Bu Blogda Ara

20 Haziran 2023 Salı

BEYANI (!)ESAS ALAN MUTLAK BEYANDAN YOKSUN KALIR

Bir yaşamın fıtrat kodlarını imha etmek istiyorsanız, insanlığın, cinsiyeti, rengi, yaşadığı yer, etnik kökeni ve dilleri üzerinden pozitif bir ayrım yaparak, onları adil yönettiğinizi söylemeniz yeterlidir.

Yeryüzünün dengesini bozan güçler, yeryüzünde yaşayanları belli özelliklerine göre sınıflandırarak, onların yaşam standartlarının belirlenmesinde belirleyici olmuşlardır. Bu güçler, yaşadığımız evrende, insanlığın elde ettiği birikimlerini ve gelişmişliklerini daima kendi kullanım alanları içine koyarak sahiplenmişler ve bu birikimleri insanlığı ifsat etmek için kullanmışlardır. Bunun en açık örneğini görmek için, geçmişten günümüze bilim ve teknolojinin hangi alanda daha çok etki yarattığına bakmanız yeterlidir.

Teknolojinin günümüzde zirveye yaklaştığı, hatta bilimsel gelişmelerin Nirvana’sı olarak görülen dijital ve yazılım çağı, insanlığın huzurunu yok ederek nasıl bir fayda sağlamış olabilir ki! Bilimsel tüm çalışmalar huzurlu bir yaşam sürmek isteyen insanlığın yaşamına katkı sunarak, onları daha huzurlu ve mutlu kılıp, insanın düşünebilme melekelerini canlandırması gerekirken, bugün geldiğimiz noktada insanların büyük bir çoğunluğunu, bilimsel gücü ele almış olanlara köle yaptığını görmekteyiz. Bu kölelik sürecinin her yeni bilimsel buluşlar sonrasında hızlanarak geniş kitleleri kuşattığını söylemek sanıyorum abartılı olmayacaktır. Her yeni buluş, bu buluşların elde ettiği teknolojiyi kullanan ve benimseyen kobaylarını çoğaltıyor, insanların üretici dinamiklerini ve yetilerini imha ediyor insanı bir teknoloji bağımlısı köle haline getiriyorsa, insanlığa huzur getirmesi gereken yollarının imha edilmesi anlamına gelmez mi?

Ne yazık ki, dünya yaşamını belirleyen ve tüm yaşamlara bilgi belge teknoloji bilim ahlak adalet ve insanlık taşıyan araçların direksiyonu, vitesi ve kullanım hakkı belli ellerde olunca, insanlığın huzurdan uzaklaşması da doğal yaşamın dinamikleri haline geliyor(!)İnsanlığın huzurunun elinden alındığı bir yaşamda, hangi teknolojik gelişmeleri ona sunarak, yaşamı kolaylaştırmış olabilirsiniz ki? Geçmiş dönemlerde Tibet’e Trenin geleceği haberleri piyasada dolaşınca, şehirli bir esnaf, Tibet’in köylerinden tam 15 günde eşeğiyle Tibet’e gelerek mallarını satıp tekrar köyüne dönmesi 30 gün süren köylüye, Tibetli esnaf köylüye der ki, senin işinde kolaylaşıyor. Tren senin köylere yakın geçecek, o zaman bir gün içinde malzemelerini getirirsin hemen satar tekrar gelen trenle köyüne dönersin ve 29 gün sana kar kalır der. Bunu duyan köylü derin derin düşünmeye başlar ve morali bozulur. O zaman şehirli, hiç sevinmedin işin ne kadar kolaylaşıyor hemen köyüne dönüyorsun; böyle bir kolaylık nerede var deyince, köylü derki; benim huzurum gidiyor. Ben dağlardan ovalardan vadilerden nehirlerden aşarak geliyorum, evrenle iç içe yaşıyorum o kadar çok huzur buluyorum ki, o gördüğüm börtü böcek ve kuşlara hasret kalacağım, üstelik kalan 29 günde ben ne yapacağım, şimdi onunla ilgili yeni arayışlarım başlayacak, böylece benim huzurum gidiyor. Beyefendi benim huzurumu bozan bir teknoloji bana nasıl iyilik yapmış olabilir der.

Evet, çağımızda Nirvana’ya çıkmış olan teknoloji kötü emellerin kurbanı olduğundan, insanlığın huzurunu bozmaktan ve insanlığını elinden almaktan başka bir iş görmüyor. Böyle bir süreç ne yazık ki, yaşamlarımızın her hücresine dokunmaktadır. Başta söylediğim gibi, bu imkanları tekelinde toplamış olanlar her türlü ayrım ve ayrıcalığı insanlığın faydasına diye sunarak, insanları birbirinden uzaklaştırmışlardır. Birilerinin lehine olan pozitif ayrımcılık birlilerinin aleyhine oluyorsa, orada insanlığın kurtuluşuna sebep olacak bir reçete ortaya çıkmayacaktır. Böyle bir gerçeklik ortadayken insanlığı bu şekilde ayrıştırarak onlara huzur ve mutluluk getireceğini söyleyenlerin hepsi yalan söylemekle kalmıyorlar, bu uygulamayı başlatanlar adına insanlığı yok etmek için bir aparat görevi üstleniyorlar. Bu aparatların değişik şekil ve modellerini kendi ülkemizde de görmek mümkündür. Bunlara en açık örnek, cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık oldu.

Neredeyse bilmeyen kimsenin kalmadığı,6284 diye bilinen bir kanun var. Bu kanun Batıya uyum sürecinde, ataerkil bir ortamda kadını erkekle eşitlemek adına ortaya çıktığı söylenirken, aile yaşamını doğrudan hedef aldığına kimse bakmaz. Oysa bu kanun doğrudan doğruya erkekle kadın arasındaki gerilimi ve çatışmayı üst seviyeye taşıma amacında bir kanundur. Kadınla erkek arasında evde bir olumsuzluk yaşandıysa, kadın durumu hukuka taşıdığı zaman, erkeğin mahkemeye delil araştırıp getirmesine gerek kalmadan, kadının söylem ve beyanları esastır, ilkesinden hareketle, erkek doğrudan potansiyel suçlu olarak kabul ediliyor ve mahkeme bu ilkeye göre devam ediyor. Buradaki yıkımın temelinde ne olduğuna bakarsanız, hemen karşımıza cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık çıkar. Oysa bu kanunu ortaya koyanların çok iyi niyetli olduğu, kanunun kadınların ezilmesini önlemek için yapıldığı anlatılır. Nasıl bir iyi niyet ki bütünü parçalamada bir motor özelliği görüyor.

Allah, zina olayında dört şahit ve gözle görülmesini esas alırken, kimsenin görmediği bir ortamda kadın ile erkek arasında geçen bir olumsuzluk sonrasında kadın, bu bana tecavüz etti ya da tacizde bulundu dediği zaman, kadınının bunu kanıtlamasına gerek yok, erkeğin kendisini temize çıkarması için çok hem de çok delile ihtiyacı var, erkek böyle olmadığını kanıtlamak zorunda, yoksa kadın ne demişse o geçerlidir. Bu da kadını korumaya yönelik olduğu söyleniyor. Hakikaten bu güçler o kadar küçük beyinleriyle bu dünyaya düzen vermeye kalkıyorlarsa, ezilmek sindirilmek insanlığın genel sonu olacak demektir.

Allah, hep adaleti gözetiyor, onun için de kimse halinden şikâyet etmiyor, âmâ dünyayı düzene koymak isteyen ifsat şebekelerinin amacı her tarafı kirletmek olduğu için, yaratılış fıtrat kodlarıyla bir türlü uyum sağlayamıyor.

İnsanları doğrudan hedef alan ve onları imha etmeye yönelik çalışmalar, temel insan öğesi üzerinden yapılmaya başlandıysa, insanlığın vay haline o zaman…Renkler üzerinden, etnik kökenler üzerinden yapıldı ve yıllarca ABD’de Siyahiler insan muamelesi görmedi, hatta toplu taşıma araçlarındaki tabelalar,” Zenciler ve köpekler binemez diyordu. Yakın tarihimize kadar Kürtlere, Suriye’de vatandaşlık kimliği verilmiyordu. Bu süreçler çok ayrıştırıcı ve gözle görülen yanlışlar olduğu anlaşıldı ondan dolayı bu ayrımların yerini tüm insanlığı etkileyecek bir başka adıma bırakması kaçınılmaz oldu, o da Cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık…Bu ayırıcı özellik hem kadınların uyarılmışlık güdülerine hitap ediyor, diğer taraftan ezilmişlik yanını iyileştiriyor, erkeklerin zalimliğini ve doğuştan güce dayanan saldırganlığını ortadan kaldıracağı inancıyla, kadınlar tarafından şartsız kabul gördü. Kadınların bir cinsel figür olarak yaşam alanında her zaman etkileyici bir uyaran olmasını isteyen erkekler tarafından da alkışlandı. Sonrasında yaşam alanımız cehenneme döndü. Bu cehenneme odun taşıyan ve o cehennemin alevlenmesine yol açanlar çıkmışlar şimdi bu nasıl oldu demeye başlamışlar. Nasıl böyle oldu diyenlerin bu şaşkınlık ve tuhaflarına gidişini söyledikleri tedirginlikleri, sakın kimseyi aldatmasın…Çünkü onlar zaten işlerin bu sürece girmesi ve böyle hızlı bir trendle yol alması için proje uygulayıcıları olarak belirlenmişlerdi. İnsan kendi uyguladığı projenin getireceği ve götüreceğinin hiç hesabını yapmaz olur mu?

Nasıl bir değişimin içinde olduğumuzu, değişenler kolay kolay anlamazlar, ancak bu değişim programlarının tescilli görevlileri nereye geldiğimizi çok iyi bildiklerinden, geldiğimiz nokta onların da küçük dillerini yutmasına neden olduğu için, bugün gündem yaparak sizlerin gazını almaya çalışıyorlar. Çünkü içinize dolan gazların nasıl patlayacağını siz bir bilseniz, bu davranışların çok yetersiz olduğunu göreceksiniz. Yani diyeceğim o ki, insanların doğal yaşam akışlarını belirleyen fıtrat kodları değiştirilmek istendiği zaman, insanlık bir daha çıktığı raya girme şansını kaybedecektir. Raydan çıkmış insanlığın sonu hüsran olacaktır. Henüz raydan çıkmış yaşamlar olsa da raylar sökülüp kaldırılmadığı için o raylarda yol alma imkânımız hala var…Ancak biz yol aldıkça arkamızdan gelenler rayları sökerek geliyorlar, geçtiğimiz yolda ray olmadığını bizlerin uçarak o noktaya geldiğimizi bize anlatarak daha fazla kandırmaya devam ediyorlar.

İnsanı oluşturan iki ana unsuru birbirinden kopardığınız zaman büyük planların uygulaması o kadar kolaylaşıyor. Ülkemiz insanı bu korkunç tuzağı o kadar kabullenip içselleştirdi ki, huzura ulaşmak için huzurundan oldu. Nasıl bir huzur aracı ki, sizi sizden ediyor ama size çok güzel kendine güvenen özgürce yaşayacağı ortamları sunacağını anlatarak sizi imha ediyor. Tesiri çok büyük yıkımı o kadar kötü olan bu anlayış nasıl insanların yaşamlarında karşılık bulabiliyor dersiniz. İnsan kendi huzur kaynağını bulandırdığı zaman, o bulanıklığı başka ellerin durulaştıracağını sandığı müddetçe, kandırılmaya ve huzurundan olmaya mahkumdur. Tibetli köylü gibi bize mutluluk kolaylık getireceği ve bizi koruyacağı anlatılan uygulamaların, sonrasında yaşatacağı travmaların ne olacağını hesaba katmazsak, düşünebilme ve idrak mekanizmalarımızı yok edeceğiz. Onun içindir ki, insanların rahatı huzuru ve mutluluğu için çabalıyoruz diyenlerin bu çabalarının karşılığında ne kadar erozyona uğradığımıza bir bakalım, şayet toprak kayması gibi kendimizden uzaklaşarak sürekli dağılıp okyanuslara taşınan kara parçaları gibi dağılıyor ve sonrasında parçalarımızı bulmaları için bizi parçalayanların elindeki imkanlara bel bağlıyorsak, yakın gelecekte hiç olmayacağımızdan kuşkunuz olmasın derim…

İnsanın yegâne kurtuluş reçetesi, kendisini kurtarmak için var olduğunu söyleyerek huzur mutluluk ve refah seviyemizi arttıracaklarını iddia edenlerin bu söylemlerine kulaklarımızı tıkayarak onlardan kurtulursak, belki yeniden kendimize gelme imkânı ve ortamı bulacağız. Aksi durumda son nefesimizi nasıl alacaklarının hesabını yapamayacağız.

Aile yapılarımızın, ciddi bir çöküşün enkazında yer alacağı günlerin arifesine geldik. Ancak hala toplum olarak bu mu, o mu yoksa batıya özgü bir model mi gibi boşboğazlıklarımızın kurbanı olarak her geçen günümüzü heba ediyorsak, heba olan günlerin içinde yaşayanların güçlenerek oradan çıkacağını sanmayalım. Öncelikle her ferdimiz kendisi olsun, sonrasında kendisi olan fertlerin birlikte oluşturacağı bizde buluşalım; ancak o zaman gelen sellere karşı bir barikat olabiliriz. Akan selin önüne atılan her taş o suyun içinde yok olur gider. Ancak bir blok halinde selin karşısına çıkanlar, suyun şiddeti ne olursa olsun onu durdurabilir. İşte, bizler bu tarz bir duruş ve dirilişle ancak bu yıkım sürecini atlatır ve gelen selleri lehimize çevirip onları farklı alanlarda kullanabilecek duruma geliriz. Benim temennim bizlerin bunu idrak edecek ve gerekli tavrı koyacak donanımlarımızı henüz kaybetmediğimizden bunların üstesinden gelebilecek güçte olmamızdır…

Ancak özgür fert, örgütlü biz ile, bundan sonra toplum olarak var olabiliriz, aksi durumda küresel ifsadın içinde savrulup gideceğimizden kuşkunuz olmasın…Dünyanın yeni koordinatları bu ifsadın kasıp kavuracağı rotaya göre biçimlendirildi. Ulusal kimlikler, bölgesel kültürler, yerel yaşamlar gibi farklılıklarımız kaybolmak üzere…Renkler tek oluyor. İki ayırıcı unsur var bundan sonra, sebebi ise kolay parçalamak yönetmek ve gerektiği zaman yemek için…Cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık…

Makalemi sonlandırırken selam saygı muhabbet ve iyilik Dileklerimle, size söylediğimi bir gün anlayacaksınız…

Kalın sağlıcakla….

Erol KEKEÇ/19.06.2023/13.52/Namazgah/İST


17 Haziran 2023 Cumartesi

YARATILAN YARATANDA EKSİK ARAR MI?

“O’nun varlığının delillerinden biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz dünyanın her tarafına yayılan insan nesli hâline geliverdiniz.” Rum/20

Hiçbir varlık bu kadar kendinden güvenle bahsedemez, ancak her şeye hâkim olan bir güç bu kadar güven içinde olabilir. Yarattığı varlığın yaratılış hamurunu, kendi varlığının bir delili olarak, bizlerin anlaması için örneklendirecek kadar yegâne merhamet sahibi, ancak Allah olur. İnsan bilmediği anlamadığı konular hakkında bilgisizce konuşur ve konuştuklarıyla da kendisini o kadar oyalar ki, çoğu zaman içinden çıkamayacağı dehlizlere kendisini sürükler. İnsan bazen, Allah ilk yaratılışta aynı ana ve babadan bizleri yarattığına göre, o halde çoğalmamız kardeşler arasında mı oldu diyerek sorgulama sınırlarını zorladığını sanır, aslında bu zorlamak değil, bir yere takılıp kalmak ve zihnin yeni ve farklı yollar düşünemeyecek hale gelmesidir. İnsanın zihinsel kurgu üretememesi aslında onun kendi zindanını oluşturmasıdır.

Anne ve baba bir tohumdur. Aslımız topraktan geldiğine göre bu tohumun korunaklı yerde çoğalması için dişi ve erkek, bir türün iki cinsinin birleşiminin olması kaçınılmaz olmaktadır. Anne rahmi bir toprak olarak tohumların çoğalması için ekilen yerdir. O yerde bir canlılığın olması için erkek cinsinin oraya su taşıması gerekiyor. Buradaki çimlenme tohumların çoğalmasının habercisidir. Bir buğday başağını toprağa ekerek orada çimlenme gerçekleştirmesi sonrasında, filizlenip boy atması ve hasat zamanı başağa dönerek taneleri arttırması nasıl gerçekleşiyorsa, insan da bir başak gibi çoğalarak varlık sahnesindeki yerini alıyor. İnsanın ilk yaratılma ve çoğalma sürecindeki çimlenerek çoğalmasından yola çıkarak, ilk dönemlerde kardeş kardeşle mi evlendirildi diye bir eksiklik bulmaya çalışmak ve bu konuyu insanların beyinlerini karıştırmak için bir ajitasyon malzemesi olarak kullanmak, aslında insanın geldiği noktayı bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Yeryüzünün her tarafına yayılacak bir tohumun ilk evresinin neden öyle olduğunu sorgulamak, Allah’ın yaratmadaki varlığının delillerinden habersiz yaşamaktır. Allah’ın yaratma özelliğini bizim şu an yaşadığımız ve geldiğimiz noktadan bakarak sorgulamak insanın haddine değildir. İnsanın yaratılma evresi tamamlandığında ve o tohumdan evrenin tamamına nesiller gönderip evreni yaşanabilir bir mekân haline getirmek için, Allah’ın bildiği ve bizim bilmediğimiz konuları biz daha iyi bilecekmişiz gibi temel problem haline getirerek onlar üzerinde yoğunlaşmak, özgül ağırlığımızın tükendiğini gösterir. Her varlık kendi özgül ağırlığını bilerek ona göre yaşamalı kendisine taksim edilen evrende…

Biz hiç yokken, atamızın topraktan yaratılması ve ondan da bizlerin yaratılması mı tuhafımıza gidip şaşkınlık yarattı. Şaşkınlık yaratması gereken bir durum varsa, o da bizlerin bunları çarpıklaştırarak düşünmemiz olmalı değil mi?

İnsan, bir tohumun neslini çoğaltmak istediğinde, laboratuvar ortamında tohumları çiftleştirerek, ondan farklı özelliklerde yeni tohumlar üretmede kendisindeki bu beceri ve ilgiyi ve onun nasıl olduğunu sorgulamayı bırakıp, Allah’ın insanlığı çoğaltmadaki yaratma özelliğini sorgulamaya başlaması ne kadar sağlıklı sizce? Allah’ın yaratmasında bir eksiklik ve çarpıklık bulamazsınız, o her şeyi mükemmel ve en üst düzeyde son model olarak yaratmıştır. İnsan yaratılışın zirvesinde var edilmiştir. Ancak bu zirvedeki hali onu gurur ve kibrin içinde boğmuş, ondan dolayı kendisini bir yaratıcı sanmıştır. İnsan kedi yerini bilmiş olsaydı kendisini yaratanın yaratma vasfında bir sorun aramazdı. Çünkü kendisini bu kadar mükemmel bir donanımda yaratan Allah’ın, onun hayal edemeyeceği özellikte ve asla ulaşamayacağı güzellikte yaratma vasfının olduğunu bilmesi gerekirdi. Ne yazık ki, insan kendi yaratılma sürecini düşünmek ve bilmek istemediği için, kendisini kâinatın belirleyici ve her şeye gücü yeten muktedir varlığı olarak adlandırmıştır. İnsanın bu hadsiz çırpınışları ve kıvrak kurnazlığı onu geldiği yerden uzaklaştırarak, kendi yarattığı zindana hapsetmiştir. İnsan, yaşadığı bu zindanı kendisi oluşturduğu için, kâinatın odağında bu zindanın ve kendisinin olduğunu kabullenmeye başlamıştır. Bu süreç insan ile Allah arasındaki bağı koparmış, insan köksüz ve zavallı yeryüzü ilahı haline gelmiştir. Yeryüzü ilahı ister istemez kendi yaratılış sürecine bakmadan, kendisinin yaratılmasında yaratıcının yaptıklarını sorgular hale gelmiştir. İnsanın bu aymazlığı, onu hakikatin odağından uzaklaştırmıştır. Hakikatle arasındaki bağları bilerek ya da farkında olmadan koparan bu varlık, evrendeki her şeyin kendi ekseni etrafında dönmesini arzular hale gelmiştir. Hatta ilkçağ düşünürlerinden Protagoras der ki:” İnsan her şeyin ölçüsüdür. “Bir şeyin ne olup olmadığını anlamak için insanın ortaya koyacağı ölçü esas alınmalıdır. İnsanın kendi yaratılış terazisindeki ağırlığını idrak etmeden her şeyin ölçen varlığı haline gelmesi, onun kendi kendini imha eden kudurmuş bir canavara dönüşmesi olur.

Toprağa düşen tohumun, su ile buluşmadan önceki durumu ne ise, insanın kendi yaratılış gerçeği ile yüzleşmesi gerçekleşmeden ortaya koyacağı her algı ve anlayışta öyledir. Onun için, insan öncelikle kendisi hakkındaki gelişim ve zirveye çıkma sürecini, kendisi dışında ona anlam veren ve onu tanımlayan Yaratıcının buyruğuna ve tanımlamasına bakarak ancak anlayabilir. İnsan, bu yaratılış sonrasındaki gelişim ve yayılma süreçlerini dikkate almazsa, İnsanın ortaya koyacağı açıklamalar ya köksüz ya özden koparılmış ya da alakası olmayan alanda boşa emek tüketmesi olur.

İnsanın topraktan yaratılması o kadar önemli bir uyarı ki, insan buradaki sırrı çözdüğü zaman, kendi yaşamıyla alakalı bilmek istediklerine de vakıf olacaktır. Toprak, yaratılmış olanların özüdür. Toprağın en önemli özelliği ise biri tohumu çoğaltma arttırma yetisine sahip olmasıdır. Toprak, çoğaltan bir yaratılan varlık ise, insanın da buradaki özellikleri bünyesinde taşıyarak çoğalacağı muhakkaktır. Dokunabildiğiniz cismi olan varlıkların hepsinin hamurunda toprağın olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla toraktan yaratılmış olan varlıkların toprağa atılan bir tohumun çoğalması gibi çoğalma özelliğinin olduğu bilinmelidir. İlk tohumlar çoğalırken onlar arasındaki yakınlığı dikkate alarak onları korumaya çalışır ve toprakla buluşturmazsanız, onların çoğalmasının önüne geçersiniz. Ancak Allah, yarattıklarının çoğalmasını istediği için onları birbiriyle çiftleştirmiştir. Tohum ne zaman ki çoğalmaya başlamış, ondan sonra arazi yapısı, içtiği su ve iklim koşullarına göre belli bölgelerde belli tohumların yaşamasını sağlamış ve böylece canlılar aleminde bir farklılaşma meydana gelmiştir. Bunların tamamında Allah’ın kudreti egemendir.

İnsan nesli de çoğalmaya başlayınca, aynı başakta olan tanelerin birlikte öğütülmesine gerek kalmadığı gibi, değişik tanelerle öğütülebilecek ortamlar doğmuştur. Bununla birlikte birincil yakınlık onların çiftleşmesinin önüne geçmiş daha verimli ve sağlıklı yaşamlar için değişik ortamlardaki tohumlar gibi insanlar arasındaki ilişiklilerde bir dönüşüme uğramıştır. Bu değişim aslında yaratılmanın zirveye giderken ki bir evrimleşme sürecidir. Yaratılmış olan ne varsa bir evrimle yaşamını devam ettiriyor. Bu evrim bir varlığın başka varlığa dönüşmesi şeklinde değil, bir varlığın kendi içindeki oluşum sürecini tamamlamasıdır. İnsan bu oluşum ve kendi yaratılış sürecini tamamlama aşamasında bu gerçekliklerle karşılaşmıştır. Ancak bu Allah’ın yaratmasının tecrübeye dayanan bir yaratma olduğu olarak anlaşılmasın. Allah ilk yaratma halinde eksiksiz yaratmasına rağmen, yarattığının özelliklerinin belli aşamalarda ortaya çıkmasının kararını verdiği için öyledir. Bu durum insanın bir yaratıcı değil, yaratılan olduğunu idrak etmesi için büyük bir rahmettir aslında…Kendi yaşamındaki bu oluşum ve gelişim sürecine katkı sunamayacak bir varlığın haddini bilerek yaşaması için Allah’ın ona gösterdiği güzel örnektir topraktan yaratılmanın ifadesi. Daha sonra yaygın hale gelmesi ise sürekli gelişen bir varlık olduğunu doğrudan görmesini sağlamaktır.

Bu örnekleri vermekten kaçınmayan bir yaratıcı ancak mutlak hâkim, mutlak kudret sahibi ve tüm varlıkların sahibi olabilir. O halde her şeyin sahibi olan bir yaratıcının bu yaratma vasfını sorgulamak yaratılmış bizim gibi varlıkların ne haddinedir. Ey insan yaratılmış olarak yerimizi bilelim ve kâinatın sahibi gibi davranıp mutlak hâkimin yaratmasında eksik ve çelişki aramayalım, yoksa yaşamımız çelişkilerden kurtulmaz.

Rabbimin uyarılarını anlayarak, hikmetine vakıf olan kullarından olmamızı diliyorum…Haddimizi bilerek yaşayıp hamdeden kullar olmak dileğimle selam muhabbet ve hayır dualarımla…

Kalın sağlıcakla….

“O’nun varlığının delillerinden biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz dünyanın her tarafına yayılan insan nesli hâline geliverdiniz.” Rum/20

 

Erol KEKEÇ/16.06.2023/15.17/Namazgah/İST



14 Haziran 2023 Çarşamba

İNSANDAN İNSANA KÖPRÜ VARSA HUZUR YAKLAŞIR

“Sükûn bulup huzura ulaşasınız diye sizi yarattığımız özden size eşler yarattık…”

 Rabbimizin bu ayeti ile yaşamlarımız arasında nasıl bir ilişki var diye gerçek yaşama baktığımızda, hayatlarımız tarumar olmuş ancak hala kendimizi fildişi kulelerde görüp oradan aşağı inerek halimizi görmek istemiyoruz. İnsan o kadar kendi özünden uzaklaştı ki kendini bulan ve kendi özüne uygun yaşayanlara helal olsun demek düşüyor bize…

Bir türü meydana getiren iki ayrı parçadan oluşan bir bütün olduğumuzu, sanıyorum kavramadık. Dişiyi kendi başına yaşayan bir varlık, erkeği kural dinlemeyen bir yaratık olarak görmüş olmalıyız ki, iki parçayı ancak bu kadar birbirinden koparma çabası içinde olmalıyız. Yeryüzü, insan olunca değer buldu, insan yoksa yeryüzünün ne anlamı olabilir ki! Geçmiş makalelerimde dişi ve erkeği su ile toprak karşılaştırması yaparak açıklamaya çalışmıştım. Benim, Allah’ın Kitabı Kitabul Hikmetten anladığım, böyle olduğu kanısını bende uyandırdı. Toprak bir yatak, yuva tüm varlığın tohumunu orada barındırmasına rağmen, onları hayata kavuşturma gücüne sahip değildir. Onları canlandırıp yaşam alanına taşıyan sudur. Su olmadan toprak ne kadar verimli olursa olsun, hiçbir ürün ortaya çıkaramaz. Ama su ile karışımından kâinat oluşuyor. Mikro kozmos insanın varlığı da kâinatın bir örneğidir. Bu örneği anlamayan ve bundaki ayrıntı ve inceliklerden aciz varlıklar kâinatın işleyişini nasıl anlayabilirler ki!

Yeryüzü o kadar kirlendi ki, tağutlar haydutlar hakikati yamulttular ve kendilerini yeryüzünün tek hâkim gücü olarak adlandırdılar. Bunların belirlediği sınırlar içinde, o çerçevenin dışına çıkmadan onların istediği gibi bir hayatı oluşturma çabamız anlamsız bir korku senaryosuna döndü. Bu korku senaryosunda rol alan karşı cinsler, birbirini düşman bilerek, senaryo içinde kendilerine verilmiş ve biçilmiş olan rollerini canhıraş bir şekilde oynama gayreti içine girdiler. Sonrası malum, dağılmış bir yaşam, sonunu hızlandıran varlıklar, nefret ve kin üzerine oturmuş bir gelecek, hırs arzu ve isteklerden oluşan hayat listesi içinde bocalayan, kendinden uzaklaştıkça kendisini bulacağını sanan, beyinleri atalete uğramış bilinçleri kırılmış, algılama ve anlama yetileri iflas etmiş, muhakeme kabiliyeti bombalanmış insan diye isimlendirilen kof varlıkların anlamlı yaşam mı kuracağını sanıyoruz. Bu saydıklarım insanın kendinden kopuşunun görünen nedenleri…Bu kopuşta her ne kadar tağutlar, belli plan ve programları uygulayarak bir imha sürecini sürdürmüş olsalar da toprak buna uygun olmamış olsaydı, onlar bunu başaramazlardı. Ancak belli bir noktaya kadar gelmede başarılıdırlar. Bundan sonraki süreçte ne kadar başarılı olup olmayacaklarını, insanın kendine dönüşü ve mutlak hâkimin doğrudan yaşama müdahalesi ancak belirleyecektir. İnsan dirilip kendine gelir ve insani kimliği ile yeryüzündeki önemini kavrayarak toprak ile suyun birleşiminden verimli bir üretim gerçekleşirse, yaratan insana süre verecek, ancak öyle bir dönüşüm ve yönelim olmazsa hem tağutlar hem de bizler için hüsran olan bir sonla karşılaşacağız.

İki süjeyi insan olarak ele alıp öyle görmek istiyorum. Ancak yeryüzü evreninde dişil süje genellikle bir nesne olarak ele alınmış, erkek ise belirleyici bir süje hatta yaşadığımız evrenin tek belirleyeni olarak görülmüş, öylece yaşadığımız evren planlanmıştır. Bu süreç zaman ilerledikçe hastalıklı ortamların genişlemesini sağlamış ve giderek evrenimizi kuşatan nefes almakta zorlandığımız bir sera tabakası gibi yaşam alanımızı sarmalamış. Bu sera içinde kalan varlık insanın, iki parçası da aşırı gerilimlerden ve yaşadığı anlamsız mücadeleden etkilenerek birbirini kemirecek duruma gelmiştir. Aslında insanı yok etme planları bizi bu sarmalla kuşattıkları zaman başlamış oldu. İnsan bu sarmalın içinde olmasına rağmen bunun farkında olmadığı için kendini tamamlayan parçasını kendinden kopararak yaşayacağını ve daha anlamlı bir yaşam süreceğini sanmıştır. Ne yazık ki, birbirini itici iki farklı canlı gibi gören parçalar, kendi çıkmazlarının içine girerek mutlu bir hayatı düşleyen ama asla ulaşamayacakları bir düşün peşinde parçalanmaya başladılar. İnsanı bu mağaradan çıkaracak olan aydınlık yine kendi içindeki ruhun aydınlığına kavuşmasıdır. Ruhun aydınlığında yaşadıkları evreni tahlil ederlerse yeniden bir başlangıç yapabilirler. Aksi halde insan, içine girdiği bu sera içinde nefessizlikten bunalarak patlayacaktır.

Dünya ve içindekilere sahip olma ve sahip oldukları ile varlık evreninde bir değer kazandığını sanan varlık, kendisi için en büyük tuzağı kendisi kurmuş olur. Çünkü insanın değeri Ruhun uçsuz bucaksız kendi arayışıyla ancak anlam bulur. Bedenin hazlarını arttırmak ve onun daha kolay yaşayacağı imkanlara ulaşması, onun değerini belirlemez. Sadece insan sahip olduğu nesnelerle bütünleşerek onlarla kendini tanımlamaya başlar ki, bu durum insanın bir özne olmaktan çıkıp nesneye dönüşmesinin adıdır. Nesnelerin nerede ne zaman özneden daha üstün olduğu görülmüştür. Lokomotif olmadan arkasına takılan vagonların çok değerli olduğunu söylemek nasıl ki onları değerli kılmazsa, insanın kendisi olmadan, elde ettiği kazanımlarıyla değerli olacağını sanması da böyledir.

Bundan dolayıdır ki, öncelikle insanın evrendeki yeri ve değerini bilmek zorundayız. Evrenin bile anlamlı olup olmaması insanın idrakiyle ilgilidir. İnsan evreni anlamadan kendinin özne olup olmadığını bilemez. Aşık Veysel’in deyimiyle,” Güzelliğin on para etmez bu bende ki aşk olmasaydı. Yani algılayan bir özne varsa kâinatın anlamı ortaya çıkıyor. İşte, insan kâinatın anlamını anlayan tek varlık yeryüzünde…Ancak insanın bu değerini ondan alarak onu bir nesneye dönüştüren tağutların işlettiği çarklar arasında, insan eriyip giderken bunu fark ederek kendine gelmeyi düşünecek cesareti kaybettiği için bu günkü karanlıkların kurbanı olmuştur.

Ne yazık ki insanın önemli bir parçası olan ve insanı ortaya çıkaran tamamlayıcı unsura biçilen roller onu kendinden uzaklaştırıp, özgürlüğünü imha ettiği halde o özgürlüğüne kavuşmuş bir fert gibi ben buradayım sesime gel diyen kör ebe oyununda bir oyana bir buyana koşarak aradığını bulacağını sanmaktadır. Oysa aradığını zaten ondan alan sesime gel diyen tağutlar olduğunun farkında değil. Hafta sonu şehrin mağazalarını bir gezelim piyasada ne var acaba demiştik, gördüklerim karşısında hayal kırıklığı yaşamadım ancak gördüklerim benim tahminlerinin ötesinde insanlığın nesneleştiğini bana gösterdi. Mağazaların tamamı tıklım tıklım ve içindekilerin neredeyse yüzde yüzü dişil cinsiyetlerden oluşuyordu. Erkekler de var ancak onlar genellikle para ödeyen ya da eşleriyle oraya gelmiş olanlardı. Onlar sadece bir görüntüydü. Ancak tüketim dişillerin elindeydi. Böyle bir keşmekeşlik ve doyumsuzluk acaba neden olabilir, insanların geçmişte ulaşamadıkları isteklerine şimdi imkanları çoğaldığı için bilinçaltı patlaması mı yaşıyorlar diye düşünürken gördüğüm manzaralar öyle bir ihtimalin ancak yan ve etkileme yüzdesi düşük olan değişken olacağı izlenimini bende uyandırdı. Çünkü geçmişteki imkanlar sınırlı olduğu gibi alınacak ürünlerde sınırlı olduğundan böyle gecikilmiş bir istek patlamasının olması çok zordu. Ancak geldiğimiz noktadan baktığımızda, dişil cinsiyetin kaybolan kendisini bulacağını ona inandıracak çok ürün üretilmişti. Bu ürünlere sahip olduğunda kişi kendisi olacağını ve dışındakilerin kendisini fark edeceğini düşünüyor olabilirdi. Yani sahip olduğunu sandığı ürünler onun önüne bir tercih olarak konulmamıştı, onların hepsine ya da her birinden birine sahip olduğunda onları üzerinde göstererek, onlarla bir poz verip sosyal paylaşım sitelerinde onları paylaştığında ve ona gelecek beğenilerle daha bir fark edileceği inancı ona verilmişti. Bu duygularla değişik pozlar için değişik giyim kuşam alabilme çılgınlığı yarışına tutulanları gördüğümde, yaşam evrenimizin neredeyse tamamı nesnelerden oluşan varlıklara ev sahipliği yaptığını düşünmemek elde değildi. Bunları neden mi anlatıyorum, dişinin dünyası sahip oldukları ve olacakları ile kendisini tanımlayan bir nesneye ait olma kimliğiyle özetlenmişse, dünya zaten başımıza yıkılmış demektir. Yıkılan dünyanın enkazında aradığımız kendimizi ne kadar bulabiliriz dersiniz inanın onu ben de bilmiyorum…

“Başa döndüğümüzde, huzur bulup sükûnete kavuşup dinginleşmek için yaratılan eşler” Huzuru yeryüzü canavarlarının ürünlerine abonman olmakta buluyorsa, erkeği de elbet bu cazibe merkezi olanlardan hangisi nefsinin hoşuna giderse orada bulacağından kuşkunuz olmasın. Böylesi çelişkiler ve sıradanlıkların insanın önemini ve değerini alıp götürdüğü bir yaşamda sizler huzuru bulamayacağınız gibi, sadece birbirinizin huzurunu bozarsınız. Erkeğin elindeki oyuncağı telefonunu almanız onun dünyasını allak bullak eder, kadının tüketim çılgınlığına bir sınır koymanız onu depresif yapar bu defa psikologlardan çıkamaz hale gelirsiniz. Yani kendinden uzaklaşanların huzuru aradıkları her ortam, insanın huzurunu bozmada bir o kadar etkili olmuş ve önüne geçilemez bir savrulmaya yol açmıştır. İnsanın insanlığının imha olduğu, seçebilecek ayırıcı kabiliyetlerin ortadan kalktığı bir zamanda, onun ancak bir nesneye dönüştüğüne şahit olursunuz. İnsan yuvarlanan bir nesne olmamış olsa, kendi hayatını ona zindan edenlerin, bu kadar söz sahibi olmasını düşünebilir misiniz? İnsanlığı yok edenlerin planları hiçbir engel gözetmeden yoluna devam ediyorsa, yaşadığını sandığımız ve süje olduğuna inandığımız insanın, kendisini yeniden sorgulaması kaçınılmazdır. Sürüler ancak bir yerden bir yere götürülür, oysa insan seçim yetkisine sahiptir, gider. Olumlu ve olumsuzluktan herhangi birini yapana sorsanız neden bunu yaptın, öyle, yaptım işte cevabını alıyorsunuz, bu örnek onun bir süje olmadığının kanıtıdır. Sokak röportajlarında çoğu zaman denk geldiğim bazı kareler oldu, mesela, herhangi bir dine inanıyor musun, bilmiyorum, öyle mi, yani, mesela gibi kısa ve anlamsız sözcüklerle geçiştirdiklerine şahit oldum. Bu örnekler düşünebilme kabiliyetini kaybetmiş ve kendisini yormak istemeyen yollara yönlendirilmiş gerçek nesneleşmiş varlıklara birer örnektir. Böyle basit ve sıradan yaşama sahip varlıkların kendisi için, özünden ona huzur verecek ve sükunete erdirecek eşlerin var edilmesi ne kadar anlam ifade eder ki! Dolayısıyla anlamsız hayatlar gerçeklerin yerine geçer, herkes bu anlamsızlıkları insanın olması gereken yaşamı gibi düşündüğünde, o zaman huzur sizin mıntıkanıza uğramaz. Evlilik olarak bildiğiniz yaşamların geneli birbirinden kurtulmak için gün sayar. Ne yazık ki, yaşadığımız ortam ve dünyanın yaşam olarak geldiği nokta buralar oldu.

Konumuzun başına döndüğümüzde tekrar ediyorum, susuz bir tohum gövermez, toprak olmadan tohum kök salmaz ve su rahatlayacak yere hasret kalır. Tohumdan insana can veren Allah’ım, bizim dağılmakta olan yaşamlarımızın gerçek nedenlerini bize gösterecek aydınlık ve onları doğru anlayacak hikmet, gerekli tavrı koyacak kararlılık, devam ettirecek güç, sebat edecek direnç, karşılaşacağımız zorluklara dayanabilecek sabır, her şartta hakka ve hakikate şahitlik edecek, iyiliği anlatıp kötülüklerden (olumsuzluklardan) uzaklaştıracak enerji bağışla. Yoksa bu karanlıklar bizleri tüketecek, Rabbimiz gelecek günlerimizin aydınlık yarınlarda çizilen haritalarda bir cazibe merkezi olacak yaşamlar olmasını sağla, bizlere acı ruhumuzu özgürleştir, ufkumuzu aç, bize katından bir rahmet bağışla, yeryüzünde tüm insanlığın kendilerine bakarak hayatlarını düzenleyeceği bir saat kulesi gibi abideleşen hayatlar bize bağışla…Göz aydınlığı nesiller ve emin ellere kapıların emanet edildiği güven temelinde huzurun fışkırdığı ortama bizleri kavuştur…

Selam ve muhabbetle kalın sağlıcakla…Devam edecek….

Erol KEKEÇ/13.06.2023/13.34/Namazgah/İST.



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!