Bu Blogda Ara

12 Ağustos 2022 Cuma

İSLAM'I OYUN SANANLARA YAZIKLAR OLSUN

"İslami oyunlar etkinliğine hoş geldiniz..."Sahiden bunu anlayan var mı bilmiyorum, ben anlamakta çok zorlandığımı söyleyebilirim(!)Gençlik dönemlerimizde İslami değerlerin belli işyerlerine isim olarak kullanıldığını gördüğüm zaman çok sorgulamalarım olurdu. Hamd şarküteri, Cihat tekel Büfe, Tekbir giyim, Oruç Market, Sahur unlu mamülleri,Huzur giyim, Tevhit yayınları, Şura eğitim vs. gibi kavramların insanların çıkar devşirme aparatı olarak kullanılması içimi çok acıtmıştır. Bunları sorgularken en yakın zamanda, İslami oyunlara hoş geldiniz cümlesini gördüğüm zaman, sahiden küçük dilimi yutmadım, çünkü bunlara aşina olduk ve kullanılacak acaba ne kaldı diye sonrasını sorgular oldum...

Adam kitapçıklar basıyor o kitapçıklara manevi bir anlam yükleyerek, altına da bir söz uydurup,Reulullah böyle dedi diyerek insanların manevi duygularını sömürmeyi din olarak pazarlamaktan hiç içtinap etmiyor. Hatta, hazır ve yanmaz kefenler diyerek koca bir kitleyi büyüleyebiliyor. Bunların her geçen gün artarak ve geniş kitleleri afyonlamak için meşru zeminlere taşınması hiç kimseyi rahatsız etmiyor mu? Bu değer sisteminin bu kadar çukura taşınması o değerleri yukarıya taşımadığı gibi,o değerleri kullananları da bulundukları çukurdan yukarıya asla çıkarmıyor. Peki buna rağmen böyle bir leş ortam niçin kimsenin yüreğini sızlatmaz. Bunları sorgulamayalım mı, Yoksa değerler kimsenin kendi aparatı olmadığını açık yüreklilikle ortaya koyacak  adam gibi adamlar olmaktan utanç mı duyalım...

Allah aşkına inanarak soruyorum, bana bir tane dini değerlerini kullanarak böyle bir etkinlik ismini gösteren farklı dinlerden örnekler verebilir misiniz? Yahudi veya Hristiyan oyunlar etkinliğine  hoş geldiniz,Yahutta Budist oyunları etkinliğimize has geldiniz yazan bir tek cümlelik örnek şu ana kadar duyan gören var mı?

Dikkat ediyor muyuz İslam dışındaki dinler, kendi değerlerini bu kadar ayaklar altına alarak kullanmaktan haya ederken, biz babamızın mirası gibi harca harca bitmez anlayışı ile neden kutsalları ayaklar altına almaktan hiç utanç duymayız. Ben burada ince çizgilerin olduğuna inanıyorum. Bazı atasözlerimiz var herkes bilir, köse torun dedesinin sakalıyla övünür, kağnı gölgesinde yürüyen it zannedermiş ki kağnı kendi gölgesinde yürüyor, aynı zamanda ağaç dibinde büyüyen yosunlar kendilerini ağaç sanırmış. Burada psikolojik savunma mekanizmalarından Özdeşim kurma özdeşleştirme doğrudan karşımıza çıkıyor. Kişi olamadığı ve olmak isteyip te yaşamındaki arzularını yenemediği için ulaşamadığı değerlere sahip çıkarak, ya da onların adını kullanarak kendisinin çok büyük işler yaptığına inanır, böylece manevi bir haz almaya çalışır. Dolayısıyla içindeki gerilimlerin verdiği rahatsızlıklardan böylece kurtulacağını sanır. Bu psikolojik travma kişinin ruhsal yaşamını olumsuz etkileyip onu böylesi bir yaşamda sürekli kıldığı gibi yüce değerleri de bu basit karakterler kendi seviyelerine çekerek değerlerin albenisini ve büyüklüğünü yok ederler. Yani Küçük insanlar büyük makamlara getirildiği zaman nasıl ki, kendileri büyümediği gibi makamları kendi küçüklükleri seviyesine çekiyorlarsa, bu yaşamlarda kutsalları böylece aşağılara çekmiş oluyorlar.

İnsani duruşu olmayanların yaşamında İslam'ın çok iğrenç görüntüler oluşturduğuna şahit olmaktayız. İnsan olanların yaşamında İslam, çok çekici bir mıknatıs olmasına rağmen, böylesi yaşamlarda itici bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Adam içki satıyor, tekel büfenin adı "Cihat "sahiden böylesi bir çarpıklığı nasıl izah etmek lazım...Bizler böyle İslami değerleri kendi çıkarlarına, çıkar katabilmek için, bu değerlere önem veren insanların yönelimlerini buraya taşıdığımız zaman, onlara İslami bir hizmet mi yapmış oluyoruz, yoksa değerleri kendi pisliğimize mi çekmiş oluyoruz. Bu çarpık basit ve dinin sırtından geçim sağlayarak dine hizmet ettiğimizi sandığımız ahlaksız eylemlerimize ve düşüncelerimize bir son vermediğimiz zaman, sanıyorum Allah'ın gazabını yaklaştırmış oluyoruz. İslami oyunlar ifadesi başlı başına hastalıklı bir yapının ortaya koyduğu tavır olduğuna inanıyorum. İslami oyun ne demek yahu; İslam, insanlığa oyun getirmedi. Allah bir oyun eğlence edinmek isteseydi onu kendi katında şanına uygun şekilde yapardı. O yapamadı da bize mi kaldı bu iş, yazıklar olsun böyle bir anlayışa ve bunu savunacak kadar çukura saplananlara...

İslam'ı oyun başlığı, bende öyle çağrışımlar oluşturdu ki, İslam'ı kullanarak hayatta bu kadar oyun oynandığı yetmedi mi ki, özel bir başlık altında bunun kullanılmasına ihtiyaç duyuldu. Aklıma Muaviye ölüm döşeğinde yatarken oğlu Yezidin söyledikleri geldi. "Baba, sen hastasın olabilir ki ölebilirsin, şu hilafet yüzüğünü İslam'ın geleceği için, ne olur benim parmağıma tak ta, senden sonra Müslümanlar başsız kalmasın dediğinde, Muaviye akıbetini gördüğü için der ki, ah oğlum ah, ben Müslümanların geleceği için diyerek öyle işler yaptım ki,İslamla hiçbir alakası yoktu, bari sen babanı kandırmaya çalışma..."Evet ben de diyorum ki,o kadar oyunlar oynanıyor ki bu değerler üzerine, bari İslam'ı oyunlar ifadesi ile bu kadar açık, oyun oynamayın bizlerle; yeter artık ne zihnimiz ne yüreğimiz bu pisliklerin kokusuna ve görüntüsüne dayanmaz oldu...

Müslüman olduğuna inanan ve Sadece rabbine kul olmaya aday olan sorumluluk sahibi her insana çağrım, İslami değerler üzerine bu kadar açık oyun oynayanlara fırsat vermeyelim...İslam dışı güçler bu değerlere bir saldırı yaptığında nasıl refleksler harekete geçiyorsa, aynı reflekslerimiz bu değerleri kullanarak hayatın dışında bir çöpe dönüştürdüklerinde neden geçmiyor. Şunu özellikle bilmemizde fayda var; Kutsal değerler her dönemde ona saygı duyduğunu söyleyen ancak hayatta karşılığı olmayan bir yaşama çevirenlerden geldiği muhakkaktır. İsmi tevhit diye yıllarca o yayınlardan kitaplar aldığımızı biliyorum bizim gibi müşteriler onların ekmeklerine ekmek kattı ancak değerlerin yok olup gitmesine de bu anlayışlar hep ön ayak oldu. Yazıktır, hakikaten yaşam alanımızda olmayan bir değerin ismini bayraklaştırarak onu anlamlı kıldığımızı sandığımız hastalıklardan kurtulmamız gerekiyor. Yoksa Allah'ın tokadının çok sert olduğunu bilmemizde fayda var....

Ayrıntıya inerek sizleri fazla meşgul etmek istemiyorum ancak bu tür ifadelerin tamamı bir utanç vesikası olduğunu gönül huzuruyla söyleyebilirim. Hiç kimsenin maslahatının korunmasının gerekliliğine inanmıyorum. Benim için maslahat hakkın yaşanması ve hakkın yanında olmaktan geçiyor. Onun dışındaki tüm maslahatlar bizim hayatımızın mat olmasıdır.

Selam saygı muhabbet ve dualarımla rabbim bizleri hakikati hakikat olarak algılayıp öyle yaşayanlardan eylesin ve kutsal değerleri kendi çıkarları için kullanıp onları anlamsızlaştıranlardan da beri kılsın...Rabbim, içimizde sadece zulmedenlere erişecek olmayan o fitneden (gazabından) bizleri koru ve bizleri dosdoğru yaşayan ve sadece sana kul olanlardan eyle....

Erol KEKEÇ/11.08.2022/14.42



9 Ağustos 2022 Salı

NE OLUR KENDİMİZE GELELİM GENÇLERE KUCAK AÇALIM

Bir toplumun kendi genetik ve kültürel kodlarına göre yaşamını sürdürmesinin en önemli görüntüsü, kendi değer sistemleri ile varlığını ortaya koymasından geçer. Kendi değer sistemleriyle  küresel  etkilerin kuşatmasına teslim olmuş toplumlar, kendilerinden çok uzakta yaşarlar. Günümüz yaşam denklemlerine bir bütünlük içinde yaklaştığımız zaman, öyle problemli yaşamlarla karşılaşıyoruz ki, bunların problem olduğunu fark edebilmek bile başlı başına bir başarıdır.

Dünyanın, etkileşimi yüksek ve ikincil ilişkilerin yoğun yaşandığı küresel bir köy haline geldiğini dikkate alırsak, toplumların kendi genetik ve kültürel kodları ile varlığını sürdürüyor olmalarını düşünmek tam bir fiyasko olabiliyor. Çünkü ortak küresel kültür planlaması dijital yaşamla birlikte temel kültür haline geldiği muhakkaktır. Hangi topluma giderseniz gidiniz, kendi kültürel kodlarının ciddi anlamda tahrif edildiğini görüyorsunuz. Hem de en belirgin olarak toplumsal yaşam içindeki ilişkilerde bunları açıkça fark ediyorsunuz. Cemaat  olarak yaşayan ve birincil ilişkilerin çokça olmasını beklediğiniz, ilişkilerin yüz yüze samimi, sözlü ve sıcak iletişimi beklediğiniz yerde çok ceddi yapay ve yüzeysel yaşam biçimleri ile karşılaşıyorsunuz. Bu görüntülerin tamamı, küresel etkinin coğrafya gözetmeksizin her ortamı etkisi altına aldığının göstergesidir.

Toplumsal farklılaşmaların belli bir süreç bir doğrultusunda, planlı ve yaşamın tüm boyutlarında bir evrim halinde gerçekleşmesi, toplumsal değer sistemlerini toplumsal yapıyı yıpratacak ve değiştirecek şekilde etkisi altına aldığına pek rastlamıyorsunuz. Çünkü toplumun değişim ve dönüşüm sürekliliği hep devam ettiği için toplum kendi rotasını koruyabiliyor. Ancak toplumların böyle bir değişim çizgisi yoksa, bu toplumlarda küresel etkiler tam bir ifsat oluşturabiliyor. Bunların en açık örnekleri de üçüncü dünya ülkeleri ve Ortadoğu toplumlarıdır. Bu ülkelerin genetik kodlarıyla oynandığı için kültürel kimlikleri çok çabuk etki altında kalabiliyor. Dışarıdan gelen rüzgarlar bu toplumlarda ciddi bir alçak basınç alanı yakaladıkları için, tüm ifsat selleri ve yağışları bu toplumların üzerine yağıyor.

Bir toplumun kültürel alçak basınç altında kalmaması için, öncelikle kendi kültürel kimliğini canlı olarak yaşaması gerekir. Kendi kültürel ve tarihi bağlarını hiçe sayanlar, her daim küresel etkilerin değiştireceği kapsam içinde yer alırlar. Çocukluğumuzdan bu yana bizim toplumda geriye dönük bir gözlem yaparsak, nasıl endişeli süreçlerden korkak ve ürkek olarak bu günlere geldiğimize şahit oluruz. Her yeni kuşak öncekiler tarafından hep değişimin temel dinamikleri olarak algılanmıştır. Hatta üniversitelerin açıldığı şehirlerde hızlı değişimlerin olduğu, dolayısıyla bu şehirlerimizin gençliğinin yoldan çıktığı anlatılmış, neredeyse orada okuyan gençler kendi toplumuna ait olmayan bireyler gibi algılanmış ve onlara karşı tavırlar geliştirilmek istenmiştir. Yani eski kuşaklar ifsat mekanizmasının alevlendirilmesinde gençliği sakıncalı bulmuşlar ve bu şartlar altında gençleriyle ilişki kurmak istemişlerdir. Bu durum ister istemez kendisini potansiyel tehlike olarak gören gençlerin yeni arayışlara girmesini beraberinde getirmiştir. Gençliğin bu arayışlarını her dönemde küresel rüzgarlar es geçmemiş dikkate almış ve küresel kültürel kodların kuluçkaya yatması için, bu ortamları kendisine mesken edinmiştir. Yani gençlik böyle bir yaşamı tercih etmemiş, önceki kuşakların gençlerle aralarına ördüğü duvar gençleri yeni arayışlara götürmüş ve küresel etkiler de bu açıklığı kapamayı bilmiştir.

Bu sürecin hep böyle gitmesini istemiyorsak, önceden gelen her kuşak yeni kuşakları dışlayan ve onlarla aralarındaki bağları koparır davranışlardan kaçınması zorunludur. Bugünün olgun ve yaşlıları da dünün gençleri ve çocuklarıydılar. Dolayısıyla hep önceki kuşaklar ile sonraki kuşaklar birbirinin dilini anlamadan araya duvarlar örerek bu günlere gelmiştir. Böylesi bir açmazın bizim açımızdan olumsuzlukları çok fazla olmasına rağmen, küresel güç olarak, dünyayı küresel küçük bir köy haline getirmek isteyenlerin iştahını kabartmış ve onlar için yeni hazineler keşfedilmiş olmaktadır. Oysa bu sürecin gedikleri çok kolay kapatılacak olmasına rağmen, gençleriyle aralarındaki bağı koparan toplumlar bu süreç içinde boğulmuşlardır. Şu an bizim gibi toplumsal tarihsel ve kültürel kimlikleri ön planda olan toplumlar bile bu dalgaların dövmesiyle bir bir enkaza dönmüş durumdadır. Bunun önüne hiç geçilemez, geldiğimiz noktadan ancak ne kadar daha az etkileniriz diyerek kendi kabuğumuza çekilmekle bunların üstesinden gelme imkanımız yoktur. Savunma her zaman ve ortamda yenilginin başlangıcıdır. Biz toplum olarak kendi değerlerimizi dominant yaşar hale gelirsek, dışarıdan gelen rüzgarların açacağı tüm gedikleri kapamış oluruz. Gün geçmeye ki toplum olarak çok sakıncalı bulduğumuz davranışlar toplumda legal hale gelmesin...Her geçen gün olumsuzlukların doğal olarak yaşandığı günlere hızla giriyoruz. Bunların önüne hep birlikte geçebiliriz. Bizim dışımızda bize dayatılan yaşamlardan dönme şansımız yok diyerek kendimizi alçaltmayalım. Biz bir nesne değiliz, düşünen anlayan neyin doğru neyin yanlış olduğunu idrak eden süjeleriz. Dolayısıyla kendi küllerimizden yeniden dirilecek közleri küllerin içinden çıkaracağız. Bizi yaşatacak enerji dışarıdan gelmez kendi köklerimizde var, onlara sarılıp onları ortaya çıkarmak zorundayız.

Bir toplum kendi gençlerini kötüleyerek bir yere varamaz. Gençlik bizim aynamız, onlara baktığımızda aslında kendimizi gördüğümüzü bilelim, o zaman kendimizle barışarak sonrasında aynaya bakalım. Bu gençleri biz ithal etmedik dolayısıyla ithal mamullermiş gibi değerlendirme yapmaktan kaçınalım. İdrak eden her insanımızın sorumluluğu var bu değişim rüzgarlarının tufana dönüşmesinde...Tufan diyorum çünkü önüne çıkan her şeyi savuruyor, önünde durana aşk olsun derler ya, duracağız ve onların bizim toplumsal dokumuzu etkilemesine fırsat vermeyeceğiz. Küresel  kasırgaların ülkemizin hiçbir noktasında ve hiçbir tepesinden gedik açmasına fırsat vermeyeceğiz. Bu bizim elimizde, kenetlenmek zorundayız, çıkar menfaat ve kendimizi kanıtlama hastalığından kurtulup, hepimizin birimiz, birimizin hepimiz içinde ancak bir anlamının olduğunu kavrayacağız. Böylesi bir anlayış ve bakışla ayağa kalkan toplumlar kendi kökleri üzerinde gümrah aştıkça albenisi artan bir ağaç gibi canlılara gölgesinde yer açar. Böyle olmazsa çalı çırpı ve dalları kırılmış, bir oduncunun keseceği günü bekleyen, kurumuş ağaca döner...

Yüreklerden yüreklere bir bağ kuralım, gençlerimizi bağrımıza basalım, onları küresel kasırgaların etki alanından çıkaralım...Çıkarlarımızı korumak için ne olur gençlerimizi harcamayalım...Onlar bu gün olmazsa, yarınlarımız çok kararır. Karanlıklara kendilerini hapsetmek istemeyenlere çağrım, gelin hep birlikte el ele, gönül gönüle bir olalım diri olalım kendimize gelelim, toplum olarak ayağa kalkalım daha yapacak çok işimiz var...İşte, yapılacak o işlerin verimli olması için gençlerimize dümende yer verelim, onlar bizim açmadan soldurulmak istenen tomurcuklarımız; tomurcuklarımızı ne olur koparmayalım küstürmeyelim bağrımıza basalım...

Ne mutlu onlara ki, Onlar Milletini kendinden öncelikli görürler, selam olsun onlara...

Selam saygı muhabbet ve içli dualarımla herkese kucak dolusu  şefkat ve merhamet sıcaklığını serpiyorum kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/08.08.2022/15.20



6 Ağustos 2022 Cumartesi

TOPLUMSAL KAOSLAR NEDEN ARZULANIR

Bir topluma yaşamı çekilmez kılıp bunalım ortamları oluşturmanızın en önemli nedeni, toplumsal talepleri karşılamaktan uzak çatışmalar üzere kurulu bir tabloyu onlara sunmanızdır. İnsanların en çok depresyon yaşadıkları zaman, ne yapacaklarını şaşırmaları ve tercihlerini de istemedikleri halde belirlemeleridir. İstemediğiniz bir yaşamı tercih etmek zorunda bırakılmak kadar kötü bir durum yoktur insan için. Ne yazık ki bizim toplum tam da bunu yaşar olmuştur.

Ekonomik yaşamın getirdiği ağırlıklar altında ezilen insanlar, bu ağırlıkların altından kurtulmak isterken, diğer taraftan tercih yapmak zorunda bırakıldıkları kurtarıcılara da hiçbir güven duymuyorlarsa, bu insanlığın felaketi demektir. Bir toplumu böylesi bir felakete sürüklemek hiçbir aklı başında siyasal yönetimlerin işi olamaz. Çünkü insanların güvenlerinin yitirildiği ortamlar, toplumsal depresyonları beraberinde getirir. Depresyon toplumsal vakaya dönüştüğü zaman toplumun genetik dokusu yara alır. Yaralanmış bir toplumun, yaralı aslandan farkı kalmaz. Kime saldıracağının hesabını yapmaz ve önüne kim gelirse hıncını ona yöneltir. Toplumun geleceği bu son duruma bakarak, topluma faturayı kesmek kadar ahmakça bir tavır olamaz. Maalesef bizim gibi ülkelerde, icraat makamında olanlar, kendilerini hep doğru yapan olarak görmekte, toplumun ise, kendilerini anlamayacak düzeyde gerçeklerden uzak olduğunu düşünmektedirler. Böylesi bir algı toplumsal felaketi yaklaştırır.

Neden insanlar özgür iradesiyle doğru ve yanlış arasında farkı fark ederek, doğru tercihlere yöneltilmez. Çünkü kaos ortamları, kaos çıkaranların ömürlerini uzatacağı mantığı ile bakılır; dolayısıyla insanlık bu kaos ortamlarından istem dışı tercihe zorlanır. İnsanların tercihlerini belirlemekle sorunlar çözülmediğine göre, insanları böylesi karmaşık ve içinden çıkılmaz güvensiz ortamlara taşıma yerine herkesin kendi sorumluluk alanlarındaki görevlerini layıkıyla yerine getirip, insanların bilinçli tercih yapmalarından neden kaçınılır. Bizim toplumda yönetici erk hangi anlayıştan olursa olsun, sürekliliğini sağlamak için hep bulanık sularda insanları yaşatma arzusu içindedir. Oysa Yaratanın insanlardan istediği, sağlıklı bir ortama insanları kavuşturmak ve böylesi ortamlarda kendi iradeleriyle tercih yapma imkanlarını onlara sunmaktır. Zaten elçilerin gelme sebeplerinin arasında da bu durum en önemli etkendir. Önce karanlıklar kaldırılmalı doğru ile yanlış arasındaki ayırıcı belirgin çizgiler netleşmeli ki, doğruyu tercih edenler de tercih etmeyenler de bilerek eylemlerini ortaya koysunlar. "İman edenler bilerek iman etsin, iman etmeyenler de bilerek inkar etsin diye apaçık ayetler açıklanmıştır. "Dolayısıyla karmaşık ortamlarda insanların tercihleri kimseyi aldatmamalıdır.

Ülkemiz politikacılarının duruşlarına baktığım zaman, sahici ve sorunları ortadan kaldırmaya dönük bir çalışmanın, inandırıcı olmaktan çok uzak olduğunu görüyorum. Çünkü iktidar olanlar, günü kurtarma ve vitrin düzenlemekle meşgulken, muhalif olanlar yapılan vitrin çalışmalarının gözlerine iyi görünmediğini anlatarak zaman geçiriyorlar. Dolayısıyla iki anlayışta insanların problemlerine köklü bir çözüm arayışı içine girmekten kaçınıyorlar. Çünkü sorunlar çözüldüğü zaman sorunlarla boğuşmayan insanların bir daha neden kendilerini tercih etmeleri gereksin ki diye düşünerek hep sorunlu ortam oluşturma derdindeler. Oysa toplumsal yaşamı organize etmek isteyen bir anlayış, toplumsal yaşamın sürekli mutlu ve huzurlu bir yaşam ekseni üzerinde olmasını sağlaması gerekmez mi? Ne yazık ki pragmatik bakışla olaylara yaklaşanların tamamı, önce can sonra canan mantığı ile olayları ele aldıkları için toplumu bir türlü huzura götüremiyorlar.

Bir toplumun yöneticilerine verdiği sınırsız kredi hiçbir zaman yoktur. Belli primler verilir ancak bu primler insanların lehine kullanılmaz da, bunlar çıkar devşirmenin ötesinde ortalıkta yoksa, bu primler yerini cezaya bırakır. Ceza da ödül de insanın düşünmesi için bir dinlenme arasıdır aslında, ama ne hikmetse ödül alanlar sürekli sevilen biri olarak ödüle layık görüleceklerini düşünebiliyorlar, oysa bilmiyorlar ki güvenin bittiği yerde sevgi yerini şiddete bırakır. Ceza da otokritik yapmak için önemli bir fırsat olmasına rağmen, ceza ile yapılan olumsuz eylemler karşılık bulduğunda, yönetimde olanlar saldırganlaşabiliyor ve arkasından faturayı cezayı kesen halka yıkmaya çalışabiliyor. Böylesi anlayışlar devam ettiği sürece bir toplumun aydınlanması mümkün değildir.

Bütün bu tanımlamalar ışığında gerçekçi bir bakışla toplumsal problemlerimizi çözmek istiyorsak, öncelikli olarak yönetim mekanizmasına gelmek isteyenler kendi sorunlarını çözmelidirler. Kendileri ile barışık olmayanlar toplumla sürekli savaş yaparken toplumun problemlerine öncelik vermezler. Toplumun problemlerini öncelikli görmeyen bir anlayış sadece topluma yük olur, ancak toplum seçeneksizlikten dolayı böylesi anlayışlardan birini göreve getirdi diye, kendilerinin çok iyi olduklarından bu işe layık görüldüğünü sanmamaları gerekir. Yaşadığımız dönemde bu toplumun fedakarlığının bedelini ödeyen ve ödeyecek bir yöneticinin olduğunu düşünemiyorum. Toplumdan alınan imkanlarla topluma yapılan hizmetlerin karşılığı fedakarlık değildir. Her insan bulunduğu makamın rollerini yerine getirmese de fazlasıyla bunun karşılığını almaktadır. Yani çalışan çalıştığının karşılığını örtülü örtüsüz götürürken, neden insanlara havalar atılır şunlar şunlar yapıldı diye...Kimse bedelini almadan bir iş yapmıyorsa bu bir imtiyaz sahibi olmak anlamına gelemez. Ülkenin her insanı ülkesine verdiği değer oranında birbirinden farkı yoktur. Kimisi parasıyla, kimisiyle canıyla, kimisi emeğiyle, doğrudan ya da dolaylı ülkeye katkı sunmaktadır. O halde ayrıcalıklı olmak ne demek, doğrusu ben bunu anlamıyorum...Çoğu zaman şahit oluyoruz sen benim kim olduğumu biliyor musun diyenlere...Ben bu arkadaşlara diyorum ki, sen kendinin kim olduğunu bilmiyor ve kendini kaybetmişsen ben nereden bileyim senin kim olduğunu, çünkü sen bir hiçsin hiçin de tanımı olmaz diyorum...

Ülkemiz insanını bu karanlık ve kaos ortamlarından çıkarıp aydınlık yarınlara taşıyacak aydınlık fikirlere ve bunların istikrarlı eylemlere dönüşmesine çok ihtiyacımız var. Politik arenadaki oluşumlar ülke sorununu çözmekten ve insanlara huzur ve mutluluk getirmekten çok uzak anlayışlar olduğu her geçen gün daha bir kanıtlanıyor. Çünkü hırslarının kurbanı olan ve onlar yedi biraz da bu imkanları biz yiyelim diye düşünenlerin rekabet yaptığı bir ortamda Millete sıra gelmeyeceği kesin...O halde sadece İnsan olarak var olan adalet ekseninde yürüyen ve insanlığa hizmet dışında bir kırmızı çizgisi olmayan insanları neden ülke yönetimine getirmek istemiyoruz. Bizim kaderimiz mi bu şekilde paçavraya dönerek zelil ve rezil halde yaşamak...Allah kimseye zulmetmez...Başımıza gelenlerin hepsi kendi ellerimizle yapıp ettiklerimiz yüzünden olduğu kesin..."Biz kendi durumumuzu değiştirip ayağa kalkmadığımız sürece Allah bizim durumumuzu değiştirmeyecek...

Seçeneksiz bırakılan bir toplumun yaptığı tercihlerin hiçbiri bizi aydınlığa çıkarmayacaktır. Aydınlık ortamların oluşması ve iradi tercihlerin yapılacağı günlerin bir an evvel gelmesi dileğimle herkesi aklını kullanarak yaşamaya davet ediyorum....

Selam saygı muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/05.08.2022/15.25




"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!