Bu Blogda Ara

18 Ağustos 2022 Perşembe

ORTADOĞU ÜZERİNE BABAMLA HASBİHAL

Ey benim babam sen ne adammışsın! Şimdikiler senin adamlığını görselerdi, adamlıklarından dolayı kaçacak delik ararlardı. Sen hep insanların barış içinde yaşamalarının kaçınılmazlığını anlattığın günlerde ilkokula daha yeni başlamıştım…1980 öncesinde ilçemizdeki olayların hız kazandığı dönemde, ülkücü hareketin önde gelen, bıyıkları sanki kara kalemle çizilmiş olan, o heybetli yürüyüşüyle, Cuma dayı biz Allahsız kitapsız komünistleri kesiyoruz. İnşallah vatanı tüm Allahsızlardan kurtaracağız diyen âşık Memmedi hatırlıyorum da bu günlerden nefret ediyorum.

Hey benim barış eri babam, âşık Memmede oğlum aklınızı başınıza alın, bu gâvur oğlu gâvurlar, sizin gibi gençleri birbirine kırdırtmak için üç öküzü oynuyorlar bunlara aldanmayın, nasıl kardeş kardeşin kanına girer? Siz bunlara nasıl inanıyorsunuz dediği günlerde amcamların evlerinin yan tarafında, bir akşamüzeri siz bunları konuşurken, ben de kulak asılmış sizleri dinliyordum. Gökler yerler ve sırtımı verdiğim ağaç konuşmalara şahitti, en önemlisi de Allah şahitti. O rabbimin şahitliği hala devam ediyor, ben ilkokul 3. Sınıftayken sizin o konuşmalarınız beni derinden yaralamıştı; o ağrı ve sızılar o gündür bu gündür devam ediyor, şu an yaşasaydın belki senin gibi bir mütefekkirden o konuşmaları yine dinlerdim…

Ey benim bilge ve adil babam, senin yanından hiç ayrılmayan ve senin bilgeliğinle yetişen oğlun, şimdi dünyanın karanlıkları arasında aydınlık ve adil yaşamak istediği için, yüreğinin her yanı yangın yeri… Hani senin anlattığın bir Hamido vardı, meşhur derdin, onu bilmeyen yok, ama herkes kötü bilirdi diye anlatırdın. Ben Hamido ismini ilk olarak 9 yaşımda senden duymuştum, o gün bir efsaneyi anlatıyorsun gibi dört kulağımla dinlediğim günü hiç unutamıyorum.

Hamido’yu tanımıyordum ancak senin anlattıklarının doğru olacağından hiç şüphe duymadan dinlemekle ne kadar iyi yaptığımı bugün daha iyi anlıyorum… Ey benim Rahmeti Rahman’a çoktan kavuşmuş, kemikleri şu anda olup olmadığını bilmediğim merhum babam! Senin gibi babalara hasret kaldı bu topraklar… Sen bana analitik düşünmeyi ve Hakkın yanından ayrılmamayı, karanlıkları nasıl okumam gerektiğini çok iyi öğrettin. Ondan olsa gerek, şu an etrafımdaki karanlıkları gördüğümde ve bu karanlıklarda oynanan oyunun kurallarını belirleyenlerin amaçlarını çok iyi bildiğimden, şu an içinde kıvrandığım acının tarifini sana yapmakta zorlanıyorum.

Ey babaların babası benim babam, seninle geçirdiğim, 35 yıl önceki çocukluğuma, tekrar dönseydim ve o masum haykırışları dinleseydim de bu günlerdeki acıları görmeseydim. Ey Hacı Burhan’ın Oğlu Kilisli Cumali, ben senin her şeye maydanoz olan oğlun Erol, hani hatırlar mısın? 8. Sınıftayken bir sınıf öğretmenim vardı Yusuf Kuyucu, karneme kendi görüşlerini ve benim hakkımdaki kanaatlerini yazarken şöyle başlamıştı…”Her karara itiraz eden çok çalışkan bir öğrencimizdir, ancak itirazlı yönü çalışkanlık özelliğini bozuyor diye bitirmişti.” Ben de sana Babacığım bu ne demek şimdi ben her karara itiraz etmiyorum ki, anlamak istiyorum ve hakkın ortaya çıkmasını arzuluyorum, peki bu insanlar bundan neden rahatsızlık duyarlar dediğimde bana yaptığın o veciz açıklamalar hala bu gün beynimde çınlıyor. İşte, onları bugün okuyucularımla paylaşıyorum, belki onlar da biraz ibret alır ne bileyim… İnşallah bir sakıncası olmaz, senin bıraktığın, Hak üzere yaşama mirasını ömrümün son anına kadar taşıyacağıma dair Rabbime söz verdim ve bir şiirimde ki mısralarım da hatta şöyle bitiyordu…”Eledim eledim, kalan senin sevgin, gökle yer öpüşse kesilmez nefesim, senin aşkın olsun son nefesim…

Rabbimin rahmeti ile kuşatmış olduğuna inandığım Adam gibi adam benim Babam. Seninle biraz karşılıklı konuşalım, biliyorum belki beni duymuyorsun dur, ancak ben senin söylediklerini çok dinledim, bugün ben de büyüdüm, şimdi senin Torunun aynı benim gibi her şeye itiraz eden biri, Hatta İsrail’i tek başıma ben yok edeceğim diyerek şimdiden hayallerini kuruyor, sanki senin ayaklarını kaldırdığın yere o basmış gibi, Söyler misin bana biz aile boyu şizofren mi yaşadık ki, tüm dünyaya meydan okumaktan korkmuyoruz, oysa paranoyak yaşamak tedirgin ve ürkek yaşatır, ama sen, ben tek başıma Allah’ın izni ile bu ABD ye karşı durabilirim çünkü ben kendimi Allah’a dayadım Bir kişi Allah’a tevekkül ettiği zaman onun yardımcısı her şeydir, ama biri de Allah’a dayanmazsa onun ne bir yardımcısı olur ne de koruyucusu dediğin günleri hiç unutamıyorum… Ama gel gör ki, bugün tüm babalar çocuklarına ve geride bırakacakları nesillerine, ABD’nin kuvvetli ve güçlü dünyanın tek sahibi, ilah olma marifetlerinin dışında bir şey anlatmıyor, ondan olsa gerek bugün bizim güreşçinin dışarıdan gelecek tehlikelerden sorumlu menajeri diyor ki, Batı bugün Hamidoyu vurmak için ayağa kalkarsa kesinlikle onların yanında yer alacağımızdan kuşkunuz olmasın diye etrafa yaymaya çalışıyor…

Babacığım affını diliyorum, seni yattığın yerde de rahat bırakmayan bir oğlun var, çünkü torunların da beni rahatsız ediyor. Onlara cevap vermekte zorlandığım için seninle biraz dertleşelim diye klavyenin başına geçtim. Yoksa kendi kendimi imha edeceğim, ben nasıl bir babayım ki, babam gibi net konuşamıyorum. Acaba kimleri korumaya çalışıyorum ki, inandırıcılığımı yitiriyorum diye hayıflandığım için seninle bunları paylaşıyorum. Yoksa başka kim anlar beni…

Ey benim babam, daldan dala atlıyorum, çabuk olmak istiyorum, çünkü biliyorum ayrıntıları sevmediğini. Onun için her konudan biraz anlatayım diyorum, senin bunları hemen anlayacağını bildiğim için birçok sorulara cevap almak tüm ıstıraplarım…

Tekrar Şu Hamidoya dönmek istiyorum, hani sen diyordun ya Hamido’nun öldürülmesini istemeyenler en fazla ağalardı diye, ben de neden öyle, ama Hamido ağalara karşı mücadele etmiyor mu dediğimde, ağalara karşı savaşıyor ama Hamido idam mahkûmu olduğu için hep dağlarda kalmasını istediklerinden yakalanmasını istemiyorlar diyordun. Sebebini de ağaların işlediği cinayetlere, bir fail bulmak zor olmadığı için böyle yaptıklarını anlatıyordun… Ama Hamido yakalanırsa bundan sonra cinayetleri işlemekte zorlanacaklarını, çünkü o cinayeti yükleyecekleri birini bulamayacakları için kimse bir yandan da Hamido’nun yakalanmasını ve mahkûm olmasını istemediğini söylüyordun… Ey babacığım sen ne kadar doğru söylüyormuşsun da biz bunları anlamaz zekâ özürlü olduğumuzu şimdi içinde yaşadığımız dünyayı görünce daha iyi anlamaya başladım…

Ey benim dertli ve şefkatli babam, öyle bir dünya da yaşıyoruz ki, tüm ağalar Hamido ’ya karşı savaşıyor görünüyor, ancak hiçbir ağa Hamido’nun zarar görmesini de istemiyor. Hamido zarar gördüğünde ve yakalandığında bundan sonra yeni bir Hamido oluşturuncaya kadar işledikleri cinayetlerinin faili olarak gösterecekleri kimseyi bulamayacakları endişesi, Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdi. Her gün yüzlerce cinayetler işleniyor, bunları kesinlikle Hamido yapmış olabilir diyen, cinayet şebekesinin yönetmen ve senaristleri hemen faili buluyorlar. Bizim gibi zavallı analitik düşünceden yoksun, çıkarlarını korumayı hakkı korumak olduğuna inanmış zavallı kalabalıklarda sindirmeden taş yutar gibi yutuyoruz… 

Ey benim Babam, hakikaten senin o mantıklı ve Haktan başka bir konuşmayı yapmaktan ve yaşamaktan uzaklaşarak hakka sığınarak güne başlayan heybetli çehreni o kadar çok özledim ki, hiç anlatamam. Şu anda, ne hak belli ne de batıl, hepsi iç içe, gel de bunların arasından bir doğru çıkar, olmuyor baba olmuyor. Herkes suçlu olarak Hamido’yu gösteriyor, ancak ben ise Hamido’nun bu kadar suçlu olduğunu ve bu olayların yegâne sorumlusu olduğuna bir türlü inanamıyorum. İki yıl önce dünya şampiyonu en iyi güreşçi tüm Nobelleri ve altın kemerleri almış kahraman, birkaç gün içinde Hamido’yu yakalayacağını ve onun işinin biteceğini söylüyordu. Ancak bu sözlerin üzerinden o kadar zaman geçti ki, Nobel ödüllü, Ortadoğu da tek işi yapabilecek olan altın kemerli güreşçinin de, çok kandırıldığını ve panterle timsah güreşine çekildiğini düşünüyorum. Çünkü dünya şampiyonluğu yaşamış bu güreşçi de gözden çıkarılmış gibi geliyor bana, neden diye, sorarsan güreş alanı olarak panteri timsahın alanında güreştirmek istiyorlar… Bu mücadelenin kaderi de zaten belli, timsah kendi alanına gelen en iyi ve güçlü varlıkları bir çırpıda yutabilir. İşte üzüldüğüm nokta da tam bura da başlıyor, Hamido hem korunuyor, hem de ağalar tarafından, tek sorumlu olarak adlandırılıp gizli gizli, Hamido’nun yaşamasının doğum günü partilerini yapıyorlar. Ey babacığım her dönemde sanırım bir Hamido çıkarılıyor. Hamidolar olmasa bu kadar zulmü, ölümü ve kanı kime yıkacaklar… Hamido yaşamalı ki, yönetmenler ve senaristler daha fazla oyun sergileyebilmeli.Hamido’nun varlık gerekçesini ve bu ölümlerin sebebini anlamayan bizim Nobel ödüllü ve tüm kemerlerin sahibi dünya şampiyonu  güreşçimiz bir bilse Hamido’nun yaşama gerekçesinin nedenlerini, ilk icraatı sanırım sahip olduğu kemeri kendinden almak isteyen ve Hamido ‘ya yardım edip her türlü cinayeti işleyen ağalara çevirecek yönünü…

Ey benim babam, işte oğlun bu kadar karmaşık bir yaşamın içinde, bu denklemleri doğru kurarak, Hamido’nun arkasında kimlerin olduğunu bildiği için, destek verip savunduğu güreşçinin içine düşğü acınası zilletten rahatsızlık duymaktadır. Ey baba! İşte seninle paylaşmak istediğim asıl mesele de bu zaten, biz bu güreşçimizi nasıl uyandıracağız. Yoksa kaybettiği bir güreşte hala belindeki altın kemerleri koruyacağını sanarak timsahın güreş alanında mücadele etmek istiyor, kim tarafından kandırıldığını biliyorsan söyle de o sahtekâr, teknik patronu ve danışma heyetini kendi ellerimle boğayım… Bana kızmazsın değil mi?

Bahadır Hataylı/ 18 Ağustos/2013


Babam ve Ben


17 Ağustos 2022 Çarşamba

BU KARANLIK DOĞAL DEĞİL BİR AN EVVEL DAĞILMALDIR

 Ekonomist değilim ama olan bitenlere baktığım zaman ister istemez insan içinde bulunduğu olumsuzlukları sorguluyor.34 küsur milyon konuta ihtiyaç varken,2022 yılı itibarıyla 40 milyonun üzerinde resmi konut varsa nasıl bu konutların fiyatları alabildiğine yükselir. Yabancılara konutlar satıldığı söyleniyor, oysa baktığımız zaman yabancıların konut alımları sadece %3 civarında o zaman burada başka bir şey olduğu insanın aklına geliyor. Son bir yıl içinde satılığa çıkan araçlar ile satılanlara baktığımızda 1/3 'ünün ancak satıldığını görmekteyiz, peki alıcı olmadığı halde bu fiyatlar nasıl bu kadar astronomik artabiliyor.

Toplumun ciddi anlamda sürü psikolojisine göre hareket ettiği muhakkak. Televizyonlarda her gün sabah akşam karga gibi öterek insanları yönlendirmeye çalışan bazı finansçılar toplumu istediği gibi yönlendirebiliyor. Adamın cebinde küçücük parası var parasının 100 kat üzerinde bir malı almak istiyor. Kardeşim senin buna çok mu ihtiyacın var, nedir bu acelen kendisini sorgulamıyor. Neden bu fiyatlar bu kadar artıyor diye yırtılırcasına bağırıyor.A101 satış raflarına baktığınızda "aldın aldın” “diyerek insanların içgüdüsel istekleri doğrudan tüketime yönlendirilerek onlarda korku hormonu salgılattırılıyor. Bu tarz Oyun oynayanların önü kesilmediği sürece insanların imkânları sürekli azalacak ancak ihtiyacı olan ürünlerin fiyatları artacak. Bu sanal ortamlar insanları bunalıma sokacak.

İnsan yaşamını sorgulaması gerekir. Üretim için gerekli olan girdilerin maliyetini hesaplayarak, bunun üzerine kendi karını koyarak ürününü  sattığında, yaşamını devam ettireceğini bilmelidir. Ancak öyle yapmıyor her gün ekranlarda hangi alana yatırım olursa daha çok kazanacağının hesabını yapıyor. Ancak bir inek sabah kalktığı zaman ne kadar süt vereceğini ve nereden otlanırsa daha çok kazanacağını sorgulamıyor, kendi görevi olan sorumluluğunu yerine getirerek insanlara faydalı bir ürün veriyor. Anlaşılan insan bazen bir öküz etmeyecek duruma gelebiliyor. Düşünen varlığın bir öküz kadar görevini yapmadığı bir yerde, herkesin başkasını suçladığı ve sorumluluğu kendi dışında aradığı bir ortamda sorunlar daima büyüyerek devam eder. Ondan dolayı sorunların kaynağı ve sorunların yayılmasına katkı sunanların kim olduğu bilinmeden sorunsuz bir yaşam hayal olur.

Bazen anlamakta zorlanıyorum üretilen ürünleri satacağınız müşterilerin alım gücü olmadığı zaman siz ürünlerinizi nasıl değerlendireceğinizi. İnsanların alım gücü ile ürünlerin fiyatları dengeli olursa hem üreten kazanır hem de tüketici ihtiyaçlarını karşılayabilir. Oysa kısa süreli kazanma hırsı belli bir kesimi yok ederken, yok olanların alım gücü olmadığı zaman üreticinin üretimi de elinde kalır. Birilerinin ölümünden kar elde edeceğini sananlar, kendi ölümlerini de yaklaştırırlar. Toplumsal yaşam böyle bir döngü içinde devam eder. Siz toplumun temeline çomak sokarsanız toplu imha gerçekleşir.

Yönetimin buradaki sorumluluğu yok değil, onun da büyük eksiği olduğu muhakkak. Çünkü yönetim toplumsal kargaşaya yol açan bu fesat unsurlarını tespit ederek onları ciddi anlamda denetime almadığı için faturanın bedelini ödemek zorunda kalır. Bugün olduğu gibi... Küresel ifsat şebekesinin insanları korkutarak getirdiği uçurum bizim toplumda fazlasıyla yangın çıkardı. Bu yangının doğmasına ve devam etmesinde etken olan bu yerli dinozorların önü kesilmediği müddetçe hep ortalığı karıştıracaklar.

Öyle bir ekonomik tanım yapıyorlar ki, kıt kaynaklarla ile sınırsız ihtiyaçların karşılandığını anlatıyorlar. Hiçbir yaratılmışın sınırsız ihtiyacı yoktur. İhtiyaçlar belli ancak kaynaklar mutlak rızık sahibinin elindedir. Peki, Tüm hazinelerin sahibi Allah olduğuna göre, onun katında bir sınır olmadığı halde neden insanlar bu kadar korkunun esiri yapıldı. İnanan bir toplumda insanların yaşamı ekonomik korkuların çukuruna düşmüşse, burada çok ciddi bir sorun var demektir. Toplum ciddi anlamda ahlaksızlığın dibine vurmasa böylesi bir çılgınlığın etkisi olmayacaktır. Toplum hep kendisini haklı çıkarırken sorunların kaynağını da yönetenlere yüklemekten zevk alır. Burada ince bir ayrıntı göze çarpıyor. Toplumun her alanında ahlaki virüsler genetik dokuyu kuşatmış görünmektedir zaman yapılması gereken toplum olarak kendimize nasıl geleceğiz onu ele almamız lazım.

Üretim maliyetleri değişmediği halde, her an zamlar alıp başını gidiyorsa, toplumsal doku her yanından yara alır. Biz toplum olarak yukarıda verdiğim bir kaç örneği dikkate alarak bu sorunların kaynağını kurutmak zorundayız yoksa toplumsal felaket ve felç bizi yok edecektir. Yamalar yapmakla bu sorunların üstesinden gelinmez. Dolayısıyla yönetim doğru tespitler yaparak sorunu kaynağından çözmelidir. Çok kirlenen ortama arada bir oksijen pompalayarak bu sorunu çözemeyeceğini artık anlamak zorundadır.

Son günlerdeki Tarım Kredi kooperatifleri aracılığıyla bu sorunların önüne geçme girişimleri sonuçsuz kalacağı bilinmeli ve hayali puslu hava oluşturanlar bir an evvel bulunmalı ve gerekli yaptırımlar yapılmalıdır. Yoksa bu pahalılık bir kadermiş gibi algılanacak ve insanlar bunalım yaşamaya devam edecektir. Ayrıntılı olarak yazmayı düşünmediğim halde buralara kadar gelmiş olmamdan dolayı da sizleri sıktıysam kusuruma bakmayın...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/16.08.2022/16.41



16 Ağustos 2022 Salı

DESTANI OLMAYAN KAHRAMANLAR LAZIM BİZE

Yazılmamış bir tarihin her koşulda mücadeleden elini çekmemiş bir kahramanı olarak mücadele etmiş, ancak zihni yorgun bir savaşçısının hayatından kesitler sizinle paylaşacaklarım. Gönlü kırda bayırda, bedeni beton yapıtlar arasına sıkışmış, üzerinden bulutlar geçmemek için yemin etmiş gibi, bir kabus altında  yaşamak zorunda kalmış bir kahraman bu satırlarda kendisine yer bulmaya çalışan...

Bir zamanlar eni ve boyu belli olmayan vadilerin, ufukta Güneşin batmakta zorlandığı dağlara sığmaz iken, bu günlerini görmemek ona yapılacak en büyük iyiliklerden biri olabilir. Öyle bir çökmüş ki, yüce dağ başına kümelenmiş dumanlar gibi her yanından alevler çıkmakta. Böyle bir kahraman nasıl olur da dalları kırılmış bir ağacın, kuşların konmadığı bir bedeni, dumanların çöktüğü kara bulutların istila ettiği yüce dağlar, göllere teslim olmuş çılgın nehirlerin bir zerresi olarak yaşama tutunmaya çalışır.

Her olumsuzluktan sonra olumlu bir taraf bularak hayata yeniden sarılan bu kahraman bu günlerde kendi içine kapanmış ve iniltileri duyulmasın diye bir fanus içinde kendine  yer edinmiş öyle bakıyor içerden dışarıya. Bakarken dışardakiler onun çaresizliğine hep şahit olurken ,o çare olduğunu orada bile içinde saklayarak dışarıya çıkacağı günlerin hesabıyla yaşamaktadır. Nasıl bir kahramanlık öyküsü bu diyenlere aldırış etmeden, içerde geçirdiği tutsak hayatın, ona kazandırdığı enerji birikimiyle çılgın bir patlamanın gerçekleşeceği günlerin umuduyla cennette yaşar gibi hissediyor kendisini...

Kahramanlık hikayeleri, kahramanların dünyayı değiştirmesinden sonra anlatılır hep. Oysa bu kahraman, yaşarken hayatının anlamlı yanları varsa, o anlamlılıkları herkesle paylaşmak için çırpınır her günbegün bir ses geldiğinde fanusun içine kulaklarını kapamış kimseyi duymak istemese de o sesler onun yüreğine öyle bir dokunuyor ki, fanus ona kabus oluyor uyurken bile...Nedir bu anlaşılmayan kaderim derken kendi kendine, aslında tayin edilmiş bir kaderin seçeni olarak yaşadığının farkına varmadan ,acılardan bir kule yapar o koca yüreğine ve küçük bedenine şeffaf fanusun içinde.

Çılgınlıklar hengamesi alıp başını giderken ona dokunmadan, ancak yüreğinde acılar bırakarak her şeye rağmen olduğu yerde  bunlara kafa yorarken, alıp başımı gideyim diye kendini yer; dünyaya kapalı kendisine  açık o küçük kulübenin içinde...Küçük kulübeler diye küçümsemeyin, kulübeler ne kadar küçük olursa olsun, yüreğiniz tüm evreni içine alacak kadar geniş sevgi ve merhamet dolu ise,o alanlar size genişliği yer ve gökler kadar büyüyebiliyor. İşte o kahraman öyle bir huzura kement atmışken nasıl olurda, o küçük kulübede yerim dar diye düşünur.Günlerin anısına  söyleyecek mesajlarını içine atarak, gelecek günlerin umuduyla naatlar yazıyor şimdi, o küçük kulübesinin içinde...

Kahraman dedikse, kahramanlık için yaşayan bir insandan söz etmiyorum size. Onun yaşamı hep kahramanca geçmesine rağmen o meydanlara kahraman olarak çıkmamıştır hayatı boyunca. Ondan çekilmiş şimdi kendi kulübesine ve kendiyle dertleşiyor, derdini anlayanlar olmayınca...Onun derdi, doğumdan ölüme yaşam alanında varsa bir sorumluluğu, hayatta karşılık bulması için tüm çabaları.O çabalar onun yüreğini öyle daraltmış ki, aslında başkalarına değil kızgınlığı, acaba ben nerede yanlış yapmadım diye hep tersten sorarak soruları, doğru yaptığı yer neresi onu bulma peşinde...Oysa etrafa baktığında herkes hayatından o kadar memnun ki, acaba nerede yanlış yaptık diye, hayatlarının neredeyse tamamının olumlu geçtiğini düşünürken, bu hayatında olumlu izler var mı onları aramaya çalışır. Böyle olunca kedisi ile diğerleri arasında bir doku uyuşmazlığı meydana gelir. Ondandır, yaşamını bir fanusun içine hapsedip kendisine küçük bir kulübe yapmasındaki amaç...

Neden tüm dünyanın varlıkları hayatlarının hep olumlu geçtiğini düşünüp, olumsuzlukların hiç olmadığını ya da madden bir zarara uğradığı zaman, hayatında yanlış olabileceğini  hesaba katar. Oysa bu anlayış insana rutin bir hayat armağan eder ve kişi kendisini erişilmez bir güç olarak görüp öylece yaşar. Bu yaşamlar kritik, analiz ve analitik bakıştan yoksun kalırlar. Oysa bir fanusa kendini hapseden ancak evren içindeki tüm yaratılmışları bağrına basacak kadar yüreği geniş olan, kahramanlık destanına ihtiyaç duymayan bu kahraman, hayatındaki olumlulukları ararken geçtiği her yolu sorgulayarak geçer. Doğruları alır, yanlışları ayıklar sonrasında istikamet üzere dosdoğru yolun bir neferi olmayı kendisine hedef edinir. Ondan olsa gerek bunun yaşamı sorgulamayla başlar, tanımayla kendine gelir, tanımlamakla yol alır, inanmakla mücadeleye girişir ve sonrasında insanlık harcının tohumlarını dünyanın her karış toprağına serperek insanlık üretmek için çabalar. İnsan olmayı yük sayanların dünyasında yaşadığı için, insanlığın tohumlarını bu dönemde kimse alıp kendisi için bir ekim yapmayı düşünmediğinden, şu an kendisine  münzevi bir hayatı uygun görür ve  bir fanusa sığacak kadar küçülmüş, bulunduğu yerde koca bir yürek ve küçük bir kulübe inşa etme derdinde...

Ey yürek ikliminde her varlığa bir yer barındıracak kadar koca yürekli, cüssesi küçük kahraman, sana hayırlar diliyorum...Hayır demeyi bildiğin için, şu an evet dediğin bir yaşamın koordinatlarını doğru tespitle meşgulken, sana hayırlar yağdırmasını diliyorum...Gün ola harman ola gör bakalım neler ola...

Sen bir zerre olduğunu bildin ve bir tohum olup sorumluluğunu kor ateş gibi yüreğinde taşıdığın için ellerinin yandığının kimse farkında olmasa da senin sıcaklığın bizim buzlarımızı eritti...Selam olsun sana sen bizim patlayan tomurcuğumuz, kırılan umutlarımızı onaran mimarımız ve üstümüzdeki bulutları dağıtmak için açılan Güneşimiz ol ki, seninle birlikte yeni bir mücadele başlasın, hayatımızın son bulduğunu sandığımız bu karanlık ortamlarda...

Selam ve sevgiler sana yüreğin sükunet bulsun vakarın daim olsun kal sağlıcakla...

Bahadır HATAYLI/15.08.2022/14.29





"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!