Bu Blogda Ara

6 Haziran 2022 Pazartesi

“EY İMAN EDENLER ALLAH’A VE RESULÜNE İMAN EDİN”

“Şu kendilerine Kitap'tan bir pay verilmiş olanlara bak, aralarında hüküm vermesi için Allah'ın Kitabı'na çağırılıyorlar da içlerinden bir zümre yüz çevirerek dönüp gidiyor.”Al-i İmran/23

“Bunun sebebi onların, "Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır" demeleridir. Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.”

Al-i İmran/24

“Peki, o kendisinde kuşku bulunmayan günde, onları bir araya topladığımız vakit halleri nice olacak! O gün her benlik, kazandığının karşılığını tam almıştır. Onlar, hiçbir zulme uğratılmazlar.”Al-i İmran/25

Rabbim bizleri, beyanını hak üzere anlayanlardan eylesin, hakka hizmet etmeyecek sözleri dilimizle söyletmesin…

Bu ayetlere tüm bağımlılıklarımızı ve zihnimizin kararmış tortularını bir yana koyup, yüreğimizin derinliklerinden anlamaya çalıştığımızda, yaşadığımız hayatın ne kadar anlamsız ve kendimizi helak edenler olduğumuzu idrak edeceğimizi sanıyorum… Bu ayette kitaptan kendilerine pay verilenler ifadesini gördüğümüz an, hemen Muhammed (as) öncesi kitap verilenler diye noktayı koyup, tefekkür etmeyi düşünmeyiz. Oysa ayetin derinliğine tefekküre daldığımız zaman, bu ayetin doğrudan muhatapları olduğumuzu görürüz.

Kitaptan bir pay verildiği zaman kendimizi günahsız ve kurtulanlardan görerek, olumsuzlukların içinde yer alacağımızı hiç düşünmek istemeyiz. Oysa Allah’ın gazabına uğrayanlar, tüm amelleri boşa gittiği halde kendilerini doğru yolda sananlardır. Kitabı biraz anlamak için elimize alıp okumaya başladığımız zaman, kendimizi her şeyi bilen ilim deryası olarak görüyoruz. Oysa Kitaptan küçük bir nasip olduğunu bilsek, Allah’ın Kitabı için bir arada olmamız gerektiğini idrak ederiz ve Kitabı aramızda hükmetmesi için tek hakem olarak görürüz. Kitabın hükmünü hayattan uzaklaştırıp kendimizi hayatın odağına koyduğumuzda; Allah, bizi damgalar ve bir daha kendimize gelemeyiz.

Nefislerimizin öyle bir kuşatması altına girmişiz ki, kuşatılmış olduğumuzu da idrakten yoksun yaşamaktayız. Buna rağmen Allah’ın azabından belli zamanlarda kurtulacağımızı iddia ederiz. Sanki bu bilgileri bize aktaran bir kitap var gibi. Çok az verilen kitaptaki nasibimizi, hep olumsuzluklarımızı meşrulaştırmak için kullanmayı tercih ederiz. Yaşadığımız onca olumsuzluğun bize uğramayacağını düşünür, kendi hezeyanlarımızı din olarak görür onu yaşarız. Yani yaratıcının gönderdiği beyanı değil, kendimize göre oluşturduğumuz algıyı din ediniriz, o algıya göre de bir Tanrı yaratırız o tanrıya tapar, Allah’a ’taptığımızı sanırız. Allah’ın dininde azabın sayılı günlerde bize dokunacağına dair bir bilgi olmamasına rağmen biz onu kendimize göre taksim ederiz. Demek ki bu taksimatı bize yaptıran din kendi oluşturduğumuz dindir. Peki, bu dinle Allah’a yakın olmayı nasıl düşünüyoruz. Bu konuda hiç mi bize verilen bu akıldan faydalanmayı düşünmeyiz.

İçinde yaşadığımız çağda ki din ve Tanrı insanların kendi oluşturduğu din ve Tanrıdır. İnsan eliyle oluşturulan bu dinin evrensel bir din gibi insanlığa dayatılarak bu dinden uzaklaşanları da Allah’ın dininden uzaklaşıyor gibi görüp kendimize biçtiğimiz yerin, hakikaten hak üzere olan bir yer olduğuna inanıyor musunuz? İnsanın kendi oluşturduğu dinin hükmünü de kendisinin inşa ettiği, ceza ve sevap günlerini bu dinin içeriğine göre belirleyip, gönderilmiş bir dinin emri gibi bunu savunmaya geçip, mutlak kurtuluş reçetesi gibi sunmak, hakikaten bizlerin kurtuluşunu imha etmeye dönük olduğuna inanıyorum…

 Geçmiş dönemdeki ilahi kitapların hükümlerinin neden geçersiz olduğunu anlamayanlar, her zaman yeni dinler ihdas etmede yarış halinde olacaklardır. Nasranîlere ve İsrail oğullarına gelen kitapların hükmü niye kalktı diye sorulduğunda, cevabımız hazır, kitabı değiştirdiler. Nasıl değiştirdiler, diye düşünmeyi hiç istemeyiz. Onlar Kitaptan kendilerine verilen o küçük nasipten dolayı, her alanda konuşma ve kitaba eklemeler yapabilecek oldukları vehmini onlarda oluşturdu. Zamanla konuştukları her şeyi kitaptanmış gibi konuşarak kitaba eklemeler yapmaya başladılar ve kendi sonlarını hazırladılar. Rabbimiz onların bu çarpık algılarını imha ederek yeni bir elçi ve kitap gönderdi. O kitap tamamlanmış ve ona kimsenin bir ekleme ve onun paralelinde farklı ikinci bir bağlayıcı kaynak oluşturma hakkı yoktur. Dinin sahibi din de eksik bırakmaz. Allah, kendi dinini açıklamaktan ve ona ekleme yapılacaksa yapmaktan aciz değildir. Kimse Kalkıp Allah’ın gönderdiği elçisini ona denk tutarak veyahut ta onun adına sözler dizerek dine yeni bir kaynak oluşturma hakkına sahip değildir. Allah’ın dinine, Allah’ın gönderdiği elçi bile olsa ek bir kaynak atfetmek, o dine, dinin Rabbine ve Rabbin gönderdiği elçiye en büyük hakaret ve iftira olur. Resule ait olduğu söylenen sözler, ona ait olsa bile, o sözler Allah’ın koymadığı bir kanunu koyamaz, koyarsa o zaman elçi ile Allah savaş halinde anlayışı ortaya çıkar. Bu Resulullah’a övgü değil onu Allah’a eş koşmaktır. Peki, sen mi bunları bana şirk koşmaya çağırdın değinde, Resul, Rabbim sen münezzehsin ben böyle bir şeyi asla demedim dediğinde halimiz nice olur. Ben şuna yakinen inanıyorum ki, Allah’ın kitabına ekleme yapamayacağını anlayan sinsi beyinler, Resulullah’ı yüceltiyormuş gibi göstererek, Kur’an’a paralel bir dini kaynak oluşturmak için ciltler dolusu kitaplar bastılar. Ondan sonra Kur’an da bulamazsanız filan yere, orada bulamazsanız şuraya şeklinde kurumsallaşmış ve belli hiyerarşik bir din kaynağı oluşturuldu. Bunların tamamı ilahların mertebelerini belirleme ve o mertebeye göre onları göklere çıkarma düşüncesini insanlarda oluşturdu. Buna itiraz edecek ve sorgulayacak bir beyin ortaya çıktığında da hemen tecrit ederek, insanların hakikate ulaşmak için sorgulama yapmalarının önüne geçmeye çalıştılar.

Yani bu tavır ile önceki toplumların kitaba ekleme yapması arasında hiçbir fark yoktur. Ha kitaba ekleme yapıp aslını değiştirmişsiniz, ha değiştiremediğiniz kitaba denk olacak yeni kaynaklar oluşturmuşsunuz hiçbir fark yoktur. Bu söylemim Allah’ın elçisini hafife almak ve onu sıradanlaştırmak değildir. Allah’ın Resulüne ait olmayan asılsız eklemelerle dinin aslını hayattan uzaklaştırmak olduğunu ortaya koymaktır. Günlük yaşamın içinde bile çokça şahit oluruz, yeni bir program olduğunda o programı yazanlar içlerinden birini gönderirler ve o programı öğrenecek olanlara onu anlatırlar. Ancak o program dışından programa yeni eklemeler yaptığına şahit olamazsınız. Programı tanıtmak için gelen kişi, programı kendine göre yeniden tanımlarsa program aslından uzaklaşmış olur. Onun içindir ki, Allah’ın elçisine atfedilerek Resulün ağzından inşa edilmek istenen din, Allah’ın dinine paralel oluşturulmak istenen dindir. Bu anlayış dinin aslını ortadan kaldırır. Dolayısıyla kitaba ekleme yapmak ile Kitaba yardımcı hüküm koyacak kaynaklar inşa etmek aynıdır. Onun içindir ki, Bugün yeryüzünde egemen olan dinlerin hepsi sorgulamayı gerektirir. Sadece Yahudi ve Hristiyanlara gelen kitap değiştirilmedi. Müslüman olduğunu söyleyen topluluklarda Allah’ın kitabının yanına koydukları her kaynak, kitabı aynı düzeye indirmiştir. Onun için yeniden Allah’a ve Resulüne iman etme günüdür.

“Resul size neyi getirdi ise onu alın neden sakındırdı ise ondan sakının kendi heva ve hevesinden size bir şey söylemez. “Bunun anlamını önce doğru anlamak zorundayız, Resule atfedilen her şey hak demek değildir. Resul ise, bu hak olan kitabın dışında bir şey söylemez demektir. O halde Resule atfedilen ve bunları yaptı diyerek Dini rotasından çıkaran anlayışların hepsi varlığını gözden geçirmediği sürece, önceki toplumların değiştirilmiş tahrif edilmiş dini ile ortalıkta İslam diye gezen dinin hiçbir farkı kalmayacağı bilenmeli diye inanıyorum.

Allah’ın Resulünü göklere çıkararak, sen olmasaydın ben bu âlemleri yaratmazdım gibi bir sözü Allah’a atfederek ve adına da hadisi kutsi diyerek inşa edilen anlayış ile İsa Allah’ın oğlu anlayışı arasında nasıl bir fark olabilir, konum itibarıyla… Bu sözlerim hiçbir zaman Resulullah’ın şahsına yönelik bir basitleştirme değil, Allah’ın dini olarak bilip yaşamak istediğimiz dinin, ne kadar Allah’ın dini olduğunu sorgulamaya dönüktür.

Bu kanıya nereden ulaştım dersiniz, Birleştiren, kaynaştıran barış, adalet huzur düzen ahlak ve kardeşlik dini ancak belli sinsi katılımlarla bu kadar hayattan uzaklaştırılabilir. Kur’an’ın karşısına çıkarılacak ve kitabın dışından alınacak sözlerin referansı o kadar güçlü ve güvenilir olmalı ki, insanları kandırma gücünüz olsun. Dikkat ediyor muyuz, hadis yazımları, Allah’ın resulünden 150 yıl sonrası yani Emeviler döneminde oldu. Demek ki, Emeviler Dinin aslına dönük ciddi bir manipülasyon yapmışlar, o günden başlayan algı yönetimi hala tüm Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda çok ciddi bir aldatma aracı olarak varlığını sürdürmektedir. Olumlu ve güzel işaretler koyarak, sahte bir yaşama insanları taşıma yolları imha edilmediği sürece, dinden biraz nasiplenmiş olanlar insanlığı hep kandıracaktır.

Bir elçi gelecek, kendisini elçi olarak gönderenin vermiş olduğu buyrukları eksik bırakacak ve onun verdiği kaynakta olmayan hükümler koyacak ve sonrasında da gönderenin, gönderme amacına uygun yaşamış olacak… Peki, böyle davranan bir elçi (haşa) gönderene isyan edip kendine buyruk yaşamış olmaz mı? Resulullah’a yapılan bu iftiraların karşılığı tüm insanların toplanma gününde önünde dökülecektir.

“Peki, o kendisinde kuşku bulunmayan günde, onları bir araya topladığımız vakit halleri nice olacak! O gün her benlik, kazandığının karşılığını tam almıştır. Onlar, hiçbir zulme uğratılmazlar.”Al-i İmran/25

Gelin Allah’ın kitabını aramızda hakem yapalım ve onun huzurunda muhakeme olalım o bize şahitlik yapsın ki, dosdoğru olma imkânımız doğsun… Yoksa Kitaptan biraz pay sahibi olanların oluşturduğu dini, Allah’ın dini olarak yaşayıp kendi sonlarımızı hüsran edeceğiz. Allah’ın dininden uzaklaştırmak için paralel kaynak oluşturanların hepsinin yeri cehennem olacağından kuşkum yoktur. Elçilik gelmeden Muhammedül Emin olan bir insanın Nübüvvet öncesindeki hayatına baktığımız zaman, zaten İslam olarak yaşadığı için, Allah onu elçi olarak seçti. Peki, onun hayatından bizim hayatımıza dokunan ne var? Erdemli insanlar topluluğu örneği nerede…” Eğer Allah’ı seviyorsak Onun elçisine uyalım ki, Allah’ta bizi sevsin…”Ciltler dolusu paralel kitaplar oluşturarak Allah’ın Resulüne değer verdiğimizi sanıp onu ilahlaştırarak, Allah’a eş koşmak onu sevmek olduğunu düşünmüyorum kendimize zulmetmek olur. Ondan dolayıdır ki, biz kime iman ettiğimizi bilseydik Rabbimiz “Ey iman edenler Allah’a ve Resulüne iman edin” der miydi? Bir yerde sorun var o sorunu doğru tespit etmeden doğru bir rota tayin edemeyiz ve doğru yolda gidemeyiz…

Rabbim, bizleri akleden, idrak eden ve dosdoğru sana yönelen kullarından eyle… İslam âlemini içine düştüğü bu karmakarış din algısından uzaklaştır, sadece sana yönelttiğin kullarından eyle…

“Peki, o kendisinde kuşku bulunmayan günde, onları bir araya topladığımız vakit halleri nice olacak! O gün her benlik, kazandığının karşılığını tam almıştır. Onlar, hiçbir zulme uğratılmazlar.”Al-i İmran/25

Selam muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/05.06.2022/23.17


2 Haziran 2022 Perşembe

HAKİKAT YAŞAMA YÖN VERİR, YAŞAMDAN DOĞMAZ

Hakkı gizleyen, yanlışı savunan, zorda kalınca sabrı öğütleyen yeni inşa edilen dinin, insanlığı nereye götüreceğini zaman zaman merak etmiyor değilim... Hakikatle insanlar arasına duvarlar örüldüğü zaman, hakikat kendi kabuğuna çekilir, yanlışlar savunma aşamasını geçip saldırıya geçer, tahammül edemeyenlere sabır öğütleyerek yol almak isteseniz de, hangi duvara toslayacağınızı siz bile kestiremezsiniz. Geçenlerde çok üst makamlardan Allah'ın ayetinin nerelerde kullanıldığını görünce bir insan olarak insanlığımdan utandım. “Allah, açlık korku, canlardan mallardan eksiltmekle sizi imtihan eder, sabredenleri müjdele “Bu mealdeki ayetlerin insanların menfaati söz konusu olduğu zaman Sümen altından çıkarılıp gündem yapılması nasıl bir algı ve anlayışın ifadesi olabilir sizce?

Bir iş yeri patronu düşünün ki, çalıştırdığı insanların geçimlerini sağlayacak ücretler ödemiyor, sonrasında kalkıp bu insanlardan kestiği paralarla hayır yapmaya çalışıyor.(!)Hayır(!) yapmak istediği zaman da çevresini biraz araştırıyor, ne yazık ki, ihtiyaç sahiplerinin kendi çalıştırdığı insanlardan olduğunu görünce, hemen bir oyun kuruyor ve uygulamaya geçiyor. Zor durumda olan o işçilerine hayır paralarından her ay ödeme yapıyor.(!) Bunun adına da hayır diyor. Yani ben kendi işçilerime bile hayır yapıyorum onlar geçinemiyor ben de onları destekliyorum diyerek övünebiliyor. Bu söylemim bir karakter çizme değil muhatap olup konuştuğum patronun açıklamaları...

Eğer sorumlu olduğunuz ve o insanların yaşamlarını insanca geçirmeleri için emek harcayarak katkı sunan insanların bu emeklerinin bedelini kısarak, arttırdıklarınızla hayır yaptığınızı düşünüyorsanız, çaldıklarınızla fakir doyuruyorum demek gibi bir tilki kurnazlığı yapmış olursunuz ki, bu sizin helakınızı hazırlar. Bunu neden mi, örneklendirdim, şayet siz bir manayı kendi menfaatlerinize göre değiştirir ve yeniden anlamlandırmak isterseniz, böylesi içi boş, karşılığında avuç yalanacak bir tabloyla karşılaşırsınız. Bir şerrin içinden hayır çıkmayacağını anladığımız gün hayırla elde ettiklerimizden hayır yapmaya yöneliriz. Ne yazık ki, Allah’ın açık seçik beyanlarını kendi menfaatlerimiz doğrultusunda yamultmakta üzerimize kimse yok... Çalmanın adını cami yapacağız diye savunuruz, kendi adamlarımızın aldığı rüşveti, biz almazsak başkaları alacak deriz, emanete ihanet etmeyi, bal tutan parmağını yalarla izah ederiz, hakikatin açığa çıkmasını önlemek ve yanlışı gizlemenin adını kol kırılır yen içinde kalır diyerek çığırından çıkarırız. İşte böylesi mezbeleye dönen yaşamlardan kalkıp hayır ve hasanet ortaya çıkarmaya çalışırsak kendi helakimizi yaklaştırmış oluruz.

Herkesin ağzında bir söz, Allah'ın Resulü der k, Benim ümmetim helak olmayacaktır. Yani toplu gazap bize gelmeyecektir diyerek kendimizi avutmakta da üzerimize kimseyi tanımayız. Sahiden bize gönderilen bir belge mi var helak olmayacağımıza dair. Nasıl olur da Allah'ın Resulüne böyle bir sözü atfederek ona iftira atarız hiç mi utanma duygumuz kalmadı. “Rabbim benim ümmetim benden sonra Bu Kur'an'ı terk etti “Diyerek bizim için yapılan şikâyetleri görmeyeceğiz ama çıkarımızı okşayan her sözü Resule atfederek olumsuzluklarımızı meşrulaştıracağız. İnsan da bir ar ve utanma duygusu olur...

Eğer bir yaşamda Yaratanın gönderdiği buyruğun anlamları değiştirilmeye ve farklı amaçlarla kullanılmaya başlamışsa, oradan Allah'ın dini uzaklaşır. Ortalıkta olan yaşam insanların kendi elleri ile inşa ettikleri yaşam olur. Bu yaşama uymayanları dini gerekçelerle aforoz etmeye çalışmak, büyük bir pisliğin ortaya çıkmasını istememek olur ki, Allah tüm gizlediklerimizi bilir. İçimizde gizlediğimiz hain ve gizli planları tersine çevirir. Onun içindir ki, samimi olduğunu düşündüğüm ama günü kurtarmak için hakikatin yamulmasında bir beis görmeyenler tüm yaşamlarını kararttıklarını bilmelerini isterim. Günü kurtarmak için tüm yaşamı imha etmeyi göze almak akıl ve izandan yoksun olmaktır.

Ahiretin, sonsuz yaşam olduğuna inanılan bir yaşamda, günlük hazları alabilmek için hakikati tepelemek sonsuz yaşamı cehenneme çevirmek olduğu bilindiği halde, hakikati menfaatler endeksine göre tanımlamak sahiden nasıl bir algı olabilir? Hakikati gizleyenlerin, hakikati savunma adına böyle bir eyleme giriştiklerini söylediklerini duyduğum zaman, hakikatin böylesi yaşamlara hiç uğramadığını söylemiş olmakla abartıda bulunmuş olduğumuzu düşünmüyorum. Çünkü her olumsuzluk savunulurken, mutlaka önüne bir hakikat kalkan olarak konuyor, ondan sonra yanlışların faydalı ve gelecekte getireceği nimetler anlatılmaya başlıyor. İnsanoğlu insan böyle bir zorlamanın kâinatın kuralına ters olduğunu çok iyi bilir. Kâinatın yasasında, sıvı olanlar gökyüzünden yeryüzüne düşer, gaz olanlarda yerden göğe yükselir. Ancak insan kendisini zorlayarak, hayır ben sıvıyı göğe çıkaracağım, gazı da yere indireceğim derse, kâinatın yasasına müdahale etmeye çalışan bir mütekebbir olacağı için, söyleyeceği hiçbir sözün anlamı kalmaz.

Yeryüzündeki yaşam denklemi de bu kanunlara göre işler. Ancak insan öyle bir yaratık ki, çok unutkan cahil ve şımarık olduğundan bu kanunlara müdahale etmeye kalkar. Sonrası büyük bir hüsranla sonuçlanır. Kelime kavram ve eşyanın tanımı yaratıldıkları anda tanımlanmıştır. Bu tanım insanın fıtrat kodlarına yerleştirilmiştir. Bu kodlama üzerinde oynama yaparsanız kendi ellerinizle kendinizi karanlığa gömersiniz. Çünkü o kodlamalar bize aydınlatıcı bilgiler verir, ancak o kodlamalar kazınarak yeniden farklı bir kodlama yapılmak istendiği zaman, aydınlatıcı tüm ışık noktaları imha olmuş olur. Bu imha sonrasında sizlerin yapacağı hiçbir tanım sizi doğruya götürmez. Onun içindir ki, Hakikatin mutlak sahibinin sözleriyle hakikate gidelim. Yoksa hakikat bize kendisini kapadığı gibi bir daha açmaz.

Toplumsal yaşam da insanlar yaşamlarında zorluklarla karşılaştıklarını dile getirdikleri ve biyolojik yaşamlarını devam ettirmeden sosyal yaşamın olamayacağını anlatmaya başladıklarında, sizden kaynaklanan bu olumsuzlukların etkisini azaltabilmek için, Allah’ın kelamı ile bunlara öğütler vermeye başlamışsanız sözler öğüt alınacak söz olma özelliğini kaybederler. Bir sözün öğüt alınacak söz olarak yüreklerde karşılık bulması için, sözü söyleyenin amacına uygun ve o amaca uygun yaşayan dillerden ve yüreklerden dökülmesi lazım. Sözler anlam kayması yaşadığı zaman, hayat zaten erozyona uğrar ve dönüşü olmayan bir zemin kaymasıyla, bir daha orada hakikatin gövermeyeceği yer haline gelmesine neden olur.

Korku açlık sıkıntı canlardan mallardan eksiltmenin sabrı gerektiren bir davranış olduğunu bilgi olarak bilen insanların yaşamlarına bu sözün anlam katmasının yegâne sebebi, bu sözün hayatın her noktasına müdahale etmesine bağlıdır. Ben çok zengin ve istediğim her şeye kavuşurken, yediğim önümde yemediğim arkamda dururken, çalıştırdığım insanları gerilimli bir hayata mahkûm edip, onları yaşamın zorlukları altında inim inim inler gördüğümde, sabredin, Allah boşuna demiyor, canlardan mallardan eksiltmekle sizi imtihan ederim diye... Sabredenleri müjdeleyin diyor, bunlarda geçer bir gün iyi günlere kavuşuruz diyerek onlara hayal sattığım bir ortamda kendimi de onların derdi ile dertleniyor gibi sunarak sadece hakikati yamultmuş olurum. Onun içindir ki, hakikati çıkarlarımızı korumak ve yaptığımız yanlışları gizlemek için kullanmayalım, Allah’ın tokatı fenadır. Yaşadığımız ortamlarda ne yazık ki böylesi tahribatlara şahit olmadan yaşamak büyük bahtiyarlıktır. Bu bahtiyarlığa kavuşabilecek miyiz diye hep o günlerin özlemini çekerek aydınlık ufuklara gözümü diktim...Karanlıkları kararanlara bırakarak aydınlık ortamlara bir yolculuk yapmak istiyorum...Orada yanlış ile doğrunun çizgileri net ve kavramlar Hakikat sözlüğünde tanımlandığı gibi hayatta karşılık buluyor. Ondan öylesi bir ortamı çok özledim, Rabbim bu özlemlerimizi yaşanabilir kılar inşallah...

Güne umutla başlayıp, hakikat ile var olanlara selam ve muhabbetlerimle en içten kalbi dualarımı yolluyorum...

Erol KEKEÇ/31.05.2022/11.28




30 Mayıs 2022 Pazartesi

BİR DEVRİN RONTGENE YANSIYAN ANATOMİSİ

Toplumsal yaşamın devamlılığını istiyorsak, topyekûn toplumsal yaşam seferberliği başlatmak zorundayız. Toplumsal sistemin devamlılığının sürekliliğini sağlamak için, yaşam alanındaki temel dinamikler yeniden güncellenmelidir. Güncellenmeyen her bir yaşam öğesi, toplumda bir yük ve toplumda obezite yaşamları teşvike yarayan vakti dolmuş hurdaya ayrılan malzemelerdir.

Toplumsal yaşam seferberliğinin en önemli dinamiği, zihinsel kalıpların ve bu kalıplara yerleştirilen hammaddelerin nereden alındığının sorgulamasını başlatmak ve o sorgulamayla zihni yenilemektir. Yenilenemeyen zihinler, genel anlamda toplumsal yaşam seferberliği başlatamazlar. Eski hallerini içselleştirmiş ve rutin bir yaşam tarzı oluşturanlar, yeni olacak farklılıklara karşı daima direnişe geçerler. Ondan dolayı da bu direnişi olmadan ortadan kaldırmanın önemli ayağı zihinsel devrim ve değişimleri yapabilmektir.

Toplumsal yaşam, aslında bireysel yaşamın da sigortasıdır. Toplumsal yaşamın imha olduğu bir yerde bireysel yaşamın lafı bile olmaz. Ancak toplumla bütünleşmemiş ve ferdi olarak kendisine yetecek düzeyde kırsal bir ortamda yaşayanlar için, bu uyarı sistemi belki pek fazla etkili olmaz, ancak toplum içinde kalan fertler için hayati öneme sahiptir.

Bir toplumda yaşarken, toplum dışında hayatınızı sürdürüyormuş gibi davranıyorsanız orada sizin olmanız başlı başına yük ve toplumsal yaşamı çökerten antipatik bir davranış olacağı için tehlike oluşturur. Bireysel eylemler toplum içinde, toplumsal davranış kalıpları ile uyumlu olmak zorundadır. Toplumsal davranış kalıpları, toplumsal yaşama uyum sağlamak istemeyen kişilerin uyumsuzlukları sonucunda parçalanabiliyor ve işlevsiz kalıyorsa, toplumsal sistem tehlikede demektir.  Bu da gösteriyor ki, toplumsal yaşam bireylerin özgürlüğünü yok etmez ancak bütün olarak yaşamı devam ettirmek için, toplumsal yaşama uyumlu hale getirir. Bu uyumluluğu sağlayamamış ortamlar, toplumsal bütünlüğü koruyamadıkları gibi, kuralların aktif ve bağlayıcı özelliğini de ortadan kaldırmış olurlar. Bunun içindir ki, toplumsal yaşamın devamını sağlayan sistemin sürekliliği için, toplumsal yaşamla yüzleşmeden önce sahip olduğumuz bilgileri ve olayları yorumlama ve anlama mekanizmalarımızı yeniden biçimlendirmek zorundayız. Bu biçimleme toplum olarak varlığımızı devam ettirmemizin en önemli nedenidir. Bunun için toplumsal yaşam ya da yeniden hayata başlama ve bulunduğumuz ortama dört elle sarılarak oraları sahiplenip yeni bilgi dağarcıklarımızla hayatımızı devam ettirmek zorundayız.

Toplum kendi yörüngesini koruyamadığı zaman, her gelen siyasal otorite, kendi ideolojik belleğine göre size biçim vereceği için, kendi varlığını korurken sizin yok olmanıza sebep olabilir. Bunları dikkate alarak kendi varlığını devam ettirecek değişim dinamiklerini hayatın içine taşımak gerekmektedir.

Toplum olarak mesleklere bakışımızı yeniden düzenlemek zorundayız. Hiçbir meslek bir başka mesleğe ve işe göre tanımlanamaz. Kendi yaptığı işin içeriğine göre tanımı yapılır. Meslekleri kıyaslamak demek, insanın bazı uzuvlarının diğerlerinden daha önemli ya da önemsiz olduğunu anlatmak gibidir. Çünkü toplumsal yaşam bir organizma gibi devam eder. Canlı organizmanın yaşamının devamı için nasıl ki, her organ kendi üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekiyorsa, toplum için de durum böyledir. Herkes görevini doğru ve zamanında yaptığı zaman toplumsal organizma sağlıklı devam eder. Aksi takdirde organizma hastalanır. Bir organ çok iyi çalışmış olsa bile onun yaşamı da, o olumsuzluktan etkilenecektir. Toplumsal yaşam karşılıklı bağımlılık ilişkisine göre işler. Bu ilişki ağında herhangi bir aksama ve sapma meydana gelirse hiç tahmin edemeyeceğiniz olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olur.

Toplum olarak devam edeceksek toplumsal yaşamın devamını sağlayan dinamikleri yerli yerine oturtmak zorundayız. Toplumsal yaşam günlük hesaplamalarla devam edecek bir yaşam değildir. Kültür ve dil nasıl ki uzun soluklu devam eden bir geleneğin ürünü ise toplumsal yaşamda böyledir. Ancak bazı etkileyici faktörlerle kendi ideolojik zihni biçimlendirmelerine göre topluma yön vermeye kalkanlar, toplumsal yaşamı çoğu zaman parçalamanın eşiğine getirirler. Eğer bir yönlendirme ve dizayn etme fikri, toplumsal yaşama uygun değilse, bu çabalar toplumu imha edebilir ve içinden çıkılmayacak olumsuzluklarla sizi yüz yüze bırakır.                                                      Son yıllarda toplumsal yaşamın içine düştüğü durum tam da buna bir örnektir.

Batının kendi yaşamında uyguladığı toplumsal gelişim dinamiklerini bize dayatarak ihraç etmesi ve kendi içine almak için bunların olmazsa olmaz olduğunu şart koşması, bizleri içinden çıkılmaz dehlizlere taşıdı. Zinanın suç olmaktan çıkarılması ve kadınlarımıza hukuken pozitif ayrımcılığın tanınması aile kurumunu param parça etti. Aile Bakanlığı diye bilinen Bakanlığın başına çoğu zaman aileyle hiç alakası olmayanların getirilmesi ve özellikle kadınlardan oluşturulması başlı başına bir imha operasyonunun tescillenmesiydi. Kimse bunu anlamak ve görmek istemedi. Kadının beyanının esas alınması ve herhangi bir delile gerek kalmaksızın kadının söylediklerinin hükümde en etken bir gerekçe olması, aile yaşamının devamı için gerekli olan adalet algısını yerle yeksan etti. Yaşam boyu birbirini taşıyan eksiklikleri kapayan ve yamayıp örten eşler yerine, birbirini kandıran ve sadece fizyolojik olarak faydalanan idsel hazlar eşlerin ilişkisini belirler oldu. Böyle olunca ailenin yıkımı hızlandı ve şimdi geldiğimiz süreçte, aile mahkemelerinin boşanma davalarına bakmaktan aciz düştüğü duruma gelindi.

Eğitim en önemli meselemiz olmasına rağmen kendimize uygun kafa yetiştirmek için eğitim hallaç pamuğuna döndü, şimdi itesiniz de bir daha raydan çıkan o treni raya koyamıyorsunuz. Çünkü raydan çıkan tren o kadar hızlandı ki, önüne çıkanı ezip geçer oldu. Eğitim kurumlarındaki geldiğimiz noktalar hiçte bundan geri değil. Üniversiteler, anlamsızlaştı, içi boş sadece gençlerin zamanlarını biraz daha işgal ederek sorun görülen yaşamın ötelenmesi sorunları ortadan kaldırmış olmadı hatta sorunlar katlanarak büyüdü, şimdi bir dağ gibi altından kalkılmayacak sorunlar altında nefes almakta zorlanır olundu.

Dayatılan bir gelenek gençleri yaşamdan uzaklaştırdı, gençler ile önceki kuşaklar arasındaki köprüler atıldı, onların yerine haşin duvarlar örüldü. Duvarlar arkasından eski kuşak gençlere sesleniyor gençler ise diğer tarafta kafasına göre takılmayı düşündüğü için sizin sesinize sağır kesiliyor. Çatışmanın tam ortasında kalınca ne yapalım bari kaybetmeyelim diyerek ölümü görünce sıtmaya razı olur duruma gelindi. Tarımsal alanlarımıza uygulanan kotalar yaşamı kırt kırt kesip doğradı. Yanlış ve anlaşılmaz politik tavırlar, biyolojik ihtiyaçların karşılanmasını gerektiren ürünlerin bile yetiştirilmesinin önünü kapadı. Çiftçilere yapılan tarımsal destek, dilenci çiftçilerin çoğalmasına ve tarlalarını boş bırakarak o destekle yaşamını sürdüren köylülerin sayısını artırdı, geldiğimiz noktada tarımsal hayat infilak oldu. Devlet çiftçiye tarlası olanlara, dönüm başına destek vereceğine, köylünün tohumunu, gübresini mazotunu ve ilacını uygun koşullarda verse ve üretilen ürünleri de alma garantisi verseydi ne destek vermek zorunda kalırdı ne tarlalar bu kadar boş kalırdı ama yanlış tutarsız ve inatçı anlayışlar böylesi çorak bir yaşamı ortaya çıkardı. Aynı uygulamayı hayvancılarımıza da yapmış olsa bu ülkenin sorun gibi görülen ve dağ gibi aşılmaz sanılan bu problemleri, temmuzda dağların tepelerindeki karların erimesi gibi eriyeceğinden kuşkunuz olmasın…

Serbest piyasa diye politik algı oluşturarak toplumsal yaşamı belli çıkar gruplarına kurban eden bir algı doğru bir algı değil değiştirilmesi zorunludur. Devletin en asli görevi denetim ve kontrolü sağlamaktır. Halk devleti yönetenlere yönetme yetkisini, bu görevlerini layıkıyla yerine getirsinler diye vermektedir. Devlet piyasanın kurallarını koyar ve kuralların alt ve üst sınırlarını belirler, serbestlik bu sınırlar arasında olması gerektiğini herkes bilir. Bu sınırları aşanların toplumsal fesadın kaynağı olduklarını tespit eder ve onlara gerekli cezayı uygular. Bunu yapmıyorsa o zaman devletin işleyişinde bir sorun var demektir. Toplumsal yaşam varsa, kuralı da vardır. Dolayısıyla serbest piyasa diyerek kimse kimseyi kandıramaz. Bir ülkenin gümrük ve Ticaret Bakanlığı diye bir bakanlığı varsa ve ticaret adı altında insanlar soyulup soğana çevriliyorsa, hala halledeceğiz, halkımızı ezdirmeyeceğiz laflarının ötesinde bir icraat yoksa orada durum vahim demektir. İnsanların yaşam ve Barınak alanlarının doğru yapılması planlanması ve yaşam alanlarındaki çarpık ve düzensiz yerleşimlerin önüne geçmek ve yaşamı kolaylaştırmak adına kurulan bir bakanlık var. Bu Bakanlığın Adı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, sahiden ben merak ediyorum Büyük müteahhitlere veya zenginlere Milli Emlak’tan TOKİ’ye geçen arazileri satarak rant elde etmenin ve bazı afetlerde vatandaşın elindeki imkanları yarıya düşürerek, tekrar ona yarıdan fazla paralar ödeterek insanların sorunlarını çözen kurum mu şehir ve çevre Bakanlığı sahiden… Bu konuya biraz açıklık getirmem gerekir. Elâzığ Malatya Depreminde, Neredeyse Tüm müteahhitler Şehir dışından geldi buralara, yıkılan binalar yeniden yapılacaktı hasarlı olanlar da hasarı onarılacak ya da yıkılacaktı. Maalesef genellikle hasar tespiti sonrasında bazen yıkılmayacak binalarda yıkıldı ve firmalara geniş çaplı iş alanları oluştu. Sonrasında ne oldu dersiniz? Vatandaşın evi 150m2 ise yarı parası olmayacak rakamlarla fiyatlandırma yapıldı, ya bu kadar alırsınız ya da evinizin yapımını bekleyeceksiniz denildi. Evler yapıldı,150m2 evi olan vatandaşa 85 m2 Brüt evler verildi. Müteahhide verse vatandaş hiç para ödemeden yarısını firma alacak yarısını da kendisine ev yapacaktı ancak Devlet öyle yapmadı, hem kar etti hem de vatandaşa verdiği 85m2 daireyi uzun vadeli borçlandırarak yeniden vatandaşa sattı. Şimdi soruyorum devlet vatandaşın evini yenilerken arsasının yarısını alıyor ve evinizi yaptım diyerek onu da borçlandırıyorsa 20 yıllığına şimdi ben ev yaptım diye niye övünüyor, böylesi bir anlayışla insanları bir rant aracı olarak görüyorsa Bakanlık tanımını kendisi yapmalı… Bu durum insanlardaki güven duygusunu yok etti artık kimse birbirine güvenmez oldu sebebi ise böylesi anlayışlarla insanların avutulması… Tüm kurumlardaki yanlış algı ve politik kurnazlıkları yazma taraftarı değilim ancak bunlar değişmediği müddetçe toplumsal yaşamın sürekliliğini düşünmek sadece hayal olur.

Bir toplumun devamlılığını sağlayan en önemli unsurların başında adalet gelir. Adaletin kişiye ve güce göre değiştiği ve Hukukunda bu özellikleri dikkate aldığı ortamda toplumsal omurga kurşunlanır. Toplumsal omurganın kurşunlandığı yerde, toplumsal gelecekten söz edilemez. Toplumsal gelecek, şiirlerde ve edebi sözlerde anlatılan bir masal değil, yaşamda karşılığı olan bir kaynaşmadır. Toplumun değerli gördüğü kurumlara liyakatsiz ve ehli olmayan kişilerin gelmesi ve taraftar anlayışı ile buraları kendi kışlası gibi görmesi, toplumsal ayrışmaya ve tedavisi zor kin hınç ve gaddarlık gibi hastalıkların oluşmasına neden olur. Ondan dolayı bu cambazlıkların hepsi değişmeli zihinler yeniden şekillenmeli ki, gelecek diye bir süreci anlatma imkânımız olsun… Yoksa gelecek gelmeyecek… Vakıf arazilerinin ve binalarının nerede nasıl kimlere bağışlandığını konuşmak bile istemiyorum. Cemaat ve Sivil vakıflar tüm imkânlara sahip olmalarına rağmen, toplum bu şekilde bir ayrışmanın zirve noktasına çıkmışsa, bunları değiştirmek ve yeniden insanlık için toplumsal birliğimizi devam ettirecek eksende buluşmayı istemek haklı bir talep olsa gerek… Bir vatandaşa vakıf yeri verildiğinde zaten ihaleyle oluyor. Önüne öyle şartlar çıkıyor ki, üzerine tüm imkânlarını versen altından kalkamıyorsun, ancak önemli görülen(!)dernek vakıf ve cemaatten birine verildiğinde, doğrudan onlara tahsisi yapılıyor hatta restorasyonu da bir yolla onların cebinden bir kuruş çıkmadan yapılıyor. Yani adamların bahtı kendilerinden 10 km önde gidiyor. Şimdi bunlar olur mu diye bana kimse soru sormasın ben bir durum tespiti yapıyorum ve bunların fazlasıyla olduğunu da biliyorum. Böylesi adalet mekanizmasının yerlerde süründüğü bir ortamda siz toplumsal yaşamınızı yarınlara taşıyamazsınız. Göğün zincirlerine de asılsanız götüremezsiniz. Çünkü Allah müsaade etmez.

Sonuç olarak diyeceğim odur ki, toplumsal yaşamın her alanında zihinleri yeniden sıfır km yaparak, adalet doğruluk ve içtenlikle bir seferberlik başlatacağız. Bu yanlışları yapmaktan vazgeçip tövbe edip istiğfar edip, yanlışları doğru diye kimseye yedirmediğimiz zaman kendi küllerimizden dirilme imkânı belki elde ederiz. Yok, biz ne kardayız ne zarardayız, böylesi her zaman iyi, bunları koruyalım denirse, Allah’tan kimse kimseyi kurtaramayacaktır. Ben sadece gelecek yaşamda karşılaşacağımız tablonun haberini vermiş oldum…”Bu anlatılanlar bir haberdir, ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır…”Diyen Rabbimiz boşuna söz söylemez.

Sefere çıkmakta gecikmeyelim… Tüm bağlandıklarımızı ve o olmazsa biz olmayız dediklerimizi elimizin tersiyle bir tarafa bırakarak hakka şahitlik seferine bir an evvel çıkalım ki, seferberlik başlamış olsun, yoksa keşke toprak olsaydım, keşke şu andaki hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım diyeceğimiz günün hiçbir faydası olmayacaktır…

Rabbim sen bizi sefere çıkacak temizliğe çıkar ve isteklerimizi katındakilerle daim eyle ki, senden başka kimsenin önünde eğilmeyelim… Rabbim zulmetmekten zulme uğramaktan bizleri uzaklaştır ve sadece sana yönelenlerden eyle bizleri… Sen her şeye şahitsin Allah’ım…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/30.05.2022/01.04



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!