Bu Blogda Ara

2 Temmuz 2022 Cumartesi

AHIRA DÖNMÜŞ YAŞAM MI KAMUSAL ALAN MI?

İnsanlık tarihi detaylı bir araştırıldığı zaman, tüm insanlığın yaşamında karşılık bulan ortak toplumsal değerler vardır. Bu toplumsal değerler ortak toplumsal yaşamın devamı için gerekli olan temel dinamikler olduğu muhakkaktır. Bu toplumsal değerler üzerinde tüm farklı düşünce inanç ve ideolojilerin anlaşması mümkündür. Ancak bu değerler düşünsel kalıplara kurban edildiği için, toplumsal çatışmalar ve toplumsal ayrışmalar kaçınılmaz olur. Bu değerler, birlikte yaşayan farklı düşüncelere sahip insanları ortak yaşam oluşturmaya götürebilir. Onun için toplumsal düzeni korumakla görevli siyasal sistemler, varlık sahnesine inerken bu değerleri düstur edinerek, bu şemsiyenin altında ortak bir yaşam oluşturduğu zaman, kapsam alanı içinde olan tüm insanların haklarını koruyan bir sistem olma özelliğini kazanabilir. Aksi durumda her farklı düşünce güç olmadığı sürece haklarının gasp edildiğini, farklı ve ayrıcalıklı grupların hep ön plana çıktığına inanarak huzursuz olur. Bunları önlemenin biricik yolu ortak insani değerlere dayanan bir siyasal sistem oluşturmaktan geçer.

Her canlı, varlık evreninde uzun soluklu kalabilmek için, öncelikle fizyolojik temel ihtiyaçlarının karşılanması için çalışır. Yaşama güdüsü, varlığını koruma, savunma güdüsü, barınma güdüsü, neslinin devamını sağlama, aidiyet, kabul görme, sevilme sayılma, saygınlık gibi bir sıralama insan nesli için önemli bir süreçtir. Bunların karşılandığı ve bunların üzerine yaşam kalitesi de eklendiği zaman, insanların bu kaliteyi bozmak için farklı düşünsel ideolojiler peşinde koşarak, huzurunu bozmasını düşünemezsiniz. Ancak bu güdüler doyurulmadığı ve insan ölümle karşı karşıya kaldığı zaman, ölmüş koyuna derisini yüzmek acı vermez anlayışı ile sonucun ne olacağını hesap etmeden uyaranlara tepki gösteren refleks eylemler göstermeye başlar. İnsanların bu eylemlerini bu uyaranlardan bağımsız, tamamıyla bilişsel bir sürece bağlı olarak oluştuğunu düşünerek, yargılamak ve ötekileştirmek boyutuna giderseniz, altından kalkamayacağınız ve sorunu da asla çözemeyeceğiniz bir problemle karşı karşıya kalırsınız. Ondan dolayı siyasal sistemler kendi yönetimi altındaki tebasına bakışını bu eksende yeniden gözden geçirmesi ve kendisini yenilemesi elzemdir.

Son yılarda yönetime talip olan siyasal partilerin, parti programlarına baktığımız zaman hamaset üzerine oturan ideolojik farklılıkları, daha fazla ayrıştırmaya dayanan beyanatlar görmekteyiz. Yönetime talip olan bir siyasal parti, toplumun inançları, duygusal beklentileri, tarihi kahramanlıkları, ideolojik farklılıkları, ekonomik tabakalaşmalar ve etnik unsurlar üzerinden beyanatlar veriyorsa, bu anlayışla bir topluma asla huzur ve mutluluk gelmez. Topluma huzur getirecek olan bir siyasal algı, ancak insanlığın ortak yaşamsal değerlerini dikkate alarak, tüm halka aynı oranda uzak ve yakın olmaya azmederek sonuca gidebilir. Adalet, ahlak, kardeşlik, dayanışma, liyakat, ehliyet ve biyolojik yaşamın kalitesinin yükseltilmesi gibi dinamikleri dikkate alarak yönetime aday olursa, yarınları çok aydınlık olur. Aksi durumda aydınlık bir ortamdan insanları alıp karanlıklara götürür.

İnsanlık tarihi içinde önemli bir yere sahip olan, Muhammed (as)'in Mekke toplumunda Hılfulfüdul-Erdemliler Hareketi olarak bilinen organizasyonun içinde yer alması, aslında insanlık için nasıl bir sistemin gerekli olduğunu da ortaya koymaktadır. Erdemliler hareketi, yarınlarda oluşacak bir siyasal sistemin temelini oluşturmaktadır. Yani bu sistem, Medine Devleti için, İslam önce küçük bir yapılanma modeli olduğunu görmekteyiz. İnsanlık değerini koruyan ve bu değerlerin yaşam alanında aktif, etkin bir konuma gelerek devamını sağlamak için, bu hareket organizasyon, günümüz siyasal yapılanmalarına da, çok güzel bir örnek oluşturur. Muhammed (as) kendisine elçilik gelmeden önce böyle bir organizasyonun içinde yer alıyor ve ona Nübüvvet sonrasında bu oluşumlara katılıp katılmayacağı sorulduğu zaman, tereddütsüz şimdi olsun yine katılırım diye cevap veriyor. Bu yaklaşım aslında bizim için çözümsüz gibi görülen farklı etnik yapıların ve ideolojik ayrılıkların olduğu bir yerde, nasıl bir sistem kuracağımızın da apaçık göstergesi olmaktadır.

O günkü oluşumun var olma gerekçesi, zulmü, haksızlığı, ahlaksızlığı ve adaletsizliği önlemek, ihtiyaç sahiplerini gözetmek ve herkesin insanca yaşayacağı ortamı oluşturmaktı. Onun için kısa sürede büyüyerek yaygınlık kazandı. Bu oluşum, herhangi birisi zulme haksızlığa uğradığı zaman, onun yanına durarak, zalim güçlü imkânlara sahip olsa da, mazlumun hakkını koruyorlar ve toplumsal düzeni bozmak isteyen güçleri ortadan kaldırarak; çok önemli önleyici tedbirler alıyorlardı. Bu anlayışla ortaya çıkan ve yaşam alanında da bu anlayışa uygun eylemler yaptıklarında, toplumda karşılık buluyor, çok farklı insanlar tarafından sahipleniliyor ve güç odaklarına karşı, bu organizasyon koruma altına alınıyordu.

Çağımız dikkate alındığı zaman, erdemlilerden oluşan bir hareket olmadığı gibi, erdemli yaşamın gerekleri ortaya konarak, insanlık bu değerlere çağrılmıyor. İnsanlar beli ideolojik kamplaşmalar etrafında toplanarak, kendi yaşam alanlarında farklı anlayışta olanlara yaşamı dar etmek ve kendi imkânlarını artırmak için bir araya geliyorlar. Böyle bir anlayış ve bu anlayışın pratiğine göre şekillenen sosyal ortamlarda, hastalıklar tüm bünyeleri kuşattığı ve altından kalkılamayacak duruma gelindiğinde, bunları nasıl çözelim gibi arayışlar başlıyor. Oysa bilmiyorlar ki, sorunun kaynağı sorunu çözmek için ayağa kalkanların ta kendisidir.

Ortak insanlık değerleri etrafında yeni siyasal oluşumlara ihtiyaç vardır. Bu siyasal oluşumları oluşturmaktan aciz olanlar, yaşadıkları ortamdaki siyasilerin eziyete dönüşen, dayattıkları yaşam algısından şikâyet etme hakkına sahip değiller. Öncelikle farklı kamplarda yer alanların, inançlar ve ideolojiler üzerinden insanların duygusallıklarına hitap ederek, onları nasıl daha fazla kandırabilirim psikolojisini bir yana bırakmaları kaçınılmazdır. Siyasi partiler, yaşam kalitesini artırmak ve problemleri hızlı ve kalıcı olarak çözüme kavuşturmak, toplumsal dayanışma, ahlaki değerlerin kapsayıcılık ve etken olduğu bir yaşamı ortaya koyup koyamayacaklarını deklare etmeleri gerekir. Hukuk ve adaletin, toplumun tüm katmanlarına ulaştırılmasının teminatı verilmelidir. Toplumsal yaşam, her ferdin kendi istediği gibi yaşadığı bir ortam değildir. Bireyin özgürlüğü garanti altına alındığı gibi, toplumsal yaşamın olmazsa olmaz olan ahlaki öğretileri de korunmalı ve aktif kılınmalı ki, insanlar sınırsız bir yaşam içinde toplum dışında yaşadığını sanmasın... Toplumsal ortamlarda her fert bir başkasını etkileyecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır. Özgürlük sınır tanımadan eyleme geçmek değildir. Sınırlı yaşam alanı içindeki eylemlerini, özgür iradesiyle karar vererek yapmasıdır. Kamusal alan deniyor ve sürekli tekrarlanıyor, kamusal alan denilen yer insani özelliklerin yaşandığı yerdir. İdsel özellikler, özel hayatın içinde var olmalıdır. Ancak kamusal alana özel yaşam ve idsel istekler doyurulmak için çıkılıyorsa, orada özgürlük değil, öküzlük ortaya çıkar. Yani insani duruş dinamitlenir tercih değil sürüklenen ve heveslerin peşinden gidilen bir haz bahçesi olur. Yani kamusal alan kimsenin haz bahçesi değildir. Onun için insanların kılık kıyafetleri, mutlaka toplum normları çerçevesinde olmak zorundadır. Bu bir dini yaklaşım değil insani yaklaşımdır. Toplu ulaşım araçlarını kullanamaz duruma gelinebiliyorsa, bunun adı da özgürlük diye tanımlanıyorsa, kusuruma bakmayın bu özgürlük değil, olsa olsa başkalarına karşı uyarıcı oluşturup, onların tepki vermesine neden olan nesneleşme durumudur. Kamusal alanı, çağımızın biyolojik canlı, âmâ objeye dönüşen hareketli uyaranların etki alanından çıkarmak erdemli organizasyonun işidir. Buna dur diyemeyen siyasal organizasyonların hiçbiri erdemli organizasyon içinde yer alamaz.

İnsanlık tarihinin yaşam kodları iyi tanımlanmalı ve o kodlardan uzaklaşan yaşamlar, toplumsal yaşam içinde legal olarak görülmemelidir. Çünkü çıplaklık günümüzde, yaşadığımız ortamın üst kültürü haline geldi. Kimse bu kadar bir başkasının yaşam alanını istila etme hakkına sahip değildir. Açık kapalı olup olmamaktan söz etmiyorum, tercih olarak çıplaklığı bir kültür haline getiren yaşamlardan bahsediyorum. Onun için diyorum ki, siyasal organizasyonlar her türlü ayak oyunlarını bir yana bırakarak insanlık ortak değerleri üzerinden, insani yaşamın devamını sağlayacak, erdemliler organizasyonuna dönüşmek zorundadır. Bunu yapmak istemeyenler veya bu tarafı pas geçenler bize asla mutlu huzurlu ve adalet ölçeğinde şekillenen bir yaşamı sunamazlar.

Ey entelektüeller, aydınlar, siyasi hedefi olanlar, eğitmenler, sorumluluk sahibi olan herkes, ayağa kalkalım kendimize gelelim yarınlar dün olmadan bugün en geç gün olduğunu bilerek yarınlarımızı karanlıklara gömmeyelim... Hayvani isteklerin tamamı insani yaşam alanlarımızı kuşattı, insan olarak böylesi bir yaşam alanı içinde manevra alanımızı daraltarak kendi yörüngemiz içinde kendimizi yok ederken yaşadığımızı sanmayalım...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla... Hayır, için hayırlı bir yol açmaya ne dersiniz?

Erol KEKEÇ/01.07.2022/13.49


                


30 Haziran 2022 Perşembe

TANRI YARATANLAR ALLAH'TAN UZAK KALIRLAR

İnsan öyle bir varlık ki, gözle görülen bir yaratıcı tahayyül eder, ancak metafizik bir yaratıcıya inandığını söyler... Allah tarafından gelen elçilere verilen tepkilerin başında da hep bu yön ön planda olmuştur. Senin Rabbin şunları şunları gönderseydi ya da şöyle şöyle olması gerekmez miydi, şayet doğru ise neden bunlar yok diyerek itirazlarını yinelemişlerdir. Hatta Firavun Haman'a Ey Haman bana bir Kule yap ki, Musa'nın rabbi ile görüşeyim derken de, kendi kafasında tanımladığı bir Tanrı ile karşılaşacağını ummaktadır.

Musa (as) İsrail oğullarını Kızıldeniz’den geçirdikten sonra, kısa süreliğine Rabbi ile buluşmak için ayrıldığı zaman, Samiri’nin onlara size bir Tanrı yapayım diyerek Buzağı heykeli yapması, insanların içindeki gözle görülen bir Tanrı inancını pekiştirmektedir. Oysa onlar İman etmelerine rağmen, hemen gaflete dalarak Tanrıyı görmek istemeleri ve o inanışlarını pekiştirmek için böyle bir ilaha yönelmeleri, bu hususu doğrudan desteklemektedir. Onun içindir ki, gayba ait olan ve insan tasavvurundan uzak kendi varlığı kendisine ait olan ve tüm tanımlamalar ve belirlemelerden uzak bir güç olmasına rağmen, insan Tanrıyı kendi oluşturduğu şekle göre anlamak istemektedir. Böyle olunca insanların yöneldiği Tanrı Tek Tanrı olmaktan çıkıyor, birden fazla Tanrıya dönüşebiliyor.

İnsan zaafını gidermek için her dönemde kendisinin ötesinde ancak kendi tahayyül ettiği Tanrıları oluşturmaktan geri kalmamıştır. Tüm inanç biçimlerinde böylesi inanışları görmek mümkündür. Ancak Tek Tanrılı dinlere mensup olduğunu söyleyen kitleler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Hristiyanlar, akla uygun olmamasına rağmen, Baba oğul ruhulkudüs üçü birlikte bir eder diyerek aslında zihinlerinde oluşturdukları Tanrıyı böyle tanımlamak isterken, ruh ve beden olarak İsa varlık evreninde görülen bir yaşama sahip olduğu için, onunla Tanrıyı özdeşleştirerek birlemeye çalıştıklarını iddia etmekteler. Oysa birbirinden farklı üç varlığı bir bütün olarak ele alıp onları birlikte değerlendirmek, doğrudan insan zihnine yapılan saldırı ve imha planıdır. Yahudilerdeki Mehdi inancı da doğrudan Tanrı gücünde bir varlığı yeryüzünde somut olarak yaratmak istemelerinin bir kanıtıdır.  Aslında Mehdiyi beklemeleri demek Tanrıyı tahayyül ettikleri gibi görmek isteme arzularından başka bir şey değildir. Her iki inanış şekli de aslından uzaklaştıktan sonra kendi Tanrılarını kendi görmek istedikleri şekilde yaratmak istemişlerdir.

İslam olarak kabul ettiğimiz inanışta ise, Tanrı doğrudan hiçbir zaman varlığını ifşa etmiyor, ancak insan kendi yaşamındaki denge ve düzenden, bu varlığın var olduğunu ve her şeyin sahibi olduğunu anlayabiliyor. Buna rağmen İslam olduğunu söyleyen şahıslarda çoğu zaman somut tanrı anlayışı oluşturma düşünceleri ortaya çıkmıştır. Allah dostları diyerek belli ayrıcalıklı zümrelerin oluşması, Gayb olan yaratıcının bu âleme ait söyleyeceği sözü onlara bıraktığı ancak onların eliyle kendisini bu âlemde var edeceği anlayışı doğmuştur. Hatta bazı Tarikatlarda bunlar alenen ifade edilmiştir. “Allah ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü" ifadesi tam tamına Samiri’nin icat ettiği buzağı putunun kendisidir. Fâni olduğu söylenilse bile bu ayrıcalıklı Allah dostu diye tanımlananlar, yeryüzünde ilahlıkları kabul görmüş canlı ilahlar zümresine girerler.

Bu zihni ve anlayış bozukluklarından insanlar arınmadığı sürece asla ve asla İslam’la tanışamazlar. Ondan dolayıdır ki, İslam’ın ilk çağrı mesajı "La ilahe İllallah'tır."Bu çağrının mahiyetini ve anlamını kavramamış insanlar İslam’la tanışma imkânını elde edemezler. İslam’ın bilgi olarak okunuyor ve konuşuluyor olması ortamların İslam’la tanışması ve yüreklerini Allah'ın kuşattığı anlamını ortaya çıkarmaz. Yüreklerde, Allah'ın kendisini tanımlama ve anlatma açıklığıyla bir anlayış oluşmuyorsa, o ortamların her yanı şirki yaşamların kol gezdiği yaşamlar olur.

"Allah tek ilah olarak anıldığı zaman Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenlerin korkup üzüldüklerini tedirgin olduklarını görürsün ancak Allah onların diğer ilahları ile anıldığı zaman güldüklerini eğlendiklerini ve rahatladıklarını görürsünüz" uyarısı böylesi ortamların ne kadar da şirkle iç içe olduğunun kanıtıdır. Allah, insanların yaşam alanlarında görmek ve oluşturmak istediği tanımlamaların hepsinden uzak ve münezzehtir. O doğmamış doğrulmamış bir ve tek onun eşi benzeri ve dengi asla yoktur. O halde bunda Allah'ın şu vasıfları var, Hatta Allah'ın tüm vasıflarını üzerinde toplamış gibi hakikatten uzak şirk sözcüklerinin Müslüman olduğunu iddia edenlerin yaşamlarında çokça kullanıldığı ortamlara hep şahit olmaktayız. Peki, Allah böylesi beşeri ve yaratılmış olanların fani vücutlarında zuhur ediyorsa, o zaman öyle bir ilah nasıl olur da, Göklerin ve yerin yaratanı olabilir (haşa).Allah insanların ve cinlerin tüm benzetmelerinden uzak sadece kendisinin tanımladığı yüce bir varlıktır. Onun için Yaratıcı gözle görülebilen pozitif alanda tanımlanamaz. Bu tanımlamaları yaparak Allah'a bir yer ve konum belirlemeye çalışan anlayışların tamamı, adına İslam dese bile şirk dinidir. Şirk dinine mensubiyet oluşturanlar Kur'an'ın dini ile tanışmadıkları ve Allah'ı yegâne eşsiz ve dengi olmayan bir Rab olarak görüp öyle yaşamadıkları sürece Allah'tan yardım bekleyerek insanları kandırmalarını alkışlamak ve onlara yaşam alanları oluşturarak onların meşru zeminlere yayılmasına yardım eden destek veren ve övgüyle bahsedenler de, Allah’a şirk koşarlar.

Hayatımızı gayp yönlendirmiyorsa, orada bir sakatlık var demektir. Gayp, Allah, hesap, ahiret cennet cehennem ve meleklerdir. Bu değerleri, hiçbir insan kendi yaşam alanındaki nesnelere yüklenilen anlam ve şekiller gibi tanımlayarak yaşamını onlara göre yaşayıp, Allah’a giden bir yolda çaba harcadığını sanmasın. Allah, bize kendi istediği şekilde iman edip o şekilde yaşamamızı istiyorken, bizler, onun o istekleri her ne kadar olsa da, gördüklerimiz ve bize anlatılanlar gibi onun emirlerini yaşamak istiyorsak, burada hangi Tanrı'nın hükmüne göre yaşadığımızı kendimiz rahat anlayabiliriz. Hz. İbrahim'e Nemrut ve adamlarının ateş hazırladığı ve onu oraya atacaklarının haberi ulaştırıldığında, İbrahim (as)onlara karşı kendi Tanrısı nasıl ona yardım edecek, göremiyor ve herhangi bir uyaran da yok, o halde ben mahvoldum şimdi ne yaparım diye düşünmüyor. Çünkü o biliyor ki yaratılmışların tahayyül edemeyeceği yücelikte bir Allah var, ondan dolayı da "Allah ne güzel vekil ve o ne iyi yardımcıdır..." diyerek yoluna devam ediyor. İşte burada doğrudan seksiz şüphesiz acaba olur mu vs. gibi bir duygu olmadan, doğrudan Allah'a yöneldiği için Allah onu yalnız bırakmadı. "Biz de ateşe dedik ki, Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve esen ol..."Biz yeryüzün de yaşarken Allah'a böyle katıksız bir inançla bağlanıp sonucu ona havale edip, nedenleri en iyi şekilde yerine getirirsek inanıyorum ki, Allah kendisine bağlanan kulları asla zalimlere yem etmez. Yem oluyorsak bizdeki sorunları anlayıp, ortaya çıkarıp tedavi etmemiz gerekir. Yoksa sonuç bizler için hüsran olur.

Melekler Lut (as)'un yanına geldiklerinde, azgın kavim onun evine hücum etti ve gelen misafirleri ondan istedi, ancak misafirler Lut'a dedi ki, onları acı bir azap yakalayacak, buna rağmen insanın içindeki zayıflık, Lut (as)'ın içinden keşke size yetecek gücüm olsaydı diye bir yakınma geçirdi. Yani insan aynı zamanda zayıf bir varlıktır. Bu yönünü ihmal edenler değiliz. Ancak yanlışlarımızı savunarak onları din adına yaşayıp, Allah’tan medet umduğumuz zaman karşılığını alamayacağımız muhakkak. Allah’ın elçisi olsa bile insani zayıflığımız bizden alınmadı, ancak biz bu yaratılış fıtratımızdan gelen zayıflığımızı, kendi irademizle tercih ederek yaşadığımız yanlışlar için bahane oluşturma hakkına sahip değiliz. Tercihler fıtrattan gelen zayıflıkla karıştırılmamalı, yoksa tüm hatlar birbirine girer ve hakikati anlama basiretimizi kaybederiz.

Diyeceğim odur ki, bizler yaşamlarımızda yeryüzünden ilahlar edinip, onlara taparken Allah'a tapıyor gibi bir gaflette yaşamayalım, yoksa sonuç bizlerin helakine neden olur. Allah bizim benzetmelerimizin hepsinden uzak ve münezzehtir. O sübhandır. İsimler farklı olsa da yeryüzündeki dinler, şirkle olan yakınlıkları açısından hepsi birbiriyle iç içe girmiş durumdadır. Rabbim bizleri, tevhidi duruşla yaşayan ve ona hiçbir şeyi şirk koşmadan huzuruna varanlardan eylesin...

Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle, rabbimden güzel bir gün herkese armağan olsun...

Erol KEKEÇ/29.06.2022/13.45


                

26 Haziran 2022 Pazar

BAŞKASININ YANLIŞLARI BİZİM YANLIŞLARI MEŞRULAŞTIRAMAZ

" Siz ey imana ermiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; herkes yarın için ne hazırladığına baksın! Ve (bir kez daha) Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır;"Haşr:18

"Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkanlardır."Haşr:19

Bu açıklamalar o kadar açık ki, Nasrettin Hoca'nın suya göndereceği çocuğu, suya göndermeden önce dövüp ondan sonra oğlum aman dikkat et testiyi kırmayasın tavsiyesini aklıma getirdi. İman ettiğimizi söylemek ve kendimizi bir değere dâhil etmek kolay, ancak dâhil olduğumuz o değerle ne kadar barışık ve ona uyumlu yaşadığımız baştan sona sorgulama konusu... Allah’a karşı sorumluluğumuzun bilincinde yaşadığımız bir ortamımız olsa, sahiden bu kadar olumsuzlukların üzerimizde bulut gibi bizleri kuşatması mümkün olur mu? Elbette olamaz. Ancak biz dine dâhil olduğumuzu söyleyerek hemen kurtulanlar için hazırlanmış olan bir listeye ismimizin kaydedildiğini sanıyoruz. Oysa insan, Mümin sabahlayıp kâfir yaşayıp mümin akşamlayıp, kâfir sabahlayabilir. Yani sürekli ruh hallerimizin ve yaşam alanınızdaki dinamiklerin değişimiyle iç içe olduğumuz bir hayatı yaşamaktayız.

Böylesi değişken bir dünyada kendimizi sabitlediğimizi sanarak, bir değeri benimsediğimizde onun bize sarılıp ayrılmayacağını sanıyoruz. Böyle ruh hali, canlı olan her insan için geçerli ve olması muhtemel bir hal olduğundan, Rabbimiz kullarına acıyarak yine uyarılarda bulunmaktadır. İşte, yukarıdaki ayetler bize bu alanda çok ciddi sorumluluklar yüklemektedir.

Sorumluluğun bilincinde olduğumuzu düşünmek, nelerle hesaba çekileceğimizi öğrenmek ve onları konuşarak kurtulacağımızı sanmak ise, olumsuz bir hayat tarafından kuşatıldığımızın göstergesidir.. Son dönem Müslümanım diyen bizler sorumluluğu, konuşmak ve sürekli tenkitler yaparak bir ağırlığın altına girmemek olarak algıladık sanırım. Çünkü herkese her şey hatırlatan çok fazla, ancak o ağırlıkların altına girip onu taşıyacaklar neredeyse yok... Peki, insan bunu hiç merak etmez mi? Sorumluluk eylemle alakalı bir durumu özetler. Eylemi olmayan söz ve düşüncelerin sorumluluk taşıdığı söylenemez. Eylemden uzak, her yerde seminer ve konferans verilmekte, ayrıca sohbet ortamlarda her şey konuşulmakta ancak gerçek yaşamda kimse kimsenin umurunda değilse bu nasıl bir sorumluluk bilinci...

Sorumluluk bilinci, kendi dışınızdaki yaşamlara dokunmak, onların yükünü hafifletmek ve onların varlık gayesine uygun yaşaması için gerekli ortamları hazırlamaya maddi ve manevi katkı oluşturmaktır. Bu katkılar yarınlarımız için bizden önce menzile varırlar ve bizi orada beklerler. Onun içindir ki, herkes yarın için ne hazırlayıp gönderdiğine baksın uyarısıyla karşılaşmaktayız. Sorumluluk, özgür irademizle yaptığımız eylemlerimizin sonucuna katlanmak olduğunu sanıyorum herkes bilir. Peki, yarınlarda bunlar karşımıza çıkacaksa, burada eylemlerimizi bilinçli yapmak zorunda değil miyiz? Bu bilinç yoksunluğumuzu yine rabbimiz bize hatırlatarak belli bir hedef doğrultusunda yaşamamızın gerekliliğini gündeme getirmektedir. Çünkü insanın bahanesi çok, yaşadığın zamana uyacaksın, ortamda ne varsa, sen de onlar gibi yaşamalısın, yoksa hayat durur diyerek hakkı öğütler gibi batılı öğütleyenlerle karşılaşmamak neredeyse imkânsız gibi... Bu algının ne kadar tutarsız ve insanı öz benliğinden uzaklaştırıp sorumluluk bilincini imha ettiğini Rabbimiz beyan etmektedir.

"Allah'ı hesaba katmayan sadece gördükleriyle avunan ve onun içinde boğulup Allah'ı unutan ve böylece Allah'ın ona kendisini unutturduğu kimseler gibi olmayın uyarısıyla bilinçli yaşama çağrı yapılmaktadır. Bu dünya böyle gelmiş böyle gider diye savunma yapmak için, bahane üretmek kadar basit bir yaşam olabilir mi? Bu dünyanın içinde herkes amacını unutmuş ve tek bir fert sorumluluğunun farkındaysa, bahane üretme hakkına sahip değildir. Bu dünyada şu ana kadar herkes kendinden habersiz yaşıyor diye, biz kendimizi unutarak sorumluluk bilincinden uzaklaşma hakkına sahip değiliz. “Müslüman, bulunduğu her ortamda Müslümanların ilki olmak zorunda ve Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ona kullukla görevlidir. “Bu anlayışa sahip olmak, sorumluluk bilinciyle yaşamaktır.

Kitabın buyruklarına göre yaşamak için kitaptan haberdar olmamız gerekir. Kitap ile aramıza o kadar çok söz ve yaşamlar girmiş ki, onlarla meşguliyetimizden, sorumluluğumuzu bize hatırlatan kitaptan haberdar değiliz. Onun sözlerini müziksel bir uyum içinde kulağa hoş gelecek şekilde dinleyip transa geçmeyi kitaba göre yaşamak olarak algıladığımız sürece, biz kitaba uygun yaşayamayız. Kitap Allah'ın buyrukları olmasına rağmen, o buyrukların ne olduğunu merak edip yaşamak yerine, onunla transa geçip uyku modunu tercih eden, sorumluluktan kaçan bir yapımız var... Peki, böyle ruh halleri ile ne kadar hayatın içinde belirleyici olmayı bekleyebiliriz. Hayat bize çok yabancı biz hayatın dışında folklorik din öğretileri eşliğinde sükûn buluyorsak, bu kitap bizim için belirleyici bir manifesto olma özelliğini kazanamaz. Kitabın belirleyici olmadığı bir yerde, İnsanlar doğal olarak Allah'ı unutarak yaşamanın önüne geçemezler.

Kendinden ücra köşelerde yaşayanların, kendilerini yaratanın isteklerini anlayarak ve ona uyumlu yaşamalarını ne kadar bekleyebiliriz. Onun için, gelecek olan gelmeden önce kendimize dönmemiz gerekir. Kendine dönen Allah'a döner. Kendini bilmeyen, öz bilincinin farkına varmayanın, rabbini unutmadan yaşaması; nasıl mümkün olabilir ki?

Tüm yaptıklarımızı, yapacaklarımızı, zihninizde düşündüklerimizi, düşünmeyip içimizden geçenleri her yönüyle bilen yegâne güç sahibinin diyarında yaşadığımız halde, bunun bile farkında olmadan at koşturmaya devam ediyoruz. Siz ey imana ermiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; herkes yarın için ne hazırladığına baksın! Ve (bir kez daha) Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır;"Haşr:18

Başta söylediğim gibi sorumluluk, konuşmak ve yazmakla sonuca ulaşan bir durum değil, tamamıyla eylemsel yönü olan bir farkındalıktır. Okullarda şunlar şunlar anlatıldı, neden hala insanlarımız bu halde diye yakınarak, kendimizi kandırmamızın anlamı yoktur. Sorumluluk, okulda konuşmak yapmak değildir. Yaşam alanı içinde karşılıklı ilişki iletişim kurmak ve haberdar olarak yük almak, ya da ağırlık yüklemekle kendini açığa çıkarır. Bir pazarda satıcı müşterisine doğru davranmıyor, bir kilo diye verdiği ürün yarım kilo ise, ya da verilen parayı eksik verdin diyerek ek sıradan para istiyorsa, bu insan, okulunda sorumluluk bilinci kazanamadığı gibi kendisini de tanımadığı için, yanlışlar hayatta çok olduğundan, onlardan biri olmaya aday olabiliyor. Ondan dolayı, toplum içinde ilişkilerdeki değişimler olumlu yönde gözle görülecek düzeyde çoğalarak devam ediyor ve daha geniş kitlelerin hayatına mührünü vuruyorsa, işte o zaman sorumluluk bilincine göre yaşanılan bir hayattan söz edebiliriz.

Yarınlar süratle yaklaşırken, “yeni bir vahiyle karşılaşıyormuş gibi heyecanımız ve mücadele ruhumuz, Ey iman edenler Allah’a karşı sorumluluk bilincinizin farkında olun uyarısıyla "tutuşmuyorsa, kendimizle hesaplaşma zamanı geçiyor demektir. İman ettiğini iddia eden her fert, bu yüzleşmeyi acilen yapmak zorundadır. Dünya ve içindekilere sahip olup dünyalık zevklerimizi ve rahat yaşama isteklerimizi doyurup, kendimizi yarınlara hizmet eden bir serdengeçti olarak lanse etmemizin anlamı yoktur. Her insan kendi hesabının ne olduğunu çok iyi bilir, kendi yorumunu başkalarına bırakmayacak kadar da onurlu olduğuna inanıyorum. Bu anlayışa sahip olan ve ben Müslümanım diyen her fert, yaşadığı ortama neler kazandırdığına ve nelerin yok olmasına katkıda bulunduğuna vicdanını rahatlatacak şekilde iyi bakması gerekir. Bu sorgulamayı yapan her fert, yarını için, dünyada sadece Müslüman olarak kendisi varmış gibi hayata yeniden başlamalıdır. Çünkü bizlerin değerler açısından yaşadığımız ortama kazandırdıklarımız, kaybettirdiklerimizin yanında devede kulak kadar olmadığına inanıyorum. Bireysel ibadetlerin çoğalması camilerin dolması, oruç tutanların artması, haca gidenlerin yer bulamaması, değerlerin çok iyi karşılık bulduğu anlamına gelmemelidir. Müslüman denildiği zaman, eminlik, güvenirlilik, sadakat doğruluk adalet, örnek alınacak bir yaşam, tüketim kölesi olmamak, herkesin insanca yaşayacağı ortamların oluşması için mücadele eden, her ortamda hakem olarak özel çağrılan biri olamamışsak; ibadetlerin sabahlara kadar devam etmesinin hiçbir anlamı olmayacaktır. Çünkü onlar tamamıyla bireysel sorumluluklar içindedir. Oysa Rabbimiz kendisine karşı sorumluluğumuzun bilincinde olarak yaşamamızı istiyor. Bunun yolu toplumsal yaşamda, hayatı hafifletmek ve ağırlığı fazla olanların üzerindeki yükleri azaltabilmektir. Bunları yapmıyorsak, yarınlar için önden bir şey taktim edememişiz demektir.

Yaşadığımız ortamın olumsuzluklarını referans gösterip, kendi olumsuzluklarımızı meşrulaştırmaya çalışmaktan vazgeçmediğimiz müddetçe, Allah bizi aydınlığa çıkarmayacaktır. Müslüman olduğunu söyleyenlerin yaşamında şu söz gerçekten hakikatin yerini alan bir referans olduğu için, tüm duyarlılıklarımızı kaybettik. Öncekileri görmüyor musunuz, onlar neler yapıyordu, sadece kafayı bize takmışlar vs. gibi savunmalar insanın feraset ve basiret yönünü imha etmektedir. Çünkü batıl, Müslümanım diyenlerin dini gerekçeler oluşturarak batıla hayat vermesi, onun meşrulaşmasına neden olmuştur. “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkanlardır."Haşr:19 Yoldan çıkmış olanların olumsuzluklarını örnek göstererek, kendilerinin doğru yolda olduğunu savunmaya geçenlerin tümü yoldan çıkmış olanlardır. Onun içindir ki Rabbimiz diyor ki, Allah’ı unuttuklarından dolayı kendilerini kendilerine unutturduklarımız gibi olmayın..."

Ey Müslümanım diyen ve öyle kalmak isteyen tüm kardeşlerim, gelecek yaklaşarak gelmektedir, yarınlar için önden ne taktim ettiğimize iyi bakalım ve vicdanen rahat olup olmadığımızı kontrol edelim, yoksa kötülüklerin din adına yaygınlaştıranları olarak, tarihe kaydedilecek toplumlar arasındaki yerimizi almaya az zaman kaldı...

Dünyada imkânları ele geçirerek insanlar nazarında kazandığımızı sandığımız itibarların hepsi bir gün yok olacak ancak Rabbimizin bize taktim edeceği itibarı kimse alamayacak..."İzzet Allah'ın Resulünün ve Müminlerindir. “Yoksa Allah'ın belirlediği izzet, şeref ve itibar dışında başka yerlerde itibar mı aramaktayız... O zaman vay bizim başımıza geleceklere..."Bu anlatılanlar birer haberdir ancak her haberin mutlaka bir gerçekleşme zamanı vardır..."Rabbimin bu uyarısından sonra yazacaklarımı burada noktalayarak rabbimden istikamet üzere dosdoğru bizleri yaşatmasını en içten kalbi dileklerimle talepte bulunuyorum...

Selam muhabbet ve dualarımla, selam Kâinatın üzerine olsun...

Erol KEKEÇ/25.06.2022/14.34


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!