Bu Blogda Ara

12 Haziran 2022 Pazar

YANAN KOR MU YOKSA AVUCUNDAKİ YÜREĞİN Mİ?

 Öyle bir toplum düşünün ki, herkes ahlaktan dinden dürüstlükten insan olmaktan, adaletten haktan hukuktan bahsediyor, ancak bir o kadar da bu bahsedilenlerden uzak yaşıyor…

Neden bir toplumda herkes olması gerekeni anlatıp dururken, olmaması gerekenler hayatın her noktasında bir lağımın patlaması gibi fışkırıp etrafı pis kokular sarar. İnsanlar kendilerinde olmayan özellikleri varmış gibi anlattıklarında ya da, iyi olan hasletleri anlattıklarında iyi bir yaşam ortaya çıkarmadıklarını anlamış olsalar sanıyorum bu kadar olumsuzluk bir ortamda yaşanmaz. Nereye giderseniz gidiniz herkes olumsuzluklardan bahsediyor ve ondan dert yandığı gibi, güvenilecek insan kalmadığını, aldatılmadık bir yanının olmadığını, kulağının arkasına kadar dokunulacak duruma geldiğini anlatır ve kendisini erişilmez bir dürüstlük abidesi olarak tanımlamaya çalışır. Ancak bu kadar mağduriyet kurbanı olan bu şahıslarla muhatap olduğunuzda ilk aldatılacak kişi siz olursunuz. Peki, neden bu kadar pervasızca sütten çıkmış ak kaşık olarak kendilerini lanse ederler. İnanılması çok güç ama böylesi ortamlarda ahlaksızlık, ahlaksızlıklardan dert yanarak, ahlakın arkasına sığınarak ahlak dışı yaşam alanları oluşturmaktadır.

Böylesi ortamlarda hakikaten kimin ahlaklı kimin ahlaksız olduğunu anlamak için o kadar güçlük çekersiniz ki, çoğu zaman hayatın dışında insanlardan uzak, yalnızlığa gömülmeyi bir yaşam olarak seçersiniz. Ancak bununda bir kurtuluş olmadığını bile bile kendinizi cezalandırmayı tercih edersiniz. Sebebi ise kendi dışınızdaki olumsuz eylemlerin faili sizmişsiniz gibi kendinize faturayı kesip, toplumsal yaşamdan kendinizi tecrit edersiniz. Bunun bir kurtuluş olduğunu düşünerek yaparsınız ancak kendinize çok ciddi bir ceza kestiğinizi anlayamazsınız. Bulunduğunuz yeni ortama uyum sağlamaya çalışırken, yaşadığınız psikolojik travmalar sizi kendinize getirmeye çalışır. Çünkü önceki aldığınız uyarım, normal uyarımın çok altına düşerek, rutin olan yaşamınızı devam ettirecek uyarımlar almadığınızdan ciddi bir sorunla karşı karşıya kalırsınız. Ha zindanda kalmışsınız, ha böylece kendinizi cezalandırmışsınız hiç önemli değil, sonuçta aynı yetersiz uyarımla psikolojik dengeniz allak bullak olur ve kendinizle ilgili sorunları anlamak için çabalamaya başlarsınız. Toplumsal yaşamda şavktın kayması nice olumlu düşünen ve topluma faydası olacak insanların yaşamlarına bir kâbus gibi dolanır onları yaşamdan koparır. Bu durum Yunus (as)’ın hayatında da oldu ve onu balığın karnında zindana koydu. Yunus (as) yaşadığı toplumdaki ahlaki çöküntüyü görünce, onlarla baş edemeyeceğini anlayınca ben bunlardan uzaklaşayım hiç olmazsa kendimi muhafaza edeyim ve bunlar kendi pisliklerinde boğulsunlar der gibi o ortamı terk etti. Sanki öylesi bir yaşamın mutlak düzenleyeni kendisiymiş gibi davranarak sorumlu olmadığı alana girdi ve kendisini zorladı, oysa onların bu tavrı, hiç de kendisiyle alakalı olmayan bir dairede olduğu halde kendisini sorumlu tuttu ve böylece kızarak onları terk etti. Sonuç herkesin bildiği malum durum. Peki, bu durumlarda nasıl davranalım ki kendimizi cezalandırmış olmayalım.

Toplum tamamıyla kötülüğün çukuruna batmış hatta ondan zevk almaya başlamışsa, onlara hakikati hatırlatacak olanlar gücünün ötesinde bir sorumluluk içinde kendisini görerek, altından kalkamayacağı ağırlıkların altına girmesi gerekmiyor. “Allah hiçbir nefse taşıyamayacağı yükü yüklemez…”Durum böyle olunca bulunduğumuz ortamların acı veren yaşamlarını mutlak değiştirecek olarak kendimizi görüp, altından kalkamadığımız zaman da alışmış olduğumuz ortamlardan uzaklaşarak iyileştiremiyorsak burada bulunmamızın bir anlamı yoktur, en iyisi bunların ortamını terk edelim ve yapayalnız bir yaşam sürelim diyerek dağ başına çekilmek, sorumluluk sahibi insanların tavrı asla olamaz. Sorumlu olduğumuza inanıyorsak ahlak yoksunlarının ahlaki değerlerin arkasına sığınarak bizlere ahlaki değerleri anlatıp, gayri ahlaki davranışlarda bulunmasını gerekçe gösterip, sorumluluk alanlarımızı terk etme hakkına sahip değiliz. Çünkü Allah yeryüzüne gönderdiği hiçbir halifesine altından kalkamayacağı bir sorumluluk yüklemez. Onun bizlerden isteği adam gibi yaşamak ve zalimlere meyil etmemek. Zalimlere meyil etmemek için zalimlerin yaşam alanlarında bulunmanız lazım… Zalimlerin ortamını terk edip yeni bir yaşam alanı oluştururken, zalimlikte level atlayanlarla zaten muhatap olmuyorsunuz.

İnsan yaratanın kulu ve kölesi olarak çoğu zaman kendisini tanımlar. Oysa Allah köle istemiyor, onun bizi tanımlama şekli bana kul olun ve yeryüzünde halife olarak dosdoğru davranmamızdır. Yani ahlaki çöküntü yaşayan ortamlara kızarak kendimize ceza kesmek değildir. Toplumsal yaşamın dışında insanlardan uzak yaşama arzusu, aslında farkında olarak ya da olmayarak, müstağnileşmektir. Kendisinin imtihanının bittiğini ve kendisinin insanların imtihanı için bir uyaran olduğunu anlatmak istemektedir. İnsan yaşadığı sürece imtihanı devam eden varlıktır. İmtihanı devam eden birinin imtihanın ağır koşullarını geride bırakıp, daha kolay yaşam süreceği yerlere gitmeyi düşünmesi, kendisinin imtihanının son bulduğuna inanmasındandır. İmtihanı devam edenlerin imtihan alanı dışına çıkarak, hariçten olağanüstü çalışmalara ve yaşama öncülük ettiğini söylemesi, mütekebbirlik göstergesidir. Dolayısıyla Yunus (as)’ın içine düştüğü zindan gibi bir zindan oluşturmak istemiyorsak, yaşadığımız ortamlarda zalimlere meyil etmeden dosdoğru yaşamak zorundayız.

Rabbimizin bir ayeti var ki aslında bizim yerimizi ve konumumuzu detaylı ve doğrudan ortaya koymaktadır. “Deki benim salatım, orucum hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir ve ben ona hiçbir şeyi şirk koşmadan Müslümanların ilki olmakla emrolundum” 

Teslim olanların ilki olmak öyle kolay değil, kimsenin olmadığı bir yerde ilk ve sondan bahsedilemez. Ancak bir toplum içinde yaşıyorsanız böyle bir durumla karşı karşıya kalırsınız. Ahlaki değer sistemleri yerle bir olsa, hiç kimse sizinle aynı değerleri savunmasa, söylemleriniz karşılık bulmasa da, senin görevin belli, teslim olanların ilki olmak ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamaktır. Sen yaptığın salatın, tutuğun orucun, yaşadığın hayatın ve hayatın noktalandığında ki ölümün sadece ve sadece Âlemlerin Rabbi Allah’a olduğuna inanarak yaşamak zorundasın. Bunları yapman için toplum içinde olma zorunluluğun var. Toplum dışı, dağ başında yaşamanın faturası kabarık çıkmaz. Çünkü fatura kalemleri azalmıştır. Dolayısıyla senin toplum dışındaki anlamın da o kadar fazla değer ifade etmez. Bunları neden mi anlatıyorum, başta ben olmak üzere birçok yerde şahit olduğum, toplumdan uzaklaşıp kendi başına hiçbir ahlaksızlığa şahit olmadan yaşamak gerek. Artık bu çirkefliklerden usandık nedir bu, böyle yaşam olmaz olsun diye yakınmaları sürekli hale getirdiğimiz için buralara kadar gelmiş olduk. “Allah’a kulluk yapamayanların canlarını almak için Melekler geldiğinde onlara derler ki, neden sadece Rabbinize kulluk yapmıyordunuz, biz zayıf bırakılmıştık gücümüz kuvvetimiz yoktu dedikleri zaman, peki Allah’ın arzı geniş değil miydi, o halde sadece Allah’a kulluk yapacağınız yere hicret etseydiniz…”Bu uyarıyı dikkate alarak toplumdan uzaklaşmaya gerekçe oluşturacaklar olacağını tahmin edebiliyorum. Ancak bu durum toplumdan uzaklaşıp kaçmak değil, Habeşistan’a yapılan ilk hicret konumunda bir süreçtir. Ondan dolayı bizler her hâlükârda bahanelere sarılma hakkına sahip değiliz.

Ahlaksızlıkların her geçen gün ivme kazanarak hızlandığı ortamlarda, bunlara güç yetirememekten kaynaklanan kaçış ve uzaklaşma düşünceleri, Allah’ın kulu ve yeryüzünün halifesi olanlara asla yakışmaz. “Müminler felaha erdi…”Buradaki ayet erecek erer demiyor fiili mazi ile başlıyor ve erdi diyor. O halde Mümin olarak bulunduğumuz ortamdaki sorumluluğumuzu idrak ederek yaşadıktan sonra zaten felaha erenlerden oluyoruz. O halde bu kaçış da neyin nesi demek geliyor insanın içinden…

Ahlaksızlık yaşadığımız ortamda bir ahlak kalıbı gibi gelenek haline gelip süreklilik kazanmışsa ve bizler de bunlara her gün şahit oluyorsak, bize düşen sorumluluk bunlara meyil etmeden, adam gibi yaşamaktır. “Gaflete dalıp hesap gününü düşünmeyen kimse sakın seni onu düşünmekten alıkoymasın, yoksa helak olanlardan olursun…”Yasadığımız ortamda kötülükler ve iyilikler bir arada olmasa böyle bir uyarıya muhatap olur muyuz? O halde yapılması gereken, toplumsal yaşamın, insanın pişmesi gereken imtihan alanı olduğunu idrak ederek ona göre yaşamak ve kendimize toplum dışı gettolar oluşturmaktan uzaklaşmaktır.

Sorumlu ve özgür kul olmak, ahlak dışı çoğalan eylemleri sınıflandırarak yaşamak değildir. Ahlaki kalıplara ahlaksız eylemleri yerleştirerek, ambalajlayıp, duygusal yönleri ağır basan kararlı ilkeli sorumluluk sahibi insanların aldatılmasına yönelik uyarıcılardan etkilenmeden yaşamak çok zor olsa da toplumda onları dikkate alarak yaşamak zorundayız. Bu Allah’a kul olmanın ve yeryüzünde halife olmanın yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yabana atarak toplumdan uzaklaşmak, imtihanın kapandığına inanmak olur ki bu doğrudan mütekebbirleşmek olur. Bir hayatın ortaya çıkması acılarla olgunlaşmaktan geçer. Nur topu gibi bir bebeği öpmek sevmek ve koklamak isteyen anne, dokuz ay karnında taşıyacak acılarla onu doğuracak ve sonrasında ancak kucağına alacak. Bunlar var diye, acıları görmemek için kaçsa da gittiği yerde acısız bir çocuğun dünyaya gelmesini sağlayamayacak, o halde bizler istemediğimiz ortamları terk ederek, istediğimiz ortamları imtihansız elde edemeyeceğimizi bilerek hayata yeniden ve sağlıklı başlamak zorundayız.

Kimse kendisini dev aynasında görmesin, kendisinin imtihan olduğuna inanarak, imtihanı bitmiş gibi yaşama gayreti içinde olmasın… Çekildiğimiz inziva bizi var etmez imha etmek için kazılan hendekler gibidir bunu bilelim sorumluluktan kaçınmayalım. Yaşamak için direnmek, var olmak için inanmak gerek… İnanan bir gönülle dağlar aşılır inanmayan gönüllerle de düz yolda şaşılır… Rabbim bizleri şaşıranlardan eylemesin ve dosdoğru yaşamak için hakikati idrak ederek, sorumluluk bilinci kulluk aşkı ve halife yiğitliğinde var olanlardan eylesin…

Selam muhabbet dua ve tüm sevinçleri kucaklayarak rahmete ihtiyacı olanlara yağmur gibi serpmek ümidiyle… Kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/12.06.2022/02.28


11 Haziran 2022 Cumartesi

AKIL VE SEN VAR MISIN DOST OLMAYA

Duyguların doruğunda aklı istirahate çekerek yol alayım diyorum, her an karanlıklara gömülmemek için aydınlık ortamlar arıyorum. Ne yazık ki akıl dümende olmayınca duyguların karanlık ve aydınlık arasındaki seçimi zora giriyor ve işe yaramıyor.

Çok duygulu olduğumuzu zaman zaman söyleyerek kendimize ayrıcalıklı bir yer oluşturmaya çalışırız, oysa çok duygulu olmakla karanlıklara gark olmak arasında doğrudan bir ilişki olduğunu anlasak, o çok duygulu hallerimizi akılla yapılacak eylemlerin önüne asla geçirmeyiz. Akıl hayatın dümeninden indiği an, nelerle karşılaşacağını kestirmekte hayli zorlanırsınız. Çünkü akıl hayatın aydınlatma fişeğidir, o aydınlatma fişeğini patlatmadığınız zaman, atacağınız tüm mermiler boşa gideceğinden kuşkunuz olmasın. Arada bir isabet eden sonuçlarla karşılaşsanız da, bunlar sizin isabetli atışlarınızın sonucu olmaz; tamamıyla rastlantı sonucu oluşan tavırlardır. Böylesi garip ve istem dışı sayılabilecek hayatı neden kendimize reva görürüz diye bazen sorgulamamın dozunu arttırarak kritik yapmaktan kendimi alamıyorum.

Akıl, beşeri, insan kılan yegâne değerdir. Bu değeri yaşamda aktif kılmadığımız zaman, insan olma aşamasını bir türlü yakalayamayız. Nasıl ki, doğum sonrası insan evladı emekleyerek yaşamaya başlıyorsa, aklın kontrol gücünün olmadığı hayatların tamamı, küçük çocuk gibi emeklemeye mahkûmdur. Bir bebek bir an evvel büyüyüp yürümek koşmak istiyor, hatta dayanaksız kendi başına işlerini yapmak isterken, beşer olan bu varlık beşer olma aşamasını geçerek insan olmayı bir türlü tercih etmediği için, hep emekleyerek varlığını devam ettirip sürünerek var olmayı kendine reva görür. Beşer olarak yaratılıp ancak bu ilkel seviyeden daha üst seviyeye çıkmak istemeyen bu varlık, insan olmakla da övünüp kendini aldatır. Beşerin insan olma mertebesine yükseldiği yerde bu kadar böcek gibi yaşayan varlığı görmek mümkün değildir.

Beşeri, insanlık şamasına çıkaran en belirgin özellik aklın icra kuruludur. Aklın icra kurulu, seçim yapabilme ayırt edebilme özgür karar verebilme ve tercih yapabilme özelliğidir. Bu kurulun olmadığı bir yaşamda akıl, sadece hükmü olmayan yetkin ama etkisiz bir yönetici gibidir. Aklın hayatın otağında tam yetkili etkin bir yönetici olmasını istiyorsak, aklın icra kuruluna giden yolu çabucak oluşturmak zorundayız. Bu icra kurulu aktif göreve başladığı zaman göreceksiniz, duyguların bizi alıp götürdüğü ne olduğu belirsiz yaşamlardan dizginlerimizi kendi elimize nasıl aldığımızı göreceksiniz.

İnsan olmak için, öncelikle isyan edebilmemiz lazım, isyan edemeyen bir varlık, insan olmak için çaba harcamıyor demektir. Bunun için insanı yaratan Allah, kendisine dönecek tüm kulları önce bir isyana davet etmektedir. Bu isyan hareketi, yaratılış kodlarını değiştirerek insan üzerinde egemen olmak isteyen tüm yeryüzü ilahlarınadır. Bu isyan hareketi sonrasında özgürleşen Varlık seçim yapma seviyesine yükselmektedir. Seçim yapabilmek için Kararını kendisinin vereceği tüm kuşatmaların tesir alanından çıkarak, karar vermektedir. Bu karar sonrasında hayatın devam ettirici gücü yaratıcının belirlediği istikamette insanın yönelimiyle başlangıç oluşturmaktadır. Bu başlangıç aslında yeryüzünde bir devrimin başlangıcıdır. İnsanın hayatında bireysel olarak başlayan devrimler toplumsal devrimlerin tüm dinamiklerini harekete geçirir. Sonrasında duygulara hitap eden ve duygulardan beslenen tüm leş yiyicilerin heveslerini kursaklarında bırakır. Bir insanın yaşamın dümenine aklı geçirmesi, insan dışında insana hükmeden yaratılmışlar âlemindeki tüm hâkim güçlerin sonu demektir. Akıl bu kadar önemliyse neden insanlar bunları kullanmıyor diyenlerin olacağını biliyorum. Aklı kullanabilmek için beşer boyutundan insan olma aşamasına geçiş yapmak gereklidir. Yeryüzünde yaşayan varlıklar büyük oranda bu insani boyutta gerçekleşecek evrimi tamamlamadıkları için hep duyguların kölesi olarak yaşamaya mahkûm olmuştur.

Duygu insanın vazgeçilmezi, ancak insanın akıllı bir varlık olarak yaşamını akla göre düzenlemesinden sonra anlamı olan bir özelliktir. Akıldan yoksun veyahut ta aklı kullanamayanların yoğun bir duygu altında olmaları, anlamlı bir hayatı ortaya çıkarmayacaktır. Nasıl ki bir canlı organizmanın canlılık halini devam ettirmesi için yemek içmek yani canlılığın devamı için gerekli ise, akıl da insan olmak için gerekli ilk şarttır. Bu şartın olmadığı bir yerde bir vagonu ne kadar süsleyip onun içine tüm güzellikleri yerleştirseniz de, lokomotif olma şansı nasıl ki yoksa insan da böyledir. Aklın devre dışı kaldığı yaşamları hangi güzelliklerle süslerseniz süsleyiniz, bir beşeri insan formuna çıkaramazsınız. Onun içindir ki, güzel yaşamanın ve güzel kalmanın temel dinamiği akıldır. Akıl ancak bir canlı olan beşeri, insan yapıyor. O halde aklını çalıştırmaktan aciz popülasyonlara çağrım eğer kendimizi insan olarak tanımlamak istiyorsak, insan olmanın gereklerini yaşadığımız hayatta ortaya koymak zorundayız. Böylece yaşadığımız evrene belki bir katkımız olur ve evrende bir ağırlığımız ortaya çıkar.

Varken hayata dair bir katkısı olmayan ve idrakten yoksun olan varlıkların kaybı ve yok olması da hiçbir zaman bir eksiklik olmayacaktır. Ondan dolayıdır ki, insan olarak varlığımızı ortaya koyalım ve insani bir kimlikle ortaya çıkalım ki, yeryüzünden kaybolduğumuzda bir eksikliğimizin olduğu anlaşılsın. Neden Liderler komutanlar bilim adamları, filozoflar, önemli iş adamları göçüp gittikten sonra çok aranır oluyorlar. İşte mesele de tam burada düğümleniyor. Onlar ister doğru ister yanlış yapsınlar ancak aklı aktif kılarak yaşamlarına yön verdikleri gibi kendi dışlarında var olanların da hayatlarını yönlendirdikleri için hemen boşlukları anlaşılabiliyor. Bu haykırışlarımı umarım yabana atmazsınız.

Nerede tıngırtı orada bulunan ama yaşadığını sanan bir piyon olmaktan kurtulmak istiyorsak, beşer olma boyutumuzu insan olma aşamasına çıkaralım ve kendimize gelerek özgür seçimler yapacak dirayeti gösterelim ki, gittiğimizde boşluğumuz anlaşılsın... Yoksa ot geldi saman gitti denen söz bizim hayatımızı özetleyen bir atasözüne döner. Bu hayatta ben vardım, geldim yaşadım ve gidiyorum diyebilecek kararlılık ve dirayette kendimizi yaşadığımız evrene bir katkı sunan olarak görmek istiyorsak, hayatı sorgulamanın zamanı geçiyor. Yok, olmadan önce son anlarımız, bu anları değerlendirmek için, Hayatın yeryüzündeki hükümdarını uyandıralım ve onun icra kurulunun oluşmasına katkı sunalım ki, hayatlarımız kaydedilmeye değer olsun...

Bir hayat olsun kaydedilmeye değer... Bu veciz ifademle siz okurlarıma veda ediyorum kalın sağlıcakla...

Selam sevgi muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/10.06.2022/17.29




10 Haziran 2022 Cuma

TEKMELENEN KURAN MI YOKSA ANLAMSIZLAŞAN HAYATLAR MI?

Gün geçmiyor ki, ülke gündemi yeni ve farklı uyaranlarla karşılaşmış olmasın. O kadar hızlı değişimler ve problemlerle karşılaşılıyoruz ki bunların hangisinin gerçekten ironi hangisinin gerçek olduğunu anlamakta da zorlanıyor insan...

Herkesin alabildiğine saldırıya geçtiği ve neredeyse bir kaşık suda boğmak istedikleri, Antalya Serik’teki 17 yaşındaki Anadolu Lisesindeki öğrencilerin nahoş ve bir o kadar da düşündürücü çılgınlıklarını konuşuyor. Konuşulsun konuşulmasına da acaba bugün konuşmamız gereken bu gençlerin değerlere karşı alaya aldıkları eylemleri konuşmak mı daha iyi, yoksa bu gençlerin dünyaya ışık olacak çabaları olsaydı da onları konuşsaydık daha mı kötü olurdu. Ne yazık ki ne ekiyorsak onu biçiyoruz ama soğan ektiğimiz tarlalardan biz hala gül yetişmesini bekliyoruz. Peki, bu çelişkili ve çatışmalarla yoğrulan halimizi nereye koymayı düşünüyoruz.

Toplumsal yaşam bireysel davranışları biçimlendirip yönlendirmesine rağmen, toplum aklı başında ve değerlerine sadakati zirve yapmışsa böyle bireysel eylemlerin ortaya çıkması ne kadar mümkün olabilir dersiniz? Eğer toplum değerlerine sadakat gösteriyorsa, toplum içindeki bireylerin bu değerlere sadakatsiz davranışlarını alenen gözlemlemeniz mümkün değildir. Farklı anlayış ve ideolojide olanlar iç dünyalarında o değerlere karşı hınç ve kin beslemiş olsalar da, toplumsal reflekslerin nasıl bir reaksiyon göstereceğini bilirler. Ondan dolayı da böylesi eylemlere girişmezler. Peki, bu tarz hastalıklı davranışlar nasıl ortaya çıkıyor olabilir.

Bu eylemlerin arkasında çok önemli iki unsur, ateşleme yapmış olabilir. Çünkü bu eylemler bu etkileyici unsurların ikisinin de işine gelebilir. Bu eylemler, İktidar muhaliflerinin kaşımasıyla olmuş olabilir. Çünkü bu eylemler, muhalif kanadın herkese dönük bir oy alma kaygısı böylesi eylemlerin yayılmasında etken olabilir. Şöyle ki, Ey halkım sizin dindar olarak gördüğünüz ve sizi değerlerinizle yaşattığını söylediğiniz iktidar bakın sizin değerleri ne hale getirdi. Hatta en kutsal kitabınızı tekmeletecek nesillerin yetişmesine neden oldu. Peki, bu iktidarı hala destekleyecek misiniz diye mesajlar aktarmak isteyebilir. Böylece Muhafazakâr bir iktidarla dini ve ahlaki değerlerin nasıl erozyona uğradığını seçim meydanlarında kullanarak bunlardan menfaat devşirme peşinde olabilir. Böylece Muhafazakâr kitleler ne hale geliyoruz bu iktidar gitmeli diyerek muhalefete yönelebilir. Ancak bu davranışların arkasında İktidar kanadı da olabilir. Çünkü sonuçta her ikisinin de işine gelebilecek getirileri var.

İktidar kanadı ise bu olayları diğer taraftan okuyarak kitlelere seslenebilir. Biz iktidardayken bunlara rastlamadınız, bizim zayıflamaya başladığımız anda bizi götürmek isteyen güçler bakın nasıl harekete geçti, ilk icraatları da gençlerimizi kullanarak kutsal kitabımızı tekmelettiler. Dolayısıyla bizim gitmemizle sizin kutsallarınızın nasıl yerlerde sürüneceğini görün ve oylarınızı ona göre kullanın diyerek muhafazakâr kesimlerin azgınlığa dayanan davranışlarını yeniden kendi etrafında toplamak istemiş olabilir. Yani bu tür toplumda nahoş eylemler her iki kesimin de işine gelebiliyor, dolayısıyla bunların arkasında şu var bu var gibi şartlı refleksler geliştirerek tepki vermek, olayların anlaşılmasından sizi uzaklaştırır. Onun için bu tarz toplumsal sapkın eylemlerin oluşmasındaki temel dinamikleri iyi araştırıp tahlil etmemiz gerekir. Yoksa bu sorunlar genişleyerek insanların gündemini oluşturmaya devam eder.

Ben sapkın eylemlerin arkasında yatan bilinçaltı birikimleri de tahlil etme tarafındayım. Soyunarak bir farklılık ortaya koymak isteyenlerin de bilinçaltları dolu, Kutsal kitaba tekme atan çılgın gençlerin de bilinçaltı kaynama noktasında, onun için bu olayları bir bütünlük içinde ele almamız zorunlu ve kaçınılmazdır. Şunu anlamak herkesin üzerine farz olduğunu düşünüyorum. Hiçbir olumsuzluk, karşısında şiddeti yüksek bir kitle tepkisi ile karşılaştığında yok olmuyor. O davranışlara yol açan ve o davranışların beslenmesini sağlayan ortamlar ortadan kalktığı zaman yok oluyor. Bu sosyolojik ve insani bir gerçektir. Peki, o zaman ne yapılması gerekir, diyecek olanları buradan görüyorum.

Gençlerin Kutsal kitabın yazılı müsveddesine tekme atması elbette hoş ve normal karşılanacak bir tutum olamaz ama ondan önce onların zihninde bu kitabın o kadar rahat tekmelenecek hale getirilmesine neden olan düşünce eylem ve geleneklerimizi sorgulamamız gereklidir diye inanıyorum. O açıdan bakmadığımız zaman, reflekslerden beslenen ve o uyaranlara tepki verildiğinde çok büyük işler yaptığına inanan hipnoz kalabalıklar olup çıkarız.%99'u Müslüman olan bir ülkede yaşadığımızı hep söyleriz, peki bu kadar Müslümanın olduğu bir ortamda bu gençler kutsala böyle bir tekme atıp onu sosyal paylaşım hesaplarından yayarak bir eğlence alanı oluşturabilirler mi dersiniz? Benim kanaatime göre böyle bir davranışta bulunmak için akıl yoksunu ve kesinlikle muhakeme yapabilecek özelliklerini kaybetmiş olmaları gerekir. Ancak bu çocuklar öyle bir durumda olmadıkları halde bu eylemleri yapıyorlarsa, orada farklı etkenler aramak zorundayız.

İlahiyatçıların neredeyse hepsinden duyduğum bir gerçek var, Gençlik dinden uzaklaşıyor ve Deist oluyor diyorlar ve onun için de, çok çeşitli etkileme ve önleme yolları oluşturmaya çalışıyorlar. Hatta Diyanetten yetkili ağızlardan da böyle açıklamalar duydum. Hatta son Dönemde Sayın Cumhurbaşkanı' da biz Gençlerimizi kimseye yem etmeyiz diyerek o gidişlere gönderme yapmıştı. Peki devletin tüm yetkili ve etkin birimleri Gençliğin gidişinden ve yöneliminden memnun değilse, bunların yeniden değerlere nasıl döndürüleceğinin hesaplarını yapıyorsa, böylesi bir eylemde bulunmalarının doğal olduğunu kabullenmek zorundalar. Bu eylem üzerinden gerilim oluşturmanın hiçbir anlamı olmayacaktır.

Gençler mesajlarını çok net veriyorlar ancak anlamak istemeyen ve hala bu konularda direnç gösteren etkili ve yetkililer oluşan yöneticilerimiz kulaklarını kapamış olduğunu düşünüyorum. Yöneticiler bu gençlere kulaklarını kapadıkları sürece, bu gençler yakın gelecekte sizlerle anılacak olan hiçbir değer sistemini takmayacaklar, hepsini tepeleyip geçecekler. Bu geleceğin bir tahlilidir.

Adaleti anlatan, kardeşliği anlatan, paylaşımı anlatan, insan olmayı dayanışmayı saygıyı sevgiyi kritiği, insanlara kul olmamayı, liyakati, mücadeleyi doğruluğu ve yeryüzünde mal mülk yığarak devleşmemeyi anlatan bir kitap, bu gençlerin sorunlarına bir deva olmuyorsa, bunun ne anlamı var diye atılan bir tekme görüyorum... Gençlerin bu yaşamlarını sorgulayarak istenilen bir sonuca varılmayacaktır. Onun içindir ki, Yaşamda karşılığı olan bir kitabı Kimliğine kavuşturursak, o zaman bu tekmeler hiç bir zaman alenen böyle savrulmayacaktır. Kendi yaşam alanlarımızı iyice gözden geçirmemiz kaçınılmazdır. Bakkalın terazisine, anne babanın davranışlarına, kurumların uygulama biçimlerine, hocaların söylemleri ile eylemlerine yani kısaca hayatın tamamına müdahale etmeyen bir kitap ancak tekmelenir ya da boş bir top haline gelmiştir, denen bir bilinçaltı yansıması görüyorum. Onun için aslında tekmelenen kitap değil, o kitaptan bahsedip, hayatları ile kitap arasında hiçbir ilişki bulunmayan tüm hayatlaradır o tekme... Her türlü olumsuzluğu ortadan kaldırıp insanları mutlu ve huzurlu yaşatmak isteyen kitabın, hayatımızda bir karşılığı yoksa ne anlamı var bu müsveddeyi korumanın dercesine, bilinçaltında biriken tortuların açık kapı bulunca ortaya çıkmış halini görmekteyiz.

Yaşam alanlarımızdaki bu keşmekeşliği anlamlı bir zemine çevirmediğimiz müddetçe bunları hep konuşan ve refleksler gösterenler olmanın ötesine geçemeyeceğiz. Öncelikle Müslümanım diyenlere çağrım Kitabın müsveddesini tekmeleyenlere yönelerek, hayatımızın hiç bir yanına değer katmayan ve yetim bırakılan bu kitabı yetim olmaktan ne zaman çıkaracağız. Yetim olanlar herkes tarafından tekmelendiğini sanıyorum bilmeyen yoktur. Kitap yetim, hükümleri yetim ama o kitapla ilgili konuşan çok, onun içindir ki, bu yetimliği ortadan kaldırmayanlar, konuşma ve söz söyleme hakkına sahip değilidr. “Rabbimiz fakirleri doyurun onlara yardım edin" derken, nasıl ki bizler yetim ve yoksullar için dua ile geçiştirip Allah'ım bunları doyur diye Allah'a talimatlar yağdırıp bu eylemimizden hiç utanma duymuyorsak bu durum da onun gibidir. Allah kendi mesajını nasıl koruyacağını çok iyi bilir. Önemli olan o mesajların bizlerin hayatında ne kadar olduğudur. Kitaba göre yaşamayan ve hayatlarının kıyısında köşesinde Allah'ın hükmü olmayanlar, Zibidinin biri Kitabı tekmeledi onu şöyle yapacaksın böyle yapacaksın diyerek toplumsal yaşamı gerilimli hale getirmeye hakkı yoktur.

Yıllar öncesinde karşılaştığım bir nahoş eylemi bu vesileyle sizlerle paylaşarak ayrıntıya inmeden makalemi tamamlamak istiyorum. Ramazan ayında üniversite de oruç tutmayan gençleri dövmeye çalışanların gizli bir yerdeki kafede çay içtiklerini görünce, hani kardeş sizler üniversitede oruç yiyenlerle kavga ediyorsunuz ama burada kendiniz de aynı işi yapıyorsunuz dediğimde, aldığım cevap çok manidardı, âmâ abi oruç tutmayanları dövmek için karnın tok olacak ki dövesin, ama biz açıktan yemiyoruz diyerek gerekçelerini söylemişlerdi. Eğer bu din sizin korumanıza kaldıysa vay bu dinin başına geleceklere demiştim... Hakikaten vay ki nasıl vay!

Evet, Kitabı hayatın dışında taca atanların kitapla ilgili olumsuz bir davranış gördüklerinde yırtılmaya hakları yoktur. Kitabın emrine göre bir yaşamımız olsaydı, o genç bu kitabı baş tacı yapar onu yapmaktan hicap ederdi. Ama yetim gördüğü için elinden geleni arkasına koymamış. Durum bu olunca kendimizle ilgili sorgulamayı yapmadan ortaya çıkan bir eylem üzerinden herkesin mücahit kesilmesi ne kadar gerçekçi olur. Dolayısıyla tüm İman edenleri yeniden selim bir akılla düşünmeye ve gerçek kutsal olanı, kutsal olana yakışır şekilde hayatımıza aktaralım ki, bunlarla karşılaşmayalım.

"Ey iman edenler yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz, Allah katında en sevilmeyen şey yapmadıklarınızı söylemektir."

Kitap hayatımızda yer bulursa yetim olmaktan çıkar ve kimse yetim olmayan kitaba saldırmayı aklının köşesinden bile geçiremez. Ama yetim kaldığı için herkesin tekmeleyeceği bir kitap haline geldi; yazıklar olsun bize ki, kendimizi görmeden, içimizdeki serseri mayınları patlatarak cihada çıktığımızı sanıp mikrobu yaygınlaştırmaktayız. Vay o kimselere ki, onlar yaptıklarından gafildirler...

"Siz insanlara iyiliği anlatırsınız da kendinizi unutur musunuz oysa kitabı da okuyorsunuz, hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?"

Rabbimizin bu ayetleri gayet net bizi bize anlatırken, biz başkasını ikaza çalışmaktayız."...Ne mutlu onlara ki, Onlar rablerinden razı rableri de onlardan razı, onlar mutmain kullar için ayrılmış özel cennete girecekler..."Rabbim bizleri o kulları arasına katsın ve Kur'an'a göre yaşayan kullardan eylesin...

Selam muhabbet ve dualarımla her dosta aklımızı gereği gibi kullanmayı tavsiye ederim... Akıldan yoksun olanlar necistir.

Erol KEKEÇ/09.06.2022/13.43


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!