Bu Blogda Ara

5 Ağustos 2023 Cumartesi

BAKMAKLA ÖĞRENİLSEYDİ KEDİLER KASAP OLURDU BU İNTİHARLARA BAKMA!


Toplumsal yaşamda insanlar geleceği karanlık gördüklerinde bir belirsizlik içindeki yaşamlarını noktalayarak sonlandırmayı düşünüyorlar. Ayrıca yaşamda alacağı zevklerin hepsini tatmış olanlar, o zevklerden sonra aynı tekrarlarla bu zevkleri yaşamaya bir anlam veremediklerinden yaşamlarına son noktayı koyuyorlar. Gelişmiş toplumlar ile gelişmemiş toplumlar arasındaki intihar ayrımlarını bu iki açıklama ortaya koyuyor.

Ülkemiz gerçekliği dikkate alındığı zaman 2002 yılından bu yana intiharların her geçen gün yükselerek devam ettiğine şahit oluyoruz. TÜİK’in raporlarında bunları görmek mümkün…2019’yılından sonra ülkemizde intiharlar giderek hızlanmaktadır. Bu ölümlerin sebepleri arasında en önemli olanları, geleceğin belirsizliği, yaşanılanlar arasında çelişkilerin fark edilmesi ve bunların insanı bıktırır duruma getirmesi, ekonomik zorluklar geçim sıkıntısı, hayallerin tükenmesi, umutsuzluk, geçimsiz ailelerin çocuklarının uyuşturucuyla dengelerinin bozulması, aile içi geçimsizlik, iyileşmeyen hastalıkların verdiği acıları dindirme girişimi, yalnızlık duygusu ve kalabalıklar arasına karışamama, içe kapanıklık vs.

Bu ölümlerin içinde en çok göze çarpanı ise, devam eden geçim sıkıntısı ve güvenin kaybolması. Her ne kadar yukarıda sayılan intihar girişimlerinin çeşitli sebepleri olsa da bazılarındaki ölüm oranları çok sınırlı ancak ekonomik yaşamın zorluğu, gelecek belirsizliği, toplumsal yaşamın artan stres dalgası, yaşanılan olumsuzlukların gelenek haline gelme endişesi ve bunların iyileşme imkanına inancın kaybolması, en önemli etkenlerden biri de ülkenin politik algısının liyakatlerine dikkat edilerek insanları istihdam etmemesi anlayışına olan inanç, ne yaparsa yapsın istediği bir yere gelmesinin imkansız olduğuna inancı intiharları ve iradesizliği yaygın hale getiriyor.

Ülkenin her yanına açılan üniversiteler iktidardaki politik algıyı rahatlatmış olabilir, ancak   insanların sorunlarına bir çözüm olduğuna dönük inanç oluşturamamıştır. Çünkü üniversiteden mezun olan altı öğrenciden biri ancak iş bulup çalışabiliyor. Dolayısıyla bu uygulamanın ne kadar doğru ve tutarlı olduğu yaşamdan alınan örneklerle sorgulanmaya başladı. Her ile bir üniversite açtığınızda, üretimi artırmış, işsizliği önlemiş olmuyorsunuz. O her üniversiteyi sürdürecek akademik kadro ve idari personel istihdam etmek zorundasınız, ayrıca üretime katkısı olmayan potansiyel enerjiyi buralarda 4 yıl ya da daha fazla eğlendirmiş oluyorsunuz; bunların her biri bir masraf demektir. Dolayısıyla bu üniversiteler topluma katkı sunan alanlar değil, toplumun sırtına binen kamburlardan bir başkası oldu. Diploma almanın bir ayrıcalık olarak algılandığı iş bilmezliğin adının ise herkesin her yerde çalışması mümkün değil, çünkü adam diplomasını aldı, diplomanın anlam ifade etmediği ancak uzmanlık ve mahir olmanın değerinin olduğu bir yerde, alınan bu anlamsız diplomalar ancak sizi kamusal kurumlara doldurdu ve oradaki yaşamı imha etti. Bunun aksini iddia edeceklere tüm kurumlardan örneklerle bunları kanıtlarız, sosyolojik yaşamın ortaya çıkardığı tablo ne yazık ki, böylesi bir hantal işe yaramayan kamu düzenini oluşturdu.

Diplomanın nereden nasıl alındığına bakılmaksızın, babası amcası dayısı, akrabası hocası olanlar, yazılı sınavlarda ne aldığına bakmadan bir ucube uygulama olan mülakatlarla bu kurumlara dolduruldular. Dolayısıyla onları oraya alanlara bir diyet borcu olarak işe başladılar. Diyet borcu olan her kişi, insanlara hizmeti topluma mutluluğu amaçlayarak iş yapmaz, onun yapacağı sadece onu oraya getirenlerin isteklerine cevap verip, onların beklentilerine göre hareket etmektir. Böylesi köhnemiş anlayışlarla, kamu kurumlarının birçok yerde baştan başa kuşatıldığı bir yerde insanların mutluluğunu, gelecek hayallerini ve hayata karşı bir beklentilerinin olmasını düşünemiyorsunuz. Yani yönetimdeki politik anlayış kendisinden öncekiler ne yapıyorsa benzerini yaparak devam ediyor, sadece yapanların adı ve oraya yerleştirilenlerin politik anlayışa yakınlığı değişiyor. Her gelen kendinden öncekini aratarak bu ülkeyi karanlıklara gömdü. Dolayısıyla böyle bir ülke de birkaç kuşağın bunlara şahit olduğu bilindiğine göre bu ölümlerin sebeplerini, insanların yalnızlığa gömülmesinin arkasındaki vahşeti anlamak istemeyen yönetimler kendi toplumlarını göz göre göre imha ederler. Bizim şu an yaşadığımız ortam böylesi bir aşamaya doğru hızla yol alıyor.

Ülkemizdeki intihar vakalarının en çok yaşandığı şehirler, İstanbul, İzmir ve Ankara’dır. En az yaşandığı yerler ise, Bayburt ve Ardahan’dır. Hayat şartları zorlaştıkça, insanlar arası yakınlık duyguları etkileşim duyarlılık, komşuluk, muhabbet azaldıkça intiharların hızlandığını görmekteyiz. Bu şehirleri günümüzde ülkenin en zor yaşanılan şehirleri sıralamasında da önde görmekteyiz. Bu şehirlerimizde özellikle İstanbul’da yaşayabilene helal olsun dercesine bir yaşam gelişti son üç yıl içinde. Bu koşullarda insanlar çaresiz kaldığında, yaşarken duyduğu acıları unutmak için, sonucun ne olacağını düşünmeden intiharı seçebiliyor. Her gün köprüden atlayanlar, renin altına kendini atanlar, silahla intihar edenler artarak devam etmektedir.

İntihar yaşlarının en yoğun olduğu yaş aralığı,24 ile 35 arası olduğu göze çarpıyor. Ancak 20’li yaşlardan başlayarak bu eylem gerçekleştiriliyor. Bu aralıkların dışında intihar vakaları olsa da sosyal yaşamı etkileyecek düzeyde bir sosyal vaka değil…Ancak 24 ile 35 yaş aralığı ciddi bir sorun olmaya başladı. Bu yaşlar hayatın yükünü taşımak için sorumluluğun doğrudan altına girildiği yaşlardır.25’li yaşlara kadar hala gençlere çocuk olarak bakılıyor ve aile destekleri devam ediyor, ancak evlilik yapıp bir sorumluluk altına girenlerin bu sorumluluğun ağırlıkları altında ezildiğini gördüğümüzde, en kısa yolu intiharı seçmek oluyor. Bunda da kendi yaşamlarını devam ettirecek imkanlardan yoksun olmaları veyahut ta karşılamakta zorlanmaları etkili oluyor. Yani insanlarımız tek tip bir algıyla yetişti, üniversiteden diploma al bir yere gir çalış para kazan o olmazsa ne olur; alternatif bir bakıştan yoksun sadece güdülen bir varlık olmaları onlara kabullendirildi. Böyle olunca çobanını kaybeden bir koyun gibi kendi kendini imha süreci başlıyor. Böyle bir neslin yetişmesinde anne baba yani aile sınırlarının dışında bir etkenin daha çok biçimlendirici olduğunu görmekteyiz. Eğitim algısı baştan sona acilen değişmeli, Her ile açılan üniversiteler üniversite olmaktan çıkarılmalı ve meslek öğreten ve uygulamasını yapan, “Üretim, planlama, uygulama ve teknolojik Yaşam alanları” olarak yeniden yapılandırılmalıdır.

Bu dönüşümler gençlerde en azından farklı düşünebilme ve sorumlulukların altına girmek için uygulama zeminlerini yakalama imkânı verir. Bunlar acilen yapılmalı ve Üniversitelerin kapısına kilit vurulmamalı bu anlayışın mantığın yerine diploma satan ve gençlerin zamanlarını çalan bir eğlence merkezi olmaktan çıkarılması gerekiyor.

Geldiğimiz noktadan geri dönüş imkânı elbet var ancak yapılan yanlışları yanlış olarak idrak ederek onların yerine acilen yeni ve özgün anlayışlar geliştirilir ve bu yeni çabalar gençlerin yaşamlarına dokunacak ve onların umutsuzluklarını yok edecek güveni verirse dönüşüm tersine dönebilir. Aksi durumda bu yaşam hızlanarak karanlığa doğru yol alacağından kuşkunuz olmasın…

Gençlere değer vermek demek onları parmak kaldıracak ve benim dediklerime kafa sallayacak kıvama getirmek için meclise taşımak olmamalı…Gençlik en değerli zamanını üreterek içindeki cevheri verimli bir alanda kullanarak yaşama katkı sunmak istiyor. Ancak bizim yönetim anlayışı tüm bunları imha etti. Diplomanı al oğlum kızım bizimkiler iş başındayken seni devletin bir yerine koyalım ondan sonra iş tamam büyük paralara çalışır emekli olursun rahat bir yaşamın olur. Böyle bir anlayışla gençliğini imha eden zihniyetlerin gençliğe vereceği hiçbir değer olamaz.

Bu yanlış ve anlamsız hantal yapı bir an evvel yok edilmeli yerine insani ve güven temelinde hukuka dayanan bir sistem inşa edilmelidir. Bunları yapmazsak ve bu haykırışlara kulak vermezsek, yakın gelecekte bu toplumun gençliği bir daha gövermemek üzere budanacaktır. Kurumuş gövdeler de yeşermeyeceğine göre kendi sonumuzu kendi ellerimizle hazırlamış olacağız. İntihara yönelme sürecindeki ivme çok daha fazla hızlanabilirdi ancak bunu önleyici bazı değerler toplumsal hayat içinde hala canlılığını koruduğu için hızı biraz düştü. Yardımseverlik, dayanışma muhabbet, her zaman yanlışlarını yerden yere vurduğum cemaatler içindeki kaynaşma ve geçici de olsa bir moral kazanma, yüz yüze etkileşim ve biz duygusunun hala varlığını devam ettirmesi ve bu gibi hallerde insanlarımızın imdadına yetişmesi, bu gidişi biraz frenletmiş olabilir. Ancak buna kalıcı, sistemsel ve hukuka dayanan çözümlerin oluşturulması kaçınılmaz ve zorunlu…Ülke yönetiminde etkin ve yetkin olanlar iş olsun diye proje yaptırmasınlar. Bu halkın parasını birilerine vakıflara derneklere para akıtmak için proje yaptırmasınlar sorunlara çözüm bulacak ve bu sorunların kaynağına inecek alanlara finans aktarıp sorunları kalıcı çözmeye çalışsınlar yoksa…Karanlıklar bir sera gibi bizi kuşatmaya devam ediyor.

Ülkemin duyarlı ve sorumlu resmi gayri resmi alanda imkânı olan herkesi bu çalışmalara katkı sunmaya ve geleceğimizi aydınlığa çıkarmaya davet ediyorum. Selam saygı ve muhabbetlerimi gönderiyorum sizi en içten kalbi duygularımla selamlıyorum kalın sağlıcakla….

Erol Kekeç/05.08.2023/Namazgah/


28 Temmuz 2023 Cuma

UÇMA TURNAM VURACAKLAR KANADINI KIRACAKLAR

   (DEĞERLE YAŞAYANLARIN ANATOMİSİ)

2000’li yılların bulduğu, ancak değeri hiç olmayan bir anlayışı, insanlık avucunun içine almış ona üfürüp üfürüp kıvılcım çıkararak ısınmak istiyor. Bunun adı, “Değerler Eğitimi” Neresinden nasıl bakarsanız bakınız, her noktasında değer kaybı yaşayan bu iki kavramın öğretileriyle insanlık değerli kılınmak isteniyor. Sel önünde, her parçası bir yana savrulan bir yaşamın hangi değerini nasıl ve kimlerin önleyici elleri ile koruyacaksınız…Geldiğimiz nokta, tüm değerlerin yerle yeksan olduğu, değersizleşen ve anlamını kaybeden (varlık) insanın yaşamını, belli inançlardan kaynaklanan rahatsızlıklardan dolayı değerli kılma çabaları anlamsızlıklar arasından, insanı seçime zorlamaktan başka bir şey değildir.

İnsanın yaratılış genlerine yerleştirilmiş olan değer sistemine virüs karıştıran insan, kendince insanın yaşamına farklı değerler yüklemek için yeni bir formatlama süreci başlattı, bunun adına değerler eğitimi dedi. Böylesi bir değersizleştirme süreci, kaybettiğini bulamayan insanı, yeni formüllerle farklı yerlerde farklı arayışlara götürdü. Eşeğini kaybettiğinde bulan köylünün sevinci kadar bir sevinç yaşatmayan bu değerlerin, değer olduğuna insanlık nasıl ikna olacak acaba…Ama gördüğüm kadarıyla kobay toplumlar kendilerini denek olarak kullandırmaktan zevk aldıkları için, bizim toplumda da çok ciddi bir karşılık buldu.

Son 20 yıl içindeki yaşamlara objektif ve sorumluluk bilinciyle yaklaştığınızda nasıl bir değersizleşme yaşadığımıza şahit olabiliyoruz. Her yeni nesil öncekilerden öğrendiklerini yaşamlarına aktardıkları için, toplumsal değer bilincinin kırılma notası, kırık kütle gibi aşılmış oluyor ve bu değersizleşme ivmesi hızlanarak devam ediyor. Yaşanmaz hale gelen bu karmaşık ve karanlık atmosferin insanlığa kazandıracağı bir şey kalmadığı anlaşıldığından, kaybedilenleri acaba yeniden kazanabilir miyiz diye ortaya atılan, ballı tutkallı ama insanların damak tadına uymadığı halde özü olmayan bir yapıştırıcı olarak ortaya çıktı. Peki böylesi anlamsız yapıştırıcılar insanlığın imha edilen ve parçalanan yaratılış genlerindeki değerleri tekrar birleştirebilir mi dersiniz? Asla ve kat’a onları bir araya getiremezsiniz, yaratılış genlerine değerleri yükleyen yaratıcının müdahalesi olmadan…

Bir camı yapan insan olmasına rağmen, onu param parça ettiğinizde ufalanan parçaları aynısıyla bir araya getirip onları birleştirmeniz ve eski özelliklerini korumasını beklemeniz nasıl ki mümkün değilse, değerleri parçalanmış yaşamlara hangi eğitimle hangi değerleri yerleştireceğinizin hesabını yaparsanız yapınız, orijinal bir ürün elde edemezsiniz. Kabil kendisine ait olanla yetinmedi ve kardeşi Habil’in hakkına göz dikince kendi yaratılış genlerindeki değerleri parçaladı, ancak Habil o değerlere sadık kalarak yaşama veda etse de değerlerin temsilcisi olarak hep kaldı. Ama Kabil kötülüklerin sembolü olarak anıldı. Köyde yaşadığımız çocukluk ve ergenlik dönemlerimi hatırlıyorum da Rahmetli Babacım bizi tarlaya götürdüğü zaman her taraftan yol olmadığı için başka tarlalardan geçmek zorunda kalırdık, ancak babam, evladım pamuk tarlasına girmeyin kenardan gidelim, onların dalları kırılırsa, bir kozalak açmazsa o kozalak başkasının hakkı olduğu için, onun hakkına gireriz hesabı var. Onun için yolumuz biraz uzasa da biz kenardan gidelim; kimsenin mahsulüne zarar vermeyelim diye bize öğüt verirdi. Hatta bazen kavun tarlalarından geçerdik sapsarı kavunlara imrenirdik bir tane koparıp bize vermezdi ve asla onlara dokunmamamız gerektiğini kendisi yaparak bize gösterirdi. Onun bize kazandırdığı bu değeri ne MEB’in bir okulu ne din anlatan hocalar ne şeyhler ne üstatlar ne proflar ne hacılar verdi ve de veremez. Çünkü değer sizin içinizden gelen hakikatleri idrak ederek yaşama başlama anıdır. Biz çocukluğumuzda bunların idraki ile büyüdüğümüzden bize kazılmış olan değerleri içimizden çıkarmanız mümkün olmamaktadır. Bir zamanlar ülkemizin tanınan siyasetçilerinden birisi, hırsızlık babadan oğula geçer, hiç babaların evlatlarından hırsızlık öğrendiği görülmüş müdür demişti. Çok doğru bir söz hakikaten, ön tekerlek nereden geçiyorsa arka tekerlek oradan geliyor. Bugün ülkemizin durumuna bakalım babalar hırsız arsız emaneti korumuyor, haram helal demeden ver Allah’ım, bu kulun ne bulursa yer Allah’ım deyince, çocuklar, mala Allah karışmaz kimin olduğu önemli değil, önemli olan bana ait olması diye düşünüp sınırsız isteklerini ihtiyaç edinip ahlaksızlıkta level atlayabiliyor. İnsan olarak, insanlığın yaşam denklemine uygun adımlar atmazsanız, yörüngesinden çıkan insanlığı hiçbir yapay denklemle yeniden eski rotasına taşıyamazsınız. “İnsan insanın kurdudur”, diyen T. Hobbes, İnsanın yaratılış kodlarında değersiz bir yaşamın olduğunu söylemesi, yaratılış hamuru ve ona öğretilen bilgi dikkate alındığında hiçte itibar edilecek bir durum değil. Ancak J. Locke’n insan doğarken harika bir yaşam kodlama sistemiyle gelir, ancak, gelişmeye başladığında kendinden öncekilerin oluşturduğu yaşam iyi ise o da iyi olur, ortam kötü ise o da kötü olur. İşte, Organizeli güç, insanın bu ifsadını önlemek ve onun doğal yaşamıyla hayatını devam ettirmesini sağlamak için, olumsuzluklara engel olmak ve onları ortadan kaldırmak zorundadır der. Bu iki yaklaşımın ortaya koyduğu açıklamaya baktığımızda, insanın değersizleşen bir harita üzerinde yaşamaya mahkûm olduğu dikkate alındığında ona sunulacak tüm reçeteler onu şifaya götürmeyecektir.

Bizim ülkemizde eğitim camiasının dilinden hiç düşmeyen ve yeni bir buluş gibi gündemi işgal eden önemli argümanlarından biri” Değerler Eğitimi” gerçeğidir. Her geçen gün değersizleşen bir toplumda hangi değerle yeni bir yaşam inşa edebilirsiniz ki! İnsanların dindar mı kindar mı deist mi, ateist mi, Teist mi, agnostik mi olup olmayacağı ile ilgilenen bir eğitim sistemi, değerler için aynı hassasiyeti gösteremediğinden şimdi böyle bir başlıkla bunları kazandırmaya çalışmaktadır. Değerleri yaşayan toplumların değer anlatmaya ihtiyacı olmaz. Ancak Toplumsal yaşamlarında hiçbir belirleyici değerin kalmadığı ortamlarda, değerleri sözlü olarak kazandıracağına inananlar, öncelikle kendileri inanmadığı konuları nesillere nasıl aktarabilirler.

Bal tutan parmağını yalar deyiminin gelenekselleşmiş olduğu bir yaşamda hırsızlığı ne kadar anlatırsanız anlatınız insanları ikna edemezsiniz. Kol kırılır yen içinde kalır diyerek, olumsuzlukları örterek asla hakikate şahit olamazsınız. Tilki kurnazlığı ile kendi dışındakileri ahmak görüp kendisini uyanık sananların, işi bilip işe gitmeyeceksin diye yaşadığı bir ortamda sorumluluk ve görev bilincini oluşturamazsınız. Komşuda pişer bize de düşer diyerek olumsuz olsa da bir beklenti içinde yaşayanların olumsuzlukları bertaraf etmesini düşünemezsiniz. Üzümü ye bağını sorma diye bir geleneğiniz varsa, helal haram fark etmez ne olursa ver Allah’ım bu kulun yer Allah’ım diyenler; hangi değeri anlatmayı düşünürler. Kişi ne kadar önemli ise bir başkası da o kadar önemli, kendi zamanı nasıl kıymetli ise bir başkasının da zamanı o kadar kıymetli algısını bilmeyenlerin, toplumsal ortamda hak ve hukuk gözeterek sistemli ve düzenli bir sıra bekleyişine şahit olamazsınız. Bir Pazarcının gel vatandaş gel en iyisi burada diye reklam yaparak, insanları çürük sebze ve meyveleriyle aldattığı bir yerde, çocuklara bırakacağınız gelenek ancak başkasını aldatmak olur. Bir rektörün kendi kızını almak için sadece çocuğuna uygun sınava girme şartları hazırlattığı bir toplumun değerinin şavktı zaten kaymıştır.

Eğer bir yerde işiniz varsa, o işinizi kurumların işleyiş disiplini içinde çözemiyor, mutlaka bir tanıdık ve üst makamdaki birilerini araya koyarak işinizi yaptırmayı düşünüyorsanız, isterseniz gökten melekler getirip değer dersi anlatınız, batmak ve karanlıklara gömülmek zorunda kalırsınız. Yalanın adının günü kurtarmak olduğu bir yerde, kurtaracak bir şeyiniz kalmaz. Köprüden geçerken tüm ampulleri yakıp, köprüyü geçince tüm yolları zifiri karanlığa çeviriyorsanız, sizin değer diye ortaya koyacağınız ancak bir aldatma aparatı olur. Patron amir geldiği zaman yerinde duramayan, onlar gidince arasan bulunmayan yaşamlar mantar gibi çoğalıp, sorumluluk ve görev bilincinin olmadığı bir yerde neyi değer diye anlatırsanız anlatınız, motivasyonu güçlü içten istekli bir yaşam ortaya çıkaramazsınız.

Doğru ve yanlış olduğunu bilmeden sadece duyumlarıyla saldırganlık eğilimlerini galeyana getirerek, kendisi dışındaki düşünce ve anlayışları boğmaya çalışan insanların çoğunlukta olduğu bir yerde zaten tüm değerler boğulmuş demektir. Haz almak için bütün bir toplumu yok ettiğini anlamayan ve bunu anlamakta istemeyenlerin çoğaldığı bir coğrafyaya, yazılı ve anlatımlı değerler getireceğini sananlar sadece kendilerini avuturlar toplumu da uyuturlar. Değer bir yaşamdır. Uğruna can mal ve kan akıtmaktır. Doğruluğunuzu bir karşılık alarak yamultabiliyorsanız o bir değer değil, alınıp satılan bir metadır. Oysa değerler insanla özdeş ve onun bir parçasıdır. Onu ondan kopardığınızda onun için yaşamın anlamı biter. Oysa anlatılarak benimsetilmek istenen değerler adı altındaki fiyasko, yere zamana kişiye göre nasıl yaşanılacağını ve kendi çıkarlarını en kapsamlı nasıl savunacağını ancak öğretir. Beni öldürebilirsiniz ama asla düşüncelerimi yok edemezsiniz diyerek ölüme giden 24 yaşındaki bir gencin ölümü bir değer uğruna yaşamaktır. Kendi nesillerini değersiz yetiştiren anne baba, eğitim kurumları ve devletler yarınları olmayan kurumlardır. Yarınlardan söz edebilmek için insana gerekli olan en önemli vasıf, nerede duracağını, neyi koruyacağını, neden asla vaz geçmeyeceğini ve bunları neden yapması gerektiğinin bilinci verilerek büyütülmesidir. İnanç bir tercih ve seçimdir. Bunları kabullenmemiş bir bünyeye hangi inancı ve ideolojiyi yerleştirmeye çalışırsanız çalışınız ancak kindar fanatik bir taraftar yetiştirirsiniz. Kindar fanatik taraftarlar ancak yıkıcı dökücü parçalayıcı ve ortalığı karıştırıcı kaoslardan hoşlanır ve o ortamlar olduğu sürece kendisinin bir değeri olduğuna inanır. Onun için düşünen bir insan olarak tavsiyem, değersizleşen topluma değerler eğitimi dersleri ile değerler anlatmak değil, hayatın her alanında ciddi anlamda değerlerin yaşanma ortamlarını oluşturmak ve örnek olmak olsun hedefiniz. En iyi öğüt örnek olmaktır. Bildikleriniz ve anlattıklarınız değil kalıcı olan, yaptığınız ve iz bıraktığınız örnekliğinizdir bir toplumu diriltecek olan…Biz adam gibi yaşayarak adam gibi gitmek için varız ve tüm mücadelemiz doğruluğun, hakkın yeryüzünde egemen olması ve herkesin insan gibi yaşayacağı ortama kavuşmasıdır diye hareket edersek, toplum kendiliğinden yaşanılacak ve imrenilecek yer haline gelir. Bunlar yaşamdan okullara, evlerden yaşama, okullardan devlete kadar bir etkileşim yapar ve her tarafta aydınlık yarınlar bizleri bekler…Konuşanlar değil, yaşayanlar ve yaşatmaya çalışanlar olursak karanlıklar aydınlıklara gark olur gece mesaisini tamamlar çulunu sırtına sarar ve gider. Aydınlık ve parlayan yıldızlar coğrafyamıza kement atar, otağını kurar her gelen zamanını ve yaşamını düzenlemek için o otağın örnekliğini yüreğine kazar ve hayat bambaşka bir kalkışla dünya okyanusuna kürek çeker…Bunlara varsanız başka söze gerek kalmaz. Kimse kimseyi aldatmasın ve zamanımızı heba etmesin her geçen gün gelmeyecektir. Gelmeyecek günlerimizi ve gelecek nesillerimizi bu eksende ele alırsak inanıyorum ki, “cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu yol hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz” diye dirayet ortaya koyarız.

Son olarak diyorum ki değerler yaşanır, içerden gelir dışarıya akar, dışardan içeriye gelmez…Bir danayı kesip etini sucuk yapabilirsiniz, âmâ sucukları aynı yoldan geçirerek dana yapamazsınız…Hatları karıştırmaktan kurtulalım kendimize gelip ayağa kalkalım…

Selam saygı ve muhabbetlerimle aydınlık ufuklarda buluşmak ve iz bırakan bir yaşam ortaya koyanlardan olmak dileğimle, kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/26.07.2023/Namazgah/İST




26 Temmuz 2023 Çarşamba

KAPİTALİZMİN ZİRVESİ ŞEYTANIN DİNLENME ODASI

İnsanlığın kapitalizmin Nirvana’sına çıktığı an, insanlığın yok oluşa en yakın olduğu zamandır. İnsan ancak kendi varlık gayesine ait bir Nirvana’ya çıktığı zaman insanlığın kurduğu en muhteşem medeniyetin temsilcisi olur.

Nice muhteşem medeniyetler diye tarihin sayfalarında gördüğümüz yaşamların, tarihin çöplüğünde esamisi bile okunmuyor. Bunların en açık nedeni ise, dönemin kapital yaşamının kölesi olarak zirvede yaşadığını sandıkları bir zamanda, ansızın yok olup gitmeleridir. İnsanlık, insanın yaratılış gayesi çevresinde oluşturduğu medeniyetler olduğu sürece ansızın bir yok oluşun pençesinde can vermemişlerdir. Onların ölümü Kâinat yasası ölçeğinde taktir edilen ecele göre gerçekleşmiştir. Ancak Kapitalizmin zirvesi her daim farkında olmadığı bir yıkımla karşılaşmıştır, kendisi bu yıkımın ne geleceğinden haberi olmuş ne de o taraftan gelecek yıkıma karşı bir önlem alacak güç ve kuvvete sahip olamamıştır.

Küresel çapta baktığımızda, kapitalizmin çağının zirvesinde olduğunu sanıyorum görmeyen yoktur. En küçük bir noktadan en üst karmaşık denkleme kadar, her fert kapitalizmin çarklarını işleten bir kobay durumuna gelmiştir. Bu çarklar işlerken, kendi yaşamsal değerlerini yükselttiğini ve bir değer kazandığını sanarak kendisini aşındırarak yok oluşun içine yuvarlandığını fark etmez.

Yeryüzünde kendi kendini imha eden bir varlık var mı insan gibi? Hayretle seyrediyorum, her gelen gün insanı ve insanlığı imha ederken, nasıl oluyor da idrak sahibi olduğunu bildiğimiz bu varlık, idrak sahibi olduğu bu özelliğinden bir dirhem faydalanmaz…Yeryüzü Baronlarının kurduğu oyunun içinde, kendine ve varlık gayesine ihanet eden insandan başka kimse yoktur…İnsan neden böylesi karanlık bir evrende kendisini oksijensiz bırakarak, kendisi gibi yaratılmış ancak şeytanın askeri olmuş bu yeryüzü ifsat güçlerinin oluşturduğu kapanların dışında temiz bir hava solumayı istemez. Ey insan! sen ve senin gibi idrakten yoksun gayesinden habersiz yaşayanlar, kapitalizmin ürettiği araçları kullanarak, onların belirlediği hedefe göre bir yaşam çizgisi üzerinde yaşayarak, insanlık evreninin Nirvana’sına çıkacağınızı sanıyorsanız, ancak ve ancak yok olursunuz ve o yok oluşunuzun da farkına varmazsınız.

Bugün insanlık hakikaten insanlık dışında karanlık bir evrenin havasını sabah akşam soluyarak, kendilerine doğal yaşamın oksijeninden haber verenleri bir kaşık suda boğmak isteseler de bir gün, hem de çok yakın, yakından da yakın bir zamanda solunumsuz kalarak, oldukları yerde can verecekler ve üzerlerinden sadece bir rüzgâr esecek sonrasında hesap sırasına dizilmek olacaktır.

Ey insan! ne zaman varlık gayeni anlayarak o çerçevede bir insan olarak yaşama azmi içinde olacaksın. Sen böyle bir hayatın senin için var olma gerekçen olduğunu anlamadığın ve bunları sana hatırlatanları alışkanlıklarının yılmaz bir savunucusu olarak öldürmeye kalktığında, sen kendini öldürdüğünün farkında olmayacaksın. Yaşaman için gerekli olan abu hayat kanallarını kapatırsan ya da onları parçalarsan, yaşam kanalların yok olduğundan senin ölümün doğal bir son olacaktır.

Bu karanlıkların evrenimizi kuşattığı veya o hale getirilmek istendiği bir zamanda, en küçükten en üste kadar her idrak sahibi varlık bunlardan sorumludur. Sorumluluklarından kaçan ama her olumsuzluğu birilerinin sırtına vurarak kendi rahatlama seanslarınızı oluşturacağınızı düşünseniz de öyle kolay bir rahatlama usulü yoktur hayatta…Şeytan sorumluluğu kendi üzerinden atıp Adem (as) ve Havva validemizi suçlu ve sorumlu göstererek nasıl ki rahatlamadıysa bizler de asla rahatlayamayacağız…”Başımıza gelenlerin hepsi kendi ellerimizle yapıp ettiklerimiz yüzünden “diyerek bu hissiyat ve idrakle hayatımızı anlamlı kılmaya çalışırsak, belki Kapitalizmin Nirvana’sında yerimiz olmaz, İnsanlığın Nirvana’sına imzamızı atacak güç ve kuvvete kavuşuruz.

Evrenimizde olup bitenleri anlamayacak çapta varlıklarsak zaten konuşacak bir şey yoktur. Şunu her insanın anlaması zorunlu ve kaçınılmazdır. Küresel ifsat güçleri bu ifsat için Küresel bölgesel ulusal ve yerel güçler dikkate alarak bu ifsat düzeninin Hiyerarşik yapılanmasını oluşturdular. Her ülkenin Genel ve yerel yönetimleri olmak üzere o alanlardan kafalarına uygun olanları o hiyerarşik sistem içine aldılar ve onlara belli görevler verdiler. O görevleri layıkıyla yerine getirmemiş ulusal yöneticiler olsaydı evrenimiz aynı yönde bu kadar kirlenmiş olamazdı. Evrenimizi hiçbir sınır tanımadan imha etmeye yemin etmiş bu küresel müfsitler ile onların alt katmanlarındaki yöneticiler sizleri cehennem çukuruna taşıyorlar, bunu ne zaman anlayacak duruma geleceğiz. Dünyayı yöneten yüzde birlik bir Şeytan üçgeninin tasarımcıları var, ulusal bazda bu rakamlar yüzde beşlere kadar çıkıyor. Tüm yönetimler bu azınlıkta olan şeytanın askerlerini ve taşıyıcılarını beslemekle meşgul ve memur. Ondan dolayı, Her ülkenin yüzde doksan beşi ya bunların ürettiği ürünlerin abonmanı ya taşıyanı ya kanlarıyla bağış yaparak onların yaşamasını sağlayan sürüngenler topluluğu haline getirilmiştir. Bunların belirlediği çerçevede yaşamak istemeyenler de kendilerini avutarak elde ettikleri kazanımları ile kendilerine bir getto oluşturarak etkisiz yetkisiz, hayır hasenat yaptığını sanan, manevi haz depolamaya çalışan pasif eleman durumuna getirilmiştir. Tüm ulusları dikkate aldığımız zaman insanların yüzde seksenden fazlası tek hücreli amipsel bir varlığa dönüştürülmüştür. Bunların beklentileri bu hiyerarşik yapının kendilerine sunacağı ne varsa onunla tatmin olmak ve onunla yetinerek şükür sabır kanaat gibi uyuşturucular edinerek, bu asil tavır ve kavramları kendi inlerine hapsederek anlamını yok etmişlerdir. Sabır İnsan için en onurlu bir kavram iken, pasifize eden bir uyuşturucuya dönmüştür. Dağların zirvesine çıkarken, mücadele kızıştığı zaman, tüm imkanlarını seferber ederek çabalarken acılara katlanarak yol alabiliyorsan sabrediyorsundur. Sabır bir bekleyiş değildir. Bir direnme denklemidir. Bu direnç inandığın değerler uğruna canın pahasına azimle kararlı duruş ortaya koyduğunda topukların üzerine gerisin geriye dönmeden,” Allah ne güzel ve vekil ve o ne iyi yardımcıdır…” diyerek yol alabilmektir. Oysa sabır kavramı günümüzde insanları kış uykusuna yatırıp baharda uyanınca homurdayan bir ayıya dönüştürdü…Şükür Küresel şeytanların adamlarının bizlerden aldıklarını, bize verirken sadece biyolojik bir canlı olarak kalıp, insani değerlerimizi kaybettirerek yaşattıkları rezilliği bir lütuf gibi görüp onlara dua ederek kendimizi kandırmak değildir. Şükür, kâinatın sahibinin bize verdiği rahatlatıcı en harika ve güven veren bir değer iken, şimdi bizi zindana hapseden bir tünele dönüştü herkesin oluşturduğu uyumlu ses cümbüşü ile baygınlıktan kendimizden geçerek dans etmek değildir. Kanaat Elimizdekileri paylaşarak herkese yaşama imkânı sunarak eksik kalan yanlarımız için dayanabilmektir. Oysa bizler kavramların ırzına geçmiş onlara tecavüz etmiş şeytan ve uşaklarının tanımladığı gibi hayatı anlamak istersek işte bize yaşamı böyle zehir ederler. Zirveye çıktığımızı sanırken bir tufanla savruluruz ve kimse bir parçamızı bulamaz.

Ey insan! Sen seni ve içindeki cevheri anlamaktan neden aciz düştün ve bunu anlamamak için de hala direniyorsun, sen buna bir anlam verebiliyor musun…Şeytanın evrenimiz üzerine oluşturmaya çalıştığı tılsımın bozulmasının yegâne sebebi insan olduğumuzu fark edip, insan olarak yaşama ilk adımı atmaktır. Küresel şeytanın ayak izleri hepimizin kalbine kazıldı. Çünkü kapitalizm şeytanın at oynattığı çayır ve mera alanıdır. Sakın ola ki şeytanın merasında otlanıp hakikatin şahitliğini yapacaklar sanmayalım kendimizi…Allah’ın yolu ile şeytanın oluşturduğu yol bellidir. O yolları anlamak için Allah’a hakkı ile kul olmak günahlardan arınmak gerekir. Bunu yapanlar doğru ile yanlış arasındaki farkı ayırt eder ve Kapitalizmin zirvesine çöken bu karabulutların bir gazap olduğunu bilerek, insanlığın zirvesine çıkmak için yarışa başlar…Benim bu çırpınışlarımın hiçbirisi kendimi temize çıkarmak veya kendimin bir halt olduğunu anlatmak maksatlı olmadığını bilmenizi isterim…İnsanlığın şeytana kurban edildiği ve şeytanların Allah’ın yarattığı kainatta biz istediğimizi yaşatırız istediğimizi öldürürüz diye kendilerini kanıtlamak istediği ve insanlara, mutlak yaratana giden yolları unutturmaya çalıştığı bir sirk alanı olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Şunu iyice idrak edelim ki, Evrenimizde oynanan oyunların ve ülkelerin ekonomik bunalıma götürülmesinin ana hedefi, insanların yaşam zorluğu ile bunaltılması kesinlikle bir tesadüf veya sınırlı kaynaklar diye kandırdıkları alanların tükenmesiyle alakalı değildir. Korkunun esiri olanlar kendilerini korkuttukları şeyleri ele geçirmek için önce ruhlarını imha ederler, sonra bedenlerini satarlar en sonunda da ölmeyi bir kurtuluş olarak görürler. Zaten Küresel şeytanın varmak istediği hedef bu olduğu için, insanlar kendi seçenekleriyle bu kıvama getirilmiş olurlar. Benim burada ki düşüncem, Ruh Allah’tan üflenmiştir. Allah yerin ve göklerin sahibidir. Tüm hazineler onun katındadır. Peki böyle bir ruha sahip olan insan, neden kendi cinslerinden şeytanın askerlerine teslim olarak kendi cehenneminin mimarı olur…Biz kendimize cehennem değil ancak Cennet oluşturacak yaşam ortaya koyarsak, yaratılış gayemize uygun yaşarız. O zaman da ne küresel ne bölgesel ne ulusal ne de yerel ifsat güçleri bizi yanıltamaz. Biz mutlak ruhun isteklerini yaşam edinirsek, şeytan ve aveneleri kendi pisliklerinde boğulurlar.

Son olarak hatırlatacağım hakikat, “Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır, sakın onun dediklerine uymayın ancak bana kul olun dosdoğru yol sadece budur…” Hiçbir şeytanın organizeli ekibinin size şeytan olduğunu söyleyerek yaklaşmayacağını bilin, şeytan ve aveneleri dosdoğru yol üzerine oturarak kendi hedefine götüreceği insanları onların hoşuna gidecek sözlerle kendisine asker edinecektir. Bu bizden biri dediğiniz nice şeytanlar, yeryüzünün dengesini bozdu ey insan sen hala akıllanmayacak mısın?

Sanıyorum anlatmak istediğim meramım anlaşılacaktır, selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle kalın sağlıcakla….

Erol Kekeç/25.07.2023/Namazgah/İST


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!