Bu Blogda Ara

7 Haziran 2023 Çarşamba

VAY ONLARIN HALİNE

“Yemin olsun, size hakkı getirdik ama çoğunuz haktan tiksiniyorsunuz.

Yoksa bir iş ve oluşta kesin karara mı vardılar? Kuşkusuz, biz de kesin kararlıyız.”

Zuhruf:78-79 

Yemin olsun ki sizin Haktan haberiniz var, ancak sizin hakka karşı kalpleriniz o kadar katı ki, çıkar ve menfaatlerinizi korumak için hakkı görmek istemiyorsunuz. Yaşarken birinin kahramanlıklarının anlatıldığına şahit olanınız var mı? Ya öldüğü zaman ya hastalandığı ya da başına önemli ve dönüşü olmayan bir kaza geldiğinde o kişinin kahramanlıkları, cesareti anlatılarak onun ölümünün unutulması istenir. Ancak ne kadar destanlar anlatsanız da bir yere ecel gelmişse hangi destanı ve kahramanlıkları anlatırsanız anlatınız, hakikat sizi yakalayacaktır. Aslında bu tarz çırpınışların bünyesinde hakikati görmek istememek ve hakikatle yüzleşmekten kaçış olduğu bilinmelidir.

Bu ayetler hakkında toplum olarak kolaylıkla, bunlar müşrikler ve iman etmemiş olanlar içindir diyeceğimizi biliyorum. Oysa hakikatle yüzleşmek istemeyen ve bildiğini okuyan herkes için kapsayıcı olduğu bilinmelidir. Çünkü Kitabın ayetleri evrensel ve herkes için geçerlidir.

Dünya ve içindekilerden beklentileri yüksek olanlar, hakikatin anlattıkları ile dünyadaki beklentileri uyuşmadığında, hakikate saldırıyı bir yaşam biçimi olarak görürler. İnsanlık tarihi boyunca böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacağından kuşkunuz olmasın. Nuh (as)’dan İbrahim (as)’a, ondan Musa (as)’a ondan da Muhammed(as)’ kadar hakikatin karşısında olanlar hep aynı çılgınlığı ortaya koymuşlardır.

Nuh (as), toplumuna hakkı söyleyip, ifsattan kaçınmalarını bir ve tek olan Allah’a dönmelerini, Allah’ın zulmedenlere azabının fena olacağını defalarca anlatmasına, hatta bin yıldan 50 yıl eksik olmak kaydıyla, kendi toplumu içinde uyarılarda bulunmasına rağmen, onlar hakikatle yüzleşmek istemediklerinden sulara gark olup boğulup gittiler. Hakikatin evrende bir ağırlığı vardır, o ağırlık evrenin üzerine çöktüğünde diğerleri bunun dibinde kalmaya mahkumdur.” Hakkı batılın üzerine salarız da hak batılın beynini patlatır. “Hak gelince batıl zaten yok olmaya mahkumdur.”

Dünyanın şımarık varlıkları, hakikati basitleştirmek ve kendi yaşamlarından farkı olmadığını söyleyerek onun itibarını küçültmek için çeşitli gerekçeler ileri sürerler mesela, Nuh (as)’a Ey Nuh sen de bizim gibi gezip dolaşıyorsun, çoluğun çocuğun var çalışıyorsun senin bizden ne farkın var ki bunları anlatıyorsun, ahiret hesap gibi anlattığın şeyler hem de çok çok uzak onların bize ulaşması ve bizi yakalaması mümkün değil diyerek dalga geçtiler. Ama Allah’ın onlara verdiği cevap öyle harika ki, o cevapların aynısının bizim içinde geçerli olduğunu bilelim…” Yer sarsıldıkça sarsıldığı ve içindekileri dışarıya fırlattığı zaman, insan ne oluyor der, bugün Rabbinin kendisine vahyetmesiyle yer size haberlerini anlatıyor…” Hani sizler hakikatin olmayacağını ve onun öylesine söylenilen sözler olduğunu iddia ediyordunuz, o zaman gelen gazap karşısında gücünüz varsa kendinizi koruyun da görelim…

İbrahim (as) kavmine dedi ki, Ey kavmim neden yemeyen içmeyen hareket etmeyen kendilerine faydası olmayan bu putlara  tapıyorsunuz, İbrahim sen bizim putlarımıza şimdi karşı mı geliyorsun, ben bunlara neden taptığınızı anlamak istiyorum, biz babalarımızı ecdadımızı bunlara taparken bulduk, biz de onların yolundan gidiyoruz, peki atalarınız bir şey bilmeyen yanlış yoldalarsa yine mi atalarınızın yolundan gideceksiniz…Siz azgın bir kavimsiniz Allah’ı bırakıp düzmece ilahlar edinip onlara kulluk ediyorsunuz, ”ben sizi ve taptıklarınızı ret ederek bir ve tek olan Rabbime gidiyorum, sizinle benim aramda ebedi bir kin ve düşmanlık başlamıştır, bu zulmünüzden vazgeçip tek olan Allah’a yönelinceye kadar…Ey İbrahim sen bizim ilahlarımızla dalga mı geçiyorsun,andolsun ki Nemrut ve adamları seni yakmak için odun topluyorlar bunu bil dediklerinde,İbrahim:”Benim rabbim bana yeter, o ne güzel bir Mevla ve o ne iyi bir yardımcıdır…”diyerek kıyamını sürdürdü. Allah’ın böyle sadakat ehli bir kuluna cevabı, ona kul olmak isteyenlere ne kadar güzel bir uygulamadır…” Biz de ateşe dedik ki, ey ateş İbrahim’e karşı serin ve esen ol”.

Musa(as) Ey Firavun, İsrail oğullarını bırak onlar benimle gelsinler, sen onlara zulmediyorsun…Sen kimsin ki bana bunları söylüyorsun, sen benim sarayımda sahipsiz büyüdün, benim ekmeğimi yedin, şimdi de kalkmışsın bana akıl vermeye çalışıyorsun…Ben Alemlerin Rabbi Allah’ın elçisiyim, hakkı getirdim ona uymanızı istiyorum…Firavun Ey Haman bana bir kule yap ta Musa’nın rabbi ile görüşeyim bakalım derdi neymiş gibi, hafife almalarla başlayan firavunun itibarsızlaştırma taktikleri onun sonu oldu. Musa her türlü saldırı küçümseme karşısında vakarlı tavrını ortaya koydu ve Rabbinin kendisine vahyetmesiyle Firavunun sonunu hazırlayan son yolculuğa çıktı…Ey Musa at elinden asanı ve asanın gidiş geliş otoban yol olduğunu göreceksin. Denizin üzerinde bir yol açıldı Musa ve beraberindekiler o yoldan geçerken Firavun ve askerleri onun peşine takıldı, neredeyse yakalanacaklarını sanan İsrail oğulları, endişeyle durumu izlerken Musa ve Firavunun ordusu arasına sular girdi Musa’ya yol olan deniz onları içine aldı. Hakikatin düşmanları hep bu son perdeye şahit olmuşlardır. Yaşarken tövbe edip hakka teslim olmadıkları sürece son çırpınışları onlara fayda etmemiştir. Firavun, ben de Musa ve Harun’un Rabbine iman ettim dedi boğulurken, gelen cevap şimdi mi, hayır sen boğulanlardansın…” İşte Mutlak galip Allah’tır” siz hala anlamayacak mısınız?

Allah’ın Resulü Muhammed (as)kendi kavmi içinde bilinen güvenilen emin kişi olmasına rağmen, hakikatin temsilcisi ve uyaranı olarak topluma açıklamalar yaptığında, ona her türlü iftira ve yalanı atarak hakikatle yüzleşmek istemeyen dünyaperestler ortaya çıktı. Sen bizim dinimizi değiştirip ailemizi birbirine mi düşürmek istiyorsun…İman eden gençler kesin bir ayrılışla Allah’a dönüyorlar ve toplumun dinini temsil eden babaları anaları bile olsa onların sözüne itibar etmiyorlar ve Hakkın yanında yer alıyorlar. Bunun en güzel örneği de Mekke’nin en yakışıklı, kızların çok arzuladığı ve sokaklara çıktığı zaman keşke Mus’ab beni alsa diye peşinden koştukları en zengin ailenin çocuğu Mus’ab’tı. Mus’ab tüm zenginliklere rağmen onları terk ederek Hakkın yanında yer almıştı. Bunu gören Mekke zalimleri ailelerimizi birbirine düşürdün evlat ile ebeveyn arasını açtın, sen bozguncusun diyerek kendilerini hakikat, hakikati yalan olarak görmek istediler. Hatta sana mı kaldı bunları hatırlatmak böyle bir elçilik gelecek olsa söylediklerinde haklı olsan bunlar elbette daha zengin ve saygın kişilere gelmesi gerekmez miydi diyerek inatlarını sürdürdüler. Ne yazık ki, tüm hakikat düşmanları aynı gerekçe ile hakka karşı çıktılar. Peki, günümüzde farklı mı dersiniz, maalesef batıl ve şirk her dönemde aynı mantık ve farklı oyunlarla sahnedeki yerini alıyor.

Siz kendinize göre kararınızı verin, Rabbim her şeyin kararını kendi vermektedir. Müfsitlerin yok oluşunun da, hakikatin yeryüzünde hakikat olarak anlaşılmasının vaktinin gelip gelmediğinin de kararını o verecektir. Hakikatin yeryüzünde kabul görmesi ve çağa damga vurma zamanı geldiyse, tüm dünyaperestler ne yaparsa yapsınlar avuçlarını yalamaktan öteye gidemeyeceklerdir.

Allah’a yemin ediyorum ki, Hakkı söyleyenlerin hakkın anlaşılıp yaşamasından başka bir beklentileri yoktur. Ancak dünya ve içindekilerle mutlu olup, diğer insanların ve canlıların yaşamını ortadan kaldırmaya çalışan zalimler bunu anlayamazlar. Onlar sanır ki, hakikat savaşçıları onların sahip olduklarına göz koymuşlar…Hayır hayır onlar sadece Allah’ın ayeti olan tüm canlıların hedefine uygun yaşaması için, onların yaşamını kolaylaştıracak imkân ve araçların yeryüzünde adil ve hakkaniyet ölçeğinde paylaştırılması ve herkesin mutlu olması için çabalıyorlar.

Hakikatin hakikat olarak anlaşılmamasının önündeki en büyük engel, zalim ve dünyaperestlerin kendi karanlıklarının fark edilmemesi için her gün evreni bulanıklaştırmalarıdır. Evrenimizin bulanıklaştığı bir yaşamda, kimlerin neye sahip olduğunu, kimlerin neleri kaybettiğini de anlaşılmaz kılarsınız. Böylece bu karanlık oyun kurucuları yaşamı devam etmiş olur. Oysa hakikat ortaya çıktığında onun aydınlığı tüm eşyanın bilgisini size doğru verir, o zaman insanların iradelerinin önündeki engeller ortadan kalkar dileyen dilediği gibi davranacak duruma gelir. Ama bunlar anlaşılmadan herkese aynı muamele yapmak ayetleri tepelemek olur. Yani bir ayetin doğru anlaşılması, onunla ilgili bir ortam olduğunda tam ortaya çıkar. O ayetin mana bütünlüğüne uygun bir zemin yoksa o yetin anlamını anlamakta ve yaşamakta zorlanırsınız. İşte Karanlıkların hakikati örtmedeki fonksiyonu da böyledir. Onun için hakikat savaşçıları aydınlatıcı yıldızlardan farklı değiller. Onlar sadece hakikatin şahitliğini yaparlar. Onların bu örnek kişiliği hastalıklı toplumlarda ve yaşamlarda anlaşılmaz ve pek iyi karşılanmaz. Hastalıklı olan ve aralarında çatışma ve rekabet olan iki farklı grup için de hakikat aynı anlaşılır. Bazen onlar, bazen onlar hakikatin kendilerine dokunan kısmıyla hemen karşı olurlar. Bu gruplar bazen çok fazla olur. Çünkü Hakikat kimsenin menfaatini gözeterek onların varlığını korumak adına ortaya çıkmaz, onlar doğrudan hakkın adaletin ve yeryüzünde huzurun kaynağını yaymak isterler ve yaratılmış olan tüm canlıların yaşamlarının korunmasını isterler. Dolayısıyla dünya ve içindekilerden başka bir şeyi olmayan ve ahirete de kesin olarak inanmayanlar hep hakikate düşman olurlar. Çünkü hakikat onların ayrıcalıklı bir varlık olmadıklarını yaratılan olarak yaratılmışlar arasında barış içinde herkesin hak ve hukukuna uyarak yaşamalarını ister.

Bilmeden, idrak etmeden, kesin bir dayanağı olmadan yanında haktan gelen bir kitabı olmadan yüz çevirenler kesinlikle haktan tiksinenlerdir. Bunların hesabı Allah’a kalmıştır. Bunlar ile ilgili çok fazla efor tüketmeye, sürekli kısa ve belirli olan ömrün verimli zamanlarını onlara harcayarak geçirmek, Allah’a asi olmak değil midir?

Sen hatırlat, öğüt ancak iman edenlere fayda verir…Doğru olduğuna inandıkları bilgileri yaşarken, haktan tedirginlik duyanlara sen hatırlatmalarda bulunsan da onların yaşamında doğrunun egemen olmasına ve doğruya yönelmesine etki edemezsin. Çünkü onlar yaptıkları her olumsuzluğu alkışlayan kitlelerin varlığına sahip olduğu için, tüm yaptıklarını marifet ve lütuf olarak bilip öyle yaşarlar…Yanlışları tercih edenleri doğruya çağırmak çok zor ve onların doğrunun yanında yer alacaklarını beklemekte bir o kadar hayal olur. Onların hayatındaki olumsuzluklar, bir gelenek olarak yaşanılır ve savunulur duruma gelmişse, bu, hata ve yanlış sınırlarını aşarak bir tercih olmuştur. Olumsuzlukları tercih yapanlara ne kadar hakikati hatırlatırsan hatırlat onlar için birdir ve onlar inanmazlar onların durumunu yüce rabbimiz açıklıyor, bize düşen kendi nefsimizi temize çıkarmadan hakkı hak olarak bilip hakkın yanında olmaktan başka amacı olmayan isteklerimizin rabbimizin katındaki değerlerle süslendiği bir hayatı gönülden arzulamak ve o uğurda mücadele etmektir. Rabbim hak üzere yaşadığımız müddetçe yar ve yardımcımız olsun hakkın dışında içimizde oluşan istekleri de rahmetiyle temize çıkarsın bilerek hata yapmaktan bizleri uzaklaştırsın, bilmeyerek yaptığımız hatalarımızı da bağışlayıp tövbelerimizi kabul etsin…Âmin

Herkesin ona döndürüleceği vakit hızla gelmektedir. Bu açıklamalardan sonra Rabbimin ayetiyle noktalıyorum, onun sözünün üzerine söz söyleyecek kimse yoktur…

Selam muhabbet ve dualarımla kalın sağlıcakla….

“Bırak onları, kendilerine vaat edilen günlerine kavuşuncaya değin dalıp gitsinler; oynayıp oyalansınlar!

Göklerde ilah olan da O, yerde ilah olan da O. O'dur Hakîm, O'dur Alîm. Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin mülkü/yönetimi kendine ait olan o Allah'ın şanı yücedir. Kıyamet saatine ilişkin bilgi O'nun katındadır. Siz de O'na döndürüleceksiniz.”

 Zuhruf:83-85

Erol KEKEÇ/06.07.2023/12.32/Namazgah: İST


 

6 Haziran 2023 Salı

TİLKİYLE HACA GİDEN CANINDAN OLUR

Hükümdarların, hükümdar olmak için halka yalvardığı ama yine de eşsiz zulümler işlediği günlere geldik…” Üstat Sezai Karakoç’un dediği gibi, ey sarıklı ulu hocalar siz bunu bana söylemediniz(!)

Bu dünya öyle bir mezbeleye dönmüş ki, neresinde nasıl duracağını insan bilemiyor. Ondan dolayı da daima kullanılan bir denek olmaya mahkûm oluyor. Laboratuvarlar çalıştığı sürece, insanların denek olma vasıfları sona ermeyecek ve yeni deneklerde denek olma özleminden vazgeçmeyecektir.

Günümüzün en etkin etkileme ve yönlendirme aracı, doğruyu yamultarak, doğrunun tek adresi olarak, yanlışı insanlara sunmaktır. Ne yazık ki yaşadığımız çağ, tüm insanlığı böylece esir almaktadır. Bu çağın kalleş simsarları, doğruyu yamultanlar adına her köşe başında, bizim araba hemen kalkmak üzere diye gırtlakları patlayıncaya kadar bağırdıklarından, yolcular hangi araç erken gelirse ona binip yolculuk yapıyor, sonuçta nereye gideceğini ve bu aracın hangi diyara gittiğini hesaplamadan simsarların bağırtılarına kurban olarak yolculuğa çıkıyorlar. Böylesi yolculuklar her daim sorunlu yolculuklar olarak tarihe kaydedilmiştir ve bundan sonra da öyle olacağından kimsenin kuşkusu olmasın…

İlyas Salman ile Şener Şen arasında geçen diyaloğu herkesin bildiğini sanıyorum, oğlum Bilo hele sor ben bunları niçin yaptım, ulan namuslu namussuz senin için yaptım lo…Hiçbir olumsuzluk sizin iyiliğiniz dışında yapılmaz tilki kurnazları açısından…Tilkiler bu kurnazlıkları bırakmadığı sürece birileri ezilmeye ve birileri de hep aldatmaya devam edecektir. Bu konuyu özetlemek için tilkinin Hac’a gitme masalını bilmeyenlere anlatayım…Tilki bir gün ağzında kaleme benzer bir çubukla hızlı bir şekilde köydeki harmanın yanından geçer, bunu gören tavuk sorar, hey nereye gidiyorsun hiç saldırmıyorsun,tilki,ben artık kimseye karışmıyorum günahlarımın affı için haca gidiyorum der ve tavuğu ikna eder, tavuk der ki o zaman beni de kaydet listeye birlikte gidelim…Tilki önde tavuk arkada hızlı hızlı giderken, yolda horoza rastlarlar, horoz bağırır tavuğa hey bunun peşinde nereye gidiyorsun bu seni götürür sakin bir yerde yer der. Hemen tilki atılır, sor bakalım ben mi götürüyorum yoksa o mu geliyor, ben artık tövbe ettim haca gidiyorum o da gelmek istedi, onu da kaydettim der…Horoz bakar ki tilki ciddi duruyor o zaman beni de kaydet, ben de hacı olmak istiyorum der…Tilkinin peşine takılıp köyün dışına çıktıklarında bunları bir kayanın başına konmuş güvercin görür, siz deli misiniz bunun peşine takılıp nereye gidiyorsunuz diye sorar, tilki, horoza verdiği cevabı güvercine de verir, ben haca gidiyorum onlarda gelmek istedi onları da kaydettim listeye der…Hemen güvercin konuşur ve bende çok günahkarım beni de kaydet ben de hacı olmak istiyorum der, tilki yalandan onu da yazıyor gibi yapar ve yola devam ederler…Epeyi bir yol giderler kimsenin olmadığı ve bunların da kaçamayacağı bir yere gelirler, akşamda olmuştur bu ara, tilki der ki bu akşam burada kalalım sonra yolumuza devam ederiz. Siz şu delikten içeriye girin, birisi gelip sizi yiyebilir ben kapı da sizi korurum der. Oysa orası tilkinin kendi ini olduğunu bilmezler. Bir şey yapmazsın değil mi derler, tilki der ki görmüyor musunuz ben dışarıda sizi bekliyorum üstelik kendimi tehlikeye atıyorum, ayrıca haca gideceğim, size neden kötülük yapayım deyince onlar içeriye girerler…O zaman tilki hemen deliğin ağzına oturur ve kapıyı kapatır.

Arkadaşlar hac yolculuğumuz buraya kadar, ben bundan sonra aç acına gidemem birinizi yemek zorundayım onun için ilk sırada tavuk var der. Bunu duyan tavuk aman tilki kardeş, sen şöyle boylu, şöyle soylusun ki, dağların krallığını bile sen aldın benim gibi masum  günahı olmayan bir tavuğu neden yiyeceksin der.Tilki,o kadar masumsun da neden haca gitmeye kalktın, sen o kadar günahkârsın ki, bir yumurta doğurursun gıdaklamaktan insanları bıktırırsın, altı üstü bir yumurta küçücük bir faydan var diye insanlarda huzur bırakmazsın, tüm yırtıcı hayvanları peşine takar, herkesin yaşamını tehlikeye atarsın der ve kaptığı gibi boynunu koparıp bir tarafa bırakır onun sesini keser. Arkasından horoza der ki, sıra sen de gel bakalım der demez horoz ötmeye başlar ve aman tilki kardeş benim hiçbir suçum yok bana bunu neden yapıyorsun der ama nafile tilki bunları yemeyi kafaya koymuş. Tilki der ki, sen o kadar günahkarsın ki herkes uyurken, horull horul uykudayken  kalkıp o saatte ötüyor ve insanları uyandırıyorsun, herkesin rahatını bozuyorsun…Sana mı kaldı insanları uyarmak uyandırmak, bırak onlar güzel uyku çekerken ben de işimi yapayım, âmâ sen hep önümde engelsin der ve birden kafasını koparır…Tüm bu olup bitenleri izleyen güvercin ne söylese boş olacağı için tilkiye der ki, Tilki kardeş biliyorum beni de yiyeceksin ama böyle bir yiğidin nereli olduğunu bilmek istiyorum hiç olmazsa beni yiyen yiğidin kim olduğunu bileyim der. Tilki nereli olduğunu anlatmak için öyle bir gururlanır ve kıçını yukarı kaldırır ve ardından ben Adanalıyım der. O sırada deliğin ağzı açılır güvercin bir anda uçarak karşıda duran bir kayanın üstüne konar. Tilki yaptığı yanlışı anlar ve der ki, ben seni yemeden nereli olduğumu söyler miyim bir daha, seninle görüşürüz der. Ancak güvercin özgürlüğüne kavuşmuş tilkinin tüm oyunlarını görmüş olduğundan sen beni bundan sonra nasıl kandırabilirsin ki evvele onu düşün…Sen aşağıda yiyeceklerini aldatırken ben senin üzerinde senin oyunlarını anlatıyor olacağım… Bundan sonra hangi ibadetinin seni kurtarabileceğinin hesabını yaparsan daha iyi olur der.

Evet dostlar bu bir masal ancak teşbihte hata olmaz der eskiler. Hakikaten, çağımızın tilkinin oynadığı oyunlardan farklı olmadığını görmeye başladım…Bir de farklılık olarak tilkilerin nesli çoğalmaya başladı, her köşe başında bir tilki ile karşılaşmamak elde değil…

Küresel sömürü çağımızda hiyerarşik bir yapıya büründü. Küresel, bölgesel ulusal ve yerel olmak üzere değişik adlarla karşımıza çıkabiliyor. Yukarıda yapılan planlar bu hiyerarşik yapı içinde bulunulan yere göre şekillenerek insanların karşısına çıkıyor. Birbiriyle alakası yokmuş gibi düşünülüp öyle algılansa da aslında bunlar tamamıyla birbirinin tamamlayıcısıdırlar. Son dönemde ülkemizde bir seçim dönemi yaşandı bu seçimin konuşulmadığı ülke var mıydı dünyada…Göremezsiniz, herkes ne diyordu, Türkiye seçimleri dünyanın en önemli seçimlerinden biri, neden benim yaşamımla ilgili bir durum başkalarını bu kadar ilgilendiriyordu. Çünkü seçimin başındaki güç küresel yapılanmada hiyerarşinin tepesi, onun istediği şekilde bir yaşamın olması için, belli bölgelerde fabrika hatası tıkanmalar olursa hesaplar tutmayabilirdi. Ondan dolayı bu seçim o kadar önemliydi. Dünyanın bütün ülkeleri yakından takip etti. Biz de böyle bir ortamı okurken bize verilen alfabedeki harflerden kelime ve cümleler kurarak okumaya çalıştık. Ancak o alfabeden, küresel hiyerarşinin tepesindekilerin beklentilerinin dışında bir cümle kuramadık ve de kuramazdık. O bilgilerle önümüze çıkanların hepsinin bizi haca götüreceklerini sandık oysa öyle bir yolculuğun olmayacağı aşikâr olmasına rağmen insanların bunun farkına varıp idrak etmesi öyle kolay olmuyor.

Bir çetenin eline düşen ve kendisinden ciddi haraçlar istenen bir iş adamını düşünün, yanlarında kimse yok ve ölüm tehlikesi varsa, onu konuşturarak yakınlarından para koparmaya çalışırlar. Siz ona nasılsın sen iyi misin deseniz de çok zorda ve kötü olmasına rağmen o kendisinin kötü olmadığını size söyler. Çünkü bir tarafta ölüm diğer tarafta sahiplendiklerini elinden almak var. İkisi arasında bir seçim yapması gerekir. Size her ne kadar iş adamı çok iyi ve rahat olduğunu söylese de aslında onun rahat olmadığını çok iyi bilirsiniz, âmâ ona da inanmak istersiniz. Neden inandığınızı çoğu zaman siz de anlamazsınız. İşte küresel güç kendi altında oluşturduğu hiyerarşik yapılar ile böyle bir ilişki içinde olduğu bilinmelidir. Dolayısıyla bu ortamlardan çok olumlu ve sizlerin hayal ettiği dünyaya kavuşmayı beklerseniz büyük yanılgılar içinde olabilirsiniz. Realitenin böyle olduğunu bilerek, ona göre strateji belirlemeniz hayrınıza olur. Bazen bir güvercin gibi hiç alakası olmayan sorgulamalarla kendinizi girdiğiniz mağaradan çıkarabilirsiniz. Ancak kendinizin olumlu olduğunu neden bunları yaşamak zorunda olduğunuzu sorgulayarak yol alamayacağınızı bilmelisiniz, zaten yenmek için küresel takvimler belirlenmiş durumda, önemli olan o takvimler gelmeden takvimleri yırtacak ortamlar oluşturmak, ya da takvimleri yazanların takvim yazacak imkanlarını yok edecek duruma gelmemiz gerekir. Aksi durumda, hükümdarlar hükümdar olmak için hep yalvaracaklar, âmâ eşsiz zulümleri yine işleyecekler…Çünkü Hükümdarlar hükümdar değil, küresel hiyerarşinin programlarını en iyi uygulayan teknik ekiplerden oluşur. Bunu anlamayan toplumlar ve ülkeler kaderlerindekini yaşamazlar, beyinsizliklerinin bedeli olarak kaderlerinde olandan fazlasını yaşarlar…

Allah, insanların kader iplerini kendi boyunlarına dolamıştır…Biz nasıl nereye doğru yolculuk yapıyorsak boynumuzdaki ipin şarjı oradan doluyor ve sonunda patlıyor…O zaman insan seçim yetilerini doğru kullanmalı, manipülasyonlara kanmadan tilkinin kimseyi haca götürmediği ve götüremeyeceği idrak edilmelidir. Yoksa tilkinin ininde yem olmayı beklemekten başka kaderimiz olmayacaktır, bunu bilelim yaşama öyle sarılalım…

 Ben sizi, haktan hakikatten adaletten uzaklaşarak yönetmeye kalkarsam bana ne yaparsınız diyen Ömer’e mescidin ortasında kılıcını çekerek vallahi seni şu kılıcımla düzeltirim diyecek cesaret erdem ve inanç sahibi Ebu zer gibi olmayı bize nasip et rabbim…Yöneticilerimize de Ömer gibi dosdoğru olmayı nasip et bizleri bağışla sen acıyan ve merhameti bol olansın…

Fazla ayrıntıya girmek istemediğim için makalemi burada noktalamak istiyorum herkesin akıl terazisinde faydalanmasının iyi olacağını ümit ediyorum…Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle…

Kalın sağlıcakla….

Erol KEKEÇ/05.06.2023/13.20/Namazgah: İST



5 Haziran 2023 Pazartesi

“BİZİ RUHUMUZUN YAŞADIĞI YERE GÖTÜRÜN”

 “Ruh ve beden arasında nasıl bir ilişki olduğunu ve ruh olmadan bedenin nasıl bir özellik taşıdığını anlamak için ruhun beden üzerindeki fonksiyonunu anlamak gerekir.”

“Ona düzgün şekil verip kendisine ruhumdan üflediğim zaman, onun için(bana) secde edin.” Hicr:29

“Sana ruhtan soruyorlar, onun bilgisi rabbimin katındadır.” Uyarılarını dikkate alarak ruh hakkında kesin budur şeklinde bir açıklama yapmak haddimize değildir. Ancak ayetlerdeki ruh hakkında açıklamalara dikkat ettiğimizde, ruhun bir akım enerji gibi, nesneleri anlamlandıran ve onlara canlılık kazandıran Özsel, gözle görülmeyen bir akım olduğunu anlayabiliyoruz. Ecelleri gelenlerin ruhunu aldığımızda onlar ölürler, uykudayken de zaten ruhunuzu alırız, vakti gelenlerin ruhunu bir daha vermeyiz ama vakti gelmemişlerin ruhunu bağışlarız onlar yaşamlarına kaldıkları yerden devam ederler. Bu anlatımlar, Ruhun bedene anlamlandıran bir enerji olduğu ortaya çıkıyor. Zaten günlük yaşamlarımızda da çoğu zaman hareketsiz, pasif, yerinden kalkmayan bön bön bakan ve hiç ilgi uyandırmayanlara da ne ruhsuz birisin dendiğine şahit oluruz. Demek ki, ruh olmadan beden anlamsız bir nesne olmanın ötesine geçemiyor. Bedene anlam kazandıran, ondaki ruh olduğu anlaşılıyor.

Zaman ilerledikçe ruhsuz bir çağa doğru sürüklendiğimizi artık görmek zorundayız. Yaşam alanlarında kümülatif olarak biriken ve artış gösteren, yaşamı kolaylaştıracağını sandığımız üretimlerin neredeyse tamamı, insanlık için ruhsuz bir ortam oluşturmaya başladı. Bir resmi, güzel kılan ve insanlar tarafından değerli bulunması resmi yaparken kullanılan boyaların renk tonu kullanılan fırça ve ressamın şahsından kaynaklanmıyor. O şekle bir canlılık kazandıran ve insanların ona hayretle bakmasını sağlayan onun özüne yüklenilen, yaşayan bir varlık kılmasa da sanal ruhtur. Yani ruhsuz bir varlığın güzelliğini, değerliliğini iddia etmek bir anlam ifade etmiyor. Ondan dolayıdır ki, ruhun yaşamda anlamını kavramadan, gittiğimiz her yolculuk karanlık bir nesnesel hayata varış olacaktır.

Çağımızın kümülatif birikimlerini çok değerli bulmak ve onun yaşamda olmazsa olmaz olduğunu iddia ederek, onların gölgesinde bir yaşamı düşleyerek onun dışında var olmanın mümkün olmadığına inanmak, yaşadığımız evreni ruhsuz bir varlık olarak tasavvur etmekten farksızdır. İnsanın, böylesi ruhsuz bir yaşamın içinde, oyuncak maskota dönmesi, kendi ruhuyla olan bağlarını koparmasıyla ancak ilişkilendirilebilir. Çünkü uykuya dalanların ruhları bulundukları bedeni terk ediyor, hayal ve düş gibi gündüz uykuları da ruhun bedenden uzaklaşarak, sadece alışkanlık haline gelmiş ve bir nedenselliğe göre hareket eden varlık ortaya çıkarır. Böylesi varlıkların yaşıyor olduklarını sanması da apayrı bir sorgulama konusudur. Hakikatle yüzleşemeyen, hakikatle hakikat olmayan arasındaki ayrımı yapamayan, gözleri kulakları kapalı ayrım yapabilecek vicdani duyarlılığı kaybolmuş varlıklar, ruhsuz yaşarlar.

Ruhun bir akım enerji olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Evet bu akım kesildiği an, etraf birden kararıyor ve karanlıklardan hangisinde akımın olduğunu sorgulamak, bizi ruh taşıyan bir yaşama kavuşturmuyor. Yaratıcı kâinatın tek sahibi, her zaman her yerde hazır ve nazırdır. İşte yaratan, o canlı ruhundan üflediği an ya da kendisinden bir akım gönderdiğinde kainattaki varlıklar canlılık kazanıyor ve bir anlam buluyor…Bu anlamlılığın devam etmesi için, yaratıcıyla akım geçişinin devam etmesi gerekir. Yaşadığımız evrende her gün bir akım kapanıyor ve etraf kararıyor, buna rağmen hala bizler ruhun kaybolduğu yaşamda canlılık ve güzellik arıyoruz. Sahiden buna ulaşacağımıza ne kadar inanıyoruz. İnsan kendi yaşamını kolaylaştırmak için yaşam alanı içinde ürettiği, malzemelerde bir aksilik ve beklenilen görevi yerine getirmediği zaman kılı kırk yarıp sorunu bulmaya çalışıyor. Ancak kendi varlığının kararmasına sebep olan sorunların, hangi alandaki akımın durmasından kaynaklandığını anlamak istemiyor. Peki soruyorum, kendini aydınlatacak enerji akımlarının geçtiği yerler kapanmışsa, bu enerjiye ulaşmadan, insan bu ruhsuz haliyle, nasıl ruh taşıyan, hangi hayata ulaşmayı düşünebilir…

Allah, kendinden uzaklaşanları, kabirdekilerle aynı tutuyor. Kabirde olanlar ruhu alınmış bir ceset yığınıdır. Onların hareketi, düşünmesi, sorgulaması, yaşama yön vermesi, kendi ihtiyaçlarını gidermesi için bir fonksiyonlarının olması imkansızdır. Yani harekete geçiren enerji akımının bağlantıları kopmuştur. Dolayısıyla onların yaşama katacağı hiçbir katkıları olamaz. Konunun anlaşılması açısından, Allah’ın Örnekleri seçimi çok harika, siz düşünesiniz diye size böyle örnekler veriyorum diyen Allah, insanın ruhuyla var olması için ne kadar merhametlidir. Ruhsuz varlıkların evrenimizi kapladığı ve doldurduğu bir çağda bize düşen asıl görev ruhumuzla ayağa kalkabilecek bir duruşa sahip olmaktır. Allah ile tüm bağlantı yollarını kapamış olanların bedensel varlıklarına bir akım ulaşmadığı için onlar ölüler gibidir. Ölüler kendilerine faydası yokken size nasıl faydası olabilir. Ondan dolayıdır ki, yaşadığımız evreni ve kendi varlığımızı yeniden ele alarak hangi noktada tıkanmanın olduğunu ve enerji akımının neden gelmediğini doğru tespit ederek o akımın geçmesini sağlamalıyız. Ondan sonra bir canlılık gelecek, sorumluluk aşılarımız bizi diriltecek, etrafa aydınlık saçacağız; aksi durumda karanlıklarda kalan bir nesneden farkımız olmayacak.

 Ruh kavramı bazen öyle anlamsız ifadelerle yaşam içinde kullanılır ki, bu anlamsızlığa bir tanım yapamazsınız.” Nedir öyle ruh gibi ortalıkta dolaşıyorsun derler…” Ruhun ne olduğunu nasıl var olduğunu bilmeyenlerin, olumsuzlukları ruhla izah etmek istemeleri de apayrı bir muamma…Tüm kâinata canlılık ve hayat veren Ruh olmasına rağmen, bizler ölülerden farkı olmayanları nedir öyle ruh gibi dolaşıyorsun diyerek tenkit ederiz. Bu da şunu açıkça ortaya koyuyor, biz hakkında bilgimiz olmayan şeyleri alçaltmakta ve onu hafife almakta çok mahir davranıyoruz. Oysa hakkında bilgimiz olan ne kadar basit olduğunu bildiğimiz, anlamsız ve yok olacak olanları da o kadar çok yüceltip anlam veriyoruz ki, sanırsınız bu yücelttiklerimiz hayatın kendisi…Ondan sonra da tüm mücadelemiz onlar adına olur ve devam eder. “İnsanlar önlerinde bulunan gözle gördüklerine o kadar aldandılar onun peşine düştüler ki, arkalarındaki büyük günü unuttular…” Bu ayetteki vurguya da baktığımızda geçici, gözle görülenler değerli bulunurken hakkında bilgimiz olmayan ama mutlak gelecek olan o gün için o kadar ehemmiyet vermiyoruz.

Ruh ile beden ayrıldığı zaman, geçici ve birkaç gün sonra farklı varlıkların geçim kaynağı olacak maddesel yanımız olan bedene o kadar değer veririz ki, onu nerede nasıl saklayacağımızın bile hesabını yaparız. Çünkü biz o bedeni gözle gördük, ondan dolayı onunla haşir neşir olduğumuzdan, onun için de ona anlam kazandıran o ruhun ne olduğunu hiç düşünmeyiz ve onunla ilgili de pek konuşmayız. Çünkü onu bilmiyoruz, oysa o ne kadar güzel anlamlı bir yaşamın sahibi bir ruhtu, hiçbir zaman akımda sorun yaşanmadı, hep apaydınlık bir ortamda, toprağa verdiğimiz bu bedeni yaşattı. Ruh, ilk sözleşmedeki ahdine ne kadar sadık kalmış ki, Böyle güzel yaşam bıraktı diyemiyoruz.

Kâinatın her yanına her an akım geçiyor, bu akımdan faydalanmak isteyenler doğrudan Allah’tan alarak ilhamı kâinatın göbeğine koyar insanlığı…Böyle bir düşüncesi olmayanlar da madde olarak varlığını koruduğu zaman yaşadığına inanır ve öyle noktalar, bu kısa mesafeli koşuyu…

Ruh bunalıp kararıp ve akım geçmez olup kireçlenme olursa, dünya yaşamımız anlamsız karanlıklara gark olur…Ondan dolayıdır ki, Ruhumuzdan ayrı yaşadığımızı sandığımız, bedenlerimizle mukavelemizi düzgün yapalım onu yalnızlığa ve yetimliğe terk etmeyelim…Bu bizim elimizde tek yapmamız gereken Ruhumuza dönerek yaşamaktır. Ruh ve beden ayrı yerde olursa yaşayan bir insanlıkla değil, ölmüş bir ortamla iç içe oluruz. Huzur ruhta, ruhumuzu bedenimizle buluşturalım, göreceksiniz o zaman insanlık huzurun Nirvana’sına nasıl çıktığını.

Son olarak bu konunun önemini çok iyi kavradığına inandığım Kızılderili, kabile reisinin söylediği şu anlamlı sözü konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır umarım. Amerika’da, doğayla iç içe yaşayan, ruhları tertemiz kızıl deriler için, toplu konut idaresi bir karar alır ve onları belli bir yere yerleştirerek rehabilite edeceklerini ve topluma uyumlu hale getireceklerini düşünürler. Bunun için Kızılderililere belli bir bölgede yüksek katlı binalar yaparlar ve Kızılderilileri oraya korlar o bölgede yaşamalarını isterler. Belli bir zaman sonra Kızılderililerin huzuru bozulur birbirine düşerler, hastalanırlar ve toprakla buluşacakları yerlere gitmek isterler, çünkü ciddi bir travma yaşamaya başlamışlar. Bu durumdan rahatsız olan Kabile Reisi, bir gün Toplu konut idaresi başkanın huzuruna çıkar ve ona der ki; Efendim sizler bizim için güzel konutlar yaptınız, bizi bu konutlara yerleştirdiniz, sizlere çok teşekkür ediyorum kendim ve kabilem adına; ancak bizler buraya geldiğimiz günden beri hastalıklardan kurtulamıyoruz, üyelerimiz saldırganlaştı, huzurumuz bozuldu, bunun için eski yerlerimize ve topraklarımıza gitmek istiyoruz der. Bunu anlamakta zorlanan başkan düşünürken, Reis der ki, bizim bedenimiz ruhumuzdan ayrıldı, ruhumuz dağlarımızda kaldı, siz sadece bedenimizi buraya getirdiniz, oysa bizim bedenimiz ruhumuzdan ayrılınca ancak çürümeye mahkûm olur. Onun için bizler Ruhumuzun yaşadığı yere gideceğiz. Ruhumuzdan ayrılarak yaşayamayız bizi mazur görün der ve müsaade ister…

Bize yapacağınız en büyük iyilik Ruhumuzun yaşadığı yere bizi götürmenizdir, biz ancak o zaman özgürlüğümüze kavuşuruz ve insanlığımızı anlayarak yaşarız. İşte, günümüzün materyalist anlayışı insanlığı Gerçek ruhtan kopararak, ruhsuz bir dünyanın içinde diri diri mezara koyma mücadelesi veriyor, bizler de ne kadar ileri gittiğimizi sanarak kendi imha sürecimizle ilgili ortaya konulan yanlış algı karmaşasına onay veriyoruz.

Allah’a rağmen Allah’tan bağımsız yeryüzünde cennet kurmak isteyen anlayışların hepsi tarihin ve insanlığın çöplüğüne gömüleceğinden hiç kuşkunuz olmasın…Ya ruhumuza döner yeniden yaşamaya başlarız, ya da bedensel hazların peşinde yuvarlanır ruhsuz bedenlerimizle insan olduğumuzu sanırız…İnsan olmaya ve yeniden dirilmeyedir bu davet…

Selam ve iyilik dileklerimle kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/01.06.2023/14.03.Namazgah: İST



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!