Bu Blogda Ara

30 Mayıs 2022 Pazartesi

BİR DEVRİN RONTGENE YANSIYAN ANATOMİSİ

Toplumsal yaşamın devamlılığını istiyorsak, topyekûn toplumsal yaşam seferberliği başlatmak zorundayız. Toplumsal sistemin devamlılığının sürekliliğini sağlamak için, yaşam alanındaki temel dinamikler yeniden güncellenmelidir. Güncellenmeyen her bir yaşam öğesi, toplumda bir yük ve toplumda obezite yaşamları teşvike yarayan vakti dolmuş hurdaya ayrılan malzemelerdir.

Toplumsal yaşam seferberliğinin en önemli dinamiği, zihinsel kalıpların ve bu kalıplara yerleştirilen hammaddelerin nereden alındığının sorgulamasını başlatmak ve o sorgulamayla zihni yenilemektir. Yenilenemeyen zihinler, genel anlamda toplumsal yaşam seferberliği başlatamazlar. Eski hallerini içselleştirmiş ve rutin bir yaşam tarzı oluşturanlar, yeni olacak farklılıklara karşı daima direnişe geçerler. Ondan dolayı da bu direnişi olmadan ortadan kaldırmanın önemli ayağı zihinsel devrim ve değişimleri yapabilmektir.

Toplumsal yaşam, aslında bireysel yaşamın da sigortasıdır. Toplumsal yaşamın imha olduğu bir yerde bireysel yaşamın lafı bile olmaz. Ancak toplumla bütünleşmemiş ve ferdi olarak kendisine yetecek düzeyde kırsal bir ortamda yaşayanlar için, bu uyarı sistemi belki pek fazla etkili olmaz, ancak toplum içinde kalan fertler için hayati öneme sahiptir.

Bir toplumda yaşarken, toplum dışında hayatınızı sürdürüyormuş gibi davranıyorsanız orada sizin olmanız başlı başına yük ve toplumsal yaşamı çökerten antipatik bir davranış olacağı için tehlike oluşturur. Bireysel eylemler toplum içinde, toplumsal davranış kalıpları ile uyumlu olmak zorundadır. Toplumsal davranış kalıpları, toplumsal yaşama uyum sağlamak istemeyen kişilerin uyumsuzlukları sonucunda parçalanabiliyor ve işlevsiz kalıyorsa, toplumsal sistem tehlikede demektir.  Bu da gösteriyor ki, toplumsal yaşam bireylerin özgürlüğünü yok etmez ancak bütün olarak yaşamı devam ettirmek için, toplumsal yaşama uyumlu hale getirir. Bu uyumluluğu sağlayamamış ortamlar, toplumsal bütünlüğü koruyamadıkları gibi, kuralların aktif ve bağlayıcı özelliğini de ortadan kaldırmış olurlar. Bunun içindir ki, toplumsal yaşamın devamını sağlayan sistemin sürekliliği için, toplumsal yaşamla yüzleşmeden önce sahip olduğumuz bilgileri ve olayları yorumlama ve anlama mekanizmalarımızı yeniden biçimlendirmek zorundayız. Bu biçimleme toplum olarak varlığımızı devam ettirmemizin en önemli nedenidir. Bunun için toplumsal yaşam ya da yeniden hayata başlama ve bulunduğumuz ortama dört elle sarılarak oraları sahiplenip yeni bilgi dağarcıklarımızla hayatımızı devam ettirmek zorundayız.

Toplum kendi yörüngesini koruyamadığı zaman, her gelen siyasal otorite, kendi ideolojik belleğine göre size biçim vereceği için, kendi varlığını korurken sizin yok olmanıza sebep olabilir. Bunları dikkate alarak kendi varlığını devam ettirecek değişim dinamiklerini hayatın içine taşımak gerekmektedir.

Toplum olarak mesleklere bakışımızı yeniden düzenlemek zorundayız. Hiçbir meslek bir başka mesleğe ve işe göre tanımlanamaz. Kendi yaptığı işin içeriğine göre tanımı yapılır. Meslekleri kıyaslamak demek, insanın bazı uzuvlarının diğerlerinden daha önemli ya da önemsiz olduğunu anlatmak gibidir. Çünkü toplumsal yaşam bir organizma gibi devam eder. Canlı organizmanın yaşamının devamı için nasıl ki, her organ kendi üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekiyorsa, toplum için de durum böyledir. Herkes görevini doğru ve zamanında yaptığı zaman toplumsal organizma sağlıklı devam eder. Aksi takdirde organizma hastalanır. Bir organ çok iyi çalışmış olsa bile onun yaşamı da, o olumsuzluktan etkilenecektir. Toplumsal yaşam karşılıklı bağımlılık ilişkisine göre işler. Bu ilişki ağında herhangi bir aksama ve sapma meydana gelirse hiç tahmin edemeyeceğiniz olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olur.

Toplum olarak devam edeceksek toplumsal yaşamın devamını sağlayan dinamikleri yerli yerine oturtmak zorundayız. Toplumsal yaşam günlük hesaplamalarla devam edecek bir yaşam değildir. Kültür ve dil nasıl ki uzun soluklu devam eden bir geleneğin ürünü ise toplumsal yaşamda böyledir. Ancak bazı etkileyici faktörlerle kendi ideolojik zihni biçimlendirmelerine göre topluma yön vermeye kalkanlar, toplumsal yaşamı çoğu zaman parçalamanın eşiğine getirirler. Eğer bir yönlendirme ve dizayn etme fikri, toplumsal yaşama uygun değilse, bu çabalar toplumu imha edebilir ve içinden çıkılmayacak olumsuzluklarla sizi yüz yüze bırakır.                                                      Son yıllarda toplumsal yaşamın içine düştüğü durum tam da buna bir örnektir.

Batının kendi yaşamında uyguladığı toplumsal gelişim dinamiklerini bize dayatarak ihraç etmesi ve kendi içine almak için bunların olmazsa olmaz olduğunu şart koşması, bizleri içinden çıkılmaz dehlizlere taşıdı. Zinanın suç olmaktan çıkarılması ve kadınlarımıza hukuken pozitif ayrımcılığın tanınması aile kurumunu param parça etti. Aile Bakanlığı diye bilinen Bakanlığın başına çoğu zaman aileyle hiç alakası olmayanların getirilmesi ve özellikle kadınlardan oluşturulması başlı başına bir imha operasyonunun tescillenmesiydi. Kimse bunu anlamak ve görmek istemedi. Kadının beyanının esas alınması ve herhangi bir delile gerek kalmaksızın kadının söylediklerinin hükümde en etken bir gerekçe olması, aile yaşamının devamı için gerekli olan adalet algısını yerle yeksan etti. Yaşam boyu birbirini taşıyan eksiklikleri kapayan ve yamayıp örten eşler yerine, birbirini kandıran ve sadece fizyolojik olarak faydalanan idsel hazlar eşlerin ilişkisini belirler oldu. Böyle olunca ailenin yıkımı hızlandı ve şimdi geldiğimiz süreçte, aile mahkemelerinin boşanma davalarına bakmaktan aciz düştüğü duruma gelindi.

Eğitim en önemli meselemiz olmasına rağmen kendimize uygun kafa yetiştirmek için eğitim hallaç pamuğuna döndü, şimdi itesiniz de bir daha raydan çıkan o treni raya koyamıyorsunuz. Çünkü raydan çıkan tren o kadar hızlandı ki, önüne çıkanı ezip geçer oldu. Eğitim kurumlarındaki geldiğimiz noktalar hiçte bundan geri değil. Üniversiteler, anlamsızlaştı, içi boş sadece gençlerin zamanlarını biraz daha işgal ederek sorun görülen yaşamın ötelenmesi sorunları ortadan kaldırmış olmadı hatta sorunlar katlanarak büyüdü, şimdi bir dağ gibi altından kalkılmayacak sorunlar altında nefes almakta zorlanır olundu.

Dayatılan bir gelenek gençleri yaşamdan uzaklaştırdı, gençler ile önceki kuşaklar arasındaki köprüler atıldı, onların yerine haşin duvarlar örüldü. Duvarlar arkasından eski kuşak gençlere sesleniyor gençler ise diğer tarafta kafasına göre takılmayı düşündüğü için sizin sesinize sağır kesiliyor. Çatışmanın tam ortasında kalınca ne yapalım bari kaybetmeyelim diyerek ölümü görünce sıtmaya razı olur duruma gelindi. Tarımsal alanlarımıza uygulanan kotalar yaşamı kırt kırt kesip doğradı. Yanlış ve anlaşılmaz politik tavırlar, biyolojik ihtiyaçların karşılanmasını gerektiren ürünlerin bile yetiştirilmesinin önünü kapadı. Çiftçilere yapılan tarımsal destek, dilenci çiftçilerin çoğalmasına ve tarlalarını boş bırakarak o destekle yaşamını sürdüren köylülerin sayısını artırdı, geldiğimiz noktada tarımsal hayat infilak oldu. Devlet çiftçiye tarlası olanlara, dönüm başına destek vereceğine, köylünün tohumunu, gübresini mazotunu ve ilacını uygun koşullarda verse ve üretilen ürünleri de alma garantisi verseydi ne destek vermek zorunda kalırdı ne tarlalar bu kadar boş kalırdı ama yanlış tutarsız ve inatçı anlayışlar böylesi çorak bir yaşamı ortaya çıkardı. Aynı uygulamayı hayvancılarımıza da yapmış olsa bu ülkenin sorun gibi görülen ve dağ gibi aşılmaz sanılan bu problemleri, temmuzda dağların tepelerindeki karların erimesi gibi eriyeceğinden kuşkunuz olmasın…

Serbest piyasa diye politik algı oluşturarak toplumsal yaşamı belli çıkar gruplarına kurban eden bir algı doğru bir algı değil değiştirilmesi zorunludur. Devletin en asli görevi denetim ve kontrolü sağlamaktır. Halk devleti yönetenlere yönetme yetkisini, bu görevlerini layıkıyla yerine getirsinler diye vermektedir. Devlet piyasanın kurallarını koyar ve kuralların alt ve üst sınırlarını belirler, serbestlik bu sınırlar arasında olması gerektiğini herkes bilir. Bu sınırları aşanların toplumsal fesadın kaynağı olduklarını tespit eder ve onlara gerekli cezayı uygular. Bunu yapmıyorsa o zaman devletin işleyişinde bir sorun var demektir. Toplumsal yaşam varsa, kuralı da vardır. Dolayısıyla serbest piyasa diyerek kimse kimseyi kandıramaz. Bir ülkenin gümrük ve Ticaret Bakanlığı diye bir bakanlığı varsa ve ticaret adı altında insanlar soyulup soğana çevriliyorsa, hala halledeceğiz, halkımızı ezdirmeyeceğiz laflarının ötesinde bir icraat yoksa orada durum vahim demektir. İnsanların yaşam ve Barınak alanlarının doğru yapılması planlanması ve yaşam alanlarındaki çarpık ve düzensiz yerleşimlerin önüne geçmek ve yaşamı kolaylaştırmak adına kurulan bir bakanlık var. Bu Bakanlığın Adı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, sahiden ben merak ediyorum Büyük müteahhitlere veya zenginlere Milli Emlak’tan TOKİ’ye geçen arazileri satarak rant elde etmenin ve bazı afetlerde vatandaşın elindeki imkanları yarıya düşürerek, tekrar ona yarıdan fazla paralar ödeterek insanların sorunlarını çözen kurum mu şehir ve çevre Bakanlığı sahiden… Bu konuya biraz açıklık getirmem gerekir. Elâzığ Malatya Depreminde, Neredeyse Tüm müteahhitler Şehir dışından geldi buralara, yıkılan binalar yeniden yapılacaktı hasarlı olanlar da hasarı onarılacak ya da yıkılacaktı. Maalesef genellikle hasar tespiti sonrasında bazen yıkılmayacak binalarda yıkıldı ve firmalara geniş çaplı iş alanları oluştu. Sonrasında ne oldu dersiniz? Vatandaşın evi 150m2 ise yarı parası olmayacak rakamlarla fiyatlandırma yapıldı, ya bu kadar alırsınız ya da evinizin yapımını bekleyeceksiniz denildi. Evler yapıldı,150m2 evi olan vatandaşa 85 m2 Brüt evler verildi. Müteahhide verse vatandaş hiç para ödemeden yarısını firma alacak yarısını da kendisine ev yapacaktı ancak Devlet öyle yapmadı, hem kar etti hem de vatandaşa verdiği 85m2 daireyi uzun vadeli borçlandırarak yeniden vatandaşa sattı. Şimdi soruyorum devlet vatandaşın evini yenilerken arsasının yarısını alıyor ve evinizi yaptım diyerek onu da borçlandırıyorsa 20 yıllığına şimdi ben ev yaptım diye niye övünüyor, böylesi bir anlayışla insanları bir rant aracı olarak görüyorsa Bakanlık tanımını kendisi yapmalı… Bu durum insanlardaki güven duygusunu yok etti artık kimse birbirine güvenmez oldu sebebi ise böylesi anlayışlarla insanların avutulması… Tüm kurumlardaki yanlış algı ve politik kurnazlıkları yazma taraftarı değilim ancak bunlar değişmediği müddetçe toplumsal yaşamın sürekliliğini düşünmek sadece hayal olur.

Bir toplumun devamlılığını sağlayan en önemli unsurların başında adalet gelir. Adaletin kişiye ve güce göre değiştiği ve Hukukunda bu özellikleri dikkate aldığı ortamda toplumsal omurga kurşunlanır. Toplumsal omurganın kurşunlandığı yerde, toplumsal gelecekten söz edilemez. Toplumsal gelecek, şiirlerde ve edebi sözlerde anlatılan bir masal değil, yaşamda karşılığı olan bir kaynaşmadır. Toplumun değerli gördüğü kurumlara liyakatsiz ve ehli olmayan kişilerin gelmesi ve taraftar anlayışı ile buraları kendi kışlası gibi görmesi, toplumsal ayrışmaya ve tedavisi zor kin hınç ve gaddarlık gibi hastalıkların oluşmasına neden olur. Ondan dolayı bu cambazlıkların hepsi değişmeli zihinler yeniden şekillenmeli ki, gelecek diye bir süreci anlatma imkânımız olsun… Yoksa gelecek gelmeyecek… Vakıf arazilerinin ve binalarının nerede nasıl kimlere bağışlandığını konuşmak bile istemiyorum. Cemaat ve Sivil vakıflar tüm imkânlara sahip olmalarına rağmen, toplum bu şekilde bir ayrışmanın zirve noktasına çıkmışsa, bunları değiştirmek ve yeniden insanlık için toplumsal birliğimizi devam ettirecek eksende buluşmayı istemek haklı bir talep olsa gerek… Bir vatandaşa vakıf yeri verildiğinde zaten ihaleyle oluyor. Önüne öyle şartlar çıkıyor ki, üzerine tüm imkânlarını versen altından kalkamıyorsun, ancak önemli görülen(!)dernek vakıf ve cemaatten birine verildiğinde, doğrudan onlara tahsisi yapılıyor hatta restorasyonu da bir yolla onların cebinden bir kuruş çıkmadan yapılıyor. Yani adamların bahtı kendilerinden 10 km önde gidiyor. Şimdi bunlar olur mu diye bana kimse soru sormasın ben bir durum tespiti yapıyorum ve bunların fazlasıyla olduğunu da biliyorum. Böylesi adalet mekanizmasının yerlerde süründüğü bir ortamda siz toplumsal yaşamınızı yarınlara taşıyamazsınız. Göğün zincirlerine de asılsanız götüremezsiniz. Çünkü Allah müsaade etmez.

Sonuç olarak diyeceğim odur ki, toplumsal yaşamın her alanında zihinleri yeniden sıfır km yaparak, adalet doğruluk ve içtenlikle bir seferberlik başlatacağız. Bu yanlışları yapmaktan vazgeçip tövbe edip istiğfar edip, yanlışları doğru diye kimseye yedirmediğimiz zaman kendi küllerimizden dirilme imkânı belki elde ederiz. Yok, biz ne kardayız ne zarardayız, böylesi her zaman iyi, bunları koruyalım denirse, Allah’tan kimse kimseyi kurtaramayacaktır. Ben sadece gelecek yaşamda karşılaşacağımız tablonun haberini vermiş oldum…”Bu anlatılanlar bir haberdir, ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır…”Diyen Rabbimiz boşuna söz söylemez.

Sefere çıkmakta gecikmeyelim… Tüm bağlandıklarımızı ve o olmazsa biz olmayız dediklerimizi elimizin tersiyle bir tarafa bırakarak hakka şahitlik seferine bir an evvel çıkalım ki, seferberlik başlamış olsun, yoksa keşke toprak olsaydım, keşke şu andaki hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım diyeceğimiz günün hiçbir faydası olmayacaktır…

Rabbim sen bizi sefere çıkacak temizliğe çıkar ve isteklerimizi katındakilerle daim eyle ki, senden başka kimsenin önünde eğilmeyelim… Rabbim zulmetmekten zulme uğramaktan bizleri uzaklaştır ve sadece sana yönelenlerden eyle bizleri… Sen her şeye şahitsin Allah’ım…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/30.05.2022/01.04



25 Mayıs 2022 Çarşamba

SİZ HALA AKLETMEYECEK MİSİNİZ?

Akıl tutulması yaşayan toplumlar, kendi akıllarından yararlanamazlar. Akıl tutulması; kişinin kendi aklı ile iradesi arasına başka akılların girmesiyle kendi aklının gölgede kalıp işlevsiz hale gelmesidir. İşlevsiz hale gelen akılların yüklü olduğu bireyler, iradeleri ile akılları arasına giren akılların bir uydusu olarak yaşamaya mahkûm olurlar. Kendilerinden kaynaklı bir ışıktan yoksun kalırlar. Etkin olan aklın onlara verdiği etki kadar, hareket kabiliyeti geliştirirler ama daha çok yok olmaya ve ölüme yolculuk yapan bir nesneye dönüşürler.

Bir topluma aktarılan bilginin kaynağı belli bir yer ise, burada akıl tutulması yaşamamak tamamıyla bahtınıza çıkacak bir piyango demektir. Bilgiyi aktaran merkezler hep aynı yerden besleniyorlarsa, orada çok ciddi baskın olan bir akıl, tüm akılları hegemonyası altına almış demektir. Bir gücün etkisi altında kalmış ve onun belirlediği kapsam alanı dışına çıkma gücüne sahip olmayanlar, iradeye dayanan bir eylem ortaya koyamazlar. Bu tür toplumların sömürülmesi ve kullanılması her zaman ve ortamda kaçınılmaz bir sondur. Duygusal toplumlar her dönemde akıl tutulması yaşayan toplumlardır. Bu toplumlar aklı pek fazla kullanamadıkları için, onlara sunulacak herhangi bir bilgi, akla dayanan bir bilgi gibi onlara aktarılır. O toplumlar o bilgileri özümseyip benimsedikten sonra, kendi çabaları sonunda elde edilmiş bir bilgi gibi onun egemenliği altında yaşamaya mahkûm olurlar. Bu ortamlar sorgulama ve kritik yapma becerisinden yoksun olurlar. Tek düze rutin bir yaşamı tercihli bir yaşam olarak bilip öylece yaşamlarını devam ettirdikleri için, bunların hayatına eleştiri kritik, sorgulama ve analiz yapma özellikleri pek uğramaz. Çünkü bunlar, onların hayatına yıkımı getirir. Rutin yaşamda bir etkileşim olduğunda ve onu da fark ettikleri zaman bunu kaldırabilecek cesaret ve ufuktan yoksun olurlar.

Akıl tutulması yaşayan toplumlarda Politik cambazlar emellerine çabuk ulaşırlar ancak hayatlarını devamlı kılacak beceriye sahip olmadıkları için onlar da bir başka aklın gölgesinde olduklarından, toplum olarak hep birlikte yöneticiler ve yönetilenler toplu akıl tutulması yaşarlar. Bu tutulmanın önüne geçilemezse gelecek süreç toplu akıl imhasına dönüşmek olur. Bir toplumda toplu akıl imhası varsa, o toplum başka üst akılların sömürgesi olmuş demektir. Ancak toplum bunu anlayamaz, çünkü yönetenlerin buyrukları duygulara hitap ettiği için, duygularla yöneticilerine göbek bağı ile bağlı olanlar, akıldan gelen bir tahribatın olumsuzluğunu ve verdiği etkinin şiddetini kavrayamazlar.

Bu toplumlarda akıl, irade dışında nadasa ya da hangara çekilen bir boyuta gelmişse, farklı gruplar kendi öncülerine kayıtsız teslimiyetle bağlanarak kendi karanlıklarına gömülürler. Her farklı ideolojinin farklı bir akıl tutulma ortamında varlığını sürdürüyor olması, bir başka akıl tutulması yaşayana göre uyanık olduğu sanılmamalıdır. Özellikle kendi toplumsal gerçekliğimizi dikkate alırsak, kitleler bazında toplumun genel çoğunluğu ciddi bir akıl tutulması ve beyin travması yaşamaktadır. Ne pahasına olursa olsun sahip olduğu ortamın karanlıklarını aydınlık diyerek savunmak, kendi aklınızı imha ederek başka akılların gölgesine sığınmak olur. Politik cambazlar bu süreci çok iyi değerlendirirler. Toplumu kitleler düzeyinde taraflarına çekseler de, kendileri başka akılların gölgesinde kaldıkları için, yöneldikleri kitlelere ciddi bir akıl imhası yaşatırlar. Bizim ülkemizin gerçeği tam da buna uymaktadır. Bütün bir toplum olarak akıl imhası ve beyin travması yaşadığımız için, olaylar arasındaki neden sonuç bağlarını kurarak kendimize gelme şansımızı da kaybederiz.

Akıl tutulmasının yoğun olarak yaşandığı toplumlarda, yeni ve farklı düşüncelerin toplumda karşılık bulması hayli zor olur. Çünkü önceki algılar körü körüne bir bağlılık olduğu için, ondan vazgeçip farklı anlayışlara kulak verecek kitleler eski bağlılıklarını kolay kolay terk edemezler. Bunun en açık örneğini kendi toplumumuzda görmek mümkündür. Bir asırdır devam eden bir CHP anlayışı var ki, mutlak doğrunun ölçüsü gibi topluma kabuk gibi giydirilmiş. O grup içinden düşünen ve sorgulayan insanlar çıksa da onlara hemen bir isim bulmakta gecikilmiyor. Hatta o taraftarlar sahiplendikleri politik algıya bir inanç gibi bakarak oranın dışına asla çıkmayı düşünmüyorlar. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda ülkeye hizmet etmiş bir parti olan CHP daha sonraları ülkenin önündeki en büyük sete dönüşmüştür. Ancak taraftarların kafasında onun sorgulanması ve yanlış olma ihtimali hiç düşünülmemektedir. Gözle görülen yanlışlar olsa bile ona mutlaka haklı bir gerekçe oluşturan zihin körlüğü ve akıl tutulması yaşayan çok ciddi bir kitlenin olduğu muhakkak... Bu durum sadece bir politik anlayışla sınırlandırılamaz. Mesela Milliyetçilik adı altında bir toplumda Milli olan tüm değer sistemleri yerle yeksan edilirken, o partinin fanatik tutucuları asla öyle bir yanlışın olma ihtimalini kabullenmiyorlar. Çünkü Vatan Devlet, o algının tapulu bir malıymış gibi anlaşılmaktadır. Kendi dışlarında aynı devlette yaşayan ve bu ülkenin sahibi olanlar hep vatan hainidir. Çünkü onların yaptığı bu tanımın dışında Vatan ve Devlet sevgisi olamıyor. Böylesi anlayışlar tamamıyla insanlığın imha sürecine hizmet etmektedir. Başka bir algı karşınıza dinle çıkabiliyor ve dinin sahibi kendisiymiş gibi topluma mesajlar veriyor, hatta sen kim din kim, ne hakla din adına konuşuyorsun gibi laflar ederek, kendilerinin dışında kimsenin dindar olamayacağını savunur duruma gelebilecek oluyorlar.

Son 20 yıldır ülkeyi yöneten iktidar anlayışına baktığımız zaman öyle bir algı oluşturuldu ki, insanlar düşünmekten ve sorgulamaktan aciz duruma geldi. Bizim adımıza her şey çok güzel yapılıyor, bizim bu konuları konuşmamıza gerek yoktur, hatta yanlışlar varmış gibi görülse de bizim bilmediğimiz onun arkasında ne hikmetler var kim bilir diyerek, düşünenleri de düşünmemeye teşvik eden kitleler oluştu. İnsanın en doğal düşünme hakkı olan beynini çalıştırarak yaşadığı ortam hakkında bir durum değerlendirmesi ve tahlil yapmasını bile, iktidarı kötülüyorsun diyecek kadar insanlar beyinlerini devre dışı bırakmış durumdalar. Bizim toplum, akıl tutulmasının en yoğun yaşandığı ortamlardan birisidir. Politikacılar sadece akıl tutulmasının yeterli olduğuna inanmamış olmalılar ki, ciddi bir akıl imhasına dönüştü süreç. Bazen gölgede kalsanız da Güneşin arada bir bulutların arasından çıkmasıyla nasıl ki Güneşle karşılaştığında vücudu ısınıp canlanmaya başlayan canlılar gibi, insanın da böyle bir sürece girdiği anlar olabiliyor. Bu durumda akıl tutulması üzerindeki sera tabakasının zarında delinme endişesi oluşunca hemen yeni bir algı oluşturarak, kitleler istenilen bataklığa çekilebiliyor. Ne yazık ki bizim ülkemizde bu süreç her politik anlayışa göre kullanılabiliyor.

Geçmiş dönemdeki iktidarların yaptığı anlayışları eleştirerek iktidara gelenler, iktidar olduktan sonra aynı anlayışa bürünmelerine rağmen, eğer bir toplum bu benzeşmeyi ve aynı rotada yaşamayı idrak edemiyorsa, bu çok ciddi bir akıl imhasının olduğunun göstergesidir. Çünkü duygusal bağlarla destek verdiklerinizin yanlışı, karşı olduğunuz anlayışların yanlışlarına kök söktürecek boyuttayken, bunu göremiyor olmak bir akıl tutulmasıyla izah edilecek kadar basit değildir. Bu doğrudan akılların imha olduğunun kanıtıdır. Onun içindir ki, toplum aklen ve fikren özgürlüğüne kavuşmamışsa, kullanım süresi bitmeyecektir. Her gelen politik anlayış kendisine göre toplumu yönlendirme ve algı oluşturarak onları güdecektir. Çünkü insanlar güdülmekten hoşlanıyor. Ayağa kalkıp özgürce kendi iradesini kullanarak doğru ile yanlış arasındaki keskin çizgiyi ortaya çıkarıp, doğrunun yanında, yanlışın karşısında olacak emek ve çabayı göze alamıyor, çünkü bir bedel istiyor insandan... Ondan dolayıdır ki, insanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik aklı, aklı bağışlayanın bağışladığı amaçta kullanabilme becerisine sahip olmasıdır. İnsanın duydukları ve kendisine gösterilenlerle bir tarafa ait olduğunu belirtmesi akıldan faydalanmak değildir. Akıl insanın zihinsel birikimlerinin alt yapısını oluşturmadan o zihinde kalıcı yaşamlar kuramayacağını bilir. Onun için de, idraki veren yaratıcının bu nimetiyle diyalog halinde yaşamını yönlendirmeye ve yönetmeye çalışır. “Aklını kullanmayanlar maymunlardan daha aşağıdadır" diyen Rabbimiz, aklı tüm akılların gölgesinden çıkararak uydu olmaktan uzaklaştırıp, bir bilgi ve ışık kaynağı olarak kullanmamızın önemini ve gereğini bizlere anlatmaktadır. Bunu yapan toplumlar gelişmeye, yeniliklere ve sürekli ileriye doğru yol almaya hak kazanmış olurlar. Bunun dışında kalanlar ise kendi sonlarını beklemekle zamanlarını boşa geçirirler.

"Unzurna demeyin, Reayna deyin..."Bizi güt bizi yönet demeyin, bize rehber ol yol göster deyin diyen Rabbimizin bu ayetine mukabil her anlayış liderinden kendisini gütmesini isterken, hala insan olarak aklını kullandığını sanır. İnsan olmak öyle kolay değil, ne Mutlu insan olarak yaşayan ve insan olarak divanı huzurda hesaba duranlara!

Rabbim bizleri aklını gereği gibi kullanan ve aklıyla doğru ile yanlış arasındaki ayrımı yapabilecek düzeye gelen akıl sahiplerinden eylesin...”Siz hala akletmeyecek misiniz”?

Selam dua ve muhabbetlerimle Aydınlık bir günde aydınlık fikirler ışığında yarınları konuşabilecek günlerin hasretiyle...

Erol KEKEÇ/24.05.2022/11.31

24 Mayıs 2022 Salı

GÜVEN ALLAH'A GİDEN YOLUN KENDİSİDİR.

Güven üzerine yaşam oturur. Güveni yaşam alanından kovduğunuz zaman diğer tüm seciyelerinizi ve meziyetlerinizi kaybedersiniz. Doğal yaşam ilkesi böyle olmasına rağmen, insanların büyük bir çoğunluğu fanatik taraftarlık algısıyla yok olmuş güveni kaybetmek istemezler. Ama ne yazık ki, taraftarlar her ortamda telef olmaya mahkûmdur. Taraftarlar mesajı algılamak ve analizini yapmak istemezler, tek bildikleri, yani şartlandıkları, taraftarı oldukları ortamdan mı uyarıcı geliyor yoksa rakip taraftan mı, ona bakarak eyleme geçtiklerinden güvenini kaybetmiş kurum kuruluş kişi ve liderleri sahiplendikleri için kendi yok oluşlarını kendileri yaklaştırırlar.

Bir toplumda belirleyici olanlar çok sınırlı olmasına rağmen, hayatları başkaları tarafından belirlenenler büyük çoğunluğu oluşturur. Toplumsal yaşam içindeki büyük çoğunluğu uyandıramadığınız zaman, uyanık olanlarda onlarla birlikte yok olmaya aday olurlar. “Rabbim içimizden sadece zulmedenlere erişecek olmayan o azabından bizleri koru..."Yaratanın bu buyruğuna dikkat edilirse, topluma gelen gazap, toplumda ayrım gözetmeden hepsini kapsam alanına almaktadır. Onun içindir ki, hiç kimse olumsuz bir ortamın içinde bulunduğu müddetçe, onların yaptıklarını yapmamış olsa bile, gelecek olan fırtınadan kurtulma imkânı yoktur. Bir yere yağmur yağdığı zaman nasıl ki, filancanın tarlasına yağmayayım şu tarlaya yağayım deme özelliği yoksa gelecek olan azapta böyle olacaktır. Böylesi bir zulmet ortamına gazap geldiğinde kuşatıcı olacaksa, neden insanlar beni ilgilendirmiyor, ben nasıl olsa kendimle ilgili olanları yapıyorum diyerek köşesine çekilmeyi tercih eder. Şunu unutmayalım ki, başımıza gelecek olan belalar bizlerin tercihlerinin karşılığı olacaktır.

Bir ortamda olumsuzluk varsa görme geç git, köpeğe dalaşmaktansa, çalıyı dolaşmak daha iyi diye sürekli tekrarlanan atasözlerimiz de var... Peki, "bir olumsuzluk gördüğünüz zaman, onu önce elinizle düzeltiniz, buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin, ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğuz edin bu da imanın en zayıfıdır. ”Demek ki bana ne demek bizleri kurtarmıyor, ben kendimi bilirim ben çok iyiyim koşullarım yerinde hiç kimseyi görmeden yıllarca yaşarım demek bizleri kurtarmayacaktır bunları bilelim. Yedi uyurların bulundukları yeri terk ederek bir mağarada uykuya dalıp yıllarca orada yatmaları aslında yaşadıkları ortamdaki olumsuzluklardan uzaklaşmak gibi görünse de Rabbimiz burada büyük bir imtihanın sonunu bizlere göstermektedir. Aynı durum Yunus (as) olayında da yaşanmaktadır. Toplum böyle bunların kurtuluşu yoktur, o zaman oradan ayrılıp kendi başımıza hiçbir olumsuzluğa katılmadan yaşamak gerekir diye düşünmek insanın kendisini cezalandırmasıdır. Balığın karnında kıyamete kadar kalacak olan Yunus (as)ın duası onu oradan çıkardı. O halde bizler kaçış senaryolarını bir tarafa bırakarak yaşadığımız ortamları aydınlatmak zorundayız. Aydınlığımız yoksa o zaman karartmayalım.

Bu gün geldiğimiz noktadan geriye doğru bakacak olursak, her farklı ideolojik yaklaşım kendi doğrularını oluşturmuş ve o onları yarıştırmaktadır. Ya da yanlışlar arasından insanlara tercih yaptırmaya çalışmaktadır. Filanların yanlışlarını hiç görmüyor musunuz, onlar daha kötü değil miydi, hiç olmazsa, bizim yanlışlarımız var ama şöyle şöyle olumlu yanlarımız da var diyerek, yanlışlar arasından hangisinin daha hafif olduğunum kanıtlama derdindeler. Oysa bilmiyorlar ki bilerek yapılan yanlışlar, bilmeyerek yapılan hatalarla kıyaslanamayacak kadar aralarında mesafe var. Bu olumsuzluğu meşrulaştırmak için de farklı bir anlayış geliştirmişler. Ehveni şer, yani şerrin hafif olanı her zaman tercih edilir. Oysa şerrin hiçbir yanı tercih edilmez, Rabbimiz der ki, “Haktan sonra dalaletten başka ne var ki? “ne yazık ki kendi güvenirliliklerini kaybedenler tarafından üretilmiş olan bu söz yaşam alanlarında büyük bir istila yapmıştır. Bu istilanın etkisinde kalan büyük bir kitle bunun arkasına sığınarak, kendi tarafı olduklarını göklere çıkarmada bir beis görmezler. Böyle ortamlar toplu olarak intihara meyilli ortamlardır. Toplu intihar derken, insanlar kendileri belki canlarına kıymazlar ama yanlışı göklere çıkardıkları için Yerin ve Göklerin sahibinin gayretullahına dokunacakları için gazaba duçar olurlar.

Muhammed-ül Emin olan bir Elçinin ümmeti olduğumuzu söyleyen bizler, elçinin yolu ile kendi yollarımızı bir kıyasladığımız zaman, Elçinin bizim aleyhimize şahitlik yapacağından kuşkunuz olmasın. “Rabbim bunlar benden sora bu kitabı yapayalnız ve yetim bıraktılar “Kitabı yetim bırakmış onun ve onun hükümlerinin hayatımızda karşılık bulmadığı bir yaşamın hangi noktasında emin ve güvenilir olduğumuzu söyleyebiliriz. Bundan dolayıdır ki, Sevgi hürmet, saygı muhabbet bunlar güven sonrası oluşuyorsa anlamı vardır. Güvenin olmadığı ortamlarda da bunların olmasını istiyorsak, o zaman körlerin ve sağırların birbirini ağırlamasına döner ki hayat, toptan itlaf olmayı kendi ellerimizle tercih etmiş oluruz. Ben güvenin olmadığı yerde tüm değer sistemlerinin yerlerde sürüneceğini ifade etmek isterim. Çünkü güven bitince her şey mubah ve meşru hale gelir bu eylemleri yapanlar tarafından. Bir şahsa ve lidere olan güvenin kaybolması, öncelikle onun karizmatik yönünün kaybolmasına neden olur. Sonrasında ise onun söyleyeceği hiçbir şeyin anlam bulmadığını görürüsünüz. Yüze karşı söylenen sözlerin arkadan daha farklı ifade edildiğine şahit olursunuz. Bunların en açık örneklerini kendi yaşadığımız ortamda görmemiz mümkündür. Bir insan yalanlarla hayatını devam ettiriyorsa ve bu yalanlar da ortaya çıkıyorsa, bu yalancı şahıs doğruyu söylemiş olsa bile itibar kaybettiği için onun söylemleri etkisini kaybeder. Siyasilerin verdiği sözler yerine gelmediği zaman, insanlar sevgilerinden kaynaklanan önemi belli bir süre devam ettirseler dahi, güvenirlilik kaybolmuşsa sevgiler yerini nefrete bırakır. Sevgiler temelinde güven vardır. Sevgi saygıyı doğurur, ancak biz toplum olarak güvenin kaybolduğu ortamda hala insanlardan sevgi saygı ve olumlu çıkışlar bekliyorsak sadece beklemiş oluruz. Kaybolmuş güveni yenilemenin biricik ve tek yolu hakikatle yüzleşmek ve kendi iç dünyanızdaki karmaşayı çözmektir. Kendi dünyamız savaş halinde iken barış ortamı oluşturamazsınız.

Ülkemiz insanı böylesi bir paradoksun içinde kıvranmaktadır. Bir taraftan taraftarlık diğer taraftan kaybedilmiş bir güven hangisini tercih edeceğini şaşırmış ve yüksek sesle rakip sesleri kısma ve yok etme derdinde. Peki, karşıt sesleri yok ettiğiniz zaman kaybedilen güvensizliği güvene çevirebilecek misiniz, bunu yapamayacaksanız fazla zaman tüketmenize ve kendinizi daha fazla örselemenize gerek olmadığını düşünüyorum. Emin olan bir elçinin ümmeti olduğunu söyleyenlerin yaşamlarındaki güvensizlik, emin olan elçinin getirdiklerinden insanları uzaklaştırır duruma getirdiyse bunun tek sorumlusu güvenlerini kaybetmiş etkin ve yetkin kişilerdir. “Rabbimiz bizi düşmanlarımız için fitne kaynağı kılma “diyerek dua eden Hz. Musa'ya iman etmiş olanlar acaba neden bu kadar ince düşünmüş olabilirler. Şahsi kanaatim odur ki, İnandıkları değerlere karşı lakayt tavırlar takınmalarından ve o değerleri hayatlarına aktarmamalarından dolayı, yapmadıklarını anlatarak insanların hakikatten uzaklaşmasına neden olmak istememektedirler. Bu gün o değerlere sahip olduğunu iddia edenlerin yaşamları kendi inandığı değerlerle hiç uyumlu değil ve bu değerlere inanmamış olanlar tarafından deşifre ediliyorsa, burada bir fitne kaynağı olmak söz konusu değil mi dersiniz?

Düşünce ve yaşam arasında kurulacak ilişkiden doğan reaksiyonla hayat anlam kazanacaktır. Bu ilişkiyi kuramayanlar, her ortamda fanatik bir taraftar olduklarından cennetin başköşesinin kendilerine ait olacağını düşünebilirler. Çünkü tarih boyunca kurumsallaşmış dinler insanları avutmak ve insanların dünyada yaşanan olumsuzluklara duyarlılıklarını yok etmek için, hep cennet satmışlardır. Bizim toplumda da şöyle şöyle olanlara Allah cennet vaat ediyor diyerek anlatılan dinler, tamamıyla olumsuzluklara karşı tavır alacak insanları uyuşturarak onları, gelecek cennet hayalleri ile profesyonel kandırma taktikleridir.

Rabbim bizleri güvenilen emin insanlar arasına katsın ki, emin olan bir elçinin ümmeti olmaya layık olalım... Emin olunmayan hayatların hepsi yok olmayı beklesin Rabbimiz asla yanlış bilgi vermez, “Biz güvenilir insanları güvenilmeyenlere karşı apaçık destekledik ve onlar galip gelenlerden oldular..."

Son olarak diyorum ki güvenin zirvesinde olmak için çaba harcamanıza gerek yoktur, hakikatle yaşamanın getireceği faturayı ödemeyi göze alın, bakalım sonuçlar nasıl değişiyor. Allah İman edenleri küfredenlere karşı apaçık destekler... Rabbim bizleri selim akıl sahipleri kılsın ve imandan sonra topukları üzerinde gerisin geriye dönenlerden eylemesin... Âmin

Selam saygı muhabbet ve dualarımla kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/23.05.2022/13.23


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!