Bu Blogda Ara

22 Haziran 2022 Çarşamba

PSİKOLOJİK TRAVMALAR TOPLUMSAL TRAVMAYA DÖNÜŞMEMELİ

Psikolojik travmalar sosyolojik travmalara dönüştüğü zaman toplumsal kabulleri de kolaylaşıyor. Bireysel olarak yaşadığınız psikolojik olumsuzluklar sıradan bir vatandaşın bünyesinde vuku bulduğu zaman etkileme ve kabullenilme oranı da o oranda azdır. Ancak bu travmalar Belli bir yeri ve etkinliği olan kişilerin yaşamlarında ortaya çıktığı zaman toplumsal yaşamda rahat sindirilen bir hal alabiliyor.

Psikolojide herkesin bildiği rahatlama mekanizmaları var bunları savunma mekanizması olarak tanımlarız. Bazıları o kadar tehlikeli boyutlarda yaşamı etkisi altına alır ki kişi bunların etki alanından çıkıncaya kadar yaşamında bir gelenek haline gelebiliyor. İnsan normal yaşamın akışına aykırı tedirginlikler yaşadığında ve bunlardan kaynaklanan gerilimler ortaya çıktığında bunların etki gücünden kurtulmak için zaman zaman bunlara sarılarak kendini avutabiliyor. Ancak bu avunmalar süreklilik kazandığı zaman kronik bir hastalığa dönüşebiliyor. Ne yazık ki, gerilim katsayıları her geçen gün artan ortamlarda, bu mekanizmaların kullanımı giderek artış göstermektedir. Sonrasında gelinecek noktanın hesabı yapılmadan aşırı tepkisellikleri de beraberinde getirebiliyor.

Bahane üretme savunma mekanizmasının temelini oluşturmaktadır. Bireysel olarak başlayan bu travma süreci bazen öyle aşırı boyutlara gidiyor ki, toplumsal yaşamı allak bullak edecek çıkmaza insanları götürebiliyor. Genellikle ergenlik döneminin sığındığı bir sığınak olarak göze çarpan bu rahatlama mekanizmaları günümüzde toplumun geneline yayılan sosyolojik bir travmaya dönüştü. Eğitim kurumlarında haylaz çocuklar vardır, dersleri gayet başarısız olduğu için, öğretmen sınıfa girdiği zaman öğretmenin gözüne girebilmek için, ayağa kalkın oğlum hoca geldi gözünüz kör mü? Vs. gibi çıkışlarla sivrilerek rahatlamak ve kabul görmek isterler. İlkeli öğretmenler üzerinde bir etki bırakmasalar da genellikle bu öğrenciler bu çıkışlarıyla bulundukları ortamda sivrilir ve öylece kabul görürler. Dolayısıyla onların bu tavırları onları belli noktalarda rahatlatır ve başarısızlıklarını böylece kapatmaya çalışırlar. Ancak bu durum günümüzde o kadar yaygın hale geldi ki toplumsal yaşamın her noktasında olumsuzlukları örtmek için, insanların rahatlayacakları başka alanlarda sivrildiklerine şahit olmaktayız.

Son bir kaç yıldır yaşam kalitesinin ve ihtiyaçları karşılama imkânlarının aşağılara doğru sürekli alçalan bir grafik eğrisi çizdiği bir zamanda, hala bu davranışlara bahaneler üreterek kendilerini rahatlattıkları gibi, başkalarını da rahatlattıklarını sananları gördükçe; bu konuların sorgulamasının kaçınılmaz olduğunu gördüm ve bu gün sizlerle bu konularda biraz hasbihal etmek istedim.

Bir yönetici kendisinden kaynaklanan olumsuzlukların faturasını daima kendi dışındaki etkenlerde arayarak rahatlarken, bu kötü bir travma olmasına rağmen hala bazıları bu travmanın bir hikmetinin olduğuna inanarak yaşamını sürdürmektedir. Bu olumsuzlukların bir travma olarak görülmemesi ve rahatlama mekanizmalarının etkisi altında kalmadığına inanmamız için, insanın gerçeklerle yüzleşmesi gerekir. Gerçeklerle yüzleşmeyen ve gerçeklerden sürekli uzaklaşan insanlar, toplumsal travmaların oluşmasına neden olurlar. Geldiğimiz nokta ciddi anlamda toplumsal patolojik travmaların kökleşerek yayıldığına şahitlik etmektedir. Ancak bu vakaların yaygın hale gelmesine neden olanların hala bunları bir olumlu gidişat olarak tanımlamaları da apayrı bir vakadır.

Tüm psikologların ortak kanısı savunma mekanizmaları gerilim anlarında kısa süreli kullanıldığı zaman, gerilim yaşayan bünyede bir rahatlama meydana getirdiği için olumlu görülür. Ancak bu yaygın hale getirilip arkasına sığınıldığı zaman yaşamı olumsuz etkileyip kişiyi nesneleşen bir yaşama mahkûm ederler. Oysa bunları dikkate almayanlar daima bunlara sığınarak kendilerini haklı kılma mücadelesi içindedirler. Küresel virüs ortalığı sardığı ve belli ellerin insanların yaşamı üzerinde ciddi bir ifsat oluşturduklarını anlattığımız günlerde, yetkili ve etkili kurumlar tarafından potansiyel tehlikeli varlıklar olarak adlandırıldığımız ve kimsenin bu absürt çıkışlara inanmaması gerektiği anlatıldı. Ancak her türlü olumsuzluğun kökleşmesi sağlandıktan sonra aynı ağızlardan bu küresel güçlerin, küresel terörist olarak adlandırılmasının sizce ne kadar anlamı ve önemi olabilir.

Ekonomik yaşamın ciddi bir toplumsal sorun oluşturduğunu bilmeyen olmamasına rağmen, hala böyle bir durumun olmadığını ve bu olayları gündeme getirenlerin kendilerini istemeyen güçler ve onlarla işbirliği içinde olan içteki uzantılar olarak izahatının yapılması nasıl bir travma, bunu anlamak mümkün değil... Gelir düzeyi düşük ve düşük ücretle çalışan insanlar bu toplumda perişan bir hayatın açlığa dayanma diye(!) bir deneyin deney grubu olarak kullanılmalarına rağmen kimsenin gıkı çıkmıyorsa; orada ciddi bir sorun var demektir. İstanbul’dan Anadolu’nun bir yerinde cenazeniz olsa gidecek imkânlarınız olmuyor, gitseniz de gelecek zamanlarda yaşamınızın yerlerde sürüneceğini bilerek hareket etmek zorundasınız. Hayat bu kadar gerçeklerle dolu iken, hala bazılarının bu gerçeklerden rahatsız olmadan gerilimlerini azaltarak yaşamaları ancak savunma refleksleri geliştirmelerinden kaynaklanabilir. Yukarıda sözünü ettiğim öğrenci gibi bazıları da başarısız oldukları alanlardan kaynaklanan kaygı ve tedirginlikleri azaltmak için toplumda sivrilen davranışlar ortaya koyarak, o olumsuzlukları bastırıyormuş gibi görülseler de gerçekler acı üflemelerini yansıtmaya kararlı...

Yönetimin bir bakanı çıkıp, ekonomik kriz yoktur ancak muhalefetin yaygarası var diyorsa ve toplumda birçok kesimde bunlara inanabiliyorsa, bu durum toplumsal travmaya dönüşmüş bir psikolojiden başka bir davranışla açıklanamaz. Ey muhalefet, ey dış güçler gibi hitap cümleleri ile konuşmaya başlamayı, kişinin altından kalkamayacağı olumsuzlukları sloganik ifadelerle geçiştirmesi olarak görebiliriz. Bu kadar bahanelere sarılmak ve sürekli kişinin kendi sorumluluk alanlarındaki olumsuzlukların faturasını sırtına vuracağı sorumlu araması büyük bir travmatik durumdur. Ondan dolayıdır ki, toplumsal yaşam alanımız ciddi sorunlarla baş edebilmek için mücadele etmemizi gerekli kılmıştır. Eğer bu sorunları sorun olarak görmez ve sürekli dışardaki etkileyicilere sorumlulukları yüklemeye çabalarsak, hafifliyormuş gibi kendimizi hissetsekte, altından kalkamayacağımız ruhsal denge problemlerinin oluşmasına kapı aralarız. Toplum olarak ciddi bir mutsuzluk süreci yaşıyoruz. Bu sürecin ortadan kalkması için, sosyolojik travmaları toplum bazından kişisel sürece indirecek kadar alanını daraltmamız gereklidir. Bunu başaramadığımız müddetçe gelecek hayalleri kurmak, sadece uyuşturucunun etkisiyle bulutların üzerinde uçmaktan farksız olur.

Neden bireysel psikolojik bir vakıayı toplumsal vakıa içinde ele aldığımı merak edenler olabilir. Toplumla birey iç içedir. Toplum bireyden etkilendiği gibi, toplumda bireyi şekillendirir. Dolayısıyla toplum ve birey sürekli etkileşim halindedir. Karizmatik ve söz sahibi olan etkin ve yetkili kişilerin psikolojisi toplumsal yaşamın belirleyici dinamiklerini doğrudan yönlendirir. Toplum bu etkileme karşısında kendinden geçer ve çaresizlik içinde, sunulanları kabullenmekten başka çare bulamaz. Bu durum toplumsal travmanın genişlemesine ve yaygın hale gelerek kökleşmesine neden olur ve kronik vakaların oluşmasını sağlar. Son 0n yıl içindeki geçmiş yaşam alanımıza baktığımız zaman, savunma mekanizmalarını aktif olarak kullanan ve bu mekanizmaların yaşamda süreklilik kazandığı ortamları benimser olduk. Dolayısıyla hangi ayağınla yürüyorsun denildiği zaman hareket etmeyen ama düşünür olan kırkayağın durumuna düştük. Bu acınası psikolojik olumsuzlukları bir tarafa bırakmazsak planlamalarımız hep avucumuzda patlar. Onun içindir ki, kişilerin yaşamlarındaki olumsuzlukları, kişiyi özelleştirerek anlatmayı değil, sosyolojik vakıaya dönüşmesinden dolayı ele aldığımız bilinmelidir.

Gerçeklerle yüzleşmek, her zaman hayata yeni bir başlangıç yapmaktır. Ancak gerçeklerden kaçıp bahaneler üretmek potansiyel enerjimizi pasifleştirir. Yönetici ve tüm insanlarımıza naçizane çağrım, rahatlama mekanizmalarını hayatımızdan çıkaralım kısa süreli kişisel gerilimlerimizi azaltmak için, bütün bir yaşamı gerilimlere teslim etmeyelim. Gerilimli yaşamak ve sürekli gerilimlerden nemalanmak bu toplumun genel karakteri haline geldi. Oysa yaşam sükûnet ortamında anlamlı çıkışlar sağlar. Geleceğin öngörüsü olarak, sükûnet ortamında etki tepki sürecinden bağımsız kendinden yanmalı bir makine gibi kendisini yenileyen uygulamalara ihtiyacımız var; bu uygulamayı yapabilecek olanları her zaman baş tacı yapmaktır duruşumuz. Bahane üreterek rahatlamaya çalışanları da durakta bırakmaktır vazifemiz...

Çıkar iskelesinden gemiye binenler, hiçbir zaman olumlu ve olumsuzluk arasındaki ayrımı yapamazlar. Onların tüm doğruları menfaatlerinin artması ve devamıdır. Menfaatlerine bir dokunuş olduğunda çığlığı basarlar, yeni bir kaynak bulunca çığlıkları yerini sessizliğe bırakır. Ancak bizim böyle bir derdimiz olmadığı için hakikati, hakikat olarak ortaya koymak boynumuzun borcudur. Bu söylemlerimin ideolojik taraftarlık mantığı ile olayları ele alanları rahatsız edeceğini biliyorum, ancak onlara tavsiyem bir on dakikalığına beyinleri boşaltarak insani değerlere göre bu satırları ele almasıdır. O zaman doğruya yaklaşma imkânımız belki olur. Diğer durumlarda psikolojik travmaların toplumsal travmaya dönüştüğü ortamlarda bizler de birer vaka olarak yaşamaya devam ederiz.

Bizim toplumda çok ciddi anlamda birey toplum etkileşimi var, ancak bu etkileşim daha çok bireyden topluma devam ettiği için bireyler her yaptıklarını marifet bilerek yanlışlarında ısrar ederek bu yanlış süreci gelenek haline getirmeye başladılar. Bu geleneğin ortadan kalkması ve anlamlı bir yaşamın başlangıç yapabilmesi için herkesi yeniden bağımsız ve içten yanmalı araç gibi harekete geçmeye davet ediyorum. İşte o zaman belki kaderimiz değişir. Platonun deyimiyle, “İnsanlar kendi beyinsizlikleri yüzünden kaderlerinde olandan fazlasını yaşarlar..."Beynimizi doğru kullanarak kaderimizi kendimiz çizelim." İnsana ancak emeği var" gelin emeklerimizi zayi etmeyelim hep birlikte yeniden ayağa kalkalım ve kendimize gelelim yoksa yarınlar hep hastalıklı virüslerin kuluçkaya yattığı ortamlar olacak...

Sonsuz ikram ve merhamet sahibi rabbim sen bizim içimizi ve dileğimizi çok iyi bilirsin, hayra vesile olmak isteyen bu satırların şer olarak anlaşılmasına kapı aralama...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/21.06.2022/15.16




21 Haziran 2022 Salı

ACILAR DOKUNMUYORSA YÜREĞE YAŞAMIYORSUN DEMEK Kİ!

İçim kanıyor ama nereye aktığını bilmediğim için kanamayı bir türlü kesemiyorum. İçi kanayanlar acı çekenler olduğu için ben de kendimi acıların yoğunluğundan kurtaramıyorum. Her gelen gün sanki içimde bir başka yerimi kanatmak için görev üstlenmiş gibi üstüme geliyor. Bu saldırıların pençesinden çıkayım derken her an yeni pençelerle kuşatılıyorum... Nedir Allah'ım bu içine düştüğüm dehliz diye rabbimle baş başa konuşurken biraz rahatlıyorum ama kanı durduramıyorum.

Kendi yaralarımı kanatsam bu kadar acımazdı sanıyorum, ancak her yanımda bir başkasının acısı olduğundan içim içime sığmıyor ama derdimi dışarıya da salamıyorum. Kendi içinde kendi kanında boğuluyor gibi içim dışıma dışım içime döndü. Dışımdaki uyaranlar içime öyle bir dokunuyor ki, sanki yüreğimin her noktasında bir hazine kazar gibi içimi parçalıyor.

Kendi haleti ruhiyemin ne olduğunu anlatmak için klavyenin başına geçmedim. İçimden fışkıran acıların arkasında bıraktığı kanı durduramadığım için, kuşatıcıların nereden nasıl geldiğini bilme ihtimalinize karşı birlikte yok edelim diye bunları size açıyorum... İnanıyorum ki yaşadığınız ortamda sizler de en azından benim gibi acılarla kıvranıyorsunuzdur. Acılarla kıvranmayanların kanı akmaz. Çünkü onların kanı donmuştur. Kendinden başkasının huzuru ve mutluluğu için kafasını yormayanların acıyan yanlarını bulamazsınız. Acıyan bir yüreğe sahip olmayanları hangi acıların harekete geçirmesini bekleyebilirsiniz ki!

Acılar coğrafyasının üzerinden acı taşıyan bulutlar uzaklaşmıyor, ondan olsa gerek her yanımızdan acılar yağmur gibi boşalarak üstümüze geliyor. Dünyanın dengesi bozuldu diyenlere mi kulak veresin, ne yaptığını bilmeyen sorumsuz yetkililerin vurdumduymazlıklarına mı yanasın bilmiyorum ama galiba dirhem dirhem tükenerek azalıyoruz. Bu dünyanın gidişatını anlamak için yorduğum kafa yerine gelmiyor, hep yorgun dolaşarak bana yaşamı çekilmez kılıyor. Ondan olsa gerek acılar coğrafyasından acı duyanların yaşadığı coğrafyaya hicret etmek muradım...

Öyle bir hengâme ki, bir yanda mutlu azınlıklar, göbeğinde fındık kırarak gününü gün ettiği anlamsız yaşamın harcama da sınır tanımadan, kendinden geçerek kimseyi görmek istemediği aynı gökyüzü altında yaşananlar, diğer yanda yaşayıp yaşamadığı konusunda şüpheleri olan acıların sırtına kambur oluşturduğu hayatlar, alıp başımı gidesim var bu çirkef dünyanın huzursuzluğundan...

Gün geçmemiş olsun ki, acılar coğrafyasının sömürülen bir deneğiyle karşılaşmamış olayım... Her yanımdan oluktan su boşanır gibi kaynıyorlar ancak ne hikmetse bunlar yetkili ve etkili kişilerin kapsam alanlarından hiç geçmiyorlar. Ondan olsa gerek bu acılara kör ve sağır kesiliyorlar. Bunların sağır ve kör olması yetmiyor gibi bir de bunların yavşayarak dilleri sarkmış trolleriyle muhatap olunca dananın kuyruğu hepten kopuyor, cinler başımda cirit atmaya başlıyorlar. Ufka bir mermi sıkayım da bulutlar dağılsın korku azalsın diye bazen içimden geçiriyorum, ancak karanlık bulutlara değil de, sanki gelecek aydınlık varmışta ona kurşun sıkıyormuşum gibi aforoz olmaktan da sakınmıyor değilim. Yaşam böyle bir şey diyorlar ne yapacaksın, kimi ezilecek kimi ezecek, kimi gülecek kimi ağlayacak böyle gelmiş böyle gider sana ne, her şeye sen ulaşamazsın ki diye, bazen beni düşünenlerin (!)öğütleriyle de karşılaşmıyorum değilim. Aslında asıl sorumluların bunlar olduğunu da biliyorum, sen mi demiyorlar mı, tüm cinler başımda horon tepinmeye başlıyorlar. İnsan olmak nedir diye sorunca, sen ona göre yaşayacak olursan hiç yaşayamazsın ki diyerek bir de nasihat cümleleri kurmuyorlar mı, hatta çok yaşamazsın diyerek yanındaymış gibi timsahvari öğütler dökülürken ağızlarından onların ruh hallerini görüntüleyen ekran karşıma geldiği zaman aynı ortamın havasını solumaktan tiksinmiyor değilim...

Acısız bir günü ruh dünyamda misafir etmek için tüm çırpınışlarım... Bedensel acılar değil beni yakıp yıkan, benim dışımda olup ta dumanı hep ruhuma akan ocaklar beni rahatsız eden... Ne olur herkesin ocağında bir alev olsa, odunlar atılsa kıyamet mi kopar diyerek mırıldansam da kendim güç yetiremediğimden acıları duymak kalıyor bahtıma... Bu acılar coğrafyasının koordinatlarını yok edeyim, ya acılar tüm coğrafyalara dağılsın ya da tüm mutluluklar her coğrafyanın üzerine yağmur gibi yağsın istiyorum... İşte o zaman belki o zaman ruhumdaki sızılar yerini sükûnete bırakır... Ben sükûnet gemisinin gövertisinde bir yer edinmek istiyorum. Bu yer çok görülecekse bana, tüm limanları yakmayı kendime görev biliyorum... İşte ondan, acılardan bir kule yapıp içinde yandıkça yanıyorum. Bu acıları dağıtmaya ve mutlu bir yaşamı tüm yaratılanlara götürmeye istekli olanlar varsa onları da bu yaşamın kollarında bir görev almaya çağırıyorum... Ne yapabilirim demeyeceksin sen varsan ben varım, ben varsam o var, hep birlikte yola çıkarsak yol almaz, dolu bir dünya ayağa kalkar ve acılar son bulur mutluluk herkes için semadan aşağıya iner... Semaya açalım elleri ayaklarımızla yeri aşındıralım çıkalım yollara bir damla su taşıyan serçe gibi sen de atılmalısın ileri, yoksa ne anlamı kalır ki yaşamanın...

Mutluluk tomurcuklarını yakalamak ve acılar dikenini yok etmek için hep birlikte el ele verelim yolları aşındıralım hakikate kavuşalım; işte o zaman yaradandan gelir rahmet ve kardeşlik sevinçleri... Bunu ötelemeden ayağa kalkanlardan olmak ümidiyle herkese gönlümün derinliklerinden yüreğimin sıcaklığından bolca gönderiyorum sizinle yola çıkalım diye sorumluluğun başına ben geçiyorum... Sabah çok yakın aydınlanmadan gece şafağa hazır olarak erelim...

Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle...

Bahadır Hataylı/20.06.2022/15.00



20 Haziran 2022 Pazartesi

HASRET İLE ARAMIZA GERÇEKLER GİRDİ

Yaşam denen yalan, ölüm denen gerçeğe bırakırken yerini Güneş tam tepede beyninizi kavururken bir çeşme başında su damlacıkları elinize değmeden son nefesi verebilmektir gerçek olan…

Birkaç gün öncesinde bir inanın fani dünyayla olan ilişkisinin bozulduğunu ve ansızın gerçek âleme gittiğini haber vermek için telefonumu aramıştı, oysa çok yakın zamanda onun da bu fani âlemin stresini bıkıp gideceğini bir başkasının haber vereceğini hiç ummasak ta ansızın geliyor sana o ayrılış saatinin içinde yer alanların isim listesi…

Hayat dedikleri böyle bir şey göz açıp kapayıncaya kadar sahip olduğunu sandıklarını kaçırabiliyorsun elinden ve ardından bağıracak mecalinde kalmıyor bazen… Yaşadığın günleri sayabilir misin diye bir soruyla karşılaşsan, yaşamadığın günlerin ve gelecekte sahip olmak istediklerinin hayallerini anlatırsın belki, âmâ yaşadığın günleri ne bileyim geldi geçti diye kısa yoldan tarife çalışırsın… Oysa o tarifin kısa oluşu bir tesadüf değil, hayallerin de ondan daha kısa olacağını bilmen için önüne çıkan bir imkân ve ışık olduğunu hiç düşünmek istemezsin…

Eskilerin masalları olarak bakarız bizden öncekilere, âmâ bizlerin de sonrakilerin masalı olacağımızı hiç düşünmek istemeyiz. Biz kendimizi, yaşamın ortasında orta sütun gibi görür ve sonrakilerin de eşyalarını o sütuna asmasını beklerken, bir de bakmışız ki o sütun çökmüş ev yıkılmış o evi kaldırmak için insanlar toplanmış, topraklar taşınarak evin yeri yeniden başka evler için hazır duruma getirilmekte. İşte yaşam dediğimiz yalan böyle bir an iken, biz hep anları sınırsız zamanlar gibi görür istediğimiz gibi kullanma hakkına sahip olduğumuzu düşünürüz. Biz düşünürken, bizi var edenin düşüncesinin ne olduğunu bilmediğimiz için hep hesaplarımızda yanılarak isteklerimizi yarım bırakarak ölümlü gerçeğe bilet alırız.

Bu kadar az zaman için çok sandığımız ömrü heba etmeyi de, doğrusunu söylemek gerekirse bir anlam veremeyiz. Ancak oyunlarımız başımızı döndürdüğü için onu düşünecek kadar açık basirete sahip olamayız. Böyle gelir böyle gider her gidenden sonra gelen nöbeti devralır diye kendimiz çalar kendimiz dinlerken, bir de bakmışız bizim yerimize başkaları çalıp söylüyor, ancak bizim ne çalınıp söylendiğinden haberimiz olmaz. Yalanlı yaşamdan gerçek ölüme böyle bir koro eşliğinde geçiş yaparız ama nasıl bir hüzün acı ve hasret bıraktığımızı bizler de anlamayız… Arkadan konuşulanlara şahit olabilsek sanıyorum burada yaşarken onlara şahit olacak sözlerin söylenmesini bir yaşam olarak ortaya çıkarırız.

Günlerden Salı, öğlenin sıcağının gökyüzünden yere konakladığı bir öğle sonrası vakti, cezaevinde yatarken ölüme gülümseyen bir insanın acı hatırasına dayanamayan bir garibanın gönül sesi içten vicdanına direktifler verir, sen bu mezarın başında olman ve kendi elinle onun mezarını onarman gerekir diye… Ferman dinlemeyen gönlün vicdanı biraz olsun ben de bu toplumda bir fert olduğum için benimde bir payım olabilir endişesiyle, gerçek hayata giden bu insanın yolculuğunu yalnız bırakmaz. Her kavşak noktasında bir iş yapar ancak dirençten düşen vücudu ve beynine dokunan güneş yavaş yavaş onu mezarın başından bu subaşına taşır. Suyun aktığı çeşmeye gelir gelmesine de suya hasret kalan Hüseyin gibi su dokunmadan dudağına suyun altında son nefes vermek nasip olur ona…

Suyun başına koşanlar bu da burada gitmiş demeye kalmaz acı haber erken yayılır rüzgârın etkisiyle, dört bir yana dağılar güneş ışınlarının etrafa saçılması gibi… Hayat dediğin ne ki bir bakarsın ansızın karşına çıkan bir acı seni rahatlatır belki vicdanen, ancak onun yüreğine koyduğu acı seni senden alıp, yüreğinin kaldıramayacağı acıları koyarak içine yüreğini taşıyamaz hale getirip seni yaşamdan koparabiliyor… Dünyalık sevinçlerin, bazen acıları karnında taşıyarak kuluçkaya yatabiliyor, öyle zamanlarda, ardından sadece hasret acı ve hüzün bırakarak gidiyorsun… Hasretin kucağında acıları büyüterek hüzne yatak eyledik her geçen günü, âmâ yine de dalıp gidiyoruz adını bilmediğimiz hayaller okyanusuna…

Son günlerin hayatıma mührünü bastığı iki acının gerçekleşme şekli, yerini acılardan alıp hasrete ayrılığa özleme bırakarak uzaklaşması oldu. Olmaz olsun böyle dünya diyenlerin çığlıkları altında tefekkürden yoksun çığlıkların göğü delebilme desibeline baktığımda öyle bir güce sahip değilken acaba neden bu kadar basınç var üstümüzde diye kendimle savaştığım anlar çok oldu. Acıların coğrafyası olarak kendi yürek coğrafyasındaki haritanın koordinatlarından habersiz yaşamların böylesi gidenler arakasından attığı çığlıklar bir kazanım mı yoksa insanın kendisiyle olan savaşını unutarak kendisine bir rahatlama şekli keşfetmiş olması olabilir mi diye, çok sorgulamalarım oluyor.

Demek ki, insan kendinden kaçarken başkasının ayrılış hüznüyle kendisine bir yol bulmaya çalışıyor da olabilir. Bizler görünmeyen yaşamın görünen yalan boyutunda yer aldığımızdan, yalanın marifetleriyle avunup ona alışmışken, görünmeyen gerçeğin, güzelliklerine yabancı olmamız kadar doğal bir durum olamaz. Geceye alışkınız çünkü yatıp kalkıp gündüze varıyoruz ve arkasından tekrar geceye kavuşuyoruz ve bu döngü her gün tekrarlanıyor. Ancak burası yalan olduğundan bu yalan dünyanın küçük dönüşümü, belli bir günden sonra ancak gerçekleşecek olan gerçekle karşılaştırıldığında insan havsalasının üstesinden gelemeyeceği kadar gerçeklerle dolu olduğu için orayı teğet geçerek yaşamayı tercih ediyoruz. Bu süreç bizlere, hayata olağanüstü dönüşümleri getirmekten çok uzak olduğu için, yalan dünyada elimizden gidenlere veya aramıza hasret girenlere bakarak kendimize acı bir ortamı reva görebiliyoruz. Bunların hepsini yaşam karmaşasının yalanlarından bir yalan olarak görüp, ölümlü gerçeğe biraz yakın olabilsek, hem buradaki yalan olan yaşamlarımız gerçeklik kazanacak ve buranın önemi anlaşılarak, değeri yüksek olan bir gerçeğe gitmeden oraya hazırlıklı olmuş oluruz.

İşte böylesi bir yalanlı yaşamın kolları arasından uzaklaşıp avuçlardan kayıp giden bir şahsın hayatından kısa kesitler benim hayatıma önemli noktalar bıraktığı için, o duygularımı sizlerle de paylaşmak istedim. Zamana yenilmeyen ama zamanla her şeye yenilgiden zevk almaya başlayan, anlamsız hayatlarımızı anlamlı yaşamın değirmeninde öğütmeye biraz olsun yakın olan dostlarla bu hayatları irdelemenin gerekli olduğunu düşünerek sizleri ölümlü gerçekle, yalanlı yaşam arasında bir köprüde buluşmaya davet ediyorum…

Zamansız gelen bir sevda gibi başımıza yuva kuran ölümü yuvadan uçup gitmemesi için, yaşamla aynı yerde buluşmaya çağıralım ve her ikisi ile aynı anlaşmada bir birlikte imza atalım ki, biriyle sözleşme yapmış gibi sadece onun isteklerini dikkate alarak diğer tarafa borçlu kalmayalım…

Ey insan! Sen vardın, âmâ şimdi sen yoksun… Ey insan! Peki, nedir senin anlaşılmayan ve altından kalkamadığın bu çilen… Çileler bahçesinden bir damla suya hasret kaldı benim ustam, son nefesinde bile nasip olmadı ona bir damla su, peki ben senin neyine güvenerek sana dayanayım ki… Sen varsan o gelmeyecek, gelince senin elin ayağın birbirine girecek ve hakikati görmez olacaksın…

Hakikati görenlerden olmak ve ayrılanların ardından ağıtlar yakmadan hakikate erişenlerden olmayı göze alabilirsek, sanıyorum yaşamdaki yalanlar, ölümdeki gerçeğin önüne geçemeyecek...

Her dosta selam muhabbet ve saygılarımla…

Bahadır Hataylı/19.06.2022/23.42


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!