistemin çökmesi kaçınılmazdır ve bu çöküşe direnç göstermek yerine, adalet için mücadele etmeli, toplumsal uyanışı başlatmalıyız.

Adalet olmadan, barış ve huzur olmayacaktır. Adaletsizliğe karşı durmak, herkesin görevidir. Bu görev, hepimizin geleceğini şekillendirecek bir mücadeledir.

Bahadır Hataylı/15.10.2024/15.00/Namazgah/İST


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!