Bu Blogda Ara

25 Haziran 2022 Cumartesi

ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞEN DEMOKRASİYLE EĞLEN(!)

Çağdaş demokrasi algısı ciddi bir köleleştirme sistemi desem sanırım abartmamış olurum. Demokrasiler Halkların oluşturduğu ve tercihlerini kendisinin yaptığı bir sistem değildir. İçerik ve sunum halkların dışında kurgulanıp halkın zorunlu beğenisine sunulan bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin yapısal ve içerik oluşumunda halkların zerre katkısı olmamasına rağmen sanki bu halkların kendi sistemiymiş gibi onlara dayatılması da apayrı bir garipliktir.

Dört ya da beş yılda bir insanların önüne sandık koyarak o insanların özgür bir seçim yaptığını düşünmek, seçim yapan insanların düşünme melekelerini imha etmekten başka bir şey değildir. Bir toplum kendisini yönetecek sistemin oluşumuna hiç katkısı olmayacak, ancak bu sistemin kurucuları tarafından önüne konulan seçenekleri onayarak seçim yapmış olacak, doğrusu böylesi bir seçme durumu insan beyninin ırzına geçmek değil midir? Çağdaş demokratik yönetimler diye insanlığa pompalanan bu anlayış doğrudan insanların zihinlerine tecavüz etmesine rağmen, tüm halklar kendi tecavüzcüsünü alkışlayarak onunla zorunlu bir evliliğe mahkûm bırakılmaktadır.

Bizim toplumda çokça kullanılan ve herkesin ağzında sakız gibi çiğnenen şu söz aslında insanların uğradığı tecavüzden nasıl da memnun olduklarını da ortaya koymaktadır. “Ehveni şer “yani şerrin içinden de hafif olanı seçeceksin gibi giydirmelerle zihinler doğrudan imha edilmekte ve farklı algı ve anlayışların oluşturulmasının önüne geçilmek istenmektedir. Ehveni şer ne demek, sorgulayan yok, ancak şerrin hafif olanını tercih edelim gibi bahane üretmekte kimse bu algıların önüne geçemez. İnsanın ruhsal dengesini olumsuz etkileyen ve akıl hastalıklarının oluşmasına giden yolda çatışmalar önemli görev üstlenir. Psikologlar bu çatışmaların en tehlikelisini ruh sağlığı açısında birden fazla istenen güdünün etkisinde kalınan çatışmalar olarak izah etseler de, en azından insanların istediği arasından seçmek zorunda kalması, belli bir zaman sonra olumlu sürece girebiliyor. Ancak olumsuzluklar arasından seçmek zorunda bırakılan uyarıcılar, tamamıyla insanı aldatmaya ve imhaya dönük çatışma örneğidir.

Mahkeme de bir insana ölüm kararı verilmiş, ancak nasıl öldürülmek istendiğinin mahkûma sorulmasının sizce hayata nasıl bir katkısı olur. “Ölümlerden ölüm beğen demek “Eninde sonunda senin için ölüm var, ancak bunlardan birini beğenebilirsin demek kadar, insan onuruyla dalga geçilen başka bir ifade olamaz. Ehveni şer denilen hadise de böyledir. Hiçbir şerri istemiyorsunuz hepsinden kaçmaya çalışırken, birinin daha merhametli ve faydalı yanlarının olduğunu ballandırarak anlatıp, insanların tercihlerini yönlendirmek ciddi bir manipülasyondur. Bu algı yönetimiyle doğruyu açıklamaktan uzaklaştığınız müddetçe, insanlığı hep karanlıklarda yaşamaya mahkûm edersiniz.

Demokrasilerde iktidar ve muhalefet diye iki uç vardır. Sistem bunun üzerine kurgulanmış ve böyle oluşturulmuştur. Yani İktidara gelecek olanı da muhalefette kalacak olanı da sistemin kendisi oluşturuyor. Ancak hangisinin iktidar hangisinin muhalefette kalması gerekir, bu konuda sizlerin görüşüne başvuruyor, bu görüşe başvururken doğrudan sizin seçmenizi de istemiyor, sizin yönelimlerinizi ve tercihlerinizi de kendisi yönetiyor, sonrasında siz bunu seçtiniz diye, seçileni de seçenlere sahiplendiriyor. Siz onu seçtiğinize inanıp onu sahiplendikten sonra, size aitmiş gibi uğruna ölümlere gidecek bir akıl tutulmasını yaşar oluyorsunuz. Zaten oluşturulmak istenen bu, bu amaca ulaştıktan sonra kimin iktidarda kimin muhalefette kalmasının ne önemi kalıyor. Nihayetinde her iki durumda sizin için çıkmaz sokak var. Yani ölümlerden ölüm beğen dayatmasıyla size birini tercih yapmanızı istiyorlar. Siz de ehveni şer diyerek kendinizi pasif bir nesne durumuna sokarak tercihleri sizin yaptığınızı sanıp, sıradan bir objeye dönüşüyorsunuz. İşte tam da demokrasi kazığı budur.

İnsan, düşünme melekelerini imha ederek verilen tüm gıdaları almanın faydalı olduğuna inanır, anlatılan tüm masalları kendi geleceğimizi düşünenlerin (!)bize sundukları hakikatler gibi kabullendiğimiz sürece bizim gibi toplumların bu karanlıklardan kurtulup, aydınlığa ulaşma imkânı olmayacaktır. Çobanın mı oyu, yoksa şehirlinin mi oyu diye, siz tartışadururken birileri ikinizin de bir anlamının olmadığını gözünüze baka baka deklare ederek sizi sömürmeye devam eder.

Bir toplum kendi içinden kendi acılarını bilen, toplumun dilinden anlayan, lisanı hal ile toplumla iç içe yaşayarak toplumun nasıl kurtuluşa ulaşacağını kendisine dert edinmiş insanların mücadelesiyle ancak bu kölelik zincirlerini kırarak özgürlüğüne kavuşur. Özgürlüğüne kavuşmamış insanların seçim yapma ve tercih belirtme gibi komik bir oyundan uzaklaşması gerekir. İyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin, adalet zulüm vs. gibi toplumsal değer algılarının ne olduğunu anlamaktan ve tanımaktan uzak insanlar, nasıl ve hangi tercihi yaptıklarında sağlıklı bir yön çizmiş olabilirler ki!

Ey aydınlar, entelektüeller, akademisyenler, sorumluluk duyan herkes, insanları doğru bilgilendirmezseniz onlardan daha çok siz bunlardan sorumlu olacağınızı bilesiniz. Demokrasi yeryüzündeki kurtarıcı sistemin adı değil, kurtulmak isteyenlerin boynuna yuları geçirenlerin, bu yularla bağlananların hallerinden memnun olduğunun onayını, kendilerine onaylattırdığı sistemin adıdır. Zorla baskıyla emperyalist anlayışlarla sömürülmesi zorlaşan toplumları farklı yollarla sömürmek için daha yumuşak bir geçişle sömürmeyi sürekli kılmanın adı demokrasidir. İşi ehlinden alarak işin özüyle alakası olmayanlara verilen o işler insanlığa zulüm gözyaşı ve ölümden başka bir şey getirmemiştir. Nasıl bir yönetim ki kendini kabullendirmek için gözünü kırpmadan milyonlarca insanı katledebiliyor. Hakka dayanan ve Hak için olan bir sistem kendisini zorla kabullendirmez ve kabul etmeyenlere de zorla baskı kurmaz. "Dinde zorlama yoktur, doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır, kim tağutu yalanlar Allah'a yönelirse o kopması imkânsız bir bağla Allah'a bağlanmıştır..."Bu ayet aslında bir yönetim sisteminin tüm koordinatlarını ortaya koymaktadır. Din bir yaşam biçimi, bir yaşam ve yönetim biçimini benimsemeleri için, insanları zorlamak ve onlara sistemi dayatmak yoktur. Ancak o sistemin tanıtımı ve anlaşılması vardır. Tağutların zalimlerin sömürücülerin bağımlığından kurtulanlar zaten o sistemin hak olduğunu bilir ona yönelirler. Ancak bir sistem kendisini benimsetmek için kan gözyaşı ve ölümleri reva görüyorsa o sistem meşrulaşamamış gayri meşru bir sistemdir. İşte, demokrasilerin tümü, yaldızlı ifadelerle anlatılmış olsa bile, insanlık yaşamını aslından uzaklaştırmak için fıtri yaşamın koordinatları ile oynayarak insanlığı imha çabasıdır.

Denize açılan bir geminin, dalgalarla nasıl boğuşacağını en iyi bilen kişi, onun ilmine sahip olan gemi kaptanı olmasına rağmen, gemideki yolcular biz bir seçim yapalım kim oyu çok alırsa o kaptan olsun derse, o geminin batması farz olur. Ancak ehli olan ilmiyle olaylara vakıf kişiye o ehliyet verilirse gemi karaya çıkar. Ne yazık ki demokrasi, böyle bir tercihe insanları zorlayan sistemdir. Dolayısıyla demokrasi diye bizlerin hafızlarına kazınan o sistemle insanların mutlu huzurlu adil bir yaşam ortamına kavuşmaları mümkün olmayacaktır. Onun içindir ki bize dayatılan tüm sistemleri sorgulayarak hakikate çıkacak aydınlatma fişeğini Rabbimiz bize vermesine rağmen biz hala kör karanlığa kurşun atmaya devam etmeye kararlı görünüyoruz. Dolayısıyla tüm atışların boşa gideceğinden şüpheniz olsa da arada bir isabet olursa onu da bahtınıza çıkan bir bir ikramiye olarak görün...

Ey insan, “Senin için ölümlerden ölüm beğen tercihini sana dayatanların, seni düşündüğünü söyledikleri tüm sözlerini ayaklarının altına al ve seni yaratıp rızık verenin nasıl bir yaşam ortaya koyman gerektiğini idrak et ve kendine gel... Yoksa bu sömürülme ölümle noktalanacak bir sonuç olmayacak, ölüm sonrasındaki hayatta da başımız beladan çıkmayacak çünkü buradaki kazanımlarımız önümüze konduğunda orada ölümlerden ölüm beğenme hakkımızı da kaybetmiş olacağız. Onun için diyorum ki, yaşamakla ölmek arasında bir tercih yap, yaşamak istiyorsan seni sen yapan ve insan olmaya yakın kılan değerlerini anla ve onlara göre yaşa ki, bir defa ölelim ve ölümümüz bir kurtuluş olsun yoksa ölüm bize zindan olabilir.

Ehveni şer, kati şer adı ne olursa olsun şerrin hepsi şerdir, Hak’ta haktır. “Haktan sonra dalaletten başka ne var ki..."Buyruğu hayatımıza bir umut olması dileğiyle siz dostlarımızın zihinlerini biraz yormaya çabaladım inşallah yormayı değmiştir...

"Hak gelince batıl yok olmaya mahkûmdur, Hak batılın beynini parçalar…"Bunlar bizim ellerimizle olmazsa Allah bizi giderir, yerimize başka bir toplum getirir onların eliyle de olsa bunu gerçekleştirir... Hiç olmazsa bizler bu yolda can vermeye aday olalım ne dersiniz?

Erol KEKEÇ/23.06.2022/13.57


22 Haziran 2022 Çarşamba

PSİKOLOJİK TRAVMALAR TOPLUMSAL TRAVMAYA DÖNÜŞMEMELİ

Psikolojik travmalar sosyolojik travmalara dönüştüğü zaman toplumsal kabulleri de kolaylaşıyor. Bireysel olarak yaşadığınız psikolojik olumsuzluklar sıradan bir vatandaşın bünyesinde vuku bulduğu zaman etkileme ve kabullenilme oranı da o oranda azdır. Ancak bu travmalar Belli bir yeri ve etkinliği olan kişilerin yaşamlarında ortaya çıktığı zaman toplumsal yaşamda rahat sindirilen bir hal alabiliyor.

Psikolojide herkesin bildiği rahatlama mekanizmaları var bunları savunma mekanizması olarak tanımlarız. Bazıları o kadar tehlikeli boyutlarda yaşamı etkisi altına alır ki kişi bunların etki alanından çıkıncaya kadar yaşamında bir gelenek haline gelebiliyor. İnsan normal yaşamın akışına aykırı tedirginlikler yaşadığında ve bunlardan kaynaklanan gerilimler ortaya çıktığında bunların etki gücünden kurtulmak için zaman zaman bunlara sarılarak kendini avutabiliyor. Ancak bu avunmalar süreklilik kazandığı zaman kronik bir hastalığa dönüşebiliyor. Ne yazık ki, gerilim katsayıları her geçen gün artan ortamlarda, bu mekanizmaların kullanımı giderek artış göstermektedir. Sonrasında gelinecek noktanın hesabı yapılmadan aşırı tepkisellikleri de beraberinde getirebiliyor.

Bahane üretme savunma mekanizmasının temelini oluşturmaktadır. Bireysel olarak başlayan bu travma süreci bazen öyle aşırı boyutlara gidiyor ki, toplumsal yaşamı allak bullak edecek çıkmaza insanları götürebiliyor. Genellikle ergenlik döneminin sığındığı bir sığınak olarak göze çarpan bu rahatlama mekanizmaları günümüzde toplumun geneline yayılan sosyolojik bir travmaya dönüştü. Eğitim kurumlarında haylaz çocuklar vardır, dersleri gayet başarısız olduğu için, öğretmen sınıfa girdiği zaman öğretmenin gözüne girebilmek için, ayağa kalkın oğlum hoca geldi gözünüz kör mü? Vs. gibi çıkışlarla sivrilerek rahatlamak ve kabul görmek isterler. İlkeli öğretmenler üzerinde bir etki bırakmasalar da genellikle bu öğrenciler bu çıkışlarıyla bulundukları ortamda sivrilir ve öylece kabul görürler. Dolayısıyla onların bu tavırları onları belli noktalarda rahatlatır ve başarısızlıklarını böylece kapatmaya çalışırlar. Ancak bu durum günümüzde o kadar yaygın hale geldi ki toplumsal yaşamın her noktasında olumsuzlukları örtmek için, insanların rahatlayacakları başka alanlarda sivrildiklerine şahit olmaktayız.

Son bir kaç yıldır yaşam kalitesinin ve ihtiyaçları karşılama imkânlarının aşağılara doğru sürekli alçalan bir grafik eğrisi çizdiği bir zamanda, hala bu davranışlara bahaneler üreterek kendilerini rahatlattıkları gibi, başkalarını da rahatlattıklarını sananları gördükçe; bu konuların sorgulamasının kaçınılmaz olduğunu gördüm ve bu gün sizlerle bu konularda biraz hasbihal etmek istedim.

Bir yönetici kendisinden kaynaklanan olumsuzlukların faturasını daima kendi dışındaki etkenlerde arayarak rahatlarken, bu kötü bir travma olmasına rağmen hala bazıları bu travmanın bir hikmetinin olduğuna inanarak yaşamını sürdürmektedir. Bu olumsuzlukların bir travma olarak görülmemesi ve rahatlama mekanizmalarının etkisi altında kalmadığına inanmamız için, insanın gerçeklerle yüzleşmesi gerekir. Gerçeklerle yüzleşmeyen ve gerçeklerden sürekli uzaklaşan insanlar, toplumsal travmaların oluşmasına neden olurlar. Geldiğimiz nokta ciddi anlamda toplumsal patolojik travmaların kökleşerek yayıldığına şahitlik etmektedir. Ancak bu vakaların yaygın hale gelmesine neden olanların hala bunları bir olumlu gidişat olarak tanımlamaları da apayrı bir vakadır.

Tüm psikologların ortak kanısı savunma mekanizmaları gerilim anlarında kısa süreli kullanıldığı zaman, gerilim yaşayan bünyede bir rahatlama meydana getirdiği için olumlu görülür. Ancak bu yaygın hale getirilip arkasına sığınıldığı zaman yaşamı olumsuz etkileyip kişiyi nesneleşen bir yaşama mahkûm ederler. Oysa bunları dikkate almayanlar daima bunlara sığınarak kendilerini haklı kılma mücadelesi içindedirler. Küresel virüs ortalığı sardığı ve belli ellerin insanların yaşamı üzerinde ciddi bir ifsat oluşturduklarını anlattığımız günlerde, yetkili ve etkili kurumlar tarafından potansiyel tehlikeli varlıklar olarak adlandırıldığımız ve kimsenin bu absürt çıkışlara inanmaması gerektiği anlatıldı. Ancak her türlü olumsuzluğun kökleşmesi sağlandıktan sonra aynı ağızlardan bu küresel güçlerin, küresel terörist olarak adlandırılmasının sizce ne kadar anlamı ve önemi olabilir.

Ekonomik yaşamın ciddi bir toplumsal sorun oluşturduğunu bilmeyen olmamasına rağmen, hala böyle bir durumun olmadığını ve bu olayları gündeme getirenlerin kendilerini istemeyen güçler ve onlarla işbirliği içinde olan içteki uzantılar olarak izahatının yapılması nasıl bir travma, bunu anlamak mümkün değil... Gelir düzeyi düşük ve düşük ücretle çalışan insanlar bu toplumda perişan bir hayatın açlığa dayanma diye(!) bir deneyin deney grubu olarak kullanılmalarına rağmen kimsenin gıkı çıkmıyorsa; orada ciddi bir sorun var demektir. İstanbul’dan Anadolu’nun bir yerinde cenazeniz olsa gidecek imkânlarınız olmuyor, gitseniz de gelecek zamanlarda yaşamınızın yerlerde sürüneceğini bilerek hareket etmek zorundasınız. Hayat bu kadar gerçeklerle dolu iken, hala bazılarının bu gerçeklerden rahatsız olmadan gerilimlerini azaltarak yaşamaları ancak savunma refleksleri geliştirmelerinden kaynaklanabilir. Yukarıda sözünü ettiğim öğrenci gibi bazıları da başarısız oldukları alanlardan kaynaklanan kaygı ve tedirginlikleri azaltmak için toplumda sivrilen davranışlar ortaya koyarak, o olumsuzlukları bastırıyormuş gibi görülseler de gerçekler acı üflemelerini yansıtmaya kararlı...

Yönetimin bir bakanı çıkıp, ekonomik kriz yoktur ancak muhalefetin yaygarası var diyorsa ve toplumda birçok kesimde bunlara inanabiliyorsa, bu durum toplumsal travmaya dönüşmüş bir psikolojiden başka bir davranışla açıklanamaz. Ey muhalefet, ey dış güçler gibi hitap cümleleri ile konuşmaya başlamayı, kişinin altından kalkamayacağı olumsuzlukları sloganik ifadelerle geçiştirmesi olarak görebiliriz. Bu kadar bahanelere sarılmak ve sürekli kişinin kendi sorumluluk alanlarındaki olumsuzlukların faturasını sırtına vuracağı sorumlu araması büyük bir travmatik durumdur. Ondan dolayıdır ki, toplumsal yaşam alanımız ciddi sorunlarla baş edebilmek için mücadele etmemizi gerekli kılmıştır. Eğer bu sorunları sorun olarak görmez ve sürekli dışardaki etkileyicilere sorumlulukları yüklemeye çabalarsak, hafifliyormuş gibi kendimizi hissetsekte, altından kalkamayacağımız ruhsal denge problemlerinin oluşmasına kapı aralarız. Toplum olarak ciddi bir mutsuzluk süreci yaşıyoruz. Bu sürecin ortadan kalkması için, sosyolojik travmaları toplum bazından kişisel sürece indirecek kadar alanını daraltmamız gereklidir. Bunu başaramadığımız müddetçe gelecek hayalleri kurmak, sadece uyuşturucunun etkisiyle bulutların üzerinde uçmaktan farksız olur.

Neden bireysel psikolojik bir vakıayı toplumsal vakıa içinde ele aldığımı merak edenler olabilir. Toplumla birey iç içedir. Toplum bireyden etkilendiği gibi, toplumda bireyi şekillendirir. Dolayısıyla toplum ve birey sürekli etkileşim halindedir. Karizmatik ve söz sahibi olan etkin ve yetkili kişilerin psikolojisi toplumsal yaşamın belirleyici dinamiklerini doğrudan yönlendirir. Toplum bu etkileme karşısında kendinden geçer ve çaresizlik içinde, sunulanları kabullenmekten başka çare bulamaz. Bu durum toplumsal travmanın genişlemesine ve yaygın hale gelerek kökleşmesine neden olur ve kronik vakaların oluşmasını sağlar. Son 0n yıl içindeki geçmiş yaşam alanımıza baktığımız zaman, savunma mekanizmalarını aktif olarak kullanan ve bu mekanizmaların yaşamda süreklilik kazandığı ortamları benimser olduk. Dolayısıyla hangi ayağınla yürüyorsun denildiği zaman hareket etmeyen ama düşünür olan kırkayağın durumuna düştük. Bu acınası psikolojik olumsuzlukları bir tarafa bırakmazsak planlamalarımız hep avucumuzda patlar. Onun içindir ki, kişilerin yaşamlarındaki olumsuzlukları, kişiyi özelleştirerek anlatmayı değil, sosyolojik vakıaya dönüşmesinden dolayı ele aldığımız bilinmelidir.

Gerçeklerle yüzleşmek, her zaman hayata yeni bir başlangıç yapmaktır. Ancak gerçeklerden kaçıp bahaneler üretmek potansiyel enerjimizi pasifleştirir. Yönetici ve tüm insanlarımıza naçizane çağrım, rahatlama mekanizmalarını hayatımızdan çıkaralım kısa süreli kişisel gerilimlerimizi azaltmak için, bütün bir yaşamı gerilimlere teslim etmeyelim. Gerilimli yaşamak ve sürekli gerilimlerden nemalanmak bu toplumun genel karakteri haline geldi. Oysa yaşam sükûnet ortamında anlamlı çıkışlar sağlar. Geleceğin öngörüsü olarak, sükûnet ortamında etki tepki sürecinden bağımsız kendinden yanmalı bir makine gibi kendisini yenileyen uygulamalara ihtiyacımız var; bu uygulamayı yapabilecek olanları her zaman baş tacı yapmaktır duruşumuz. Bahane üreterek rahatlamaya çalışanları da durakta bırakmaktır vazifemiz...

Çıkar iskelesinden gemiye binenler, hiçbir zaman olumlu ve olumsuzluk arasındaki ayrımı yapamazlar. Onların tüm doğruları menfaatlerinin artması ve devamıdır. Menfaatlerine bir dokunuş olduğunda çığlığı basarlar, yeni bir kaynak bulunca çığlıkları yerini sessizliğe bırakır. Ancak bizim böyle bir derdimiz olmadığı için hakikati, hakikat olarak ortaya koymak boynumuzun borcudur. Bu söylemlerimin ideolojik taraftarlık mantığı ile olayları ele alanları rahatsız edeceğini biliyorum, ancak onlara tavsiyem bir on dakikalığına beyinleri boşaltarak insani değerlere göre bu satırları ele almasıdır. O zaman doğruya yaklaşma imkânımız belki olur. Diğer durumlarda psikolojik travmaların toplumsal travmaya dönüştüğü ortamlarda bizler de birer vaka olarak yaşamaya devam ederiz.

Bizim toplumda çok ciddi anlamda birey toplum etkileşimi var, ancak bu etkileşim daha çok bireyden topluma devam ettiği için bireyler her yaptıklarını marifet bilerek yanlışlarında ısrar ederek bu yanlış süreci gelenek haline getirmeye başladılar. Bu geleneğin ortadan kalkması ve anlamlı bir yaşamın başlangıç yapabilmesi için herkesi yeniden bağımsız ve içten yanmalı araç gibi harekete geçmeye davet ediyorum. İşte o zaman belki kaderimiz değişir. Platonun deyimiyle, “İnsanlar kendi beyinsizlikleri yüzünden kaderlerinde olandan fazlasını yaşarlar..."Beynimizi doğru kullanarak kaderimizi kendimiz çizelim." İnsana ancak emeği var" gelin emeklerimizi zayi etmeyelim hep birlikte yeniden ayağa kalkalım ve kendimize gelelim yoksa yarınlar hep hastalıklı virüslerin kuluçkaya yattığı ortamlar olacak...

Sonsuz ikram ve merhamet sahibi rabbim sen bizim içimizi ve dileğimizi çok iyi bilirsin, hayra vesile olmak isteyen bu satırların şer olarak anlaşılmasına kapı aralama...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/21.06.2022/15.16




21 Haziran 2022 Salı

ACILAR DOKUNMUYORSA YÜREĞE YAŞAMIYORSUN DEMEK Kİ!

İçim kanıyor ama nereye aktığını bilmediğim için kanamayı bir türlü kesemiyorum. İçi kanayanlar acı çekenler olduğu için ben de kendimi acıların yoğunluğundan kurtaramıyorum. Her gelen gün sanki içimde bir başka yerimi kanatmak için görev üstlenmiş gibi üstüme geliyor. Bu saldırıların pençesinden çıkayım derken her an yeni pençelerle kuşatılıyorum... Nedir Allah'ım bu içine düştüğüm dehliz diye rabbimle baş başa konuşurken biraz rahatlıyorum ama kanı durduramıyorum.

Kendi yaralarımı kanatsam bu kadar acımazdı sanıyorum, ancak her yanımda bir başkasının acısı olduğundan içim içime sığmıyor ama derdimi dışarıya da salamıyorum. Kendi içinde kendi kanında boğuluyor gibi içim dışıma dışım içime döndü. Dışımdaki uyaranlar içime öyle bir dokunuyor ki, sanki yüreğimin her noktasında bir hazine kazar gibi içimi parçalıyor.

Kendi haleti ruhiyemin ne olduğunu anlatmak için klavyenin başına geçmedim. İçimden fışkıran acıların arkasında bıraktığı kanı durduramadığım için, kuşatıcıların nereden nasıl geldiğini bilme ihtimalinize karşı birlikte yok edelim diye bunları size açıyorum... İnanıyorum ki yaşadığınız ortamda sizler de en azından benim gibi acılarla kıvranıyorsunuzdur. Acılarla kıvranmayanların kanı akmaz. Çünkü onların kanı donmuştur. Kendinden başkasının huzuru ve mutluluğu için kafasını yormayanların acıyan yanlarını bulamazsınız. Acıyan bir yüreğe sahip olmayanları hangi acıların harekete geçirmesini bekleyebilirsiniz ki!

Acılar coğrafyasının üzerinden acı taşıyan bulutlar uzaklaşmıyor, ondan olsa gerek her yanımızdan acılar yağmur gibi boşalarak üstümüze geliyor. Dünyanın dengesi bozuldu diyenlere mi kulak veresin, ne yaptığını bilmeyen sorumsuz yetkililerin vurdumduymazlıklarına mı yanasın bilmiyorum ama galiba dirhem dirhem tükenerek azalıyoruz. Bu dünyanın gidişatını anlamak için yorduğum kafa yerine gelmiyor, hep yorgun dolaşarak bana yaşamı çekilmez kılıyor. Ondan olsa gerek acılar coğrafyasından acı duyanların yaşadığı coğrafyaya hicret etmek muradım...

Öyle bir hengâme ki, bir yanda mutlu azınlıklar, göbeğinde fındık kırarak gününü gün ettiği anlamsız yaşamın harcama da sınır tanımadan, kendinden geçerek kimseyi görmek istemediği aynı gökyüzü altında yaşananlar, diğer yanda yaşayıp yaşamadığı konusunda şüpheleri olan acıların sırtına kambur oluşturduğu hayatlar, alıp başımı gidesim var bu çirkef dünyanın huzursuzluğundan...

Gün geçmemiş olsun ki, acılar coğrafyasının sömürülen bir deneğiyle karşılaşmamış olayım... Her yanımdan oluktan su boşanır gibi kaynıyorlar ancak ne hikmetse bunlar yetkili ve etkili kişilerin kapsam alanlarından hiç geçmiyorlar. Ondan olsa gerek bu acılara kör ve sağır kesiliyorlar. Bunların sağır ve kör olması yetmiyor gibi bir de bunların yavşayarak dilleri sarkmış trolleriyle muhatap olunca dananın kuyruğu hepten kopuyor, cinler başımda cirit atmaya başlıyorlar. Ufka bir mermi sıkayım da bulutlar dağılsın korku azalsın diye bazen içimden geçiriyorum, ancak karanlık bulutlara değil de, sanki gelecek aydınlık varmışta ona kurşun sıkıyormuşum gibi aforoz olmaktan da sakınmıyor değilim. Yaşam böyle bir şey diyorlar ne yapacaksın, kimi ezilecek kimi ezecek, kimi gülecek kimi ağlayacak böyle gelmiş böyle gider sana ne, her şeye sen ulaşamazsın ki diye, bazen beni düşünenlerin (!)öğütleriyle de karşılaşmıyorum değilim. Aslında asıl sorumluların bunlar olduğunu da biliyorum, sen mi demiyorlar mı, tüm cinler başımda horon tepinmeye başlıyorlar. İnsan olmak nedir diye sorunca, sen ona göre yaşayacak olursan hiç yaşayamazsın ki diyerek bir de nasihat cümleleri kurmuyorlar mı, hatta çok yaşamazsın diyerek yanındaymış gibi timsahvari öğütler dökülürken ağızlarından onların ruh hallerini görüntüleyen ekran karşıma geldiği zaman aynı ortamın havasını solumaktan tiksinmiyor değilim...

Acısız bir günü ruh dünyamda misafir etmek için tüm çırpınışlarım... Bedensel acılar değil beni yakıp yıkan, benim dışımda olup ta dumanı hep ruhuma akan ocaklar beni rahatsız eden... Ne olur herkesin ocağında bir alev olsa, odunlar atılsa kıyamet mi kopar diyerek mırıldansam da kendim güç yetiremediğimden acıları duymak kalıyor bahtıma... Bu acılar coğrafyasının koordinatlarını yok edeyim, ya acılar tüm coğrafyalara dağılsın ya da tüm mutluluklar her coğrafyanın üzerine yağmur gibi yağsın istiyorum... İşte o zaman belki o zaman ruhumdaki sızılar yerini sükûnete bırakır... Ben sükûnet gemisinin gövertisinde bir yer edinmek istiyorum. Bu yer çok görülecekse bana, tüm limanları yakmayı kendime görev biliyorum... İşte ondan, acılardan bir kule yapıp içinde yandıkça yanıyorum. Bu acıları dağıtmaya ve mutlu bir yaşamı tüm yaratılanlara götürmeye istekli olanlar varsa onları da bu yaşamın kollarında bir görev almaya çağırıyorum... Ne yapabilirim demeyeceksin sen varsan ben varım, ben varsam o var, hep birlikte yola çıkarsak yol almaz, dolu bir dünya ayağa kalkar ve acılar son bulur mutluluk herkes için semadan aşağıya iner... Semaya açalım elleri ayaklarımızla yeri aşındıralım çıkalım yollara bir damla su taşıyan serçe gibi sen de atılmalısın ileri, yoksa ne anlamı kalır ki yaşamanın...

Mutluluk tomurcuklarını yakalamak ve acılar dikenini yok etmek için hep birlikte el ele verelim yolları aşındıralım hakikate kavuşalım; işte o zaman yaradandan gelir rahmet ve kardeşlik sevinçleri... Bunu ötelemeden ayağa kalkanlardan olmak ümidiyle herkese gönlümün derinliklerinden yüreğimin sıcaklığından bolca gönderiyorum sizinle yola çıkalım diye sorumluluğun başına ben geçiyorum... Sabah çok yakın aydınlanmadan gece şafağa hazır olarak erelim...

Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle...

Bahadır Hataylı/20.06.2022/15.00



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!