Bu Blogda Ara

3 Ağustos 2022 Çarşamba

İSLAMCILIK HEDEFSİZ BİR YAŞAM ARMAĞAN ETTİ

Hedefiniz gözle görülen somut bir gerçekliğe kavuşmak ise, yok olma ihtimaliniz çok yüksek demektir. Dünya eksenli ideolojik yapılanmaların neredeyse tamamı kendilerini  böyle bir hedefe kodladıkları için, bu hedefe varmaları halinde ya da hedefe ulaşmanın imkansızlığına inandıkları zaman, bulundukları yolu kısa sürede değiştirdiklerine şahit olmaktayız. Özellikle bulunduğumuz coğrafya da dini ve ideolojik hareketlerin böylece çözülüp yok olduklarını görüyoruz. Özellikle İslamcı ve Sol ideolojiye mensup olan yapılanmalar çok kısa sürede kendi varlıklarına savaş açar duruma geldiler.

Atmış sekiz kuşağı olarak bilinen, büyük idealler ve hedefler için mücadele eden sol ideolojik hareketlerden günümüzde bir örnek gösterebilir misiniz? Çünkü varmak istedikleri hedef, gücü ele geçirerek güçle sahip olunan imkanlara kavuşmak ve yaşam standartlarını daha yukarılara çekebilmekti. Bunlara kimisi kavuştu, kimisinin mücadele ortamında dar ağacında yaşamı son buldu. Ancak her iki örneği de dikkate aldığımızda bu gün gözle görülebilen idealist bir mücadele hedeflerinin kalmadığını görüyoruz. Hatta o kadar inandırıcılıklarını kaybettiler ki, bir ideolojik hareket gündeme geldiği zaman karşıdaki insanlar tarafından bir kandırılma taktiği olarak görülür oldu. Eski Sol düşünceye sahip olanların çoğu ülkenin dev kapitalist bankerleri olarak yerlerini aldılar. Hatta öyle duruma geldiler ki, geçmiş savundukları düşüncelerini bir çocuk oyuncağı olarak değerlendirip salon sosyalistliği ifadesiyle adlandırıldılar.

Ülkenin yaşam atmosferinin yönünü belirleyecek kadar geniş imkanlara kavuştular, ancak kendi yönlerini bulmakta zorlandıkları ve yön diye bir şeye inançları kalmadığı için, insanların ideoloji ve değer sistemlerine karşı lakayt tavırlar takınmasına öncülük ettiler. Bu insanların her ne kadar ideolojik yaklaşımları olsa da gelinen noktadan baktığımız zaman içlerinde sakladıkları gizli isteklere kavuşmaları onların ideal bir hedeften uzaklaşmalarını sağladı. Dolayısıyla bu topraklarda sol ideolojinin bir toplumsal hareket olarak varlık sahnesine yeniden inmesi artık imkansız hale geldi. Aynı süreçten ibret alınmamış olmalı ki, İslamcılık adıyla hayaller satan ve büyük bir ütopya olarak gündemleri işgal eden, uğruna hayatların yok olduğu hedefler de miadını varlık sahnesine çıkmadan tamamladı ve şu an can çekişir duruma geldi. Hatta o kadar çok itici bir özellik kazandı ki, toplumu kokusuyla rahatsız eden bir leş gibi bir an evvel ortalıktan kaldırılması bile çok geniş kitleler tarafından dillendirilir oldu.

Hedefiniz dünya ölçeğinde elde edilen ve gözle görülen maddi bir kazanım olarak yüreklerde yer edinmiş ise, bu hedeflerin terki ve farklı yaşamların kısa sürede misyoneri haline gelebilirsiniz. Ancak hedefiniz değerler sisteminin yeryüzünde sürekli iyileşmesi ve yaşamın her alanında yaşanabilir olmasının yollarını aralamak ve bu uğurda mücadelenin gerekliliğine inanılırsa, elde etmiş olduklarınızla tatmin olmaz sürekli mücadele ruhunuz alevlenir. Mücadele ruhları canlı olan ve sürekli alevlenenler sloganların kurbanı olmadıkları gibi vitrin değişimiyle istenilen hayatı yakalamanın da mümkün olmadığını çok iyi bilirler. Onların yaşamları esen rüzgarların yönüne göre biçim almaz, aksine rüzgarının yönünü hedeflerine hizmet edecek duruma getirerek, insanlık için faydalı ortamların oluşumuna katkı sunarlar.

İslamcılık düşüncesi bu topraklarda çok kötü bir bahtsızlık yaşadı, henüz filizleri çiçeğe dönmeden her cemaat, tarikat, grup, siyaset gibi oluşumların liderlerinin rahatlıkla kullanıp posası çıktığı zaman yaşam alanının dışına itilecek  pörsümüş ve cazibesini kaybetmiş görüntü haline getirildi. Hiçbir değer sistemi, bir liderin sonsuz kullanımına sunulmuş, kredide sınır tanınmayan harca harca bitmez denecek düzeyde ayağa indirilemez. Böylesi bir ortamın sonuç olarak size sunacağı yaşam, omurgasız hale getirilmiş, yerlerde sürünen kimsenin itibar etmediği, yaşama bir katkısı olmayan pasif edilgen ve itici bir yaşam olur...İslamcılar maalesef ki, bir değer sistemini kendilerinden daha basit duruma getirmeyi bu topraklarda becerdiler. Hatta kendileri olmadığı zaman o değerlerin hiç...…ve....ç olacağını anlatarak kendi itibarlarının değerlere anlam kazandırdığını anlatacak kadar da küstahlaştılar. İslamcılık kavramını biraz hassasiyeti olanların, eleştirilerek kullanımına iyi bakmayacaklarını biliyorum. Ancak bir realite birilerinin iyi bakmamasıyla değişime uğramıyor. Siz bir kavramın anlamını hangi yaşamla tanımlarsanız öyle bir misyon üstlenir. Ondan sonra ne kadar zorlarsanız zorlayınız bir daha o kavramı zihinlerinizdeki kutsal makama oturtamazsınız. Haydan gelir huya gider kavramının ciddi bir anlamsızlığa bürünmesi gibi...Eskiden bu kavramın, mutlak Yaşatan ve yaşayandan gelip oraya gideceği, o olmasa hiçbir şeyin anlam ifade etmeyeceği anlatılırken, günümüzde bedavadan gelip bedavaya gitti, yani öylesine gelip öylesine gitti anlamına büründüğüne şahidiz. Onun içindir ki, kelime me kavramların aslıyetine uygun bir yaşamınız olmazsa, ortaya koyduğunuz yaşamlar o kavramların gizemini önemini ve kutsallığını ayaklar altına alır, sonrasında anlamsız bir kavramı savunur duruma geçeriz.

Bu toprakların İslamcıları, madde ve nisa ile olan imtihanlarını hepten kaybettiler. Bu iki unsur toplumun ibresini belirleyen iki temel olmasına rağmen, ibre kayınca diğerlerinin yerine doğru oturması da imkansız hale geldi. İnsanların duygularına hitap ederken parmağınızdaki bir nişan yüzüğünün olduğunu ve bunun dışında eğer geniş imkanlara sahip olursanız biliniz ki ben çalmışım diyecek kadar kendisiyle iç hesaplaşma yapan anlayışların, bu gün o günlerini yalanlayarak sahip olduklarını korumak için onlara meşru zeminler ve gerekçeler oluşturur duruma geçmek nasıl bir paradoksun yaşam alanındaki karşılığı olabilir.

Bu örnek her ne kadar kişisel olsa da İslamcı anlayışa sahip olanların neredeyse hepsinde bu anlayış kök saldı. Düne kadar haram ve helaller belli iken gücü ele geçirdiğiniz zaman o sınırlar kalkıyor ve yaptığınız her olumsuzluğun mutlaka olumlu bir yanının olduğunu anlatmak için kılıflar uyduruyorsanız, sizin değerlerden oluşan bir hedefiniz yok demektir. Bu gün toplumun içinde bulunduğu acınası  durumu, resmi dini kurumun başındaki şahsın, bunları Allah'ın ayarladığını söyleyecek kadar hakikatleri bağlamı dışında kullanarak olumsuzlukları kapamak için bir sera tabakası oluşturmak istemesi ne kadar insani ve İslami olabilir. Demek ki, İslamcılık herkesin yanındaki helvadan put gibi, acıktıkları her ortamda yenebilen bir nesneden farkı yokmuş. Ondan dolayıdır ki, İslamcılık ifadesi bu topraklarda Kutsal olan ve bir değer sistemi olarak herkesin karşısında saygıyla eğildiği bir değer olmaktan çıkmıştır. Tamamıyla istek arzu ve beklentilerini gerçekleştirmek için bir paravan olarak kullanılan, gerektiği zaman da hayatın dışına bırakılacak bir paçavraya dönmüştür.

Bu örnekleri vermekteki amacım bir günah keçisi oluşturmak değil, ancak bu günahın herkes kendi çapında ortağı olduğunu ortaya koymaktır. Hedeflerimiz içimizde gizliydi kimse bilmiyordu imkanlara sahip olmadığımız dönemde, ancak imkan ve güce ulaşıldığı zaman bu imkanlar gücün başında bulunanlar tarafından vakıf dernek cemaat, tarikat ve gruplara bolca aktarılıp onların yaşam alanları genişlediği zaman çok kutsal bir iş yaptığına inananlar  böylesi bir sona toplumu getirdiler. Hedef net olmalı, Yüce yaratıcı ne diyor, "Ben insanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım..."Kulluk nedir bunu açıklayacak değilim. Münzevi bir hayatı yaşayıp suya sabuna dokunmamaktan bahsetmiyorum, yaratıcıya giden yolları tıkayan din ve güç bezirganları ile mücadele ederek adil bir ortamın oluşmasına katkı sunmak Müslümanın ilk hedefidir. Bu hedef her ortamda devam eder ve insanı canlı tutar. Çünkü Müslüman bilir ki, dünya ve içindekiler hedefe giden yolda bir araçtır. Herkesin o hedefe yolculuk yapması gerekiyorsa, insanlara katkı sunmak imkanları belli ellerde toplamamak ve zulme dönüşmesine kapı aralamamak Müslümanın şiarıdır. Bu da her zaman devam eder. Dolayısıyla hedef bir sonuç değil, eylemdir. Eylem devam ettiği sürece insan yaşamın tadını alır, eylem durağanlaştığı zaman insan hayatı anlamsızlaşır; dolayısıyla hedef ütopya olmanın ötesinde yaşamda karşılığı olan bir canlılık olmalıdır. Bu canlılık öldüğü için bu gün hedefsiz bir yaşamın kolları arasında kapitalizmin abonmanı tüketici bir varlık oluşturuldu. Tükettikçe itibarınız artıyor, tüketemiyorsanız değer kaybediyorsunuz. Yani böyle bir anlayış nasıl olur da, manevi iklimin havasına insanları taşımak için bir kurtarıcı kimliği sahibi olabilir.

Yani diyeceğim odur ki, bu topraklarda İslamcılık ifadesi, Kutsal değer olan, Allah'ın boyası ile boyanın, Allah'tan daha güzel boyası olan kimdir,....Ey iman edenler Allah'tan nasıl ittika etmeniz gerekiyorsa öylece sakının ve sakın ha İslam İsminin yanında başka bir isimle can vermeyin..."Değeriyle anlatılamaz. Çünkü İslam'ı anlayış temiz ideallere göre bir yaşam atmosferi oluşturmayı özetliyor, oysa İslamcılık gizemli, hedefini, imkanları ele geçirince ortaya döküyor, dolayısıyla iki yüzlü bir kavram olduğu için Müslümanın değeri olmaktan çıkıp bir ideolojik boyut kazanmış ve manevi hedefleri imha etmede hiç bir sakınca görmemiştir.

Makalemin sonunda şu uyarıyla satırlarımı noktalamak istiyorum. "Ey elçi Müminleri harekete sevk et...Onlar hep eylem içinde olsunlar yani boş durmak ve bir noktaya takılıp kalmak onları hakikatten uzaklaştırır onun için hep eylem halinde olmamız, bu eylem hem zihinsel hem bedensel olmalı ve adaletin şahidi olarak yeryüzüne huzur ve mutluluğun gelmesi için çabalarımızı devam ettirmek zorundayız. Ancak o zaman hedef hep var olur. Aksi durumda ele geçirdiklerimizi kutsayarak Yaratandan, yaratılanlara kulluk evrimi yaparız adına da İslamcılık diyerek kendimizi kandırırız...henüz imtihanımız bitmedi devam ediyor,o zaman fazla vakit yok kendimize gelelim, yoksa "Rabbimiz düşmanlarımız için bizi fitne kaynağı kılma diyen..."ayetin muhatabı olmaktan kendimizi kurtaramayız....

Selam muhabbet ve hayır dualarımla Rabbim bizleri halas eylesin ve sadece kendisine kulluğa kabul etsin...

Bahadır Hataylı/02.08.2022/14.41



17 Temmuz 2022 Pazar

KATARIN GAZI AVRUPANIN SAZI BÖYLE YAKTI DÜNYAMIZI

 Son on beş yıl içinde dünyamızda neler planlandı ve nasıl devam etti onlar üzerinde kısaca bazı değerlendirmeler yapmak için bu klavyenin başına geçtim. Umarım zihnimiz bizi faydalı bilgiler üretecek düzeyde olumlu çıkışlar ve sunumlar yapmaya götürür.

2008’li yıllara gittiğim zaman Sayın Gül’ün ilk Cumhurbaşkanı olduktan sonra yapılan ve herkes tarafından çok olumlu bulunan, ancak o günün şartlarında çok fazla gündem olmayan, ama geldiğimiz noktadan baktığımızda bizi sorunlar yumağıyla baş başa bırakan Katar doğal gaz anlatmasının sonuçlarının şu andaki yaşadığımız olumsuzlukların önemli sonuçları olduğunu görmekteyim.

Acaba bu doğalgaz antlaşması neden ve kimlerin dayatmasıyla yapılmış olabilir. Avrupa’nın yaşamına baktığımız zaman son yıllarda çok ciddi bir enerji kriziyle baş başa olduklarını görmekteyiz. Özellikle Sanayinin beşiği olan Almanya bunlardan en çok etkilenen ülke olmaktadır. Almanya’nın bu rahatsızlığı onları farklı arayışlara götürdüğü için, bundan 15 yıl önce Rus doğalgazdan kurtulma yollarını aramaya onları götürdü. Bu süreç Türkiye eliyle Katar doğalgazını Suriye üzerinden Avrupa’ya taşımanın hesabını yaptılar. Hatta hatırlarsak RTE daha Başbakan olmadan Parti Genel Başkanı iken Almanya’da çok iyi ağırlandı, Başbakan düzeyinde önemli görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmeler içinde, gelecekte başlaması düşünülen Katar doğalgaz süreci olduğuna da inanıyorum… Peki, tüm bunlar düşünülürken süreç doğru ve istenilen gibi götürülebildi mi elbette hayır. Peki, Bu sürecin olumsuz sonuçlanmasının nedeni ne olabilir diyebilirsiniz.

Çağımız, enerjiye en fazla ihtiyaç duyulan bir dönem olduğu bilinirse, Avrupa’nın bu alanda kendilerine yetecek bir enerjisi olmadığından bağımlılıklarını biraz azaltma yoluna onları götürdü. Hatta Rusya’nın istediği rakamlara Avrupa’ya enerjisini satarak kendi ülkesinin varlığını devam ettirmesi bir anlamda Avrupa’da ciddi rahatsızlıklar oluşturmaya başlamıştı, özellikle Almanya bu konudaki rahatsızlığını zaman zaman da dillendiriyordu. Çünkü Almanya Dünyanın sanayi devi. Sanayi devi bir ülkede Nükleer enerji kaynaklarının da kapatılasıyla Rus enerjisine ciddi ihtiyaç oluşuyordu. Rusya’nın ciddi müşterisi olan Almanya bu bağımlılıktan kurtulmak için Türkiye’ye ciddi destekler verdi bu iktidarın ilk yıllarında. Sebebi ise Katar doğalgazının Avrupa’ya geçirilmesinde önemli bir rolü olduğu için. Rusya bunların farkındaydı ancak nasıl bunların önüne geçebilirdi, kendince satrancı yeniden kurdu ve piyasaya inmeye hazırlandı.

Hiç önemsizmiş gibi görülen bu süreç aslında bugün yaşadığımız tüm olumsuzlukların kıvılcımlanmasının yegâne sebebi olarak karşımızda durmaktadır. Her ne kadar Suriye’de rejimin zulmüne başkaldıranların rejim tarafından sindirilmek istenmesi oradaki iç savaşın bir başlangıcı olarak gösterilse de, kazın ayağının görüldüğü gibi olmadığına inanıyorum. Çünkü Rusya’nın Suriye’de üstleri vardı ve bu üstleri harekete geçirmesi ve ne pahasına olursa olsun Katar doğalgazın Avrupa’ya Suriye üzerinden geçirilerek Türkiye’nin transfer noktası haline gelmesini önlemesi gerekiyordu. Hatta bunun için Suriye’de bir savaş bile çıkarılması gerekiyorsa o da olmalıydı. Ne yazık ki, Bizim yönetim Bu konuda iki güç arasında kalacak duruma geliyordu. Bir tarafta Doğalgazı Avrupa’ya taşıyarak ciddi katkılar almak diğer tarafta Rusların Suriye’de oluşturacağı gücün, sonucu nereye götüreceği kestirilemiyordu. Her şeye Rağmen Dönemin stratejik derinlik kitabını yazan ama stratejik(!) derinlikte ülkeyi boğmaya götüren Dış işleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun eliyle Türkiye Ruslarla karşı karşıya getirildi. Hatta Suriye karıştıktan sonra Ruslar orada çok ciddi etkinlik oluşturdular, bizimle birçok yerde karşı karşı geldiler, bazı bilgiler gündeme gelmemiş olsa bile orada ciddi kayıpların ve sorunların yaşandığı muhakkak…

Bu süreç devam ederken bir göç dalgası başladı Türkiye bu göçlerle ilgilenirken Suriye’deki konumu açısından kırılmalar yaşadı. Bu durum Rusların orada daha bir ağırlığını ortaya koymasına ve ciddi bölgelerde söz sahibi olmasını sağladı. Hatta birçok yerde biz doğrudan Ruslarla savaşır olmamıza rağmen Suriye ordusuyla savaşıyormuşuz gibi yansıdı. Rusların Uçaklarının düşmesi de süreci daha fazla tetikledi ve çözümsüz bir denklem önümüze çıktı.

Türkiye’nin, Katar doğalgazını Avrupa’ya taşıma karşılığında ciddi destekler alacağı ve bu desteklerden Suriye’de bir pay düşeceği, hatta Eset’in Türkiye’ye gelerek önemli yerlerde konuşturulması ve kardeşim gibi sözlerin söylenmesinin arkasında ciddi bir ekonomik getirisi olacağı için bu sürece önem veriliyordu. Ancak Rusya’nın oynayacağı oyun düşünülmemiş olacak ki, Suriye’de taş taş üstünde kalmadı. Halep’in yerle bir olmasının tek sorumlusu Rusya… Rusya için hayati bir öneme sahip Avrupa pazarının Katar doğalgazına dönmesi demek Rusya’nın bitmesi demekti. Rusya üretim yapan bir ülke değil tamamıyla enerji satarak ülkesinin insanının yaşamını devam ettirmekte. Sibirya Rusya’nın enerji deposu, onlar satılmadığı zaman Rusya ne işe yarar, Rusya bunu bildiği için ölümü pahasına Suriye’de savaş çıkardı ve çok büyük zarar verdi. Ancak sonrasında başına geleceklerin hesabını yapmamış olmalı ki, şu an Ukrayna ile savaşmaktadır.

Rusya’nın Ukrayna ile savaştırılması Suriye’nin rövanşının alınması ve Rusya’nın parçalanarak Avrupa’nın rahat yaşayacağı konuma getirilmesinin savaşıdır. Avrupa Katar’dan alamadığı Doğalgazı, Rusya’nın doğalgazına çökerek elde etme düşüncesindedir. Bunu başarabilir mi diye sorarsanız hesaplar bu yönde yapıldığı muhakkak, ancak böyle giderse Rusya bu işten çok zararlı çıkacağa benziyor. Dünyadaki bu denklemi kuran Küresel Baronlar Avrupa Birliğinin sınırlarını genişleterek yeni bir kan akışı sağlayarak, dünyanın süper gücü kavramını Avrupa üzerinden devam ettirmeyi düşünüyorlar gibi geliyor bana…

Avrupa Birliği sınırları Ukrayna Rus savaşı sonrasında ciddi anlamda genişleyecek gibi, hatta Türki Cumhuriyetleri bile kapsayabilir. Gelelim bizim buradaki konumumuza; Bizde İktidar Katar doğalgazını Avrupa’ya taşıyamadığı için ciddi bir puan kaybetti. Ondan dolayı yaptıkları destekleri durdurdular çünkü bu iktidar böyle giderse onların bazı hesaplarının daha kötü olmasını sağlayabilir. Onun için İktidarı yıpratmak için ellerinden gelen tüm oyunları oynamayı göze aldılar. Ülkemizi Avrupa birliğine almak adına birçok şartlarını uygulattılar. Tarımı ele geçirdiler, sağlık ellerinde, üretim tesislerinin tamamı yabancı ortaklar eliyle kontrollerine geçti, Yani bizim hayati öneme sahip üretim alanlarımızın söz sahibi onlar oldu. Dolayısıyla istediklerini yapabilecek güce ulaştılar. İktidardan da bekledikleri enerji desteği beklentilerini alamadılar. Gittikçe de bölgede söz sahibi olup kendi başına hareket etmesindense onun bir an evvel gitmesi ve daha rahat anlaşacakları birilerinin iktidara gelmesi onlar için daha önemli ve uyumlu olacağından, Ak Parti iktidarını gözden çıkardılar. Ak parti İktidarını gözden çıkarırken de öyle bir büyü oluşturmaları gerekir ki, bu büyü toplumda karşılığı olabilsin. Cumhuriyetin 100. Yılında Cumhuriyet Halk Partisi diyerek yeni bir mesajla topluma yöneldiler. Mustafa Kemal’in çizgisinde onun yaptığı mücadele anlayışı içinde sizi bu durumdan çıkaracak olan ancak Atatürk’ün partisi olacak diyerek CHP’yi iktidara taşıma hevesindeler ve bu kararı da çoktan aldılar. Çünkü Ak Parti İktidarına kızgınlar, Ruslarla kurdukları denklemde iktidar sorumluluğunu yerine getiremedi diye düşünüyorlar.

Bu süreci rahat aşabilmek için Muhalefete çok vaatlerde bulunuyorlar hatta Avrupa birliğine hemen alabilirler, sebebi ise bölgesel ülkeleri daha rahat kontrol altına almak için… Avrupa’nın tüm hedefi kendisini daha güçlü kılmak ve dünyayı çokça sömürmek… Avrupa Birliğinin sınırlarını genişletecekler çünkü eskimiş sanayi araçlarını verdikleri Çin bu gün onların pastalarına ortak olmuş dolayısıyla enerjinin ve emeğin daha ucuza mal olacağı yeni alanlar keşfetmek zorundalar yeniden Çin’le yarışmak için… Bunları ele geçiremezlerse sonlarının çok kötü olacağını bildiklerinden Rusya şuan yenilmesi gereken bir löp et gibi duruyor karşılarında. Önce canlıyken onu örseliyorlar iyice yıprandığı zaman gerekeni yapacaklar. Kurban olarak ta Ukrayna’yı kullandılar. Ukrayna kaybedeceği kadar kaybedecektir, onlar için önemli değil, savaş sonrasında biz orayı imar eder hem yeni pastalar alırız hem de Rusya’nın başındaki Putin’i oradan alıp yerine yeni birisini getirip hatta onlara bile Avrupa birliğine katılmalarının sözünü veririz, onların tüm kaynaklarını ele geçirip yeniden ayağa kalkarız diye düşünüyorlar…

Yani diyeceğim o ki, batı çıkarı olmayan hiçbir yerde olmaz, biz hayal kurarken onlar realite ile uğraşıyorlar. Menfaatleri varsa her şeyi göze alıyorlar. Almanya Tarihinde ilk olarak bu kadar silahlandı, ayrıca ilk olarak cari açık veriyor, her yıl 500 milyar dolar cari fazlalığı olan Almanya açık vermeye başlıyor, peki süreç böyle gider mi mümkün değil, onun için yolunması gereken tüm kazları yolacaklar. Fransa boş durmuyor, İngiltere her ne kadar birlikten uzaklaştığını söylese de planlamanın başında o var…

Avrupa’da liderlerin hızla değişmesi Birlik dışındaki liderlerin de aynı hızla değişeceğinin habercisidir. Yenidünya düzeninde yeni değişimler olacaktır.2023 Yılı için Cumhuriyetin 100. Yılında Cumhuriyetçiler iktidara getirilecek… Her ne kadar onların hesapları böyleydi diyerek kendimizi rahatlatmak istesek te onların planlarının gerçekleşmesine hizmet edip geldiğimiz noktada, çıkmaz sokağa daldığımızda onlara sorumluluğu atmamızın anlamı olmayacaktır. Bizdeki değişimin ardından Rusya’da da aynı değişimin olacağına hep birlikte şahit olacağız… Batı 200 milyon Rus halkının kaynaklarını alıp onlara bakmaktan yorulduğunu dolayısıyla dünyanın kaynaklarını ele geçirip çok fazla yorulmadan nüfusu azaltarak nasıl yaşarız ve egemen oluruzun derdinde…

İnşallah bu süreci az zararla atlatanlardan oluruz. Ancak biz her şeye rağmen kendimize gelmek zorundayız, batıdan gelen haberler bizi korkutmasın… Biz emir eri olmaktan çıkıp ordu komutanlığına adaylığımızı koyup ve kendi halkımıza mutlu huzurlu ve adil bir yaşamı armağan ederek onları yaşatmak zorundayız…

Selam ve muhabbetle, gelecek günlerin karanlıkları delen bir fecir olması umuduyla Rabbim yar ve yardımcımız olsun…

Bahadır Hataylı/16.07.2022/17.06



14 Temmuz 2022 Perşembe

SAĞLIK PROBLEMİ SAĞLIKSIZ DÜŞÜNMEYLE ÇÖZÜLEMEZ

Son yirmi yıl içinde kamu kurumlarının fiziki mekânları hep yenilendi neredeyse yenilenmeyen bina kalmadı ancak içerik de o oranda eskidi ve miadı dolmuş bir ilaç hüviyeti kazandı. Özellikle sağlık kurumları alabildiğine yenilendi içerik, araç ve gereçler de büyük oranda yenilendi, ancak bunları kullanacak insanlar yeterli donanımı kaybetti hatta çoğu da buralarda durmak istemez duruma geldi. Tüm bunlar olup biterken, bizimde ilgimizi çekmiyor değil, önce uzaktan anlamaya çalıştık acaba böylesi bir süreç nereye gidecek diye, lakin içinden çıkılmaz haller almaya başlayınca ister istemez bunları dillendirmek gerektiğine inandım.

Aylarca bekledim kardiyolojiden bir randevu alabilmek için ancak alamadım. Öyle olunca kalp ve damar cerrahisinden aldım ve durumumu izah ederek ilaç raporumun yazılması gerektiğini anlattım, sağ olsun onlar da beni boş çevirmediler. Ancak neden randevu alamadığımı sorduğumda kendileriyle alakası olmadığını doğrudan sağlık bakanlığının bir uygulaması olduğunu dile getirdi, Bölüm başkanı Prof. hocamız. Yarım saat bir muhabbet ettik ancak aldığım doneler beni olağanüstü etkilemişti. Çünkü bunları bana anlatan iktidarı savunan ve ne olursa olsun bizler burada kalmak zorundayız siz ne dersiniz hocam dediğinde, sizin görüşünüze aynen katılıyorum cevabını vermiştim.

Konuşmamız sırasında, Doktorum ben bir şeyi merak ediyorum, Hastahanelerin fiziki mekânları o kadar güzelleşti ki, doktorlarımız bu ortamda mutlu bir şekilde çalışmaları gerekirken sanki bir yerde yanlışlık var, çünkü herkes terk etme derdinde bu sizin de ilginizi çekmiyor mu dediğimde, ah hocam bizler de ondan mustaribiz cevabını aldım. O gündür bu gündür bu durum benim kafamda bir ur gibi duruyor ta ki bu gün bu konuları değerlendirmek için klavyenin başına geçene kadar…

Her zaman müttefik olarak gördüğümüz devlet ABD ile bizim aramızda bu hususta nasıl bir benzerlik var diye şöyle bir bakayım dedim. Yapımız hiç benzemiyor. Orada sağlık sistemi neredeyse tamamıyla paralı ve orada insanların sağlık kurumlarından faydalanması için mutlaka özel sağlık sigortası olmalarını gerekli kılmaktadır. Özel sağlık sigortası olmayanlar hastalandıklarında zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar. Onun içindir ki sağlık sigortası hayati bir öneme sahiptir. Peki, bu durum bizde nasıl olabilir diye düşündüğüm zaman çok çeşitli bir denklemle karşılaştım. Bizde kamu kurumlarında hastalar ücretsiz ya da çok cüzi ücretle oradan faydalanıyorlar. Hatta özel sağlık kuruluşlarına giden hastalara da katkıda bulunmaktadır devlet. Dolayısıyla pek bir benzerlik göze çarpmaz. O halde neden hastaneler bu kadar zorlaştırılıyor acaba; planlı bir uygulamanın ayak sesleri olabilir mi diye düşünürken insanın aklına çok çeşitli sorular gelmiyor değil…

Son 15 yıl içinde özel hastanelerin sayısında ciddi bir artış oldu ancak bu dönemde ruhsat alımı zorlaştı hatta ciddi paralar gerekebiliyor. Zincir hastaneler çok fazla ve bunlar belli gruplara, cemaatlere ve oluşumlara bağlı. Bu grupların gelecekte sağlık sektöründe motor olmaları amaçlanmış olabilir mi acaba?

Tabiplerin kamu kurumlarından istifa ederek yurt dışına gitmeleri sıradan ve tesadüfi bir olay olduğunu düşünmüyorum. Kamu kurumlarının cazibesinin azaltılması ve özel hastanelerin cazip hale getirilmesi acaba amaçlanıyor olabilir mi?

Sağlık sektörlerinin devletin sırtında bir yük olmaktan çıkarılması için şimdiden bunun alt yapısı oluşturuluyor olamaz mı? İnsanların özel sağlık sektöründe tedavisini yaptıracak imkânı da olmadığı için, oralardan faydalanmanın yolu olan, özel sağlık sigortasına giden yolun acilen yaklaştırılıyor olması olamaz mı? Hatta biraz daha ileriye gidersem Yapılan yeni şehir hastaneleri için de acaba özelleştirme düşünceleri olabilir mi demekten kendimi alamıyorum.

Hangi tarafından bakılırsa bakılsın belli bir plan doğrultusunda oluşturulan programa göre çalışmalar yapılıyor gibi bir his var içimde. Yoksa devlet bu kadar acze düşemez. Kendi insanının ülkeyi terk etmesine ve kendi hastanelerinin hekimsiz kalmasına göz yummamalı.

Ama belli bir planın uygulaması gerçekleşiyorsa, önce devletin kurumlarını itibarsız ve güvensiz hale getirirsiniz, orada çalışan doktorların sıradan olmalarına göz yumarsınız, buralara karşı ciddi güvensizlik oluşturulduğu zaman, alternatifi olan özel hastanelerin beğenisinin arttırılmasının önünü açarsınız, ülke içindeki başarılı hekimlerin buralara geçmesiyle insanların devlet kurumlarından çok buraları tercih etmesi ancak imkânları elvermediğinden buralardan faydalanma şansları olamayacağı için, özel sağlık sigortasını zorunlu kılarsınız ve herkese zorunlu sağlık yapmalarını önerir, sütten kıl çeker gibi devleti sağlık hizmetinin dışına çıkarırsınız ve devletin yükünü hafifletirsiniz. Sanıyorum süreç oraya doğru gidiyor bu benim naçizane bu husustaki tespitim. Ancak kurumsal görev değişimleri böyle dolambaçlı yollardan yapılmamalı diye düşünüyorum.

 

Şu an var olan özel sağlık kuruluşları gelecekte ülkemizin sağlık alanındaki patronları olacağından şüpheniz olmasın. Çünkü yeni hastane ruhsatları o kadar zorlaştırılıyor ki, bunun arkasında ciddi bir hesabın olduğu muhakkaktır. Geleceğimizi karartarak ve hesaplar gizlenerek değişimler yapılmamalıdır. Çünkü olumsuzluklar üzerine oturan değişim dinamikleri her dönemde iyileşmeyecek yaralar bırakarak toplumda yaygınlaşır, ancak meşruiyet temeline bir türlü kavuşamaz. Ondan dolayı da hep üvey evlat muamelesi görürler.

Corona salgını döneminde, ABD’deki sağlık uygulamaları çok gündem yapıldı ve her ortamda devletimiz halkımızın yanında bir de Dünya devi ABD’ye bakın orada halk hastalıktan kırılıyor devlet hastasına bakmıyor, özel sağlık garantin yoksa ortada kalıp ölebiliyorsun diyerek, insanlarımız bu konuya aşina yapıldı. Bununda bir amaç doğrultusunda olduğuna dair içimde hisler var. Çünkü halkını çok iyi koruyan öyle ülkeler varken onlardan hiç bahsedilmeyip, özellikle ABD’nin gündem olması geleceği şekillendirirken bunların kulaklarda yer edinmesini sağlamak olmuş olabilir.

Eğitim kurumlarımızda da geçmişte aynı sorunları yaşadık ve geldiğimiz süreç açısından bakarsak devlet okullarının gittikçe itibarının azaldığını görmekteyiz. Özel okullar daha ön plana çıkarılmaktadır. Hatta devlet bazı okulları özelleştirmeyi bile düşündü geçmişte. Özel okullara çocuklarının naklini alanların belli ücretini ödemeyi devlet garanti etti. Ancak öğrenci ücreti ödenecek okulları da devlet kendisi belirliyordu. Bu konuda devletin başarı sağladığı söylenemez. Çünkü eğitim günlük değişimlere göre rota belirleyen bir alan olduğundan, siyasiler için tam bir laboratuvar alanı oldu. Bu ortamı siyasiler kolay kolay kaybetmek istemeyeceği için bu alandaki sıkıntılar daha uzun süre devam edeceğe benziyor.

Devlet aklı şunu idrak etmesi gerekir ki, toplumsal değişim ve kurumsal görev değişim alanlarında yapılacak farklılaşmalar toplum hazırlıklı değilse sorunlar artarak devam eder. Toplum, altından kalkamayacağı kaos ortamlarına sürüklenir. Devlet erki bu sorunların altında kalır.

Derdin de şifanın da yaratandan geldiğine inanan bir toplumu siz zorla özel sağlık sigortası yaptırarak özel hastanelere yönlendiremezsiniz. Ekonomik göstergeler ortadayken, bu koşullarda toplumun geneli için hangi aile bunlara özel paralar ayıracak imkâna sahip. Dolayısıyla yapılacak farklı uygulamalar olacaksa ki, başladığına inananlardanım ancak bu uygulamalar çok kısa zamanda geri teper ve insanlar birer umutsuz vaka olarak toplumsal yaşamdaki yerlerini alırlar.

Onun için diyorum ki sağlık sistemimizi diri tutalım yetişmiş beyinlerimizi beyin göçüne zorlamayalım. Kendi değerlerinizi özümsemiş ve bu topluma aidiyeti olan kendi insanımızı dışarıya gönderirken, onların yerini doldururuz hiç olmazsa dışarıdan hekim alımı yaparız demek toplumsal problemlerin genele yayılmasına neden olur. Bir problem lokal düzeydeyken önlem alınmaz ve gerekli koşullar oluşturulmazsa, genişledikçe toplumsal kimlik kazanır ve vereceği tepki çoğalır. Bu da yönetim erkinin işini zorlaştırır.

Kendi toplumuyla barışık olmayan ve sürekli aşağılık kompleksleri içinde yaşayan, kendi toplumuna tepeden bakan ecnebi kafayla toplumsal sorunları çözecek bir danışman grubu altından kalkamayacağımız sorunlarla bizi yüz yüze bırakır. Kendi göbeğini kendisi kesecek bir bakışla toplumsal kurumları işler hale getirmek olsun görevimiz. Yoksa bu düşündüklerimin birisi dahi hesapsızca uygulanacak olursa toplum karanlıklara gömülür.

İnsan olma bilinciyle sorumluluklarını hakkaniyet ekseni üzerinde alenen gizli hesaplar içinde olmadan herkesi mutlu edecek çalışmalar içinde olmamızı rabbimden niyaz ediyorum sağlık sıhhat, mutlu ve umutlu günlerin sizlerle olmasını temenni ediyorum

Kalın sağlıcakla…

Bahadır HATAYLI/14.07.2022



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!