Bu Blogda Ara

6 Mayıs 2022 Cuma

MARKS DÖNEMİ VE BU GÜN, NASIL BİR BENZERLİK

 Marks, Hakikaten büyük düşünürmüş, onu hep takdir ettim ve gün geçmeye ki onunla ilgili düşüncelerim olumlu yönde hızla değişmiş olmasın...

Marks'ı gözümde bu kadar farklı bir yere oturtan anlayış ise, onun düşünsel noktada büyük çaba harcaması ve insanlığın yaşamının daha iyi olması için fikirler geliştirmesidir. Düşüncelerinin doğruluğunu yanlışlığını konuşmuyorum. Düşüncelerinin büyük oranda da doğru ve isabetli olduğuna inananlardanım. Gelecek ve daha iyi bir yaşam için düşündüğünüz bu düşüncelerinizin nasıl uygulama alanı bulacağına dair çalışmalar yaparsanız, elbette isabetli olmayan fikirleriniz de olacaktır. Ancak önemli olan bu düşüncelerinizin, bilerek insanlığın hayatını karartmaya dönük bir çaba olmamasıdır. Mark’ın yaşadığı dönem kapitalizmin zirve yaptığı ve insanların metanın kulu kölesi olduğu, tüm değer yargılarının bu kapitale göre şekillendiği dönem olduğu için, Marks bunlardan yola çıkarak, insanların hayatını kâbusa çeviren bu zindandan nasıl çıkılacağının yollarını aramıştır. Herkesin sahip olma hırsıyla çabaladığı ve kendisini sahip oldukları ile tanımladığı dönemde, bu yaşam tarzlarının insanlık yaşamını nasıl imha ettiğini görerek, onlar üzerine ciddi fikirler geliştirmeye çalışmıştır. Yani herkesin uzun süreli biyolojik hazlarını doyurma peşinde koştuğu bir ortamda, siz insanların genelinin mutlu olmasının yollarını arıyorsunuz ve o konuda karşınıza çıkacak tüm olumsuzluklara göğüs gererek, düşüncelerinize bir yaşam alanı oluşturmaya çalışıyorsunuz. Hakikaten, bu övgüye ve kayda değer bir özelliktir. Onun için Marks büyük bir fikir ve düşünce adamı olmasının yanında önemli bir Sosyolog 'tur.

Üretim araçlarının belli ellerde toplandığı ve bunların dışındaki yaşamların, üretim araçlarına sahip olanların belirlediği kadar, yaşama imkânına sahip olması ve bu geniş kitlelerin hayatlarının devamının, üretim araçlarına sahip olanların iki dudağının arasında bulunması, bunların sorgulanmasını kaçınılmaz ve gerekli kılmıştır. Marks, dönemindeki bu dengesizliğin ortadan kaldırılması için farklı ve yeni fikirlerin mümkün olduğunu anlatmıştır. Onun için de Sosyalizm, komünizm ve Proletaryanın egemenliğinin olmasını gerekli görmüştür. Ona göre, ezilen ve aktif olan proleterler tarafından ancak bu devrimin gerçekleşeceği anlatılır. Peki, Marks, bunun dışında farklı bir ufka sahip olamaz mıydı denebilir. Haklı olarak şunu yerine koymamız gerekir ki, iletişim ağlarının bu kadar yaygın olmadığı ve insanların daha çok yüz yüze fikirlerini ifade ettiği dönemde, bunlar çok büyük başarılardır. Marks, kendi yaşadığı ortamda şekillenmiş ve oradaki kültür ve eğitim kalıplarına göre zihinsel bir biçim almıştır. Dolayısıyla Marks, yaşadığı ortamdaki sanayi çarkları arasında kıvranan ve sürekli bir meta gibi obje olmanın dışına çıkamayan bu geniş proleter kesimin mutsuzluğunu nasıl mutluluğa dönüştürebiliriz in mücadelesini vermiştir. Marks, Proleter kitlelerin hareketliliğini yok eden ve onları suni hazlarla transa sokarak onları uyutan her anlayışa karşı durulmasının önemini anlatmıştır. O dönemde insanların acılarını en fazla dindiren ve uyutan da dönemin Kiliselerinin yarattığı din olduğu için, Marks, dinin hayattan çıkarılmasının önemini vurgulamıştır. Çünkü din, İnsanı kendi emeğine yabancılaştırarak insanın insanlığını yok etmektedir. Marks, İnsanı bilinçli bir varlık haline getirerek, seçebilen, mücadele ruhu olan bir yaşama kavuşturmak için, dini inkâr ederek yeniden insanı kendi emeğine ve kendi farkındalığına döndürmek zorundayız der.

Yani Marks'ın düşünsel dünyasını sorgularken, onun yaşadığı dönemin olumsuzluklarının, insanları ne hale getirdiğini ve onu yaşamdan kopardığını göremezseniz, Marks’ın düşünsel yoğunluğu ve birikimi hakkında ortaya koyacağınız yaklaşımlar sizi doğruya götürmeyecektir. Marks’ın dönemi ile bizim yaşadığımız dönem arasında benzerlikler ve farklılıklar olabilir mi diye düşünürken, Marks gibi toplumsal sorunları ve kaygıları dert edinmiş, olumsuzlukların ortadan kaldırılması için emek harcayan, düşünsel birikimler ortaya koyan fikir adamalarının da, Marks gibi aynı aforoz ve yıldırmaya dönük tepki ve dışlamalarla karşı karşıya olduğunu görebiliriz. Demek ki düşünen insanlar, düşünmeyen ve düşünenlere tahammülleri olmayanlar tarafından her dönemde imha edilmeyle karşı karşıya kalabiliyorlar.

Allah, mal mülk ve paranın belli ellerde toplanarak güç haline gelip zulüm aracına dönüşmesine asla iyi bakmıyor. Onun için de doğadaki imkânların o doğada yaşayanlar arasında adil paylaşımını gündeme getirmektedir. Çünkü imkânlar belli ellerde biriktiği zaman, bu imkân sahipleri her dönemde şımarmış ve diğer insanları küçümseyerek kendilerini ulaşılması erişilmesi güç varlıklar olarak anlatmışlardır. “Bu sahip olduklarımı ben kendi bilgi ve becerilerimle elde ettim" diyen Karunlar ortalığı doldurmuştur.

"Biz istiyoruz ki, Yeryüzündeki mazlumlara (proleterlere) lütfedelim de, onları yeryüzünde mirasçı kılalım..."Allah hiçbir zaman mal ve imkânları kendi egemenliği altına alarak diğer insanları kendisine bağımlı kılan yaşamları onaylamıyor. Onun için de, "İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır" diyor. Emeksiz yaşamak lümpen proleter olmaktır, yani anlayacağımız amip gibi tek hücreliler sınıfına girmek olur. Yaşamakla yaşamamak arasında bir yerde olursunuz, canlılığınız devam eder ancak insan olarak nasıl yaşanılır, onunla ilgili ciddi bir malumatınız olmaz. Marks yaşadığı ortamda İslam diye bir değerle muhatap olmamasına rağmen, insanlık için en güzeli ve doğru olanı bulmaya çalışmakla büyük bir mücadeleye örneklik etmiştir.

Marks'ın, Hegel'in düşüncelerine yaptığı eleştirilerde de haklı olduğunu söyleyebiliriz. Oysa Hegel hep Tin’i(aklı) düşünceyi ön plana çıkarmıştır. Diyalektik süreci de, düşüncenin diyalektiği olarak ele almıştır. Oysa Marks, Diyalektik materyalizmin öncüsü olarak bilinir ve diyalektiği madde üzerinden değerlendirir. Aslında Marks bu düşünceyi ortaya koyarken bunların doğru olduğunu savunmamış ve mutlaka böyle olmalıdır şeklinde bir yargıda da bulunmamıştır. O yaşamsal döngünün fotoğrafını çektiği zaman, bunlara ulaşmış ve onları bize tanıtmış, sonrasında kendi düşünce diyalektiğini kurmak istemiştir.

Burada anlatmak istediğim Marks'ın düşüncesinden çok, Marks’ın düşüncesine ve fikirlerinin oluşuma kaynak oluşturan konuların her dönemde benzer ya da az farkla ortada olduğunu bilmemiz ve bizlerin bunlara karşı nasıl bir tavır geliştirmemizin önemini kavrayarak gerekli mücadeleyi verebilecek duruma gelmektir.

Kendi bulunduğumuz ortamdan yola çıkacak olursak, üretim araçları belli ellerde ve bunların dışında kalan büyük çoğunluk ya kamu kurumlarında memur olarak çalışmakta, ya da Üretim araçlarına sahip olanların işletmelerinde karın tokluğuna çalışmaktadır. Bunların dışın da küçük ölçekli Kobiler olsa da, üretim araçları genellikle çok az bir kitlenin elindedir. Hatta ülkenin Milli gelirinin,%82,5’ni bu %10 luk dilim kullanırken,%17,5’i %90 lık kesime gider. Bu da nasıl paylaşılır o da apayrı bir sorgulama konusudur. Böyle olduğu için, tek hücreli canlı gibi yapıştıkları yerden beslenen lümpen proleterler hızla büyümektedir. Özellikle İktidar, kendi döneminde yapılan işleri anlattığı ve tanıtımını yapmaya kalktığı zaman, bilmem % kaç insana evde destek, fakirlik parası, vs. gibi çalışmalarıyla övünür. Bu durum insanların insani özelliklerini yitirmesine neden olacağı için, Sistemlerin yaşama süresini uzatır ve onu eleştirecek kritiğini yapacak beyinleri de bağımlı hale getirdiğinden; Mazlumlara vaat edilen yeryüzünün varisliği ötelenir. Onun için Mazlumların verasetine engel olacak tüm oluşumlarla mücadele edecek düşünceler, her zaman saygıya değer düşüncelerdir. Marks’ın Proleter diktatörlük olarak yaptığı tanımlama, bir zulümden başka bir zulme dönüşeceği için bizim açımızdan olumsuzdur. Ancak Rabbimizin isteği ise, Zalimlere bile adaletle hükmedilmesi ve hiç kimsenin diktatörlüğüne fırsat verilmemesidir.

Ne zulmeden ne zulme uğrayan tarafta olmak bizim anlayışımıza sığar. Ancak zorunlu bir tercih varsa mazlum olmayı zalim olmaya tercih ederiz. İnsanlık bu iki döngü arasında ne tarafta duracağını bilemediği için, her dönemde adaletsiz bir yaşamın pençesi altında ezilmektedir. Üretim araçlarına sahip olanın kuvvet ve güce dayandığı zaman yaptığı zulüm çok kötü de, proleter kesimin gücü ele geçirdiği zaman ki zulmü iyi değildir. İşte, Marks'la burada farklı düşünüyoruz. Çünkü benim düşünce alt yapım adalet üzerine kuruludur. Adalet üzerine tüm oluşumlar sıralanır. Adaletin olmadığı yerde hangi tarafta olursanız olunuz, her zaman yok olmaya ve kaybetmeye mahkûmsunuz.

Bu gün gelinen süreçte, madde her şeyin belirleyici tek kıstası haline gelmiş ise, Marks’ın isabetli olmadığını söylemek mümkün müdür? Yeryüzünde adil bir sistemin olması için öncelikli olarak düşünce doğru kaynaktan beslenmeli ki, düşüncenin yaşaması ve zulmetmeden kalıcı bir yaşamı insanlığa sunabilecek duruma gelebilsin. Bütün bir insanlığın yaratılış kodlarını dikkate almayan, ortak menfaatleri gözetmeyen ve belli bir sınıfın ayrıcalıklı olmasına hizmet eden hiçbir düşünce yarınları kuramaz ve bu günü de imha eder. Biz, Millet olarak adaleti omurga olarak benimseyen yeni bir dünya sistemi kurabiliriz. Milletimiz içinde bu konuda ciddi zihinsel ve düşünsel emek harcayan insanlarımızın olduğu muhakkaktır. Bu insanlarımızın fikri üretkenliklerine değer vermek ve onların bu çabalarını sistematize ederek, ortak akılla bir dünya sistemi kurmak gayet doğal ve mümkündür. Yeter ki kendi insanımıza güvenelim ve onların bu fikri üretkenliklerini kayda değer bulalım. Marifet iltifata tabidir.

Bir sonraki Yazımız da toplumsal yapımızda bu süreç nasıl göze çarpmaktadır bunların tahlilini yapmaya çalışacağız... Selam ve muhabbetlerimle...

Erol KEKEÇ/05.05.2022/13.20     


                                       

5 Mayıs 2022 Perşembe

DÜNYAYI KARARTANLAR AYDINLIĞA HASRET KALACAKLAR

 Küresel virüs, Ulusal devletleri çok kötü vuracak gibi. Kuzey Afrika’dan başlayarak Ortadoğu’ya sıçrayan, Oradan uzak Doğu Asya, derken tekrar Avrupa Asya karışımı bu dalgalanma, bir rastlantı ve öylesine görünüyorsa, insanların yaşamlarının anlamının kalmadığı günlere gelmişiz demektir.

Dünyanın demografik yapısı sürekli değişim halinde, bu değişim doğal göçler olmaktan çıkmış, zoraki dayatılan bir değişim halini almıştır. Yıllardır, Afrika ve Asya’dan Avrupa’ya ve ABD, Kanada, Avusturalya gibi ülkelere yapılan göçler şimdi de Avrupa’nın kendi içinde etkin duruma geldi. Küresel İfsat gücü olarak tanımladığım ve dünyanın patronu olarak görülen bu virüs, dünya egemenliğini sürdürmek için, aklınıza gelmeyecek oyunları tezgâhlamanın derdindedir. Bu oyunların planını yaparken, hiçbirini insanlığın zararı şeklinde sunmuyor, insanlığın başına gelen ve gelebilecek felaketlerden insanları nasıl kurtaracaklarının reklamını yaparak uygulamaya geçiyorlar. Ondan dolayıdır ki, bu gün yaşadığımız tüm olumsuzlukların gerisinde bu küresel virüsün etkisinin ve çabasının olduğu bilinmelidir.

Suriye krizini başlatarak Suriye üzerinden burada mağdur olan insanların zorunlu göçle baş başa kalması, planlanmış bir demografik değişimin uygulanmasıdır. Bu gün ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman, Yoğun bir Arap nüfusun gelmesi ardından Afganların buraya gelmesi, yakın dönemde de Ukraynalıların yoğunluğu, ülkemizin demografik yapısı üzerinde kurulan bir oyundan ibarettir. Çok sesli ortamlarda, mesajlar anlaşılmaz ve sizin planlarınız hızla ilerlerken, toplumun bundan haberdar olup ve ona inanması uzun zaman alabilir. Onun için toplumları kendi içinde, Milli reflekslerin törpülenmesi için farklı etnik kökenden olanlarla, ülkelerin demografik yapısı ciddi bir değişime zorunlu tutuluyor. Bu durum, tamamıyla ülkelerin kendi yönetimlerinin dışında gerçekleşen ama yönetimlerin kendisi yapıyormuş gibi bir algıyla yapıldığı planlardandır. Bunlarla neler amaçlanıyor diyenler olacaktır. Elbette bir amaç varsa sinsi devam etmesi gerekiyor, o zaman planlarınızın amacını gizli tutuyorsunuz ama o plana hizmet den araçları, toplumların benimsediği ve kendisine faydalı olduğuna inandığı faktörlerden seçiyorsunuz. Öyle olmadığı zaman hedefleriniz gerçekleşmeyebiliyor.

Bizim gibi duygusal Milletler, duygusal bağların ve duygusal etkileyicilerin etki alanına girerek, akılcı ve sorgulamaya dayanan tahlilleri yapmayı çok fazla istemeyiz. Onun için de bizim dışımızda bizim için hazırlanmış olan planların ne olduğunu ve bu planlar uygulamaya konulduğu zaman nasıl bir amaca ulaşıldığı, bu amaca ulaşmakla, sonrasında nasıl bir dizayn düşünüldüğü gibi konulara kafa yormayız ve görülene bakar geçeriz. Ondan dolayıdır ki, yaşamın hep yıpranan ve sorunların çözümü için problemlerin altına tüm bedeniyle gererek, faturayı çok kabarık ödeyen milletlerden oluruz.

Anadolu, Avrupa ve Asya için önemli coğrafik ve jeopolitik bir yerde bulunmaktadır. Bu coğrafyada yaşayan bir Milletin sorunsuz bir hayat sürmesi hakikaten armağan olur. Siz iyi olursanız karıştırırlar, kötüyseniz kötü olarak kalmanız için ölmemek adına, ne gerekiyorsa yaparlar ve sizin sürünmenizi isterler ama ayağa kalmanıza hep engel olurlar. Bu durum coğrafyanın bir kaderidir. Coğrafyanın o kaderini bizler de bir kader olarak yaşarız.

Son dönemlerde Mülteci olarak gelenlerin, yerlilerden daha çok hak sahibi gibi davrandıklarını sık sık paylaştığım olmuştur. Bu paylaşımlarım asla ve asla, şovenist bir ırkçılık söylemi olarak görülmemelidir. Çünkü biz yardıma ihtiyacı olan herkesin dil, din anlayış gözetmeden hepsine ulaşmaya çalışan bir anlayışın temsilcisiyiz. Bizim bu anlayışta olmamız hakikatleri dillendirmemize mani değildir. Hakikatleri okuyamadığımız ve yapılan planları da göz ardı ettiğimiz zaman, yardım ettiklerimize yardım edemeyecek duruma gelme tehlikesi ve onların da bizim yardımlarımıza sığınarak, bilinçli hareket eden aktif hareketli yönlerini imha edeceklerini gördüğüm için, bunları zaman zaman gündem yapabiliyorum. Bu şekilde bir yaşama mahkûm olmamızı isteyenlerin, küresel oyun kurucular olduğunu iyi görmek gerekiyor. Suriye Politikamız bizi ciddi anlamda sarstığı bir gerçektir. Suriyeli mültecilere karşı bizde antipatik bir tutum geliştirildi. Bu tutumun oluşmasından önce kanaatlerimiz bir kilim gibi ince ince dokundu, kanaatler doğrultusunda bir tavır salmamızı çok istediler, ancak biz onların istediği tavrı değil, biz kendi irademizle, sorumluluğu fazla olan ağırlıkların altından nasıl kalkacağımızı bildiğimiz için, onu kendi bakış açımıza göre çözmemiz gerekiyor. Bu sorunları oluşturanların, çözüm denklemi olarak önümüze koyduğu denklemlerle sorunlara yaklaşırsak, bir daha altından asla kalkamayacağımız sorunlara yol açacağı bilinmelidir.

Yukarıda saydığım bölgelerde gerçekleştirilen demografik hareketliliklere bağlı toplumsal değişim süreçleri, ciddi problemlere gebe kalır. Bunların başında, Millî birlik ve Milli kültür bilinci zayıflar ve bir topluma yapılacak saldırılar karşısında bu değerler toplayıcılık yönünü kaybeder. Gayrisafi Milli Hâsıla düşük olduğundan bu yükleri taşıyamaz hale gelir ve ekonomik zorluklar yaşanır. Kendi halkından büyük bir çoğunluk zor şartlarda yaşarken, kendi halkına bu yatırımları yapmayan yönetimler doğrudan hedef haline gelir. Demografik yapıdan kaynaklı çeşitlilik, toplumsal kaosların oluşturulmasına uygun hale gelir. Buna bağlı karmaşıklıkların önlenmesi için silah tüccarlarının salyası akar ve yeni bir Pazar oluşturmanın hevesiyle, sizin imkânlarını istekleri doğrultusunda harcamanızı isterler ve başka alanlara yatırımlar yapamadığınız için ciddi toplumsal problemlere kapı aralanır.

Bizim yörede eskilerin kullandığı bir deyim vardı, insan bir kere yerinden oynadı mı gör başına neler gelir… İnsanın yerinden oynamasının sebepleri sizin kendinizle alakalı ve tamamıyla doğal hazlarınızı farklılaştırmak veyahut ta farklı ortamların tadından istifade etmek maksatlı hareketlilik oluyorsa, bunun bir sakıncası olamaz. Ancak tüm değişim dinamikleri sizin dışınızda meydana geliyor ve sizde zorunlu nüfus hareketliliği oluşturuyorsa, bunun arkasında mutlak sinsi emellerin olduğu unutulmamalıdır.

İşte, Ukrayna’dan dışarıya göç dalgaları, Afganistan, Suriye, Irak, Sudan, Somali, Yemen, Libya gibi ülkelerdeki iç karışıklıklardan kaynaklanan göç hareketleri geleceğin dünyasını oluşturanların dünyayı dizayn etme planlarıdır. Bu planların dünyaya daha fazla zarar vermemesi için bölgelerde abi durumunda olan devletler, diğer devletlerde oluşacak ateşlenmeleri bölge içinde çözüme kavuşturup, küresel güçlerin olaylara müdahil olmalarının önüne geçmelidirler. Bunu yapamadığınız takdirde, dünyanın cinayet lobisinin küresel virüsü tüm dünyamızı kasıp kavuracak duruma gelecektir. Duygularla konuşmaktan ve duygularımıza göre bir yaşamı yönetmeyi bırakalım, doğrudan aklın ince kavrayışını dikkate alarak, dünyadaki olayların kaynaklanma noktasını, gelişmeler arasındaki neden ve sonuç bağlarını ve bu güçlerin menfaatlerine nasıl bir yaşamın uygun olacağını, detaylı olarak analiz etmemiz ve gerekli tavrı koymamız elzemdir. Bunları gerçekleştirecek toplumlar, millî birlik beraberlik ve dayanışma ruhuyla yarınlara söyleyecek sözleri olacaktır. Ancak bunları dikkate almayan ve dünyanın gidişatı böyle biz de bunun içinde olmamız gerekir diye sürekli yuvarlanan konumda olan Milletler ise yok olmaya mahkûmdur.

Küresel virüs, derken savaşlar, onlar da tam sonuca götürmedi; şimdi açlık korkusu ve insanları bireyselleştirerek yaşamı çekilmez kılarak hayat pahalılığı, iletişim yollarını ve ulaşımı imkânsız hale getirerek, hayatı çekilmez kılmaya başladılar. Bunlarla süreç tamamlanmayacak, dünya değişiyor, yeniçağa uyum sağlamak gerekecek, işler evinizden olacak, hareket kabiliyetleri imha olacak obezite alıp başını gidecek, bir de öyle bir korku senaryosunu gerçek kılacaklar. Eğitim hayattan çıkacak, küresel bir eğitim öğretim yolu oluşacak, eğitim kurumları dünyanın birçok yerinde sıradanlaştı ve alay konusu olmaya başladı. Eğitim öğretim kurumlarında sadece bilgi empoze ediliyor mantığı oluşturulmak isteniyor böylece terbiye olarak eğitme süreci imha oluyor. Kim kimin yanında ne zaman olacak belli olmayan, tüm yollar meşru zeminler haline getirilmek isteniyor. Çok ciddi bir eksen kayması yaşanıyor, bu kayma dünyamıza bir daha mutlu huzurlu bir yaşamı getirmeyecek düzeyde hızla, umuttan ve hakikatten uzaklaşarak kendi karanlığına gömülmeye yol alıyor.

Diyeceksiniz ki, yahu kardeşim, nüfus hareketlilikleri, millî Hâsıla, savaşlar, paylaşım, silah tüccarları yeni planlar tüm bunları bir araya nasıl getirip önümüze karmaşık bir menü olarak koymayı beceriyorsunuz, bir araya gelmeyen bileşenlerle nasıl bu yargıda bulunuyorsunuz diyebilirsiniz. Ancak ben şunu ifade etmek zorundayım, bu kadar çok bilinmeyen bize göre bilinmeyen, ama o bilinmeyenleri oluşturan küresel ifsat gücü onların ne olduğunu ve sonuçların nereye götüreceğini çok iyi hesaplayarak bunu yapıyor… Onun için, tüm kan, gözyaşı, açlık savaşlar, çatışmalar, rekabetler, hastalıklar, gıda krizi vs. aklınıza gelebilecek tüm olumsuzların getirisi bunların havuzuna akacaktır. Çünkü bunların yaşaması bu karmaşıklıklar üzerine kuruludur. Onun içindir ki sürekli ifade ediyorum, ne olur bunlara dikkat edelim yaşam karanlığa gömülmeye gidiyor. Karanlıkların kurucuları hiçbir canlıyı aydınlığa çıkaramazlar…

Aydınlık ancak Kâinatın sahibinin yanındadır. “Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan alır aydınlığa götürür, Hakikati örten kefirlere gelince onların yardımcıları dostu da Tağuttur, Tağut, onları aydınlıktan alır karanlıklara götürür, onlar ateşin arkadaşıdırlar orada süresiz kalacaklardır.”

Yukarıdaki beyanda Rabbimiz, Allah’ın dışında hesap yapanların hesapları Aydınlıktan karanlığa taşımaktır. Aydınlık tek, ama karanlıklar bayağı çoktur. Onun için bu karanlıkların hepsinden uzak olmanın yolu aydınlıkta yaşamak ve karanlıkların olacağı ihtimali olan her ortamdan uzaklaşmaktır. Gittiğimiz yol karanlığa kodlanmış, olanca hızıyla devam ediyor, kaptan dur bu araçtan inecek var diyecek, yiğit ve iradeli korkusuz liderlere ve o liderleri her daim uyanık tutacak milletlere ve bu milletleri bilinçlendirecek dava eri aydınlara ihtiyaç vardır. Bunları göze alan ve yanlışları marifet gibi yaşamayanlar, yarınlara söyleyecek sözü ve gelecek nesillere verecekleri mesajları olanlardır.

O aydınlıklara yaşarken şahit olmak ümidiyle, herkese gönülden muhabbet ve dualarımı iletiyorum…

Erol KEKEÇ/05.05.2022/01.21

“Unutma,

aydınlık bir yarın için,
karanlık bir gecenin içinden geçmen gerekir...”
Paulo Coelho



3 Mayıs 2022 Salı

YAŞAMAK İLE SÜRÜNMEK ARASINDA NE FARK VAR

 Heyecanını ve motivasyonunu kimseye bırakmayacaksın, motivasyonsa sende, heyecansa senin özünden akıp gelir. Bu iki yönünü atıl bırakıp etkisiz hale geldiğin zaman, hep tepkiler göstererek, şartlandırılmış bir kobay olup çıkarsın. Evrenimizin her yanında kobaylar çoğalırken, hiç olmazsa sen evrende kobay olma, etken ve etkisi olan bir varlık olarak yaşama damganı vur.

Etkisi olmayan ama her ortamda çöplükte çıkan soğan gibi, ortalıkta görünmek senin bahtına yazılan bir kader mi, neden böyle kendini değersiz kılarak var olduğunu anlatmaktasın… Sen varsın diyebilmenin koşulu, kendin olarak yaşama adım atmandır. Yaşamın hiçbir noktasında kendi aklın ile içinden gelen dürtülerle kendine yön veremiyor, ya da kendine hâkim olamıyorsan sen var olduğunu nasıl iddia edebilirsin.

Sen varsın kardeşim, var olduğunu kanıtlamak zorunda değilsin, çünkü senin varlığının evrende kapladığı hacim, zaten senin dışındakilere senin varlığını hissettirirken, neden gördüğün her uyarıcıya karşı bir tepki oluşturarak ben de varım diyebilecek çılgınlıklar peşindesin… Güneşin doğumu ve ne zaman önüne bulutun geleceği zaten bellidir. Peki, Güneş bulutlar önüne geldi diye, yön mü değiştiriyor, ya da sürekliliğini devam ettirmede kararlı mı görünmüyor? Güneşin rotasından onu çıkaracak hiçbir güç yoktur, ona o rotayı çizen mutlak akıl dışında… Senin yaşamın için çizilen rota ve hayatını kuşatan kurallar Güneşin yörüngesindeki ilerleyişinden hiç de farklı değil… O halde neden bu yıkılma karamsarlık, kendine gelememezlik, dışardan gelen uyaranlara karşı tepkiler oluşturma, zihinsel bilgi birikimlerini kendin dışından gelenlerle biçimlendirmek istemen…

Heyecanın kaynağı senin iç metabolizmandır. İç salgı bezlerin, kan dolaşımın duyarlılığın, olaylara hassasiyetin, var olma bilincin, heyecanının şiddetini ve yönünü belirlemede önemli etkenlerdir. Ancak fiziki ortamlardan kaynaklanan etkenler de olabilir, bunların senin psikolojik yaşamın ve kararlılığın üzerindeki etkisi bir saman alevi gibi gelip gider. Ancak kendini keşfedememişsen, onların etkisi altında kalıp bulutların arkasındaki güneşi görmeyen gibi bir yaşamın olur. Oysa bunların kaynağı sende olduğu için, bulutlar nasıl geçici ise, dış etkenlerde geçici ve asıl içindeki değerlerindir kalıcı olan… O halde sen kendini içten gelen uyarım sistemine göre harekete geçirmek zorundasın… Yağmur yağacak hava bulutlu ne olacağı belli olmaz diye karamsar davranan çiftçilerin hareket kabiliyetini yitirmesi gibi, sen de kendini imha edersin…

Motivasyon ile heyecan birbirini tamamlar. Bir şeye ilgi duyarsan sende bir iç istek oluşur ve bu istek senin kan dolaşımını hızlandırır. O isteklerini elde edebilmek ve o amaca ulaşıp sonuca gitmek için, o noktaya yoğunlaşırsın, enerji harcamaktan korkmazsın bu da senin yüksek motivasyonlu bir eylem gerçekleştirmenden dolayı, etki alanının sınırlarının genişlediğini gösterir.

Can dostum, kendini unutunca, başkaları seni sana hatırlatmaya çalıştı, ancak bu hatırlatma seni hatırlatmaktan çıkıp, beyaz sayfa sen olsan da, o sayfayı yazanlar başkaları olduğu için, senin okuduğun sayfadaki yazılar seni anlatmadığını ne zaman anlayacaksın. Yaşadığın evrenin nasıl bir kirlilikle doldurulduğunu anlamazsan, senin kitabını başkaları yazar, sana da kendi kitabınmış gibi okuturlar. Sen o kitabı okuyarak bir birikim sahibi olduğunu sanabilirsin, ancak şunu unutma ki, sana ait olmayanlarla senin yazılımını oluşturanlar seni senden alıp başka bir seni, sana öyle bir törenle armağan ettiler ki, sen hala onun sen olduğunu iddia edip onunla var olacağını sanmaktasın…

Eskiden köylerde yeni doğmuş buzağıların annesi ani bir ölümle yok olduğu zaman, köylüler ölen annenin derisini bütün olarak çıkarırlardı, içine saman doldurup ayağa kaldırırlardı. Buzağının yanına bırakırlardı, buzağı annesiymiş gibi onunla avunarak büyürdü belli bir döneme kadar. Yani annelik eksikliğini böylece gidermiş olurdu. İşte, bugün bizim fiziki bütünlüğümüz var doğru, ancak içerimizi samanla doldurur gibi başkaları kendi koymak istediklerini her yolla oraya yerleştirmiş ve bize sen busun diyerek o içimizde ki sahte bize, bize ait olmayan değerlerin savunmasını yaptırabiliyor. Bizler ise bunu nasıl tükettiğimizi ve kendimize gelemediğimizi bir türlü anlamıyoruz.

Yaşam alanlarımızdaki gündemlere ve bizlerin yaşamındaki etkileyicilere ciddi olarak bir bakalım ve onlardaki incelikleri anlamaya çalışalım, karşımıza neler çıkacak buna kendimiz bile inanmayacağız. Sabahleyin yataktan kalkıp işine gittiğinde bir gazetenin politika sayfasını açıp baktıktan sonra, o sayfada gördüklerin mi senin günlük yaşamını belirliyor, yoksa kafanda belirlediğin bir yaşam var o yaşama ait o sayfalarda olumlu ya da olumsuz bir şeyler görüp kendi düşünce dinamiğinin alt yapısını daha bir pekiştirmeye mi çalışıyorsun. Bu sorunun ikinci kısmında olduğumuzu hepimiz çok iyi bilmemize rağmen, neden öyle olmadığını anlatarak kendimizi daha farklı göstermeye çalışarak, bir şişkinlik yaratmayı severiz. Oysa her türlü şişkinlikler asılla alakası olmayan her an kaybolacak fazlalıklar olduğunu bilmiş olsak, sanıyorum kendimizi anlamayı her şeye tercih ederiz.

Evet, kardeşim sen, ben, o; biz siz onlar neredeyse hepimiz, kendi iç dinamiğimizden bağımsız dış uyaranlarla etkiye karşı tepki gösteren şartlı öğrenmeyi bir değer zanneden organizma gibi yaşamamıza rağmen, hala insani kimlik sahibi bir varlık olduğumuzu da savunmaktan geri kalmayız. Bizler, ancak uyaranlar varsa biz var oluyoruz, uyaranlar yok olduğunda onun değişim sürecine göre biçim alıyoruz, bunun dışında önemli sayacağımız eylemlere çok fazla şahit olmuyoruz. Olsak ta onların yetkinliği olmadığı için etkileri kendi yörüngesi içinde yok olup gidiyor. Bunları neden mi anlatma gereği duyuyorum, insanın psikolojik duyarlılıkları ile fizyolojik belirleyicileri birbirinden bağımsız doyurulamayacağı için, bunlara çok dikkat edilmesinin önemini vurgulamak için anlatıyorum. Kitle psikolojisi açısından bazı örnekleri ele alacak olursak, neden acaba, politikacılar geçmişte olmuş bitmiş şu an etkisi olmayan olumsuzlukları medya ile sürekli kendi seçmen tabanına göstererek onların tepkilerini yeniden canlandırmak ister? Toplumda bilinçli bir ayrım ve bilişsel bir kavrayışla, kişi kendi farkındalığı ve hassasiyeti ölçüsünde onları öğrenmiş ve o uyaranlara karşı kendi içinden kaynaklı bir motivasyonla mücadele etmiş olsa, bunların her zaman ısıtılıp ısıtılıp insanların önüne konmasına gerek olmaz. Ama böyle bir özellik olmadığı için, taraftar kitleleri şartlandırılmış bir denek gibi yaşamalarına rağmen bunu anlayamazlar. Oysa burada klasik koşullanmanın sönmüş olan davranışı medyanın hatırlatmasıyla yeniden hareketleniyorsa, burada etkisi olan varlıklar değil, tepkisi olan varlıklardan söz edilebilir.

İnsan, kendi farkındalığını anlamamış, etkisi olan bir varlık kimliği kazanamamışsa, etkisi olan varlıklar tarafından sömürülmeye mahkûmdur. Ülkemiz gerçeğini dikkate alırsak, televizyonların yorumcuları neredeyse çok az hariç, hepsi bulunduğu yeri parsellemiş, her konuda uzman herbokolog(!) olarak deneklere sürekli uyarıcı gönderen ve onların nasıl bir tepki ortaya koyacağını bekleyen, istedikleri doğrultuda tepki gösterenlerin sayısal fazlalığına göre, haz katsayıları her gün artış gösteren, bu zevatı muhteremler, Pavlov’un laboratuvarında çalışan laborantlar gibi iş görürler. Dolayısıyla şartlanmanın söndüğüne inanıldığı an, eski şartlanmış davranışları yeniden canlandırarak, insanların yönelimlerinin yönünü belirlemeye çalışırlar. Böyle bir deneysel ortamda, insan hala kendi seçiminin kendinde olduğunu iddia ederek, varlığından uzaklaştığını da anlamak istememektedir. Onun için benim iddiam ve bu konudaki kararlılığım, kendisiyle tanışmayan kendini bilmeyen ve kendi yaşamını dış uyaranlara göre belirleyen varlıkların yaşamları, her dönemde herkes tarafından kullanılmaya ve sömürülmeye uygun yaşamlardır.

Heyecanınız kendinizden ve motivasyonunuz sizi heyecanlandıran amaca karşı oluşan içsel bir istekse, her zaman her ortamda etki gücü yüksek ve ortamın değişimine katkıda bulunan ve değişimin yönünü etkileyen bir yaşama sahip olursunuz. Uyaranlara karşı sürekli tepki oluşturan bir yaşam hayatınızı kuşatmışsa, sizlerin yaşadığınız hayata hiçbir katkıda bulunamayacağınızı bilmenizi isterim. Bu tür toplumlarda bilimsel buluşlar, entelektüel birikimler, toplumsal yaşamı etkileyen duyarlı aydınlar, nesilleri sorumluluk bilinciyle geleceğe hazırlayan eğitmenler, vicdanının sesine kulak verip vicdanı ile tartmadığı bir kararı hüküm diye uygulayan hâkimlere çok rastlayamazsınız. Çünkü bunların yapacağı her işi dışarıdan gelecek uyaranlar belirler.

Evet, kardeşim güç sahipleri ve imkânların başına oturmuş olanlar, her zaman her ortamda, düşünen anlayan, birikim sahibi, kritik yapabilen, düşünsel ve mücadele ruhunun etkileme gücü yüksek olanları bir kaşık suda boğmak isterler. Çünkü onların istedikleri gibi her ortamlarda at koşturmasının koşulu, bu insanların ortaya çıkmaması ve onların mesajının kitleler tarafından anlaşılmamasıdır. Anlaşılan her mesaj, bir insanın kendisine dönmesi demek olduğunu çok iyi bilirler. Ondan dolayı da bunlar sürekli klasik koşullanmanın, ayırt etme, genelleme, sönme ve şartlanmanın geri gelmesi gibi bu süreci iyi işleten şarlatanlardan oluşan bir amigo(!) grubundan hep istifade ederler. Bu amigoluk yapanların kimi köşe yazarı, kimi TV yorumcusu, kimi herbokolog, kimi sanatçı, kimi topçu vs. Bunların kimliksiz bir omurgasızlar topluluğu için özenle seçilmiş hipnotizanlar olduğu anlaşıldığı an, insanların uyanma vaktidir.

Sen kardeşim kendini tanı, kendin dışında neler olduğunu anlamak istiyorsan önce kendini bulmak zorundasın… Kaybolmuş kendini bulamayan ama buldukları her şeyi sensin diye sana taktim ettikleri bir yaşamın neresinde hangi işe yararsan o kadarlıksın, sen bunu ne zaman anlayarak kendine gelmeyi düşüneceksin…

İşte o gün etkin karşısında nice tepkilerle karşılaşacaksın… Bu tepkilerin seni bunaltacağı endişesini taşıyorsan, sana verilen kimlik, senin bu korkaklığın için en elverişli kimliktir bunu bilesin…

Her şeye rağmen sen kardeşim insansın ve insan olarak omurga sahibi bilinçli bir varlık olarak yaşamak zorundasın, çünkü yarın hesabını bu özelliklerine göre vereceksin… Benim, bir kardeş olarak, sana hatırlatmam, hesabı nereden vereceksen o konuya hâkim olmandır. Yoksa sen sana edersin, yarınlarda onların hiçbir desteğini de bulamayacaksın…”Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı sanır…”

Rabbim bizleri, kendi içinden kaynayan bir kaynak gibi harekete geçiren yaşama kavuştursun, güdülen bir sürü olmaktan bizleri uzaklaştırsın…

Selam muhabbet ve dualarımla, yarınların ölçüsü bu günlerdir, Ey rabbimiz; bu günümüzü hayır eyle ki, yarınlarımız hayır olsun

Erol KEKEÇ/03.05.2022/01.22


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!