Bu Blogda Ara

16 Ağustos 2022 Salı

DESTANI OLMAYAN KAHRAMANLAR LAZIM BİZE

Yazılmamış bir tarihin her koşulda mücadeleden elini çekmemiş bir kahramanı olarak mücadele etmiş, ancak zihni yorgun bir savaşçısının hayatından kesitler sizinle paylaşacaklarım. Gönlü kırda bayırda, bedeni beton yapıtlar arasına sıkışmış, üzerinden bulutlar geçmemek için yemin etmiş gibi, bir kabus altında  yaşamak zorunda kalmış bir kahraman bu satırlarda kendisine yer bulmaya çalışan...

Bir zamanlar eni ve boyu belli olmayan vadilerin, ufukta Güneşin batmakta zorlandığı dağlara sığmaz iken, bu günlerini görmemek ona yapılacak en büyük iyiliklerden biri olabilir. Öyle bir çökmüş ki, yüce dağ başına kümelenmiş dumanlar gibi her yanından alevler çıkmakta. Böyle bir kahraman nasıl olur da dalları kırılmış bir ağacın, kuşların konmadığı bir bedeni, dumanların çöktüğü kara bulutların istila ettiği yüce dağlar, göllere teslim olmuş çılgın nehirlerin bir zerresi olarak yaşama tutunmaya çalışır.

Her olumsuzluktan sonra olumlu bir taraf bularak hayata yeniden sarılan bu kahraman bu günlerde kendi içine kapanmış ve iniltileri duyulmasın diye bir fanus içinde kendine  yer edinmiş öyle bakıyor içerden dışarıya. Bakarken dışardakiler onun çaresizliğine hep şahit olurken ,o çare olduğunu orada bile içinde saklayarak dışarıya çıkacağı günlerin hesabıyla yaşamaktadır. Nasıl bir kahramanlık öyküsü bu diyenlere aldırış etmeden, içerde geçirdiği tutsak hayatın, ona kazandırdığı enerji birikimiyle çılgın bir patlamanın gerçekleşeceği günlerin umuduyla cennette yaşar gibi hissediyor kendisini...

Kahramanlık hikayeleri, kahramanların dünyayı değiştirmesinden sonra anlatılır hep. Oysa bu kahraman, yaşarken hayatının anlamlı yanları varsa, o anlamlılıkları herkesle paylaşmak için çırpınır her günbegün bir ses geldiğinde fanusun içine kulaklarını kapamış kimseyi duymak istemese de o sesler onun yüreğine öyle bir dokunuyor ki, fanus ona kabus oluyor uyurken bile...Nedir bu anlaşılmayan kaderim derken kendi kendine, aslında tayin edilmiş bir kaderin seçeni olarak yaşadığının farkına varmadan ,acılardan bir kule yapar o koca yüreğine ve küçük bedenine şeffaf fanusun içinde.

Çılgınlıklar hengamesi alıp başını giderken ona dokunmadan, ancak yüreğinde acılar bırakarak her şeye rağmen olduğu yerde  bunlara kafa yorarken, alıp başımı gideyim diye kendini yer; dünyaya kapalı kendisine  açık o küçük kulübenin içinde...Küçük kulübeler diye küçümsemeyin, kulübeler ne kadar küçük olursa olsun, yüreğiniz tüm evreni içine alacak kadar geniş sevgi ve merhamet dolu ise,o alanlar size genişliği yer ve gökler kadar büyüyebiliyor. İşte o kahraman öyle bir huzura kement atmışken nasıl olurda, o küçük kulübede yerim dar diye düşünur.Günlerin anısına  söyleyecek mesajlarını içine atarak, gelecek günlerin umuduyla naatlar yazıyor şimdi, o küçük kulübesinin içinde...

Kahraman dedikse, kahramanlık için yaşayan bir insandan söz etmiyorum size. Onun yaşamı hep kahramanca geçmesine rağmen o meydanlara kahraman olarak çıkmamıştır hayatı boyunca. Ondan çekilmiş şimdi kendi kulübesine ve kendiyle dertleşiyor, derdini anlayanlar olmayınca...Onun derdi, doğumdan ölüme yaşam alanında varsa bir sorumluluğu, hayatta karşılık bulması için tüm çabaları.O çabalar onun yüreğini öyle daraltmış ki, aslında başkalarına değil kızgınlığı, acaba ben nerede yanlış yapmadım diye hep tersten sorarak soruları, doğru yaptığı yer neresi onu bulma peşinde...Oysa etrafa baktığında herkes hayatından o kadar memnun ki, acaba nerede yanlış yaptık diye, hayatlarının neredeyse tamamının olumlu geçtiğini düşünürken, bu hayatında olumlu izler var mı onları aramaya çalışır. Böyle olunca kedisi ile diğerleri arasında bir doku uyuşmazlığı meydana gelir. Ondandır, yaşamını bir fanusun içine hapsedip kendisine küçük bir kulübe yapmasındaki amaç...

Neden tüm dünyanın varlıkları hayatlarının hep olumlu geçtiğini düşünüp, olumsuzlukların hiç olmadığını ya da madden bir zarara uğradığı zaman, hayatında yanlış olabileceğini  hesaba katar. Oysa bu anlayış insana rutin bir hayat armağan eder ve kişi kendisini erişilmez bir güç olarak görüp öylece yaşar. Bu yaşamlar kritik, analiz ve analitik bakıştan yoksun kalırlar. Oysa bir fanusa kendini hapseden ancak evren içindeki tüm yaratılmışları bağrına basacak kadar yüreği geniş olan, kahramanlık destanına ihtiyaç duymayan bu kahraman, hayatındaki olumlulukları ararken geçtiği her yolu sorgulayarak geçer. Doğruları alır, yanlışları ayıklar sonrasında istikamet üzere dosdoğru yolun bir neferi olmayı kendisine hedef edinir. Ondan olsa gerek bunun yaşamı sorgulamayla başlar, tanımayla kendine gelir, tanımlamakla yol alır, inanmakla mücadeleye girişir ve sonrasında insanlık harcının tohumlarını dünyanın her karış toprağına serperek insanlık üretmek için çabalar. İnsan olmayı yük sayanların dünyasında yaşadığı için, insanlığın tohumlarını bu dönemde kimse alıp kendisi için bir ekim yapmayı düşünmediğinden, şu an kendisine  münzevi bir hayatı uygun görür ve  bir fanusa sığacak kadar küçülmüş, bulunduğu yerde koca bir yürek ve küçük bir kulübe inşa etme derdinde...

Ey yürek ikliminde her varlığa bir yer barındıracak kadar koca yürekli, cüssesi küçük kahraman, sana hayırlar diliyorum...Hayır demeyi bildiğin için, şu an evet dediğin bir yaşamın koordinatlarını doğru tespitle meşgulken, sana hayırlar yağdırmasını diliyorum...Gün ola harman ola gör bakalım neler ola...

Sen bir zerre olduğunu bildin ve bir tohum olup sorumluluğunu kor ateş gibi yüreğinde taşıdığın için ellerinin yandığının kimse farkında olmasa da senin sıcaklığın bizim buzlarımızı eritti...Selam olsun sana sen bizim patlayan tomurcuğumuz, kırılan umutlarımızı onaran mimarımız ve üstümüzdeki bulutları dağıtmak için açılan Güneşimiz ol ki, seninle birlikte yeni bir mücadele başlasın, hayatımızın son bulduğunu sandığımız bu karanlık ortamlarda...

Selam ve sevgiler sana yüreğin sükunet bulsun vakarın daim olsun kal sağlıcakla...

Bahadır HATAYLI/15.08.2022/14.29





13 Ağustos 2022 Cumartesi

AKILDAN YOKSUN HAYAT TAŞ VE BAYAT

Akıl pınarından çıkan enerji ile sulak beyinlerde üretim gerçekleştirmek için çıktığımız yolda, kurak beyinleri seçmiş olmak insanı öyle bir yoruyor ki, nasıl anlatsam bilemiyorum. Akıl, tüm yaşam alanlarında ekilmek istenen tohumların hepsine eşit mesafede fayda sağlamasına rağmen, bazı ekim alanları akıl ile arasına setler çekerek akıl pınarından faydalanmamayı daha çok tercih etmektedir. Akıldan faydalanmak isteyip te,akıl ile aralarına setler çekenler asla sulak bir araziye dönüşemezler. Sulak olmayan araziler nasıl ki, kıraç olduğu için tohumların filiz verip gövermesini sağlayamazsa, akıldan uzak beyinler de aynı özelliktedir.

Devenin hörgücünde bulunan sudan faydalanmaması zor durumlarda nasıl ki onu yaşam alanından çıkarıyorsa, aklı olan varlığın akıldan faydalanmaması da onu yaşamın dışına atar. Ondan dolayı akıl insan için çok büyük ve önemli bir nimettir. Bu nimeti tepeleyenler, Başlarına geleceğin hesabını yapamazlar. Gecenin karanlığında hiçbir ışık yokken önünüzü görmeniz nasıl mümkün değilse, akıl pınarının enerjisinden yoksun kalmakta aynen bunun gibidir. Akıl olmayan yerde doğru ile yanlış arasındaki fark ayırt edilemeyeceği için, insan nerede nasıl yaşadığını anlamaz hale gelir. Karanlık bir ortamın ayırıcı ve yol gösterici bir uyaranı olmadığı gibi, aklı kullanmamış olmakta insana böyle bir yaşamı sunar.

Kendi gizil değerlerinin farkında olmayan bir varlık, bu hazinelerini nasıl çıkarıp kullanabilir ki!İnsan,alışkanlıkların kurbanı olarak hayatını noktalamayı, kendi içindeki  hazineden faydalanmaya tercih ettiği müddetçe, karanlıkları hayatının vazgeçilmezi haline getirir. Karanlıkların dağılımında sabah aydınlığı ve Güneşin doğması ne kadar önemli ise, insanın yaşamına aydınlık günlerin gelmesi için de aklın kendi işlevine uygun görev yapması o kadar önemlidir. Bu gün insanın yaşadığı en büyük açmaz, aklını kullandığını sanıp, aklın dışında bir yaşamı sırtlanıp alışkanlıklarının kurbanı olarak hayatını sürdürmesidir.

Günümüz insanı rasyonel düşündüğünü söyler, ancak akılla arasına öyle haşin duvarlar koyar ki, duygularının esiri olarak yaşamasına rağmen, aklın onun için vazgeçilmez olduğunu söyler. Peki, insan söyledikleri ile ne kadar uyumlu yaşamış olabilir ki bu durumda.Aslında,İnsan dilinin esiri, yaşadıklarının kölesi ama aklın kılavuzluğunda var olduğunu sanır. Her insanın akıl kalıpları ve aklın etkilenme uyaranları birbirinden farklıdır. Öyle olduğuna göre neden herkes için, aynı uyaranlara aynı tepkilerin verilmesi arzulanır. İnsan aklı ile bunları sorgulamak ve doğru olanda aklı demirlemek zorundadır. Doğru seçimler oluştuğunda insan, aklı kazıktan boşanmış bir at gibi dizginlerini serbest bırakırsa, kendisi için en büyük kötülüğü yapmış olur. İnsanın kendisine yaptığı kötülüğü kendisinden başka hiçbir güç yapamaz. İnsan isterse ancak başkaları kötülük yapabilir. Bunun için de aklın devre dışı kalması gerekir. "Siz aklınızı kullanmıyor musunuz, hala akdetmeyecek misiniz, "gibi uyarılar insanın aydınlık ufuklara ulaşması için gerekli donanımlardır. Bunlar ihmal edildiği müddetçe, insan karanlıklarda, aydınlığa hasret, korkak ve ürkek bir varlık olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalır.

Bir buğday tanesini öğütmek ve insanlık için faydalı farklı ürünlere dönüştürmek için değirmen taşı ne kadar önemli ise, insanın yaşadığı evrendeki tüm uyaranları doğru görüp onları ayıklayıp tasnif ederek yaşama katkısı olanlar ve olmayacaklar nelerdir bunların ayrımını yapmak için de akıl o kadar önemlidir. Aklın önemini kavramamış olan bu varlık, kendi içindeki aktif enerji kaynağını imha etmiş olur. İnsan kendisine bahşedilmiş olan imkan ve kaynakları imha ederken kendisini yok ettiğini anlamayacak kadar da kendinden uzak yaşamaktadır. İnsanın kendi iç dünyası ile sürtüşme halinde olduğu bir ortamda, fiziksel olarak insana benzeyen bu varlığın insan olduğunu söylemekte, o kadar insanın kendinden uzaklaşması anlamına gelir.

Doğa ile insan arasındaki benzerlik ve yakınlığı doğru analiz ettiğimiz zaman, doğadaki kanunlar nasılsa insan için de aynı kanunların geçerli olduğunu görürüz. Kayalık bir ortamda nebatın yetiştiğine pek rastlamazsınız, hatta kıraç topraklarda da sadece belli bitkilerin yetiştiğine şahit olursunuz, ancak sulak alanlarda yetişen bitki çeşitliliğinin çok olduğunu gözlersiniz. Yani su toprak için en önemli değerdir. Aynı durum insan içinde geçerlidir. Suyun toprak için önemi ne kadar gerekli ise, akıl da insan için o kadar gereklidir. Yer altı sularının olması ancak bu suların yeryüzüne çıkıp onlardan faydalanmamak suyun varlığı için nasıl ki bir önem arzetmiyorsa,aklın insanda olması ama ondan faydalanmamış olmakta aynı özelliktedir. Onun için, doğa ve insan iç içe bir yaşamın vazgeçilmezleri olarak değerlendirilmesi gerekir. Doğadaki denge ve düzenin işleyiş kuralları ile insan yaşamının devamının işleyiş kuralları arasındaki yakınlığı ve benzerliği doğru anlayıp ona göre yaşam oluşturmak insan için gereklidir.

Bu örneklemeleri vermekteki amacım insanı kendisi ve iç işleyiş mekanizması ile tanıştırmak ve hayata öyle başlamasına katkı sunmaktır. Bu katkıyı doğru sunabilirsek, insan, insan gibi yaşama erdemini elde edecektir. Aksi durumda gecenin karanlığında aydınlığa hasret kalan, seçim yapma becerisi olmayan bir varlığa dönüşecektir. İnsan olarak kendimle alakalı elde ettiğim keşifleri herkesin kendisini tanımasıyla elde edeceğine inandığım için, ey insan! bu gidiş nereye, sana verilen en büyük nimet akıldan faydalanmak istemiyor musun diye haykırmak istiyorum...

Akıl pınarından hayatın tüm katmanlarını sulayarak her yanında bir yaşam gövertenlere selam olsun...Akıl başa geldi ömür tükendi, demir tava geldi ateş tükendi demeden önce bu başın akıl tarafından yönetilmesini temenni ederek, bu aklın sahibinin direktiflerinin aklı harekete geçirmesini gönülden istiyorum. Diğer tüm uyaranlar aklı yaşamın dışına atar...Yaşamın içinde akılla var olup gönülle hissedenlere selam ve muhabbetlerimi gönderiyorum kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/12.08.2022/17.56



12 Ağustos 2022 Cuma

ANCAK YARATAN ÖZGÜRLÜK BAĞIŞLAR

İnsan, insana özgürlük bağışlama yetkisini kendisinde nasıl bulur. Ne yazık ki yetki güç ve imkanlara sahip olan her anlayış başkaları üzerinde kendisinin sınırsız yetkiye sahip olduğuna inanır. Bu mütekebbirlikler devam ettiği sürece, büyük çoğunluğun karanlıklarda yaşadığına şahit olursunuz. Yani, insan kendi cinslerine karanlık bir yaşamı sunarken, kendisinin mükemmel bir varlık olduğunu ve yeryüzünde  var olan tüm ayrıcalıkların kendisinin hakkı olduğunu düşünür. İnsanın böylesi bir anlayışa sahip olması, farklı bir yaratık olma yolundaki çılgınlıkları ve ihtirasları sonrasında oluşur.

Hep sorgularız neden insanlar bu kadar gaddar olabiliyor, kendisi güllük gülistanlık, bir eli yağda bir eli balda iken, bununla doyamayarak çevresindeki hemcinslerine yaşamı çekilmez kılar diye.İşte,insanın bu yönünü anlamak ve onun o yönünü rehabilite edebilecek değer sistemleri, yaşadığımız dünyada beşerin eliyle bulunabilecek bir anlayış ve yaşam olmadığını anlamamız gerekir. Çünkü beşer sadece kendi  aklı ve dürtüleri ile böyle bir ihtirasın önüne  geçemez. İnsan, kendinde var olan hastalıkların tedavi yollarını kendi oluşturduğu değerlerle çözüme kavuşturamaz. Ancak insan kendindeki sorunların oluşum şekli ve büyüme yollarının ne olduğunu bilen yaratanın yeryüzündeki kanunlarını keşfettiği zaman, bunların üstesinden gelebilecek bilgiye kavuşur. Bunun için de aklı ve yüreği doğru kodlamak gerekmektedir. Aklı ve yüreği yaratanın belirlediği sisteme göre kodlamadığımız zaman, insan kendi mütekebbirlikleri ile hakikati yakalayacağını sansa da asla ona kavuşamayacaktır. Ne kadar çok bilgi akışını ele geçirirse geçirsin, o akış yaratanın yarattığı o güzelim yaratılışın akış kanallarından doğru akmayacaktır.Onun için insan önce kendisini tanıyıp kendisiyle barış yapması gerekmektedir. Kendisiyle barış mukavelesine imza atan her insan, kendi dışındaki yaratılmışlarla uyum içinde yaşar ve onlara tepeden bakarak kendisini ayrıcalıklı konumda görmez. Bu süreci yakalayan ve doğru kodlama sistemini uygulayan her insanın geleceği çok aydınlık olur.

İnsanın yeryüzündeki halifelik makamı,ceberrutluk haline dönüşünce  yaşam zindana dönüşüyor. Ne yazık ki ceberut olanlar mazlum olanların haklarını gasp ederek onları acınacak duruma getirebiliyorlar. Sonrasında da, haklarını gasp ettiklerine yeniden  hak ve özgürlük dağıtıyormuş gibi kendilerini kurtarıcı olarak gösterebiliyorlar. Böyle bir yaşamın insanlığa  hak ekseni üzerinde bir yaşamı getirmesini beklemek, insanlığın yok oluşunun habercisi olur.

O zaman ne yapalım  ki, bu karanlıklardan bütün bir insanlığı aydınlık yarınlara taşıyalım? Karanlık hayatın, sürekli kobayı olmaktan kurtulamamış olanlar olduğu sürece, zulüm ve ezilmişlik insan için kaçınılmaz olur. Oysa insanların özgürlüğünü bahşeden sadece ve sadece yaratıcıdır. Ondan başka hiç kimse insanın özgürlüğünü elinden alamaz. İnsanın özgürlüğünün bütüncül yok olması, ancak ölümle gerçekleşir. İnsan ölmediği sürece  özgürlüğünü elde etmek için başkasından emen dilenemez. Eman dilenerek özgürlüklerin kendisine verilmesini bekleyenler, insani bir yaşamın ne olduğunu anlamaktan uzak idrak yoksunu nesnelerdir ancak. İnsanın kendisine nesnesel bir yaşamı layık görmesi, ancak öznesel isteklerde bulunması onun çatışmalı bir ortamın nişan alınacak hedefi haline geldiğinin göstergesidir. İnsan kendisini herkesin nişan aldığı bir hedef olmaktan çıkarıp, mutlak özgürlük sahibinin merhametine bırakmadıkça bu yaşamın kurbanı olmaktan asla kurtulamayacaktır.

İnsan, yeryüzünün devam eden yaşamını yönlendirecek ve yönünü değiştirecek tek varlık olmasına rağmen, kendine yön bulmaktan aciz duruma gelmişse, bu sorumluluk tamamıyla kendisine aittir. İnsan kendi yönünü kaybettiği anda ona yön çizecek ihtiraslı cinslerinin kurbanı olmayı tercih eder. Bu tercih insan için yıkımın ve yok oluşun sinyallerini verir aslında...Bu kadar iddialı konuşmamın yegane sebebi, kendisi olmayı terk eden bir varlığın, onu farklı kalıplara sokacak olan herkesin hedef alanına girmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanlığın büyük çoğunluğu böylesi bir hayatta hiç olmayı tercih ederek kendinden kaçan bir varlığa dönüşmüştür. Çünkü kendisi olmak, ona büyük sorumlulukları ve özgürce yaşayacağı ortamı seçmesini ve bu seçimlerinin karşılık bulması için efor harcamayı beraberinde getirecektir. Ancak bu sorumluluklardan kaçan nesne olmayı göze alıp, bir özne gibi yaşamayı isteyen büyük kalabalıklar, asla arzularına varamayacaklardır. Arzular isteklerden oluşur, oysa irade  ayağa kalmayı sağlayan tercihtir. İnsanlar tercihlerinin kurbanı olur, arzularının hayalleriyle var olurlar. Kurban olduğumuz hayat, bizim seçimlerimizdir. Hayallerimiz ile olmak istediklerimiz ise, başkalarına bağışladığımız hayatımızın ulaşamadığımız imkanlarında buluşma arzusudur. Bu arzularımıza kavuşmak için avazımız çıktığı kadar bağırmakla bunlara ulaşma imkanımız olmayacaktır. Çünkü iradeleriyle kurban olanlar, Arzu ve istekleriyle, motoru olmayan bir hayatı istedikleri amaçlarına ulaştıramazlar. Onun içindir ki, insan kendi cinslerinin kendisi için sınırlarını çizerek oluşturmak istediği bir yaşamın kobayı olmaktan kurtulmak zorundadır. Böyle bir yaşamın kullanılan kobayı olmamanın yolu, yaşadığınız ortamın aktif ve iradesiyle kendi görüşünü ortaya koymuş olduğunuz bir yaşam olması gerekir. Kendi iradeniz yaşadığınız hayatın herhangi bir yerinde aktif katılımcı bir üye değilse, köle olmadığınızı nasıl söyleyebilirsiniz? Köleler ne özgürlük bağışlayabilirler, ne de özgürlüklerinin olmadığına inanırlar. Onların özgürlüğü ancak kazığa bağlanmış bir katırın kazık etrafındaki merada otlanmasından farksızdır. Yani kendi kazıklarını kendileri tercih etmiş olanlar için, kazığının sahibinin kim olduğunun hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla insan Yaratıcının belirlediği Tilkedudullah'ın dışında kalan tüm kazıkların kendisi için çizilmiş dairenin odağı olduğunu bilerek onlardan bağımsızlaşması gerekir. Bu bağımsızlığını kazanamayan insanlarla bu dünyanın ifsata giden yönünü değiştirme imkanı yakalayamazsınız. Onun için önce insanı kendi ifsat alanından çıkarmak zorundayız. Bunun yolu yaratıcının Yeryüzünde bizi neden yarattığını ve verdiği sorumluluğun farkına vararak kendimize gelip, özgürlüğümüzü yok eden hak dışı tüm bağlayıcıları, ayaklarımızın altına almaktan geçer. Böyle bir iradeye sahip olanlarla çıktığınız yollar,staplize bir yolsa başlangıcı, ilerledikçe dört şeritli otobana döner. Böyle bir yolda yürümek isteyenlere naçizane çağrım, insan olduğumuzu bilelim ve niçin var olduğumuzu idrak ederek kendi özgürlük alanımız içinde, tüm yaratılmışların bize bağışladığı ortamların, kölelik bahşişi olduğunu bilerek irkilip kendimize gelelim...

Bize özgürlüğü bağışlayana sırt dönerek, bizimle aynı koşullarda olanlardan özgürlük hak ve eman dilenmek, insan için en zelil bir hayatın istenmesidir. Bize bağışlanan nimetleri, bağışlayanın dışında kimse alma hakkına sahip değildir diyerek, ayağa kalkamazsak, efendilerimizin değiştiğini, ancak bizlere verilen tercihli kölelik kimliğimizin değişmediğini görürsünüz. Zorunlu köleliğin bir yaşam biçimi olarak bize sunulmasından rahatsızlık duyuyorsak zaman özgür ve sorumluluk sahibi yeryüzünün halifesi olmanın vakarıyla bir yaşam ortaya koymamız kaçınılmazdır. Böylesi bir yaşam için kalbi ve beyni ile hazır bekleyen tüm kardeşlerimi aynı düşünce inanç ve azimle bu dünya ölçeğinde bir sorumluluk almaya davet ediyorum...Selam olsun onlara ki, onlar sadece Yaratanın önünde eğilir ve ondan umut ederler...

Hiç kimseden almadığım ve yaradanımın bana bağışladığı bu özgürlüğümü, onun Tilke hududullahı içinde kullanma hakkını bana bağışlamasından dolayı ona sonsuz şükür ve hamd ederek, sizlere selam saygı muhabbet ve dualarımı gönderiyorum kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/11.08.2022/20.00 




"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!