Bu Blogda Ara

6 Temmuz 2022 Çarşamba

BİR BİLENE SOR GÖR BAŞINA NELER GELİR

İnsanın ne zaman nerede kim tarafından imtihan olunacağını ancak yaratan bilir. Yıllar öncesinden bir anımı sizlerle paylaşarak, insanın nasıl bir ruhsal değişim geçirdiğini de sizlerle birlikte görmek isterim… 

Eskişehir’de uzun zamandır İslami alanda mücadele veren ve o yolda çileleri eksik olmayan bir ağabey adına yaşanmış bir hadiseyi,  bir başka ağabey anlatırken bayağı yıpranmıştım. Zor dönemden geçerken Atasoy ağabey, dönemin zengin muhafazakârlarından Korkut Beye, durumu izah ediyor çok zor durumda olduklarını cemaate yardım gerektiğini söyleyince, Korkut bey diyor ki, inan Atasoy'um bir yere kaptırdığımız bir para var, ne zaman geleceği belli değil, âmâ o gelirse o parayı size aktaralım, dediğini söylemişti bunu bize anlatan ağabey… Bu vakayı anlatan ağabey çok üzgün bir psikolojiyle böyle bir Müslüman olur mu, yani kaybedilmiş ne zaman geleceği belli olmayan bu parayı Müslümanların elzem olan işi için vereceğinizi söylüyorsunuz. Sizin dininize verdiğiniz değer ancak kardeşlerinizin yaşamına gösterdiğiniz değer kadardır demişti…

Evet, bu ağabey hakikaten doğru olanı sözlü olarak bize anlattığında duygusal moda girerek ağlama durumuna gelmiştik… Ancak aradan yıllar geçti, bu olayı anlatan ağabeyin o günkü şartlara göre durumu normalin biraz üzerindeydi. Yani isterse başkalarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek gibi görülüyordu dışarıdan, ancak iç durumunu bizim ayrıntısıyla anlamamız mümkün değildi…1995 yılının Nisan ortalarıydı, iki ay önce nişan yapmıştık düğün arifesiydi Mayıs 28’de düğün yapacaktık, ancak imkânlarımız sınırlı, destek alabileceğimiz yerler o kadar çok değildi… İçimden bir his o olumsuz olayı bize olumlu düşünceleriyle anlatan abinin desteğini alabilirsin diyordu. Yüzümü eğdim ve ona gittim… Sohbet muhabbet derken arada o konuyu dillendireyim dedim ve istemeyerekten olsa açtım. Abi yakında Rabbim nasip ederse düğün yapacağım ancak biraz zordayım, kurum değiştirdim ve yeni sözleşme yaptım benim yeni maaş Eylül ayı itibarıyla başlayacak o güne kadar koşullarınız uygunsa, kasım ayında size iade etmek şartıyla bana şu kadar borç verme imkânınız olur mu dedim? Nisan sonları zaten,7. Ay da iade edecektim. O ağabeyin bana verdiği cevap yüreğimi delip geçmişti… İnan üstat bir arkadaşta biraz alacağımız var, o da bize eylül ayı gibi vereceğini söyledi, ancak verip veremeyeceği belli değil sanıyorum, vermesi çok zor, şayet o para gelirse onu sana verelim dedi. Elimde çay bardağı vardı bir anda elimde kaldı ve sert bir şekilde abi ben sizden sadaka istemedim borç istedim, varsa var dersiniz, yoksa yok dersiniz, benim için ikisi de aynı öneme sahiptir dedim. O zaman benim yanlış anladığımı, durumunun iyi olmadığını anlatmak için öyle söylediğini ifade etti. Ancak benim için, o güne kadar ki kardeşlik bahçesinde anlattığımız ve havasını soluduğumuz duygularımızın tamamı ölmüş ve yıldızlar toptan yere dökülmüştü… Tüm hayallerim ve ideallerim sanki o gün kurşunlanmıştı. Hakikaten kurşunlandı, içimde bekleyen açığa çıkmayan o duygularım son 20 yılda her yandan yara aldı…

Bunu neden mi anlattım, acıyan yanımı sizlere açmak için değil, sürekli alevlenen içimdeki ateşe bir yerlerden kül atıldığını gördüğüm zaman, kül atanların alevlerin oluşması için üfürenler olduğunu görünce elim ayağım tutmaz olduğu için sizinle dertleşiyorum…

Başkasının hayatındaki olumsuzlukları anlatmayı din olarak görüp onları paylaştığımızda çok büyük işler yaptığımızı sanıyoruz. Ancak aynı imtihanlardan geçeceğimizi hiç hesap etmiyoruz, oysa kişi kınadığı başına gelmeden ölmez diye duyduğumuz bu söz hakikaten bizi duman edebiliyor. Üniversite yıllarıydı, eczacılık okuyan, bir zaman aynı evde birlikte kaldığımız bir arkadaşımız, o günkü zengin Müslümanların hayatlarının ne kadar tutarsız olduğunu, herkesin har vurup harman savurduğunu anlatıyordu. Hatta O gün Ülker grubunun başında bir abi vardı yeni evliydi, bir rahatsızlığımdan dolayı evinde beni misafir etmişti. Bir hafta yenge bana hizmet etmişti. Çünkü o günler bizim için çok zordu, o günkü şartlarda öğrencilik evinde nasıl beslenebilirdik ki, ondan dolayı Küçükyalı’da bir hafta misafiri olmuştum… Eve geldiğimde o arkadaş bu abi gibi birçok insanı yerden yere vurmaya başladı ve çok kötü eleştiriyordu. Ona dedim ki, bir insanın nerede nelere sahip olduğunu eleştirmeyelim neler yaptığına bakalım olumsuzsa o eylemleri eleştirelim dediğimde benim onları fazla tanımadığımı kendisinin çoktan beri onlarla diyaloğunun olduğunu, onun için bu kadar sert davrandığını söylüyordu. Ancak zaman hızlı geçiyor bizler de büyüyorduk, okullar bitiyor ve iş güç sahibi olanlarımız vardı. Onlardan biri de bu eczacı arkadaşımızdı.

Öğrenciyken çok eleştiren o arkadaşımız, iş hayatına atılıp biraz para kazanınca ilk işi toplumdan uzak büyük bir villa yani dönemin malikânesine sahip olmak oldu. İnşaat bitmiş boya yapılıyorken bizi gezmeye götürdü, tek tek tanıtıyordu, şurası bizim spor salonu burası tenis sahası şuraya bir havuz yaptıracağım şuraya sazımı asacağım vs. diyordu. Hakikaten neyi nereye astı bilmiyorum ama bekârken insanları darağacına iyi asıyordu. Böyle tutarsız yaşamların ham meyvesi olan bizler, bu gün kıvamında olgunlaşmış meyveler yemek istiyoruz, görmediğimiz zaman da meyvelerle birlikte bahçeyi ateşe veriyoruz.

Şuna inanıyorum ki, hepimiz birbirimizin imtihanıyız, ona göre yaşam alanımızı belirlemek olsun icraatımız. “Kendi nefsimi temize çıkaranlardan değilim, biliyorum Rabbimin koruması olmasa nefis hep kötülüğü emreder…”Bu hengâmede dosdoğru yaşamak elbette çok zor, işte bizim sorumluluğumuz o zoru başarmak olmalıdır. Bunları söylerken birileri ne yapsa, senin elinde olmadığı için onları eleştiriyorsun demiyorum ve asla öyle bakmıyorum. Türkiye İslamcılarının bilinçaltı çok dolu olduğu için, şu an yaşananlar o bilinçaltının bilince egemen olmasından başka bir şey değildir. Dün züğürtlüğü anlatan ve öyle kalmanın elzem olduğunu söyleyenler lort oldu. Bazılarımız normal yaşam akışı içinde istikrarlı bir iş hayatı sonrası ciddi bir sermaye birikimi sahibi oldu. Bu sermayedarlar toplumda en anlamlı yaşama sahip olanlardır desem sanıyorum yanılmam. Bu insanlar nasıl bir yoldan geldiklerini çok iyi biliyorlar ve ellerindeki imkânları başkalarıyla paylaşmanın hazını alıyorlar. Herkes toplumdan uzak fildişi kulelerde yaşarken, bu insanlarımız normal hayatın içinde derdi olanların dertlerine ortak olarak yaşamaktan haz alıyorlar.

Bazılarımız da hala ideallerinin peşinde koştuğu için işini bilmeyen kafası çalışmayan boş varlıklar olarak adlandırılmaktadır. Hatta zamanla aynı evde kalıp kimisi çok aşırı zengin kimisi de hala dertli ve ideallerinin peşinde koştuğu görüldüğü zaman, sen hala burada mısın köprünün altından ne sular aktı, paran varsa davan var, yoksa kim ne eder, senin davanı diye, nasihatler dinledikleri de oluyor. Böyle dönemlerde işini bileceksin bir yere geçmek istiyorsan adam bulup orayı yakalayacaksın, yoksa kaderinle baş başa kalırsın diyerek çok öğütler dinlediğimiz olmuştur hatta bendeniz, abi hala orada mısın senin gibi şizofren kaldı mı diyenlere kulaklarım şahitlik yaptı…

Geçmişin üzerine oturduğu dinamikler saman çöpü ise bu gün karşılaşacağınız hayat saman alevinden başkası olmuyor… Onun için diyorum ki, bugünlerimiz geçmişte elde edemediğimizden dolayı hınç yüklenerek bilinçaltını cephanelik yaptığımız hayatın, şimdi patlayan mermileri arasında can çekişiyoruz. Bu can çekişmeye ya son vereceğiz, ya da birileri elinde yanan meşaleyi her şeye rağmen taşıyacak ve o uğurda can verecek, can verirken koşup gelenler aynı davaya inandığını söyleyenlerden olacağı için, sen de mi burada bu haldesin diyenlere İsmet’in kitabının ismiyle vereceğimiz bir cevabımız olacak elbet… Peki, “Waldo sen neden burada değilsin” diyerek filmin perdesini kapatacağız…

Bahadır HATAYLI/06.07.2022/00.51


5 Temmuz 2022 Salı

SEÇME YATİSİNİ KAYBEDEN SUJELER NESNEYE DÖNERLER

İradesini kurşunlayarak kendisini bir obje olamaya zorlayan varlık aradım insan denen yaratıkla karşılaştım. Neden insan kendi yaratılış kodlarını imha ederek başkalaşmak ve sadece yuvarlanan bir varlık olmayı tercih eder. Bu konuda sanıyorum sizlerde en azından benim kadar  merak ediyorsunuzdur. Kendi adıma düşünürken sizin adınıza düşünerek sizleri pasif bir nesneye dönüştürmek istemediğim için, düşündüklerimi sadece paylaşmak isterim; seçim hakkına sahipseniz hala bir suje olduğunu kanıtlarsınız, yok sen düşün biz de onu alıp öyle davranırız derseniz; tescillenmiş bir nesne olduğunuzu biliniz.

Bu gidişatın neden böyle hızlanarak yayılım gösterdiğini ciddi bir kafa ve yürek yormam sonrasında ulaştığım bulguları ortaya koyarak, bunların dışında daha neler var onları da sizlerin düşünsel birikimlerinden faydalanarak öğrenmek isterim.

Pozitivizmin yaşam alanlarında kaçınılmaz bir değer haline getirilmesi, düşünsel ve hayata bakış anlayışlarını değiştirdi. Buna bağlı yaşam beklentilerinin seyri de farklılaştı. İnsanlar çok küçük imkânlarla mutlu ve huzurlu yaşarken, pozitivizmle birlikte mutsuzluk arttı, imkânlar fazlalaştı ama yaşama katkısı ve olumlu anlayışların oluşması ise o oranda azaldı. Vahşi kapitalizm, pozitivist anlayışın gayri meşru bir çocuğu olarak her yanımızı kuşatınca, onun kapsam alanı dışında farklı algılar oluşturmakta neredeyse imkânsız hale getirildi. İnsanım denen her varlık, varlık sahnesinde kendisini tanımlarken çerçeveyi kapitalist yaşam olarak belirleyip, bunun dışında farklı anlayışlar geliştirmek istese de onlara ulaşamayacağını idrak edemez hale geldi. Bu paradoks, insanları seçim özelliği olan bir varlık olmaktan çıkıp, doğrudan kullanılan bir nesneye dönüşmesini beraberinde getirdi. Peki, insan kendi dışından ona dayatılan bu tüketim köleliği anlayışına göre yaşamak zorunda bırakıldığında, sahiden tercihli bir yaşamı oluşturabilir mi dersiniz?

Köleler köle olduklarının farkında olsalar, anında kölelik zincirlerini kırarlar. Ancak tüm köleler bulundukları hali kendi seçimleri sandıkları için, bunun bağlayıcılığından bir türlü kurtulamazlar. Eskiden kölelik alınıp satılan fiziki bir varlık olarak tanımlanırken, günümüzde köleliğin şekli ve içeriği çok değişti. Duygularınız, istekleriniz, idealleriniz, heyecanınız, umutlarınız, beklentileriniz, hayata bakışınız, yarınları planlama düşünceleriniz alınıp satılır oldu. Siz ise sadece bu isteklerin üzerinde hayat bulduğu bir nesne olarak tanımlanır oldunuz. Yani insan taşıyıcı bir nesneye doğru evrim yaşadı. Ancak tüm bu farklılıklara rağmen, bir de insanın kendi seçimi olduğu, ona göre bir yaşam oluşturduğu masalı her ortamdan dillendirildi. Kendini anlamaktan aciz ve ne bulduysa ona göre şekil alan bir bukalemun gibi yaşayan insan, hala yüksek bir değere sahip olduğuna inanmaktadır. Oysa insanın içindeki in yok olunca geriye sadece san kaldı. San ise sanmak anlamına gelen bir ifadedir. O halde kendimizi sanmakla biz öyle olmuş oluyor muyuz? Elbette aklı başında bir varlığın böyle bir düşünce taşıması düşünülemez. Öyle sandıklarımız bizim insan olma özelliklerimizin hepsini çalıp gitti, geriye madde olmanın ötesinde varlığı bir anlam ifade etmeyen nesneler kaldı. İşte, insan böylesi bir kölelik yaşamının başkahramanı olarak yaşarken kendisini avutarak kendi dışında köleler arar duruma geldi.

Kapitalizm herkesi potansiyel tüketici olarak görür ve tüm istekleri kendi oluşturur, sonrasında onu size ihtiyaç gibi sunar. Yani dayatılan bir arzu istek listesini içselleştiren varlık (insan) sanır ki, bunlar benim tercihlerim. Oysa tercih, sorgulayan bir kişilik ve insanın bağımlı olmadığı süreçten geçer. Günümüzde insanın bağımlılıklarının neredeyse tamamı kendi dışında oluşturulup, ona dayatılan sihirli bir yaşama döndü.

Bütün bir dünyayı kontrol altına alan, sınırlı sayıdaki varlıklardan oluşuyorsa, bu sınırlı sayıdakilerin dışında kalanların kendilerini bir suje olarak tanımlamaları ne kadar anlam ifade eder. İnsan, bu kuşatılmışlıkları çözemediği, kendi konumunu ve yaratılış hedefini yeniden anlayıp kendisine bir tanım yapmadığı sürece, etkisiz elaman olarak kullanılmayı bir kader olarak görüp, öylece hayatına son noktayı koyacaktır. Onun içindir ki insan, etken ve düşünen bir varlık olarak dünya yaşamındaki sahne de yerini tekrardan alması kaçınılmazdır. Ancak sınırlı sayıdaki vampirlerden oluşan ve her şeyi bildiğine inanan bu küresel canavarlar insanların üstünden ellerini çekmeye niyetli değiller. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen en azından biz, anlayan ve sorgulayanlar olarak ömrümüz yettiği sürece bunlarla mücadelemizi kaçınılmaz kılalım. Bizlerin yılmaz mücadelesi sömürülmenin ve nesne olarak kalmanın bir kader olmadığını kendi türlerimizin anlamasına vesile olacaktır.

"Kiminizi kiminize farklı kıldık" ayetine baktığımız da bazılarının bazılarına üstün kılınması ve farklılaşması değil, toplumsal yaşamın devam etmesi için işbölümü ve görev dağılımının nasıl olması gereğini anlattığını görmekteyiz. Oysa İslam olduğuna inananlar dahi bu ayeti alarak kendilerine ayrıcalıklı bir yer tayin edip başkalarını kullanma peşine düşmüşler. Hakikat, kendisi gibi anlaşılmak istenmezse kim kimi nasıl kullanır onu bilemez hale geliriz. Ne yazık ki, Müslümanım diyenlerden belli yerlerde olanlar bile, kendilerini ayrıcalıklı bir yerde görüp azami çoğunluğu güdülen olarak kabul ettikleri sürece, kendilerinin kimler tarafından kullanılacağını bilemezler. Onun için kullanım kaçınılmaz olur. Mark Abrahamson'unun hayvanlar arasında tabakalaşma olup olmadığını anlamak için yaptığı bir deneyde, kümesteki tavuklar arasında da kullanılmanın olduğunu gördüğünü anlatır. Yani kendi özünüzü tanımadığınız zaman hep birileri sizden sonra sizi güden olarak kendisini ayrıcalıklı görür. On tane tavuk ve bir horoz bir araya geldiğinde, horoz en arkada onun önünde dokuz tane tavuk sıraya dizilir. En öndeki tavuk herkes tarafından ısırılır, sırayla bir öndeki arkadaki tarafından kullanılır, ancak horoz hepsini gagalar ve böylece bir sürü yaşamı ortaya çıkar. İnsanın bunlardan elbet bir farkı olmalıdır. O da seçim yetisi ve özgürlük, bunları doğru kullandıran akıl, akla yön veren fikirdir,o halde bunlar kendisinde mevcut olan bu varlık insan, nasıl oluyor da bir nesne durumuna düşebiliyor.

"Biz insanı en yüce biçimde yarattık..."Sonra onu aşağıların aşağısına attık..."Yüce Yaratıcı insanın nerede ve ne zaman nasıl çuvallayacağını en ince ayrıntısına kadar anlatarak, bizlerin bir suje olarak varlık evreninde varlığımızı ortaya koymamızı istemektedir. Bu suje olmayı kaybettiğimiz anda işte, aşağıların en aşağısına inmek bahtımıza çıkacak ikramiye oluyor. İnsan kölelik zincirlerini kırarak, alışılmış çaresizliklerinin boynuna takılan bir yular olduğunu anlayarak kendisine gelmek istiyorsa, “En yüce biçimde yaratılmış" olduğu özelliğine yeniden dönmesi gerekir. İnsan ancak böylece suje olur ve bir nesne olmanın sınırlarını parçalar. Kendisi için oluşturulan istek ve tüketim listesinin kendisine ait olmayan iştah açan bir zehir olduğunu anlayarak, yeniden kendisini tanımlaması ve o tanıma göre dosdoğru bir yola girmesi kaçınılmazdır. Yoksa köleliği, özgürlük sanarak alışılmışlıkların kurbanı bir nesne olarak ölümü beklemeye mahkûm olur.

Yeniden dirilmenin ve kendimize gelmenin yegâne yolu, “Yarattı ve hedefini gösterdi..."buyruğuna uygun yaşamaya insanı ikna etmek ve onu bulunduğu karanlık dehlizden çıkarıp aydınlığa kavuşturmak gerekir. Bunun için yaşam boyu mücadele her idrak sahibin sorumluğudur.

Sınırları biraz zorlayan bu beyin eylemlerimizi doğru anlayarak hakikate şahit olan sujeler olmamızı rabbimden niyaz ediyorum...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/04.07.2022/15.11                                                                             

 


                                               

4 Temmuz 2022 Pazartesi

BİLİNMEZ DENKLEM NEDİR BU BİLMECE?

Hiçbir şeyi özlemiyorum, kendimden kaçıyorum, kara trenin çıkardığı dumanlardan genzim daralmış gibi hissediyorum kendimi. Yorgun bir kaptanın, batmak üzere olan ve dalgalar arasında bir o yana bir bu yana sallanan eski bir gemide, mürettebatın uykuya daldığı batmak üzere olan geminin gövdesine asılmış gibi haykırıyorum; batmakta olan bir gemideki yolcuları uyandırmak için… 

Nice zamanlar uykusuz, geceden kalan yorgunluğumu şafak ışıklarından sızan aydınlıklara bırakarak, soluksuz mücadelemin kırılganlıkları sanki beni benden alıp götürecek, gök kubbe gibi çöreklenmiş üzerime! 

Ben yalnızlıkların ortasında toplum olarak yaşarken bir başıma, şimdi kalabalıklar içinde yalnızlığın kollarında, can vermemenin mücadelesini veriyorum kendi içimde! Böyle buyurdu Zerdüşt diyen Nietzsche gibi, ben de kendime buyuruyorum bundan böyle, kimseye buyuracak mecalim kalmadı, kalabalıklar içinde yalnızlık kulübeme çekildim; elimde olmadan tercihlerim arasında yalnızlık yerini aldı…

Bir hengâme ki sormayın gitsin, şenlikli toplum ancak bu kadar darbukatör bayram gibi, insanları oynatarak kendinden geçirir. Kimseye mesajım ulaşmadığına göre darbukatörün ritmi herkesi kendinden alıp başka bir âleme taşımış, hayaller orada koşarken, bedenler gözümün önünde yorgun ve bitap düşmüş, ses bombasına tepki veremeyecek durumda mecalsiz ve sarhoş…

Böyle bir yaşamın tam ortasında yalnızlık kulübemin çıtaları arasından şafağın ışıkları yüreğime yansırken, gözlerimin içine sanki aydınlık çöküyor gibi gözlerimde de parlaklıklar yerini hemen alıyor. Ben karanlık bir ortamın etrafta görülmeyen ışıklarını kendi içinde saklayan ateşböceği gibi bir yanıp bir kayboluyorum, sanki Mani-melankoli nöbetlerini, aydan med-ceziri devralmış gibi  şaha kalkıyor dalgalarım ve arşı alaya çıkıyor. Dalgalar çekilirken susuz balık gibi karada can çekişiyor gibi kendimi hissediyorum… Yalnızlık, bahtıma yazılan bir kader gibi kendimi kendimden kurtaramıyorum ve kalabalıklara veda ederken, ardımdan zılgıt çekerek gözyaşı dökenleri arakama bakmadan da görebiliyorum.

Bir umut türküsü ile başladığım hayatın yolu, masallarda anlatılan ve kimsenin ulaşamadığı dev karısının yaşadığı Kaf Dağına döndü… Bu kadar zor bir yola çıkmadığımı biliyordum ancak yolların sırtına vurulan ağırlıklar o kadar omzuma çöktü ki, yolların tüm ağırlığının sorumlusu benmişim gibi kimsenin yüzüne bakamama kaygısıyla, kalabalıklar içinde yalnızlığa çekilmeyi seçtim. Böyle bir hayat olur mu, sen sana dokunmayana neden kafanı takıyorsun diye, bana öğüt gibi şeytanın sesiz çaldığı ıslıklarla üfürükçülük yapanların nasihatlerine çok şahitlik ettim. Ancak o nasihatler beni ve yüreğimi parçalayıp içime ateşler saçtı. Bu ateşler o kadar kavurdu ki içimi, nerede yaralı bir yürek görsem dayanmaz oluyor ayaklarım, beni taşımaz olup, dur yeter yaşamanın ne anlamı kaldı der gibi, yolun sonuna beni taşımak istiyor. Ben böyle bir yaşamın tam ortasında sorumluluk aşısı olduğumdan, dağların taşımaktan korkup kaçtığı ve ortadan yarıldığı o ağır yükü, sırtlanmış biri olarak yalnız yaşayacağımı ilk adımlarımı  bilerek atmıştım. Her şeye rağmen ilk olmamın önemini idrak etmiştim, ancak tüm bu hazırlıklara rağmen yine de insan yoruluyor, bu da insan olmanın verdiği bir zayıflık. Zayıf bünyemin güçlü kollara sahip olduğunu anlatarak, kendimi ve sizi aldatmanın kime ne faydası olur ki! Bilmiyorum ama galiba yorulan ayaklarım, sanıyorum yorulan yüreğimin ağırlığını çekemiyor artık. Bu yürek, acılar coğrafyasının öyle bir ikliminde öyle bir zamanda yaşıyor ki, sanki tüm sular kurumuş, Kerbela da Hüseyin’e bir damla suyu taşıyamamaktan kendini imha ediyor. Ne bileyim, ben, ben de değilim, yorgun kaptan beni gemisine aldığından o da başına bela aldığını düşünüyor olabilir mi? Neden olmasın, hayat böyle sizi siz olmaktan çıkarabiliyor…

Gönlü kırık, umutları zedelenmiş, ufku Aydınlık, ışık huzmelerinden gelen ışıltılar yüreğime dokunurken, dilim lal olmuş, gözlerim kamaşmış ama zihnim doludizgin bir at gibi dörtnala koşuyor sanki! Ben, böyle bir zihni, ağlayan yüreği, durgun beni, alıp götürüp dalgalar arasına bırakıp engin okyanuslara dalıp gidecekken, demirlemiş eski bir geminin gövdesine tırmanırken buldum… Demek ki umutlarımmış beni yaşatan ve beni ayakta tutan… Umutlarımı bu kalabalıklardan çalan bir hırsız gibi yaşadığımı, yalnızlık kulübeme vardığımda anladım. Ben bir umut taciri hiç olmadım, hayal alıp hayal satmadım, inandığım yaşam kodlarını yerkürenin her karış toprağında doğru konumlandırılması için çabaladım. Ancak şunu gördüm ki, yanlışları hayatına egemen kılanlar içinde, doğruluğun ne olduğunda ısrar ederseniz yalnızlığın bahtıma yazılan kaderim olduğunu anladım. Ben, bahtı yalnız olsam da, İbrahim gibi bir Ümmet olduğunu bilerek yaşamayı kendime şeref bilenlerdenim…

Ey yalnızlığımın içinden hayatıma hayat katan ümmet, ben seni, kalabalıklar içinde beni yalnızlığa gömen hayata hep tercih ettim, öyleyse sen de beni yalnızlık soğukluğunda bırakmadan, ümmet sıcaklığında tek başıma ümmet olmaya taşı… Biliyorum ayaklarımdaki yavaşlama, yüreğimdeki acıların ağırlığını taşımaz oldu ne olursun beni yarı yolda bırakma, satacaksan da kara trenin ruhumu acıtan kara dumanları arasında pazara atma beni! Ruhumda bir umut, bir gün Güneş yeniden doğacak diyor yüreğime, işte o umutla yüreğim hala canlılığını devam ettirmekte… 

Ben bu yüreği sahibine sattım hem de peşin vadesiz, ondan aldırmıyor gelen ve giden kalabalıklara, kendimin olmayan bir emaneti taşıdığımın farkında olmam sanıyorum beni daha bir dikkatli olmaya götürmekte… Ondan olsa gerek yoldaki levhaların hepsine dikkat ederek basıyorum gaza, yolun sonu yaklaştı mı acaba, geride bilmediğim kaç kaza ve ceza aldı, bu yürek onun hesabını yaparken takla atmayayım diye parka çektim kendimi, bundan böyle kendi kulübemde bir şafak vaktini özlemle çekmek kaldı elimde… Hayat dediğin işte böyle bir bilmece, kimi güler, kimi ağlar, kimi gider, kimi gelir, bilinmez bir denklem nedir bu kadar seni senden eden…

Erol KEKEÇ/03.07.2022



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!