Bu Blogda Ara

17 Haziran 2023 Cumartesi

YARATILAN YARATANDA EKSİK ARAR MI?

“O’nun varlığının delillerinden biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz dünyanın her tarafına yayılan insan nesli hâline geliverdiniz.” Rum/20

Hiçbir varlık bu kadar kendinden güvenle bahsedemez, ancak her şeye hâkim olan bir güç bu kadar güven içinde olabilir. Yarattığı varlığın yaratılış hamurunu, kendi varlığının bir delili olarak, bizlerin anlaması için örneklendirecek kadar yegâne merhamet sahibi, ancak Allah olur. İnsan bilmediği anlamadığı konular hakkında bilgisizce konuşur ve konuştuklarıyla da kendisini o kadar oyalar ki, çoğu zaman içinden çıkamayacağı dehlizlere kendisini sürükler. İnsan bazen, Allah ilk yaratılışta aynı ana ve babadan bizleri yarattığına göre, o halde çoğalmamız kardeşler arasında mı oldu diyerek sorgulama sınırlarını zorladığını sanır, aslında bu zorlamak değil, bir yere takılıp kalmak ve zihnin yeni ve farklı yollar düşünemeyecek hale gelmesidir. İnsanın zihinsel kurgu üretememesi aslında onun kendi zindanını oluşturmasıdır.

Anne ve baba bir tohumdur. Aslımız topraktan geldiğine göre bu tohumun korunaklı yerde çoğalması için dişi ve erkek, bir türün iki cinsinin birleşiminin olması kaçınılmaz olmaktadır. Anne rahmi bir toprak olarak tohumların çoğalması için ekilen yerdir. O yerde bir canlılığın olması için erkek cinsinin oraya su taşıması gerekiyor. Buradaki çimlenme tohumların çoğalmasının habercisidir. Bir buğday başağını toprağa ekerek orada çimlenme gerçekleştirmesi sonrasında, filizlenip boy atması ve hasat zamanı başağa dönerek taneleri arttırması nasıl gerçekleşiyorsa, insan da bir başak gibi çoğalarak varlık sahnesindeki yerini alıyor. İnsanın ilk yaratılma ve çoğalma sürecindeki çimlenerek çoğalmasından yola çıkarak, ilk dönemlerde kardeş kardeşle mi evlendirildi diye bir eksiklik bulmaya çalışmak ve bu konuyu insanların beyinlerini karıştırmak için bir ajitasyon malzemesi olarak kullanmak, aslında insanın geldiği noktayı bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Yeryüzünün her tarafına yayılacak bir tohumun ilk evresinin neden öyle olduğunu sorgulamak, Allah’ın yaratmadaki varlığının delillerinden habersiz yaşamaktır. Allah’ın yaratma özelliğini bizim şu an yaşadığımız ve geldiğimiz noktadan bakarak sorgulamak insanın haddine değildir. İnsanın yaratılma evresi tamamlandığında ve o tohumdan evrenin tamamına nesiller gönderip evreni yaşanabilir bir mekân haline getirmek için, Allah’ın bildiği ve bizim bilmediğimiz konuları biz daha iyi bilecekmişiz gibi temel problem haline getirerek onlar üzerinde yoğunlaşmak, özgül ağırlığımızın tükendiğini gösterir. Her varlık kendi özgül ağırlığını bilerek ona göre yaşamalı kendisine taksim edilen evrende…

Biz hiç yokken, atamızın topraktan yaratılması ve ondan da bizlerin yaratılması mı tuhafımıza gidip şaşkınlık yarattı. Şaşkınlık yaratması gereken bir durum varsa, o da bizlerin bunları çarpıklaştırarak düşünmemiz olmalı değil mi?

İnsan, bir tohumun neslini çoğaltmak istediğinde, laboratuvar ortamında tohumları çiftleştirerek, ondan farklı özelliklerde yeni tohumlar üretmede kendisindeki bu beceri ve ilgiyi ve onun nasıl olduğunu sorgulamayı bırakıp, Allah’ın insanlığı çoğaltmadaki yaratma özelliğini sorgulamaya başlaması ne kadar sağlıklı sizce? Allah’ın yaratmasında bir eksiklik ve çarpıklık bulamazsınız, o her şeyi mükemmel ve en üst düzeyde son model olarak yaratmıştır. İnsan yaratılışın zirvesinde var edilmiştir. Ancak bu zirvedeki hali onu gurur ve kibrin içinde boğmuş, ondan dolayı kendisini bir yaratıcı sanmıştır. İnsan kedi yerini bilmiş olsaydı kendisini yaratanın yaratma vasfında bir sorun aramazdı. Çünkü kendisini bu kadar mükemmel bir donanımda yaratan Allah’ın, onun hayal edemeyeceği özellikte ve asla ulaşamayacağı güzellikte yaratma vasfının olduğunu bilmesi gerekirdi. Ne yazık ki, insan kendi yaratılma sürecini düşünmek ve bilmek istemediği için, kendisini kâinatın belirleyici ve her şeye gücü yeten muktedir varlığı olarak adlandırmıştır. İnsanın bu hadsiz çırpınışları ve kıvrak kurnazlığı onu geldiği yerden uzaklaştırarak, kendi yarattığı zindana hapsetmiştir. İnsan, yaşadığı bu zindanı kendisi oluşturduğu için, kâinatın odağında bu zindanın ve kendisinin olduğunu kabullenmeye başlamıştır. Bu süreç insan ile Allah arasındaki bağı koparmış, insan köksüz ve zavallı yeryüzü ilahı haline gelmiştir. Yeryüzü ilahı ister istemez kendi yaratılış sürecine bakmadan, kendisinin yaratılmasında yaratıcının yaptıklarını sorgular hale gelmiştir. İnsanın bu aymazlığı, onu hakikatin odağından uzaklaştırmıştır. Hakikatle arasındaki bağları bilerek ya da farkında olmadan koparan bu varlık, evrendeki her şeyin kendi ekseni etrafında dönmesini arzular hale gelmiştir. Hatta ilkçağ düşünürlerinden Protagoras der ki:” İnsan her şeyin ölçüsüdür. “Bir şeyin ne olup olmadığını anlamak için insanın ortaya koyacağı ölçü esas alınmalıdır. İnsanın kendi yaratılış terazisindeki ağırlığını idrak etmeden her şeyin ölçen varlığı haline gelmesi, onun kendi kendini imha eden kudurmuş bir canavara dönüşmesi olur.

Toprağa düşen tohumun, su ile buluşmadan önceki durumu ne ise, insanın kendi yaratılış gerçeği ile yüzleşmesi gerçekleşmeden ortaya koyacağı her algı ve anlayışta öyledir. Onun için, insan öncelikle kendisi hakkındaki gelişim ve zirveye çıkma sürecini, kendisi dışında ona anlam veren ve onu tanımlayan Yaratıcının buyruğuna ve tanımlamasına bakarak ancak anlayabilir. İnsan, bu yaratılış sonrasındaki gelişim ve yayılma süreçlerini dikkate almazsa, İnsanın ortaya koyacağı açıklamalar ya köksüz ya özden koparılmış ya da alakası olmayan alanda boşa emek tüketmesi olur.

İnsanın topraktan yaratılması o kadar önemli bir uyarı ki, insan buradaki sırrı çözdüğü zaman, kendi yaşamıyla alakalı bilmek istediklerine de vakıf olacaktır. Toprak, yaratılmış olanların özüdür. Toprağın en önemli özelliği ise biri tohumu çoğaltma arttırma yetisine sahip olmasıdır. Toprak, çoğaltan bir yaratılan varlık ise, insanın da buradaki özellikleri bünyesinde taşıyarak çoğalacağı muhakkaktır. Dokunabildiğiniz cismi olan varlıkların hepsinin hamurunda toprağın olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla toraktan yaratılmış olan varlıkların toprağa atılan bir tohumun çoğalması gibi çoğalma özelliğinin olduğu bilinmelidir. İlk tohumlar çoğalırken onlar arasındaki yakınlığı dikkate alarak onları korumaya çalışır ve toprakla buluşturmazsanız, onların çoğalmasının önüne geçersiniz. Ancak Allah, yarattıklarının çoğalmasını istediği için onları birbiriyle çiftleştirmiştir. Tohum ne zaman ki çoğalmaya başlamış, ondan sonra arazi yapısı, içtiği su ve iklim koşullarına göre belli bölgelerde belli tohumların yaşamasını sağlamış ve böylece canlılar aleminde bir farklılaşma meydana gelmiştir. Bunların tamamında Allah’ın kudreti egemendir.

İnsan nesli de çoğalmaya başlayınca, aynı başakta olan tanelerin birlikte öğütülmesine gerek kalmadığı gibi, değişik tanelerle öğütülebilecek ortamlar doğmuştur. Bununla birlikte birincil yakınlık onların çiftleşmesinin önüne geçmiş daha verimli ve sağlıklı yaşamlar için değişik ortamlardaki tohumlar gibi insanlar arasındaki ilişiklilerde bir dönüşüme uğramıştır. Bu değişim aslında yaratılmanın zirveye giderken ki bir evrimleşme sürecidir. Yaratılmış olan ne varsa bir evrimle yaşamını devam ettiriyor. Bu evrim bir varlığın başka varlığa dönüşmesi şeklinde değil, bir varlığın kendi içindeki oluşum sürecini tamamlamasıdır. İnsan bu oluşum ve kendi yaratılış sürecini tamamlama aşamasında bu gerçekliklerle karşılaşmıştır. Ancak bu Allah’ın yaratmasının tecrübeye dayanan bir yaratma olduğu olarak anlaşılmasın. Allah ilk yaratma halinde eksiksiz yaratmasına rağmen, yarattığının özelliklerinin belli aşamalarda ortaya çıkmasının kararını verdiği için öyledir. Bu durum insanın bir yaratıcı değil, yaratılan olduğunu idrak etmesi için büyük bir rahmettir aslında…Kendi yaşamındaki bu oluşum ve gelişim sürecine katkı sunamayacak bir varlığın haddini bilerek yaşaması için Allah’ın ona gösterdiği güzel örnektir topraktan yaratılmanın ifadesi. Daha sonra yaygın hale gelmesi ise sürekli gelişen bir varlık olduğunu doğrudan görmesini sağlamaktır.

Bu örnekleri vermekten kaçınmayan bir yaratıcı ancak mutlak hâkim, mutlak kudret sahibi ve tüm varlıkların sahibi olabilir. O halde her şeyin sahibi olan bir yaratıcının bu yaratma vasfını sorgulamak yaratılmış bizim gibi varlıkların ne haddinedir. Ey insan yaratılmış olarak yerimizi bilelim ve kâinatın sahibi gibi davranıp mutlak hâkimin yaratmasında eksik ve çelişki aramayalım, yoksa yaşamımız çelişkilerden kurtulmaz.

Rabbimin uyarılarını anlayarak, hikmetine vakıf olan kullarından olmamızı diliyorum…Haddimizi bilerek yaşayıp hamdeden kullar olmak dileğimle selam muhabbet ve hayır dualarımla…

Kalın sağlıcakla….

“O’nun varlığının delillerinden biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz dünyanın her tarafına yayılan insan nesli hâline geliverdiniz.” Rum/20

 

Erol KEKEÇ/16.06.2023/15.17/Namazgah/İST



14 Haziran 2023 Çarşamba

İNSANDAN İNSANA KÖPRÜ VARSA HUZUR YAKLAŞIR

“Sükûn bulup huzura ulaşasınız diye sizi yarattığımız özden size eşler yarattık…”

 Rabbimizin bu ayeti ile yaşamlarımız arasında nasıl bir ilişki var diye gerçek yaşama baktığımızda, hayatlarımız tarumar olmuş ancak hala kendimizi fildişi kulelerde görüp oradan aşağı inerek halimizi görmek istemiyoruz. İnsan o kadar kendi özünden uzaklaştı ki kendini bulan ve kendi özüne uygun yaşayanlara helal olsun demek düşüyor bize…

Bir türü meydana getiren iki ayrı parçadan oluşan bir bütün olduğumuzu, sanıyorum kavramadık. Dişiyi kendi başına yaşayan bir varlık, erkeği kural dinlemeyen bir yaratık olarak görmüş olmalıyız ki, iki parçayı ancak bu kadar birbirinden koparma çabası içinde olmalıyız. Yeryüzü, insan olunca değer buldu, insan yoksa yeryüzünün ne anlamı olabilir ki! Geçmiş makalelerimde dişi ve erkeği su ile toprak karşılaştırması yaparak açıklamaya çalışmıştım. Benim, Allah’ın Kitabı Kitabul Hikmetten anladığım, böyle olduğu kanısını bende uyandırdı. Toprak bir yatak, yuva tüm varlığın tohumunu orada barındırmasına rağmen, onları hayata kavuşturma gücüne sahip değildir. Onları canlandırıp yaşam alanına taşıyan sudur. Su olmadan toprak ne kadar verimli olursa olsun, hiçbir ürün ortaya çıkaramaz. Ama su ile karışımından kâinat oluşuyor. Mikro kozmos insanın varlığı da kâinatın bir örneğidir. Bu örneği anlamayan ve bundaki ayrıntı ve inceliklerden aciz varlıklar kâinatın işleyişini nasıl anlayabilirler ki!

Yeryüzü o kadar kirlendi ki, tağutlar haydutlar hakikati yamulttular ve kendilerini yeryüzünün tek hâkim gücü olarak adlandırdılar. Bunların belirlediği sınırlar içinde, o çerçevenin dışına çıkmadan onların istediği gibi bir hayatı oluşturma çabamız anlamsız bir korku senaryosuna döndü. Bu korku senaryosunda rol alan karşı cinsler, birbirini düşman bilerek, senaryo içinde kendilerine verilmiş ve biçilmiş olan rollerini canhıraş bir şekilde oynama gayreti içine girdiler. Sonrası malum, dağılmış bir yaşam, sonunu hızlandıran varlıklar, nefret ve kin üzerine oturmuş bir gelecek, hırs arzu ve isteklerden oluşan hayat listesi içinde bocalayan, kendinden uzaklaştıkça kendisini bulacağını sanan, beyinleri atalete uğramış bilinçleri kırılmış, algılama ve anlama yetileri iflas etmiş, muhakeme kabiliyeti bombalanmış insan diye isimlendirilen kof varlıkların anlamlı yaşam mı kuracağını sanıyoruz. Bu saydıklarım insanın kendinden kopuşunun görünen nedenleri…Bu kopuşta her ne kadar tağutlar, belli plan ve programları uygulayarak bir imha sürecini sürdürmüş olsalar da toprak buna uygun olmamış olsaydı, onlar bunu başaramazlardı. Ancak belli bir noktaya kadar gelmede başarılıdırlar. Bundan sonraki süreçte ne kadar başarılı olup olmayacaklarını, insanın kendine dönüşü ve mutlak hâkimin doğrudan yaşama müdahalesi ancak belirleyecektir. İnsan dirilip kendine gelir ve insani kimliği ile yeryüzündeki önemini kavrayarak toprak ile suyun birleşiminden verimli bir üretim gerçekleşirse, yaratan insana süre verecek, ancak öyle bir dönüşüm ve yönelim olmazsa hem tağutlar hem de bizler için hüsran olan bir sonla karşılaşacağız.

İki süjeyi insan olarak ele alıp öyle görmek istiyorum. Ancak yeryüzü evreninde dişil süje genellikle bir nesne olarak ele alınmış, erkek ise belirleyici bir süje hatta yaşadığımız evrenin tek belirleyeni olarak görülmüş, öylece yaşadığımız evren planlanmıştır. Bu süreç zaman ilerledikçe hastalıklı ortamların genişlemesini sağlamış ve giderek evrenimizi kuşatan nefes almakta zorlandığımız bir sera tabakası gibi yaşam alanımızı sarmalamış. Bu sera içinde kalan varlık insanın, iki parçası da aşırı gerilimlerden ve yaşadığı anlamsız mücadeleden etkilenerek birbirini kemirecek duruma gelmiştir. Aslında insanı yok etme planları bizi bu sarmalla kuşattıkları zaman başlamış oldu. İnsan bu sarmalın içinde olmasına rağmen bunun farkında olmadığı için kendini tamamlayan parçasını kendinden kopararak yaşayacağını ve daha anlamlı bir yaşam süreceğini sanmıştır. Ne yazık ki, birbirini itici iki farklı canlı gibi gören parçalar, kendi çıkmazlarının içine girerek mutlu bir hayatı düşleyen ama asla ulaşamayacakları bir düşün peşinde parçalanmaya başladılar. İnsanı bu mağaradan çıkaracak olan aydınlık yine kendi içindeki ruhun aydınlığına kavuşmasıdır. Ruhun aydınlığında yaşadıkları evreni tahlil ederlerse yeniden bir başlangıç yapabilirler. Aksi halde insan, içine girdiği bu sera içinde nefessizlikten bunalarak patlayacaktır.

Dünya ve içindekilere sahip olma ve sahip oldukları ile varlık evreninde bir değer kazandığını sanan varlık, kendisi için en büyük tuzağı kendisi kurmuş olur. Çünkü insanın değeri Ruhun uçsuz bucaksız kendi arayışıyla ancak anlam bulur. Bedenin hazlarını arttırmak ve onun daha kolay yaşayacağı imkanlara ulaşması, onun değerini belirlemez. Sadece insan sahip olduğu nesnelerle bütünleşerek onlarla kendini tanımlamaya başlar ki, bu durum insanın bir özne olmaktan çıkıp nesneye dönüşmesinin adıdır. Nesnelerin nerede ne zaman özneden daha üstün olduğu görülmüştür. Lokomotif olmadan arkasına takılan vagonların çok değerli olduğunu söylemek nasıl ki onları değerli kılmazsa, insanın kendisi olmadan, elde ettiği kazanımlarıyla değerli olacağını sanması da böyledir.

Bundan dolayıdır ki, öncelikle insanın evrendeki yeri ve değerini bilmek zorundayız. Evrenin bile anlamlı olup olmaması insanın idrakiyle ilgilidir. İnsan evreni anlamadan kendinin özne olup olmadığını bilemez. Aşık Veysel’in deyimiyle,” Güzelliğin on para etmez bu bende ki aşk olmasaydı. Yani algılayan bir özne varsa kâinatın anlamı ortaya çıkıyor. İşte, insan kâinatın anlamını anlayan tek varlık yeryüzünde…Ancak insanın bu değerini ondan alarak onu bir nesneye dönüştüren tağutların işlettiği çarklar arasında, insan eriyip giderken bunu fark ederek kendine gelmeyi düşünecek cesareti kaybettiği için bu günkü karanlıkların kurbanı olmuştur.

Ne yazık ki insanın önemli bir parçası olan ve insanı ortaya çıkaran tamamlayıcı unsura biçilen roller onu kendinden uzaklaştırıp, özgürlüğünü imha ettiği halde o özgürlüğüne kavuşmuş bir fert gibi ben buradayım sesime gel diyen kör ebe oyununda bir oyana bir buyana koşarak aradığını bulacağını sanmaktadır. Oysa aradığını zaten ondan alan sesime gel diyen tağutlar olduğunun farkında değil. Hafta sonu şehrin mağazalarını bir gezelim piyasada ne var acaba demiştik, gördüklerim karşısında hayal kırıklığı yaşamadım ancak gördüklerim benim tahminlerinin ötesinde insanlığın nesneleştiğini bana gösterdi. Mağazaların tamamı tıklım tıklım ve içindekilerin neredeyse yüzde yüzü dişil cinsiyetlerden oluşuyordu. Erkekler de var ancak onlar genellikle para ödeyen ya da eşleriyle oraya gelmiş olanlardı. Onlar sadece bir görüntüydü. Ancak tüketim dişillerin elindeydi. Böyle bir keşmekeşlik ve doyumsuzluk acaba neden olabilir, insanların geçmişte ulaşamadıkları isteklerine şimdi imkanları çoğaldığı için bilinçaltı patlaması mı yaşıyorlar diye düşünürken gördüğüm manzaralar öyle bir ihtimalin ancak yan ve etkileme yüzdesi düşük olan değişken olacağı izlenimini bende uyandırdı. Çünkü geçmişteki imkanlar sınırlı olduğu gibi alınacak ürünlerde sınırlı olduğundan böyle gecikilmiş bir istek patlamasının olması çok zordu. Ancak geldiğimiz noktadan baktığımızda, dişil cinsiyetin kaybolan kendisini bulacağını ona inandıracak çok ürün üretilmişti. Bu ürünlere sahip olduğunda kişi kendisi olacağını ve dışındakilerin kendisini fark edeceğini düşünüyor olabilirdi. Yani sahip olduğunu sandığı ürünler onun önüne bir tercih olarak konulmamıştı, onların hepsine ya da her birinden birine sahip olduğunda onları üzerinde göstererek, onlarla bir poz verip sosyal paylaşım sitelerinde onları paylaştığında ve ona gelecek beğenilerle daha bir fark edileceği inancı ona verilmişti. Bu duygularla değişik pozlar için değişik giyim kuşam alabilme çılgınlığı yarışına tutulanları gördüğümde, yaşam evrenimizin neredeyse tamamı nesnelerden oluşan varlıklara ev sahipliği yaptığını düşünmemek elde değildi. Bunları neden mi anlatıyorum, dişinin dünyası sahip oldukları ve olacakları ile kendisini tanımlayan bir nesneye ait olma kimliğiyle özetlenmişse, dünya zaten başımıza yıkılmış demektir. Yıkılan dünyanın enkazında aradığımız kendimizi ne kadar bulabiliriz dersiniz inanın onu ben de bilmiyorum…

“Başa döndüğümüzde, huzur bulup sükûnete kavuşup dinginleşmek için yaratılan eşler” Huzuru yeryüzü canavarlarının ürünlerine abonman olmakta buluyorsa, erkeği de elbet bu cazibe merkezi olanlardan hangisi nefsinin hoşuna giderse orada bulacağından kuşkunuz olmasın. Böylesi çelişkiler ve sıradanlıkların insanın önemini ve değerini alıp götürdüğü bir yaşamda sizler huzuru bulamayacağınız gibi, sadece birbirinizin huzurunu bozarsınız. Erkeğin elindeki oyuncağı telefonunu almanız onun dünyasını allak bullak eder, kadının tüketim çılgınlığına bir sınır koymanız onu depresif yapar bu defa psikologlardan çıkamaz hale gelirsiniz. Yani kendinden uzaklaşanların huzuru aradıkları her ortam, insanın huzurunu bozmada bir o kadar etkili olmuş ve önüne geçilemez bir savrulmaya yol açmıştır. İnsanın insanlığının imha olduğu, seçebilecek ayırıcı kabiliyetlerin ortadan kalktığı bir zamanda, onun ancak bir nesneye dönüştüğüne şahit olursunuz. İnsan yuvarlanan bir nesne olmamış olsa, kendi hayatını ona zindan edenlerin, bu kadar söz sahibi olmasını düşünebilir misiniz? İnsanlığı yok edenlerin planları hiçbir engel gözetmeden yoluna devam ediyorsa, yaşadığını sandığımız ve süje olduğuna inandığımız insanın, kendisini yeniden sorgulaması kaçınılmazdır. Sürüler ancak bir yerden bir yere götürülür, oysa insan seçim yetkisine sahiptir, gider. Olumlu ve olumsuzluktan herhangi birini yapana sorsanız neden bunu yaptın, öyle, yaptım işte cevabını alıyorsunuz, bu örnek onun bir süje olmadığının kanıtıdır. Sokak röportajlarında çoğu zaman denk geldiğim bazı kareler oldu, mesela, herhangi bir dine inanıyor musun, bilmiyorum, öyle mi, yani, mesela gibi kısa ve anlamsız sözcüklerle geçiştirdiklerine şahit oldum. Bu örnekler düşünebilme kabiliyetini kaybetmiş ve kendisini yormak istemeyen yollara yönlendirilmiş gerçek nesneleşmiş varlıklara birer örnektir. Böyle basit ve sıradan yaşama sahip varlıkların kendisi için, özünden ona huzur verecek ve sükunete erdirecek eşlerin var edilmesi ne kadar anlam ifade eder ki! Dolayısıyla anlamsız hayatlar gerçeklerin yerine geçer, herkes bu anlamsızlıkları insanın olması gereken yaşamı gibi düşündüğünde, o zaman huzur sizin mıntıkanıza uğramaz. Evlilik olarak bildiğiniz yaşamların geneli birbirinden kurtulmak için gün sayar. Ne yazık ki, yaşadığımız ortam ve dünyanın yaşam olarak geldiği nokta buralar oldu.

Konumuzun başına döndüğümüzde tekrar ediyorum, susuz bir tohum gövermez, toprak olmadan tohum kök salmaz ve su rahatlayacak yere hasret kalır. Tohumdan insana can veren Allah’ım, bizim dağılmakta olan yaşamlarımızın gerçek nedenlerini bize gösterecek aydınlık ve onları doğru anlayacak hikmet, gerekli tavrı koyacak kararlılık, devam ettirecek güç, sebat edecek direnç, karşılaşacağımız zorluklara dayanabilecek sabır, her şartta hakka ve hakikate şahitlik edecek, iyiliği anlatıp kötülüklerden (olumsuzluklardan) uzaklaştıracak enerji bağışla. Yoksa bu karanlıklar bizleri tüketecek, Rabbimiz gelecek günlerimizin aydınlık yarınlarda çizilen haritalarda bir cazibe merkezi olacak yaşamlar olmasını sağla, bizlere acı ruhumuzu özgürleştir, ufkumuzu aç, bize katından bir rahmet bağışla, yeryüzünde tüm insanlığın kendilerine bakarak hayatlarını düzenleyeceği bir saat kulesi gibi abideleşen hayatlar bize bağışla…Göz aydınlığı nesiller ve emin ellere kapıların emanet edildiği güven temelinde huzurun fışkırdığı ortama bizleri kavuştur…

Selam ve muhabbetle kalın sağlıcakla…Devam edecek….

Erol KEKEÇ/13.06.2023/13.34/Namazgah/İST.



12 Haziran 2023 Pazartesi

KENDİ ELİNİZLE KENDİNİZİ TEHLİKEYE ATMAYIN

“Allah yolunda harcamada bulunun ki kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilik yapın. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.” Bakaar:195

Ayetin ifade ettiği anlam ile bizlerin kafasındaki manaya baktığımızda ne kadar da Allah’ın ayetlerinden habersiz yaşadığımızı anlıyoruz. Hocalar, çocukken bize bu ayetleri anlatırken hep bedenen karşımıza çıkacak bir tehlikeden korunma olarak açıklarlardı. Oysa insana göz kulak, el ayak ve beyin verilmiş olmasına rağmen tehlikeleri göremiyorsa, bunlar işlevini kaybetmiş demektir. Bunlar tam olarak çalışıyor ve akli denge yerinde ise böyle bir eylemde kimsenin bulunması mümkün değil…Peki buna rağmen Allah böyle bir uyarıda neden bulunur diye hep kafama takmışımdır. Sonraki zamanlarda bu işin böyle olmayacağını burada çok ince bir çizginin hatırlatılıyor olduğunu anladığımda öğrendiğim tüm bilgileri imkânım olsaydı zihnimden silip atacaktım.

Allah yolunda harcamayan, biriktirip onun başında onları saymakla meşgul olanların hepsi kendi eliyle kendisini tehlikeye atmıştır. Allah’ın kula verdiği nimetleri Allah’ın istediği yolda harcamayanlar en tehlikeli işi yaparlar. İnsanın kendi yarınlarını hesaba katmadan yaşaması kadar tehlikeli ne olabilir ki! Verilen tüm nimetleri, kişi kendi beceri ve kabiliyetini kullanarak elde ettiğini düşünerek onlarla avunup onunla övünerek diğer insanlardan farklı bir yaşama sahip olduğunu söyleyerek, Allah’ın verdiği nimetleri Allah için harcamadığı zaman kendi eliyle kendisini tehlikeye atmıştır. Kendisini tehlikeye atmayı göze alarak elde ettikleriyle övünenler başkalarının yaşamlarına nasıl dokunabilirler ki!

Yeryüzüne insanın geliş gayesi yeryüzünde Allah’ın yasasına uygun bir yaşam sürdürmektir. Allah’ın yasasını çiğneyerek, her ferdin kendi yaşamıyla alakalı belirleyicileri kendisinin oluşturması bir sapkınlık ve tehlikeli yolda bir yolculuktur. Bu yolda insan kendisini her an tehlikede görmek zorundadır. Tehlike Dünyalık bir cisimle her an karşılaşmayı bekleyerek paranoyak yaşamak değildir. Bunlar olabilir, ancak tehlike bunlar değil, Allah için harcamamak kadar tehlikeli başka ne olabilir ki!

Bir yolun hakkı maksimum 80 km. hızla gitmek ise insan orada 150 ve daha fazla sürat yaparsa çok tehlikeli bir yolculuk yapar ve her an nerede nasıl yuvarlanacağını kendisi de kestiremez. İşte aynen böyle, Allah tüm yaratılmışların rızkına kefil olmasına rağmen, insan ondan çok daha fazlasına sahip olabilmek için, hırsının kurbanı olmayı hep arzular. Oysa o yolun hız limiti belirlenmiştir. O hız aşıldığı zaman her an tehlikeyle karşı karşıya kalır. Yaratanın kendi katından bol bol verdiği insanlar, bu imkanlarını Allah için onun kullarının yararına hesapsız harcamaları gerekir, o zaman çok fazla hız hırsı olan birinin, hızlı yaşayarak tehlike oluşturmaktansa, gittiği her yerde biraz durup dinlenip doğayı yaşamı tefekkür ve idrak ederek bir yolculuk yapması nasıl ki onu sükunete erdirirse, imkânı olanların imkanlarını düşkün ve ihtiyaç sahiplerine harcaması da onların sükunete ulaşmasını sağlar. Ondan dolayıdır ki Rahman, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, Allah için infak edip harcama yapın diyor…

İnsan bu tehlikeyi anlamadığı ve onunla ilgili gerekli tedbirleri ve önleyici çareleri oluşturmadığı sürece, insanlık acılarla kıvranmaya mahkûm olacaktır. İnsanlığın kurtuluşu ancak ve ancak Allah’ın bu uyarılarını idrak eden kullar eliyle gerçekleşecektir. Kapitalizmin sağmal ineği, materyalizmin kölesi dünyaperest varlıklar insanlığın kurtuluşuna asla katkı sunamazlar. Cehennemdeki irinden bal bulacağını sananlar nasıl bir yanılgı ve boş bekleyiş içindelerse, Allah’a kul olmayan ve sadece Allah için harcayıp kendilerini tehlikelerden korumayanlar da yeryüzüne asla bir huzur getirmezeler. İnsan tehlikelerden korunmak için, öncelikle kayıtsız şartsız yaratana özgürce kul olması, La-İlahe ile hayatındaki tüm ilahların varlığına son vermesi gerekir. Ancak ondan sonra Allah yolunda harcayacak duruma gelebilir. Allah için harcamaya ayırdıklarımız kendi istek ve arzularımızın doyumsuzluğuna ayrılanın yanında küçük bir zerre ise, o zaman yine kişi kendini kandırmak için uğraşır.

İyilikte yarışmayanların hayatı hep tehlike içindedir. Ne zaman nerede o tehlikenin kendisini kuşatacağını bilemez. Ey dünyaya tapan ancak Allah’a kul olduğunu sanan kapitalizmin sağmal inekleri, Kapitalizmin verdiği arpa ve saman sakın sizi aldatmasın, onun tek amacı daha fazla süt alabilmek içindir. Seni en lüks teknelerde beslemesi, altın varaklı teknelere yiyeceklerini koyması seni düşündüğünden değildir. Senin ona bağlılığını koparmaman içindir. Ona bağımlılığın tükendiğinde kendine gelip, hayatını tehlikelerden kurtaracağını bildiği için, seni hep bağımlı olarak yaşatıp mayın tarlasında dolaşmanı istemektedir. Oysa Allah seni yaratan olarak, yarattığı bir varlığın heba olmasını istemediğinden, sana tehlikenin nerede olduğunu söylüyor ve o tehlikeler seni kuşatmadan kendi verdiği nimetleri yine kendi istediği yerde harcamanı istemektedir. İşte, senin tek kurtuluşunun yolu budur. Bunun dışında aradıklarının hepsi anlamsız ve seni senden alıp anlamsız bir arayışta seni avare etmektir.

Verilen nimetlerin sahibinin Allah olduğunu bilen ve onun huzuruna vardığında her zerresinin hesabını vereceğini bilen kullar, bu nimetlerin sahibinin isteğine hiç aksi davranır mı? Ancak ona inanmayanlar onun isteğinin dışında sadece kendini manevi olarak rahatlatmak için bir kısım harcamalarda bulunur. Ancak o durum neye benzer biliyor musunuz, hız limiti belli olan bir yolda, belli yerlerde o hız limitini aşarak istediğin hızda yol gitmendir. İşte Allah’ın verdiği nimetleri onun istediği gibi değil de kendi istediğimiz gibi onun yolunda harcadığımızı sanıyorsak bu da bizler için ciddi bir kayıp olur. Onun için insan öncelikle kendisine gelmek zorundadır.

Yeryüzünde iyiliklere öncülük eden ve iyiliklerin yaygınlaşmasına katkı sunanlar ancak tehlikeleri atlatabilirler. Allah’a rağmen Allah’tan bağımsız yeryüzünde cenneti kurmak isteyen kapitalizmin baronları, yeryüzünde iyiliklerin yok olması için küçük tüketici abonmanlarını da kendi cennetlerine taşıdılar. Bu süreç insanlığın yaşamını çok tehlikeli bir yarın kenarına ev kuran örümceğin durumuna benzetti. Dünya ile mutlu mutlu olanlar, dünya dışında bir yaşamın geleceğini unuttu. Dünya dışında bir yaşamın varlığını unutandan başka kim uçacağını bildiği halde yarın kenarına bir ev kurarak onunla övünür ki! İnsanlık dünyaperest olduğu halde hala kendisini çok değerli bir varlık gibi görme hastalığından da kurtulamıyor. Hayat, ancak yaratanın dışında başka bir varlığın olmadığına yakinen teslim olan ve bu yaşamı noktaladıktan sonra ona gideceğini bilen anlayışlarla anlam kazanır. Bunun dışındaki uğraşların hepsi ancak insanı karşılaşacağı tehlikelere her an biraz daha yaklaştırmaktadır. Bu tehlike burada vuku bulacağı gibi buradaki mesai bittikten sonra da gelebilir, âmâ mutlak geleceği unutulmamalıdır.

Huzuru sadece yaratanın belirlediği yaşama sadık kalarak elde edenlerin, dünya ve içindekilere önem vermemesi onların önemsizliği olarak anlaşılmasın. Onlar imarata çok önem verirler, ancak bu imarattan elde ettikleri, yaratılanların varlığına hizmet ettiği zaman anlam kazanır. Akan su pis olmaz derlerdi eskiler, ancak gölet halinde olan sulardan içilmemesi, her türlü pisliği içinde barındıracağı söylenirdi. Ondan dolayı bizler akan suyun kaynağını görmesek te ondan içerdik, âmâ göl halinde biriken suları hiç içmezdik çünkü onlar orada durduğu müddetçe her türlü pisliği içinde barındıracağına inanırdık. Bu söz Allah’ın bu ayetini doğru idrak etmemiz açısından ne kadar da iyi bir örnek. Su gibi aziz olasın derken bir anlamı vardı, yani su gibi tüm kurumuş bitkilere ulaşmak her toprağa canlılık götürmek ne kadar güzel bir eylem. Ondan dolayı su gibi aziz olup eldeki imkanlarımızı dünyanın her yanındaki ölüme terk edilmiş kalplere ve yüreklere taşıyalım ki, onların vaktinden önce yok olmalarının önüne geçelim. Çünkü onların hepsi Allah’ın bir ayetidir. Kitaptaki bir ayetin yanıp yok olmasını istemediğimizde samimiysek, Allah’ın canlı ayetlerine aynı hassasiyetleri gösterelim ve Allah’ın kitabını koruyalım; bu iş bize verilmiş, işte bunun adı iyiliktir. Bu iyilikler içinde yer almayı düşünmez miyiz?

Akalım dostlar bir akar su gibi, ölmekte olan yürekleri sulamak için, gölet gibi biriktirerek kendimizin bile sonrasında iğreneceğiz bir servetin tutsaklığının pençesinden kurtularak kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmayalım…

Su gibi aziz olan aziz dostlar, hayat bugün var yarın yok, bizden sonra şunu şuraya bunu oraya, diğeri nereye harcanacağının belli olmayacağı, mülkiyeti bize ait olmayan servetlerimizi, malı mülkü verenin istediği yerde harcayarak, infak etmeye ne dersiniz…Allah şüphesiz bizlerin sinelerinin özünde nelerin saklı olduğunu bilir. Bunlardan uzaklaşmak zor, nefsimiz bunlarla avunduğu için, onlar olduğu ve bizim kontrolümüzde durduğu zaman çok değerli olacağımızı bize içten içe fısıldayabilir, ancak şunu bilelim ki, nefis ancak insana kötülük fısıldar. Oysa Alemlerin Rabbi Rahman hep doğru olana bizi çağırır, Rahmanın çağrısına mı yönelelim yoksa bizi bizden alıp kendisiyle bizi tanımlayan kazanımlarımıza mı kulak verelim. Tercih insanın kendisinin…Siz Allah için harcadıklarınızın kayıp olduğunu düşünmeyin onlar bire yedi başak vererek ve üzerinde de yüzlerce başı olan bir ürün gibidir. Siz su gibi akarsanız, hangi suların size nerede katılarak sizin suyunuzu çoğaltacağınızı ve debinizi yükselteceğinizi bilemezsiniz, ancak Allah bunların hepsinden haberdardır. Ey dostlar, Allah’ın çağırdığı ve teşvik ettiği yolda yürümeye kararlı isek, Rabbim bizi ve insanlığı diriltecektir. Aksi durumda kendi ellerimizle kendimizi attığımız tehlikelerin, bizi kuşatacağı günlerin çok yakın olduğunu bilelim…Allah hep doğruyu söyler…

Onun da bir dostu vardı ona hep dünyalıkları anlatır, onlara sahip olmasını ve onları kimseye vermemesini isterdi, ancak o bir su gibi aziz olup akmayı tercih etti ve ölü canlara hayat verdi, ahirete gittiğinde baktı ki, kendisine iyiliği anlattığını sandığı o dostu cehennemin ortasında ateşin içinde, o zaman dedi ki, sen ne kötü bir dostmuşsun, az kalsın beni de kendin gibi yakacaktın, iyi ki senin dediklerini yapmadım dedi. İşte biz onu Cennete ödüllendirdik,

” Genişliği yer ve gökler kadar olan Rabbinizin cennetine koşun çalışanlar bunun için çalışsın…” Rabbimin sözü üzerine söylenecek söz tükendiği için makalemi burada bitiriyorum har daim Rabbimizin isteklerine göre yaşayan kullardan olmak ümidiyle selam muhabbet ve iyilik dileklerimle kalın sağlıcakla…

 

“Allah yolunda harcamada bulunun ki kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilik yapın. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.” Bakaar:195

Erol KEKEÇ/12.06.2023/12.49/Namazgah/


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!