Bu Blogda Ara

21 Haziran 2022 Salı

ACILAR DOKUNMUYORSA YÜREĞE YAŞAMIYORSUN DEMEK Kİ!

İçim kanıyor ama nereye aktığını bilmediğim için kanamayı bir türlü kesemiyorum. İçi kanayanlar acı çekenler olduğu için ben de kendimi acıların yoğunluğundan kurtaramıyorum. Her gelen gün sanki içimde bir başka yerimi kanatmak için görev üstlenmiş gibi üstüme geliyor. Bu saldırıların pençesinden çıkayım derken her an yeni pençelerle kuşatılıyorum... Nedir Allah'ım bu içine düştüğüm dehliz diye rabbimle baş başa konuşurken biraz rahatlıyorum ama kanı durduramıyorum.

Kendi yaralarımı kanatsam bu kadar acımazdı sanıyorum, ancak her yanımda bir başkasının acısı olduğundan içim içime sığmıyor ama derdimi dışarıya da salamıyorum. Kendi içinde kendi kanında boğuluyor gibi içim dışıma dışım içime döndü. Dışımdaki uyaranlar içime öyle bir dokunuyor ki, sanki yüreğimin her noktasında bir hazine kazar gibi içimi parçalıyor.

Kendi haleti ruhiyemin ne olduğunu anlatmak için klavyenin başına geçmedim. İçimden fışkıran acıların arkasında bıraktığı kanı durduramadığım için, kuşatıcıların nereden nasıl geldiğini bilme ihtimalinize karşı birlikte yok edelim diye bunları size açıyorum... İnanıyorum ki yaşadığınız ortamda sizler de en azından benim gibi acılarla kıvranıyorsunuzdur. Acılarla kıvranmayanların kanı akmaz. Çünkü onların kanı donmuştur. Kendinden başkasının huzuru ve mutluluğu için kafasını yormayanların acıyan yanlarını bulamazsınız. Acıyan bir yüreğe sahip olmayanları hangi acıların harekete geçirmesini bekleyebilirsiniz ki!

Acılar coğrafyasının üzerinden acı taşıyan bulutlar uzaklaşmıyor, ondan olsa gerek her yanımızdan acılar yağmur gibi boşalarak üstümüze geliyor. Dünyanın dengesi bozuldu diyenlere mi kulak veresin, ne yaptığını bilmeyen sorumsuz yetkililerin vurdumduymazlıklarına mı yanasın bilmiyorum ama galiba dirhem dirhem tükenerek azalıyoruz. Bu dünyanın gidişatını anlamak için yorduğum kafa yerine gelmiyor, hep yorgun dolaşarak bana yaşamı çekilmez kılıyor. Ondan olsa gerek acılar coğrafyasından acı duyanların yaşadığı coğrafyaya hicret etmek muradım...

Öyle bir hengâme ki, bir yanda mutlu azınlıklar, göbeğinde fındık kırarak gününü gün ettiği anlamsız yaşamın harcama da sınır tanımadan, kendinden geçerek kimseyi görmek istemediği aynı gökyüzü altında yaşananlar, diğer yanda yaşayıp yaşamadığı konusunda şüpheleri olan acıların sırtına kambur oluşturduğu hayatlar, alıp başımı gidesim var bu çirkef dünyanın huzursuzluğundan...

Gün geçmemiş olsun ki, acılar coğrafyasının sömürülen bir deneğiyle karşılaşmamış olayım... Her yanımdan oluktan su boşanır gibi kaynıyorlar ancak ne hikmetse bunlar yetkili ve etkili kişilerin kapsam alanlarından hiç geçmiyorlar. Ondan olsa gerek bu acılara kör ve sağır kesiliyorlar. Bunların sağır ve kör olması yetmiyor gibi bir de bunların yavşayarak dilleri sarkmış trolleriyle muhatap olunca dananın kuyruğu hepten kopuyor, cinler başımda cirit atmaya başlıyorlar. Ufka bir mermi sıkayım da bulutlar dağılsın korku azalsın diye bazen içimden geçiriyorum, ancak karanlık bulutlara değil de, sanki gelecek aydınlık varmışta ona kurşun sıkıyormuşum gibi aforoz olmaktan da sakınmıyor değilim. Yaşam böyle bir şey diyorlar ne yapacaksın, kimi ezilecek kimi ezecek, kimi gülecek kimi ağlayacak böyle gelmiş böyle gider sana ne, her şeye sen ulaşamazsın ki diye, bazen beni düşünenlerin (!)öğütleriyle de karşılaşmıyorum değilim. Aslında asıl sorumluların bunlar olduğunu da biliyorum, sen mi demiyorlar mı, tüm cinler başımda horon tepinmeye başlıyorlar. İnsan olmak nedir diye sorunca, sen ona göre yaşayacak olursan hiç yaşayamazsın ki diyerek bir de nasihat cümleleri kurmuyorlar mı, hatta çok yaşamazsın diyerek yanındaymış gibi timsahvari öğütler dökülürken ağızlarından onların ruh hallerini görüntüleyen ekran karşıma geldiği zaman aynı ortamın havasını solumaktan tiksinmiyor değilim...

Acısız bir günü ruh dünyamda misafir etmek için tüm çırpınışlarım... Bedensel acılar değil beni yakıp yıkan, benim dışımda olup ta dumanı hep ruhuma akan ocaklar beni rahatsız eden... Ne olur herkesin ocağında bir alev olsa, odunlar atılsa kıyamet mi kopar diyerek mırıldansam da kendim güç yetiremediğimden acıları duymak kalıyor bahtıma... Bu acılar coğrafyasının koordinatlarını yok edeyim, ya acılar tüm coğrafyalara dağılsın ya da tüm mutluluklar her coğrafyanın üzerine yağmur gibi yağsın istiyorum... İşte o zaman belki o zaman ruhumdaki sızılar yerini sükûnete bırakır... Ben sükûnet gemisinin gövertisinde bir yer edinmek istiyorum. Bu yer çok görülecekse bana, tüm limanları yakmayı kendime görev biliyorum... İşte ondan, acılardan bir kule yapıp içinde yandıkça yanıyorum. Bu acıları dağıtmaya ve mutlu bir yaşamı tüm yaratılanlara götürmeye istekli olanlar varsa onları da bu yaşamın kollarında bir görev almaya çağırıyorum... Ne yapabilirim demeyeceksin sen varsan ben varım, ben varsam o var, hep birlikte yola çıkarsak yol almaz, dolu bir dünya ayağa kalkar ve acılar son bulur mutluluk herkes için semadan aşağıya iner... Semaya açalım elleri ayaklarımızla yeri aşındıralım çıkalım yollara bir damla su taşıyan serçe gibi sen de atılmalısın ileri, yoksa ne anlamı kalır ki yaşamanın...

Mutluluk tomurcuklarını yakalamak ve acılar dikenini yok etmek için hep birlikte el ele verelim yolları aşındıralım hakikate kavuşalım; işte o zaman yaradandan gelir rahmet ve kardeşlik sevinçleri... Bunu ötelemeden ayağa kalkanlardan olmak ümidiyle herkese gönlümün derinliklerinden yüreğimin sıcaklığından bolca gönderiyorum sizinle yola çıkalım diye sorumluluğun başına ben geçiyorum... Sabah çok yakın aydınlanmadan gece şafağa hazır olarak erelim...

Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle...

Bahadır Hataylı/20.06.2022/15.00



20 Haziran 2022 Pazartesi

HASRET İLE ARAMIZA GERÇEKLER GİRDİ

Yaşam denen yalan, ölüm denen gerçeğe bırakırken yerini Güneş tam tepede beyninizi kavururken bir çeşme başında su damlacıkları elinize değmeden son nefesi verebilmektir gerçek olan…

Birkaç gün öncesinde bir inanın fani dünyayla olan ilişkisinin bozulduğunu ve ansızın gerçek âleme gittiğini haber vermek için telefonumu aramıştı, oysa çok yakın zamanda onun da bu fani âlemin stresini bıkıp gideceğini bir başkasının haber vereceğini hiç ummasak ta ansızın geliyor sana o ayrılış saatinin içinde yer alanların isim listesi…

Hayat dedikleri böyle bir şey göz açıp kapayıncaya kadar sahip olduğunu sandıklarını kaçırabiliyorsun elinden ve ardından bağıracak mecalinde kalmıyor bazen… Yaşadığın günleri sayabilir misin diye bir soruyla karşılaşsan, yaşamadığın günlerin ve gelecekte sahip olmak istediklerinin hayallerini anlatırsın belki, âmâ yaşadığın günleri ne bileyim geldi geçti diye kısa yoldan tarife çalışırsın… Oysa o tarifin kısa oluşu bir tesadüf değil, hayallerin de ondan daha kısa olacağını bilmen için önüne çıkan bir imkân ve ışık olduğunu hiç düşünmek istemezsin…

Eskilerin masalları olarak bakarız bizden öncekilere, âmâ bizlerin de sonrakilerin masalı olacağımızı hiç düşünmek istemeyiz. Biz kendimizi, yaşamın ortasında orta sütun gibi görür ve sonrakilerin de eşyalarını o sütuna asmasını beklerken, bir de bakmışız ki o sütun çökmüş ev yıkılmış o evi kaldırmak için insanlar toplanmış, topraklar taşınarak evin yeri yeniden başka evler için hazır duruma getirilmekte. İşte yaşam dediğimiz yalan böyle bir an iken, biz hep anları sınırsız zamanlar gibi görür istediğimiz gibi kullanma hakkına sahip olduğumuzu düşünürüz. Biz düşünürken, bizi var edenin düşüncesinin ne olduğunu bilmediğimiz için hep hesaplarımızda yanılarak isteklerimizi yarım bırakarak ölümlü gerçeğe bilet alırız.

Bu kadar az zaman için çok sandığımız ömrü heba etmeyi de, doğrusunu söylemek gerekirse bir anlam veremeyiz. Ancak oyunlarımız başımızı döndürdüğü için onu düşünecek kadar açık basirete sahip olamayız. Böyle gelir böyle gider her gidenden sonra gelen nöbeti devralır diye kendimiz çalar kendimiz dinlerken, bir de bakmışız bizim yerimize başkaları çalıp söylüyor, ancak bizim ne çalınıp söylendiğinden haberimiz olmaz. Yalanlı yaşamdan gerçek ölüme böyle bir koro eşliğinde geçiş yaparız ama nasıl bir hüzün acı ve hasret bıraktığımızı bizler de anlamayız… Arkadan konuşulanlara şahit olabilsek sanıyorum burada yaşarken onlara şahit olacak sözlerin söylenmesini bir yaşam olarak ortaya çıkarırız.

Günlerden Salı, öğlenin sıcağının gökyüzünden yere konakladığı bir öğle sonrası vakti, cezaevinde yatarken ölüme gülümseyen bir insanın acı hatırasına dayanamayan bir garibanın gönül sesi içten vicdanına direktifler verir, sen bu mezarın başında olman ve kendi elinle onun mezarını onarman gerekir diye… Ferman dinlemeyen gönlün vicdanı biraz olsun ben de bu toplumda bir fert olduğum için benimde bir payım olabilir endişesiyle, gerçek hayata giden bu insanın yolculuğunu yalnız bırakmaz. Her kavşak noktasında bir iş yapar ancak dirençten düşen vücudu ve beynine dokunan güneş yavaş yavaş onu mezarın başından bu subaşına taşır. Suyun aktığı çeşmeye gelir gelmesine de suya hasret kalan Hüseyin gibi su dokunmadan dudağına suyun altında son nefes vermek nasip olur ona…

Suyun başına koşanlar bu da burada gitmiş demeye kalmaz acı haber erken yayılır rüzgârın etkisiyle, dört bir yana dağılar güneş ışınlarının etrafa saçılması gibi… Hayat dediğin ne ki bir bakarsın ansızın karşına çıkan bir acı seni rahatlatır belki vicdanen, ancak onun yüreğine koyduğu acı seni senden alıp, yüreğinin kaldıramayacağı acıları koyarak içine yüreğini taşıyamaz hale getirip seni yaşamdan koparabiliyor… Dünyalık sevinçlerin, bazen acıları karnında taşıyarak kuluçkaya yatabiliyor, öyle zamanlarda, ardından sadece hasret acı ve hüzün bırakarak gidiyorsun… Hasretin kucağında acıları büyüterek hüzne yatak eyledik her geçen günü, âmâ yine de dalıp gidiyoruz adını bilmediğimiz hayaller okyanusuna…

Son günlerin hayatıma mührünü bastığı iki acının gerçekleşme şekli, yerini acılardan alıp hasrete ayrılığa özleme bırakarak uzaklaşması oldu. Olmaz olsun böyle dünya diyenlerin çığlıkları altında tefekkürden yoksun çığlıkların göğü delebilme desibeline baktığımda öyle bir güce sahip değilken acaba neden bu kadar basınç var üstümüzde diye kendimle savaştığım anlar çok oldu. Acıların coğrafyası olarak kendi yürek coğrafyasındaki haritanın koordinatlarından habersiz yaşamların böylesi gidenler arakasından attığı çığlıklar bir kazanım mı yoksa insanın kendisiyle olan savaşını unutarak kendisine bir rahatlama şekli keşfetmiş olması olabilir mi diye, çok sorgulamalarım oluyor.

Demek ki, insan kendinden kaçarken başkasının ayrılış hüznüyle kendisine bir yol bulmaya çalışıyor da olabilir. Bizler görünmeyen yaşamın görünen yalan boyutunda yer aldığımızdan, yalanın marifetleriyle avunup ona alışmışken, görünmeyen gerçeğin, güzelliklerine yabancı olmamız kadar doğal bir durum olamaz. Geceye alışkınız çünkü yatıp kalkıp gündüze varıyoruz ve arkasından tekrar geceye kavuşuyoruz ve bu döngü her gün tekrarlanıyor. Ancak burası yalan olduğundan bu yalan dünyanın küçük dönüşümü, belli bir günden sonra ancak gerçekleşecek olan gerçekle karşılaştırıldığında insan havsalasının üstesinden gelemeyeceği kadar gerçeklerle dolu olduğu için orayı teğet geçerek yaşamayı tercih ediyoruz. Bu süreç bizlere, hayata olağanüstü dönüşümleri getirmekten çok uzak olduğu için, yalan dünyada elimizden gidenlere veya aramıza hasret girenlere bakarak kendimize acı bir ortamı reva görebiliyoruz. Bunların hepsini yaşam karmaşasının yalanlarından bir yalan olarak görüp, ölümlü gerçeğe biraz yakın olabilsek, hem buradaki yalan olan yaşamlarımız gerçeklik kazanacak ve buranın önemi anlaşılarak, değeri yüksek olan bir gerçeğe gitmeden oraya hazırlıklı olmuş oluruz.

İşte böylesi bir yalanlı yaşamın kolları arasından uzaklaşıp avuçlardan kayıp giden bir şahsın hayatından kısa kesitler benim hayatıma önemli noktalar bıraktığı için, o duygularımı sizlerle de paylaşmak istedim. Zamana yenilmeyen ama zamanla her şeye yenilgiden zevk almaya başlayan, anlamsız hayatlarımızı anlamlı yaşamın değirmeninde öğütmeye biraz olsun yakın olan dostlarla bu hayatları irdelemenin gerekli olduğunu düşünerek sizleri ölümlü gerçekle, yalanlı yaşam arasında bir köprüde buluşmaya davet ediyorum…

Zamansız gelen bir sevda gibi başımıza yuva kuran ölümü yuvadan uçup gitmemesi için, yaşamla aynı yerde buluşmaya çağıralım ve her ikisi ile aynı anlaşmada bir birlikte imza atalım ki, biriyle sözleşme yapmış gibi sadece onun isteklerini dikkate alarak diğer tarafa borçlu kalmayalım…

Ey insan! Sen vardın, âmâ şimdi sen yoksun… Ey insan! Peki, nedir senin anlaşılmayan ve altından kalkamadığın bu çilen… Çileler bahçesinden bir damla suya hasret kaldı benim ustam, son nefesinde bile nasip olmadı ona bir damla su, peki ben senin neyine güvenerek sana dayanayım ki… Sen varsan o gelmeyecek, gelince senin elin ayağın birbirine girecek ve hakikati görmez olacaksın…

Hakikati görenlerden olmak ve ayrılanların ardından ağıtlar yakmadan hakikate erişenlerden olmayı göze alabilirsek, sanıyorum yaşamdaki yalanlar, ölümdeki gerçeğin önüne geçemeyecek...

Her dosta selam muhabbet ve saygılarımla…

Bahadır Hataylı/19.06.2022/23.42


12 Haziran 2022 Pazar

YANAN KOR MU YOKSA AVUCUNDAKİ YÜREĞİN Mİ?

 Öyle bir toplum düşünün ki, herkes ahlaktan dinden dürüstlükten insan olmaktan, adaletten haktan hukuktan bahsediyor, ancak bir o kadar da bu bahsedilenlerden uzak yaşıyor…

Neden bir toplumda herkes olması gerekeni anlatıp dururken, olmaması gerekenler hayatın her noktasında bir lağımın patlaması gibi fışkırıp etrafı pis kokular sarar. İnsanlar kendilerinde olmayan özellikleri varmış gibi anlattıklarında ya da, iyi olan hasletleri anlattıklarında iyi bir yaşam ortaya çıkarmadıklarını anlamış olsalar sanıyorum bu kadar olumsuzluk bir ortamda yaşanmaz. Nereye giderseniz gidiniz herkes olumsuzluklardan bahsediyor ve ondan dert yandığı gibi, güvenilecek insan kalmadığını, aldatılmadık bir yanının olmadığını, kulağının arkasına kadar dokunulacak duruma geldiğini anlatır ve kendisini erişilmez bir dürüstlük abidesi olarak tanımlamaya çalışır. Ancak bu kadar mağduriyet kurbanı olan bu şahıslarla muhatap olduğunuzda ilk aldatılacak kişi siz olursunuz. Peki, neden bu kadar pervasızca sütten çıkmış ak kaşık olarak kendilerini lanse ederler. İnanılması çok güç ama böylesi ortamlarda ahlaksızlık, ahlaksızlıklardan dert yanarak, ahlakın arkasına sığınarak ahlak dışı yaşam alanları oluşturmaktadır.

Böylesi ortamlarda hakikaten kimin ahlaklı kimin ahlaksız olduğunu anlamak için o kadar güçlük çekersiniz ki, çoğu zaman hayatın dışında insanlardan uzak, yalnızlığa gömülmeyi bir yaşam olarak seçersiniz. Ancak bununda bir kurtuluş olmadığını bile bile kendinizi cezalandırmayı tercih edersiniz. Sebebi ise kendi dışınızdaki olumsuz eylemlerin faili sizmişsiniz gibi kendinize faturayı kesip, toplumsal yaşamdan kendinizi tecrit edersiniz. Bunun bir kurtuluş olduğunu düşünerek yaparsınız ancak kendinize çok ciddi bir ceza kestiğinizi anlayamazsınız. Bulunduğunuz yeni ortama uyum sağlamaya çalışırken, yaşadığınız psikolojik travmalar sizi kendinize getirmeye çalışır. Çünkü önceki aldığınız uyarım, normal uyarımın çok altına düşerek, rutin olan yaşamınızı devam ettirecek uyarımlar almadığınızdan ciddi bir sorunla karşı karşıya kalırsınız. Ha zindanda kalmışsınız, ha böylece kendinizi cezalandırmışsınız hiç önemli değil, sonuçta aynı yetersiz uyarımla psikolojik dengeniz allak bullak olur ve kendinizle ilgili sorunları anlamak için çabalamaya başlarsınız. Toplumsal yaşamda şavktın kayması nice olumlu düşünen ve topluma faydası olacak insanların yaşamlarına bir kâbus gibi dolanır onları yaşamdan koparır. Bu durum Yunus (as)’ın hayatında da oldu ve onu balığın karnında zindana koydu. Yunus (as) yaşadığı toplumdaki ahlaki çöküntüyü görünce, onlarla baş edemeyeceğini anlayınca ben bunlardan uzaklaşayım hiç olmazsa kendimi muhafaza edeyim ve bunlar kendi pisliklerinde boğulsunlar der gibi o ortamı terk etti. Sanki öylesi bir yaşamın mutlak düzenleyeni kendisiymiş gibi davranarak sorumlu olmadığı alana girdi ve kendisini zorladı, oysa onların bu tavrı, hiç de kendisiyle alakalı olmayan bir dairede olduğu halde kendisini sorumlu tuttu ve böylece kızarak onları terk etti. Sonuç herkesin bildiği malum durum. Peki, bu durumlarda nasıl davranalım ki kendimizi cezalandırmış olmayalım.

Toplum tamamıyla kötülüğün çukuruna batmış hatta ondan zevk almaya başlamışsa, onlara hakikati hatırlatacak olanlar gücünün ötesinde bir sorumluluk içinde kendisini görerek, altından kalkamayacağı ağırlıkların altına girmesi gerekmiyor. “Allah hiçbir nefse taşıyamayacağı yükü yüklemez…”Durum böyle olunca bulunduğumuz ortamların acı veren yaşamlarını mutlak değiştirecek olarak kendimizi görüp, altından kalkamadığımız zaman da alışmış olduğumuz ortamlardan uzaklaşarak iyileştiremiyorsak burada bulunmamızın bir anlamı yoktur, en iyisi bunların ortamını terk edelim ve yapayalnız bir yaşam sürelim diyerek dağ başına çekilmek, sorumluluk sahibi insanların tavrı asla olamaz. Sorumlu olduğumuza inanıyorsak ahlak yoksunlarının ahlaki değerlerin arkasına sığınarak bizlere ahlaki değerleri anlatıp, gayri ahlaki davranışlarda bulunmasını gerekçe gösterip, sorumluluk alanlarımızı terk etme hakkına sahip değiliz. Çünkü Allah yeryüzüne gönderdiği hiçbir halifesine altından kalkamayacağı bir sorumluluk yüklemez. Onun bizlerden isteği adam gibi yaşamak ve zalimlere meyil etmemek. Zalimlere meyil etmemek için zalimlerin yaşam alanlarında bulunmanız lazım… Zalimlerin ortamını terk edip yeni bir yaşam alanı oluştururken, zalimlikte level atlayanlarla zaten muhatap olmuyorsunuz.

İnsan yaratanın kulu ve kölesi olarak çoğu zaman kendisini tanımlar. Oysa Allah köle istemiyor, onun bizi tanımlama şekli bana kul olun ve yeryüzünde halife olarak dosdoğru davranmamızdır. Yani ahlaki çöküntü yaşayan ortamlara kızarak kendimize ceza kesmek değildir. Toplumsal yaşamın dışında insanlardan uzak yaşama arzusu, aslında farkında olarak ya da olmayarak, müstağnileşmektir. Kendisinin imtihanının bittiğini ve kendisinin insanların imtihanı için bir uyaran olduğunu anlatmak istemektedir. İnsan yaşadığı sürece imtihanı devam eden varlıktır. İmtihanı devam eden birinin imtihanın ağır koşullarını geride bırakıp, daha kolay yaşam süreceği yerlere gitmeyi düşünmesi, kendisinin imtihanının son bulduğuna inanmasındandır. İmtihanı devam edenlerin imtihan alanı dışına çıkarak, hariçten olağanüstü çalışmalara ve yaşama öncülük ettiğini söylemesi, mütekebbirlik göstergesidir. Dolayısıyla Yunus (as)’ın içine düştüğü zindan gibi bir zindan oluşturmak istemiyorsak, yaşadığımız ortamlarda zalimlere meyil etmeden dosdoğru yaşamak zorundayız.

Rabbimizin bir ayeti var ki aslında bizim yerimizi ve konumumuzu detaylı ve doğrudan ortaya koymaktadır. “Deki benim salatım, orucum hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir ve ben ona hiçbir şeyi şirk koşmadan Müslümanların ilki olmakla emrolundum” 

Teslim olanların ilki olmak öyle kolay değil, kimsenin olmadığı bir yerde ilk ve sondan bahsedilemez. Ancak bir toplum içinde yaşıyorsanız böyle bir durumla karşı karşıya kalırsınız. Ahlaki değer sistemleri yerle bir olsa, hiç kimse sizinle aynı değerleri savunmasa, söylemleriniz karşılık bulmasa da, senin görevin belli, teslim olanların ilki olmak ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamaktır. Sen yaptığın salatın, tutuğun orucun, yaşadığın hayatın ve hayatın noktalandığında ki ölümün sadece ve sadece Âlemlerin Rabbi Allah’a olduğuna inanarak yaşamak zorundasın. Bunları yapman için toplum içinde olma zorunluluğun var. Toplum dışı, dağ başında yaşamanın faturası kabarık çıkmaz. Çünkü fatura kalemleri azalmıştır. Dolayısıyla senin toplum dışındaki anlamın da o kadar fazla değer ifade etmez. Bunları neden mi anlatıyorum, başta ben olmak üzere birçok yerde şahit olduğum, toplumdan uzaklaşıp kendi başına hiçbir ahlaksızlığa şahit olmadan yaşamak gerek. Artık bu çirkefliklerden usandık nedir bu, böyle yaşam olmaz olsun diye yakınmaları sürekli hale getirdiğimiz için buralara kadar gelmiş olduk. “Allah’a kulluk yapamayanların canlarını almak için Melekler geldiğinde onlara derler ki, neden sadece Rabbinize kulluk yapmıyordunuz, biz zayıf bırakılmıştık gücümüz kuvvetimiz yoktu dedikleri zaman, peki Allah’ın arzı geniş değil miydi, o halde sadece Allah’a kulluk yapacağınız yere hicret etseydiniz…”Bu uyarıyı dikkate alarak toplumdan uzaklaşmaya gerekçe oluşturacaklar olacağını tahmin edebiliyorum. Ancak bu durum toplumdan uzaklaşıp kaçmak değil, Habeşistan’a yapılan ilk hicret konumunda bir süreçtir. Ondan dolayı bizler her hâlükârda bahanelere sarılma hakkına sahip değiliz.

Ahlaksızlıkların her geçen gün ivme kazanarak hızlandığı ortamlarda, bunlara güç yetirememekten kaynaklanan kaçış ve uzaklaşma düşünceleri, Allah’ın kulu ve yeryüzünün halifesi olanlara asla yakışmaz. “Müminler felaha erdi…”Buradaki ayet erecek erer demiyor fiili mazi ile başlıyor ve erdi diyor. O halde Mümin olarak bulunduğumuz ortamdaki sorumluluğumuzu idrak ederek yaşadıktan sonra zaten felaha erenlerden oluyoruz. O halde bu kaçış da neyin nesi demek geliyor insanın içinden…

Ahlaksızlık yaşadığımız ortamda bir ahlak kalıbı gibi gelenek haline gelip süreklilik kazanmışsa ve bizler de bunlara her gün şahit oluyorsak, bize düşen sorumluluk bunlara meyil etmeden, adam gibi yaşamaktır. “Gaflete dalıp hesap gününü düşünmeyen kimse sakın seni onu düşünmekten alıkoymasın, yoksa helak olanlardan olursun…”Yasadığımız ortamda kötülükler ve iyilikler bir arada olmasa böyle bir uyarıya muhatap olur muyuz? O halde yapılması gereken, toplumsal yaşamın, insanın pişmesi gereken imtihan alanı olduğunu idrak ederek ona göre yaşamak ve kendimize toplum dışı gettolar oluşturmaktan uzaklaşmaktır.

Sorumlu ve özgür kul olmak, ahlak dışı çoğalan eylemleri sınıflandırarak yaşamak değildir. Ahlaki kalıplara ahlaksız eylemleri yerleştirerek, ambalajlayıp, duygusal yönleri ağır basan kararlı ilkeli sorumluluk sahibi insanların aldatılmasına yönelik uyarıcılardan etkilenmeden yaşamak çok zor olsa da toplumda onları dikkate alarak yaşamak zorundayız. Bu Allah’a kul olmanın ve yeryüzünde halife olmanın yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yabana atarak toplumdan uzaklaşmak, imtihanın kapandığına inanmak olur ki bu doğrudan mütekebbirleşmek olur. Bir hayatın ortaya çıkması acılarla olgunlaşmaktan geçer. Nur topu gibi bir bebeği öpmek sevmek ve koklamak isteyen anne, dokuz ay karnında taşıyacak acılarla onu doğuracak ve sonrasında ancak kucağına alacak. Bunlar var diye, acıları görmemek için kaçsa da gittiği yerde acısız bir çocuğun dünyaya gelmesini sağlayamayacak, o halde bizler istemediğimiz ortamları terk ederek, istediğimiz ortamları imtihansız elde edemeyeceğimizi bilerek hayata yeniden ve sağlıklı başlamak zorundayız.

Kimse kendisini dev aynasında görmesin, kendisinin imtihan olduğuna inanarak, imtihanı bitmiş gibi yaşama gayreti içinde olmasın… Çekildiğimiz inziva bizi var etmez imha etmek için kazılan hendekler gibidir bunu bilelim sorumluluktan kaçınmayalım. Yaşamak için direnmek, var olmak için inanmak gerek… İnanan bir gönülle dağlar aşılır inanmayan gönüllerle de düz yolda şaşılır… Rabbim bizleri şaşıranlardan eylemesin ve dosdoğru yaşamak için hakikati idrak ederek, sorumluluk bilinci kulluk aşkı ve halife yiğitliğinde var olanlardan eylesin…

Selam muhabbet dua ve tüm sevinçleri kucaklayarak rahmete ihtiyacı olanlara yağmur gibi serpmek ümidiyle… Kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/12.06.2022/02.28


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!