Bu Blogda Ara

5 Nisan 2022 Salı

ADLİ İLAHİDE HESAP DEVLETTEN SORULUR!

Devlet, devlet olursa halk ona güven ve minnet duyar. Âmâ devlet, devlet olmaktan çıkar devleşirse, güven yerine korku, minnet yerine nefret olur. Yönetimde aciz kalan yöneticiler, devleti ortadan kaldırır, devlet yerine, devleşen bir sistemin dişleriyle insanları sindirmeye başlar.

Devletin en belirgin özelliği, halkını doğru bilgilendirmek ve bilginin alenen yayılmasını sağlamaktır. Bilgilenmeyen halka uygulamak için oluşturacağınız kurallar işlevsiz kalır. Kuralların toplumda karşılık bulması için en uzak noktadaki insanlar bile devletin ortaya koyduğu oluşum ve yapılanmalardan haberdar olmak ve doğru bilgilenmek zorundadır. Devlet adına yayın yapan medya kuruluşlarının söyledikleri, insanlara ulaşmadan yalan ve asılsız oldukları ortaya çıkıyor ve devlet bunları denetlemiyor ya da kendisini övdükleri için bunlara ayrıcalıklar tanıyorsa, sadece kendisinin güvenirliğinin kaybolmasına neden olmaz, aynı zamanda halkın devlete karşı duygularını da yaralar.

Devlet, günü kurtarmaya çalışan bir çingene çadır yönetimi değildir. Dolayısıyla devletin işleyişini sağlayan dinamikler, belli bir süzgeçten geçtikten sonra beyin takımı kanaat sahibi aydınların görüşlerinin alınmasıyla tüm cenahların ortak katılımıyla oluşan ilkeler doğrultusunda işleyen ve sürekliliği olan toplumsal yönetim organizasyonudur.

Devletin bu köklü şekillenme süreci dikkate alınmadan, sadece günlük yaşamı dizayn eden ve yarın ne söyleyeceği belli olmayan şekilsel bir organizasyon olarak düşünürseniz, o zaman devlet, sürekliliği olmayan belli bir zaman diliminde belli bir yerde oluşmuş geçici gruplar sınıfına girer. Devlet, uzun süreli kalıcı gruplara örnek verilecek en önemli toplumsal gruptur. Oysa geri kalmış ve sadece kanunlarla varlığını koruyan, gelen yöneticilerin ideolojik anlayışlarına göre şekillenen devletlerin hiçbirisi, modern devlet sınıflaması içinde yer almaz. Çünkü bu oluşumların yarınları hep karanlık olur, nedeni ise her yönetim değişimiyle birlikte, bir kararma dönemi ardından ya devam eden karanlık ya da fulü bir ortamda insanlar yaşamaya mahkûm olur.

Devlet, halkını doğru bilgilendirmediği ve halkı bilgilendiren kuruluşların halka aktardığı bilginin doğruluğunun sağlamasını yapmadığı zaman, halkın doğal paranoyak yaşam ortaya çıkarmasına, kendisi ortam oluşturmuş olur. Ondan dolayıdır ki, günümüzde enformasyon olağanüstü bir öneme sahiptir. İnsanların tamamının dünyadaki küresel iletişim ve sosyal ağlarla entegre yaşadığı bir dönemde, bunlar benim için önemli değil diyen devletlerin hepsi yok olmayla karşı karşıya kalacaklar. Çünkü etkileşim sonrası doğruya ulaşmak zor olmuyor, dolayısıyla devletlerin, eski dönemde aylar hatta yıllar sonrasında bir şeyin doğru olup olmadığını anlayamayan halkları yönetmediklerini bilmeleri gerekir. Saniyeler içinde bir yöneticinin tüm sicilinin ortaya döküldüğü ve dökülebileceği hızlı bir iletişim ortamında yaşıyoruz. Bunların hepsi, hem devletin kendisini düzenlemesi ve doğrunun dışında yapacağı bir seçeneğinin olmamasına neden olduğu gibi, aynı zamanda halkın da daha fazla güven duyacağı bilgilere ulaşmasını sağlayacaktır.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, modern devlet anlayışı dışındaki yönetimlerin tümü hem söylemlerinde hem de icraatlarında çuvallamış durumdalar. Çünkü tüm mücadeleleri, yönetimde olanların yönetimdeki sürekliliklerini sağlamak için topluma aktardıkları mesajlarının anlık değişken ve birbirini desteklemekten uzak olmasıdır. Bu devletler ancak halklarını sindirmek için, halka karşı güç gösterisi yaparlar. Hem doğruluktan uzak bilgilerle halkı bilgilendirirler, hem de bu bilgilerden memnun olmayan ve bunlara inanmayan ve değişik mesajlar isteyen halka karşı aşağılayıcı ve onları potansiyel düşman ilan ederek, halkın içinden belli bir kesimi kendilerine kalkan edinerek halkı karşı karşıya getirerek, varlıklarını devam ettirmek isterler. Bu çabalar, Teokratik totaliter ya da feodal anlayışta olan ama demokrasi olduğunu savunan yönetimlerde fazlasıyla göze çarpar. Demokrasinin kendi kriterlerine göre, kanunlar objektiflik esasına göre oluşur. Ancak buradaki kanunlar, devleti yönetmek için gelen yöneticilerin varlığını ve yönetimdeki sürekliliklerini devamlı kılmak için sürekli değişkendir. Yöneticilerin talep ve beklentilerini karşılamak üzere kanunlar yapılır. Dolayısıyla bu devletlerin kanunlarının olması onların bir hukuk devleti olduğu anlamına gelmez. Kanunu olmayan hiçbir yönetim bulamazsınız, bu kanunlar ama sözlü ama yazılı mutlaka vardır.

Kanun devletleri her zaman gizli karanlık yönlerini saklarlar. Bu yönlerinin açığa çıkmasını istemezler, çünkü bu yönleriyle halkın karşısına çıktıkları zaman ciddi bir prestij kaybına uğrayacaklarını bilirler, bundan dolayı da yanlış bilgilerle halkın bilgilenmesini kendileri isterler bundan da herhangi bir rahatsızlık duymadıkları halde, sanki kendi dışlarında bir oluşum varmış gibi, iş olsun tarzında zaman zaman çıkışlar yaptıkları da olur. Halk arasında kullanılan bir söz vardır, gizli buluşmaların aşikâr bebeleri olur… Devlet, karanlıklarda yapılan hesapların aydınlık ortamda herkesin görüp anlayabileceği türden faaliyetler olduğunu idrak etse, karanlıklarda hesap yapar mı dersiniz?

Yukarıda örneklemeye çalıştığım devlet yapılanmaları ile bizim devletin bir benzerliği olabilir mi acaba diye kendi kendime sorduğum zaman birçok konuda örtüştüklerini gördüm. Mesela Aralık ayı sonrasında ocak başlarında TÜİK’in açıklamış olduğu enflasyon rakamları, gerçeklikten çok uzak olmasına rağmen onu bilimsel bir ölçüm gibi sundu ve devlet bunu onayladı. Ne zaman ki enflasyonun daha yüksek olduğunu hatta %70’lerde enflasyon olduğunu söyleyenler olmuştu. Bu açıklamalardan sonra TÜİK bu kurumları mahkemeye verdi, mahkeme devam ediyordu, sonuçta mahkeme rakamları isteyecek ve bir karar verecek, önüne gelen rakamlar TÜİK’in ortaya koyduğu rakamlarla hiç desteklenmemiş olacaktı. Böylece devlet halkına yanlış bilgi aktararak sabit gelirlilerin maaşlarını arttırmamak için böyle bir uygulamaya başvurduğu herkesçe kabul görmüş olacaktı. Bu süreç devam ederken, TÜİK başkanı görevden alındı. Ancak onun gitmesi onun ortaya koyduğu yanlış ve aslı olmayan bilgilerin düzeltilmesini sağlamadı aynı uygulama devam ederken yeni bir açıklamayla ülkemizde enflasyonun %61 olduğu açıklandı. Bu açıklama ülkenin fanatik yönetim taraftarı olanlar dışında kimsede bir karşılık bulmadı. Çünkü yaşamın bu kadar zora girdiği ve benim bildiğim son 45 yıl içinde böyle bir yaşam darlığı çekilmemiş olmasına rağmen, hala hayatın iyi olduğunu ve ekonominin gayet yerinde olduğunu söyleyen bir Maliye bakanının açıklamaları ortaya çıktı. Bu söylemleri yan yana üst üste nasıl koyarsanız koyunuz, devletin halkı doğru bilgilendirmediği kanısı herkeste ortak kanı olarak oluştu. Peki, Devletin asıl görevi halkı aydınlatmak ve doğru bilgilendirmek iken, devlet böyle yaparsa halkı ile arasında açılan uçurumları hangi yollarla kapamayı düşünüyor olabilir.

Devlet içerde oluşan kırgınlıkları, karanlıkları fakirleşmeyi ve hayat pahalılığını çözüme kavuşturamadığı için dış işlere yoğunluk vererek oradan bir puan toplamaya çalışıyor olabilir. Ancak şunu bilmek gerekir ki, içerde sorun varsa dışardan esen rüzgâr içerdeki pis kokuyu gidermez. Öncelikle içerdeki hastalık doğru tespit edilip doğru tedavi edilmesi gerekir. Ancak kurumların başındakilerin açıklamalarına kulak verdiğimizde, halkın gerçekliğinden ne kadar uzak yaşadıklarına şahit olmaktayız. Damdan düşmeyenler bu halkın çektiği acıyı anlayamaz ve onlara yönelik bir çaba içinde de olamaz. Bakanlıkların uygulamalarından doğan olumsuzların da ciddi travmalar oluşturduğuna şahit olmaktayız. Geçmişte Adalet Bakanı ile İçişleri bakanı arasında ortaya çıkan farklılıklar devletin kendi içinde bir eşgüdümden yoksun olduğunu ortaya koyuyordu. Biz yapalım Hukuk arkamızdan gelsin sözü çok ciddi bir patolojik vakadır.

Devletten özleştirme ile halkın temel tüketim ihtiyaçlarını gideren özel kurumlara karşı, devlet, halkının yanında duramadı ancak enflasyon karşısında halkımızı koruduk diye nutuklar atıldı. Oysa acı çeken halktı. Dolayısıyla devlet adına yöneticilerin açıklamaları halkı tatmin etmediği için, insanların öfke ve kızgınlığı doğrudan devlete yöneldi. Çünkü yönetici ile devleti özdeşleştirmeye başladı insanlar. Enerji kuruluşları ile yapılan görüşmeler göstermelikte olsa halkın lehineymiş gibi yansıtıldı. Ancak insanların faturaları bir kira bedeline denk gelmeye başlamıştı. Bunun adına iyileştirme deseniz de halkın inancı kalmamıştı. Yani doğru bilgilendirilmeyen insanların öfkeleri her geçen gün artarak yükselirken, hala sorunların ciddi çözümüne dönük çabalar pratikte halka yansımamaktadır. KDV düşerken malların fiyatı artıyorsa bunun inandırıcılığı neresinde olur. O zaman insanların aklına gelen acaba bu KDV indirimleri satıcılar için mi yapılıyor, çünkü bize yansımıyor ama aldığımız fiyatlar aynı gün zamlanıyor bu işte bir iş var diyerek ciddi bir güvensizliğe yol açıyor.

Geçmişte özelleştirmeler yapılırken Devlet tacir değil ticaret yapmaz dendi, ancak özelleştirmeler sonrası özel firmalar güç olup bunu kartelleşmeye götürdükleri zaman, devlet patates çadırları kurdu sebze meyve satmak için… Oysa devlet özelleştirmeler sonrası çok ciddi bir denetim mekanizması kurması gerekiyordu, bu mekanizmalardaki bürokratlar babaları dahi olsa hukuk ne ise onu yapacaklardı ve denetim sonrası yaptırımlar caydırıcı olacaktı, o zaman görecektiniz devlet patates çadırları kurar mıydı? Âmâ devlet bu konuda ciddi bir boşluk oluşturdu, bu boşlukları kullanarak ahlak sorunu olanlar, halkın aleyhine devleti zora sokacak şekilde bu açıkları kullandılar. Bugün devlet kalkıp biz bunları yapıyoruz denetliyoruz dese ne çıkar, her şey karman çorban olmuş… Kimilerinin bir eli balda bir eli yağda, kimileri sürünerek suya ulaşmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda çatışmalar kaçınılmaz olur. Sosyolojik olarak baktığımız zaman insanların eksikliklerini sürekli kaşıyarak gererek onlar üzerinden birileri haz alıyorsa o haz onlara haram olur. Toplum genetiği bunu zorunlu kılar.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, devletin böyle bir olumsuz süreci en azından toplumsal kargaşaya yol açmadan denetlenebilir bir sürece getirebilmesinin yolları olmalıdır. Ayrıcalıklı zümreler, göz önünden kaybolmalı, lüks tüketim ve lüks araçlar insanların gerilimlerini daha fazla azdırmamalı, kamu harcamaları en üst noktadan başlayarak kesinlikle sınırlandırılmalı, temel ihtiyaçlar dışındaki yatırımlar geçici olarak bile olsa durdurulmalı ya da rölantiye alınmalıdır. Alt gelir grubundaki emekli ve çalışanların ücretlerinde iyileştirmeler yapılmalı bunlar da yasayabilecek düzeyde olmalı. Kamu kurumlarında lakaytlık ve sürekli ötelemeler acilen yok edilmeli, kalıcı ve inandırıcı uygulanabilir iyileştirme paketleri oluşturulmalı ve bunlar, teminatı olanlara değil, imkânı olmayan üretici insanlara da sağlanmalı ve KGF kefaletinde olmalı. Bu açılımların denetimi yapılmalı ve yerinde incelemelere tabi tutulmalıdır. Bu ve buna benzer açılımlar acilen yapılmalı ki devlete olan güvensizlik yerini en azından güvene dönüştürsün. Daha birçok yapılması gerekenler var ihtiyaç duyulursa proje olarak ortaya koymaya çaba harcarız.

Evet, dostlar hakikaten bizim devletimize karşı ciddi bir güven problemi oluştu halkta. Bunu aşamadığımız zaman gelecek olan tüm yöneticilere karşı aynı güvensizlik devam edecek ve devlet belli bir zaman sonra sıradan bir yapılanmaya dönüşecektir. Ondan dolayı, devlet kurumlarındaki yöneticiler öncelikle kendi kişisel özelliklerini devletin kurumlarının üzerine çıkarmaktan uzaklaşmalı ve onların o değerleri ancak devletin o kurumunda bir işlev yaptığı için olduğunu bilmelidir. Modern devletlerin güvenirliliği sürekli olan bir yönetim organizasyonu olmasındandır. Bizim gibi toplumlardaki devletin güvensizliği de, yöneticilerin başarısızlığı veya ileriyi göremiyor olmalarından dolayı ortaya çıkacak olumsuzlukların devlete mal edilmiş olmasındadır. Bu güvensizlik her geçen gün sürekli yükselen bir grafik eğrisi gibi devam ediyor bunun bir kırılma noktası olmalıdır. Bu nokta sadece ve sadece halkın doğru bilgilenmesi ve olumsuzluklara ortak olması istenen halkla birlikte yöneticilerinde aynı gemide yer almasına bağlıdır. Bir tarafta İsviçrelilerin yaşadığı bir hayat, bir tarafta Afrika’daki Tanzanyalıların yaşadığı gibi halk acılarla kıvranıyorsa, yöneticiler de sorun yoktur diyerek etraftaki duvarlardan bu sorunları göremiyorsa, orada sorunlar büyüyerek artar ve sonuç olarak, toplumsal çatışmaların ve anomik ortamların oluşması kaçınılmaz olur. Kurallar burada işlevsiz kalır. Kuralların anlam ifade etmesi için yaşayan ve idrak sahibi varlıkların kurallarla sorumlu olması gerekir. Son olarak şunu ifade ederek bu makalemi daha fazla uzatmak istemiyorum…”Devenin yardan yuvarlanmasına sebep olan bir tutam ottur, Ölmüş koyuna dersini yüzmek elem vermez…”Bunlar bir tahlildir dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum …

Selam muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/05.04.2022/00.47

4 Nisan 2022 Pazartesi

UMUT KARANLIKTA BÜYÜR FECİRDE YÜRÜR

Kırmızı ufuklardan her akşam güneşin battığı yerden umut doğuyor karanlık gecelerime… Rüzgârda sallanan çamların dalları arasından yansıyan ışık, sabahın yaklaştığını müjdeleyen fecrin aydınlığı olduğunu bilmediğimi mi sınıyorsun?

Karanlıkları gerilerde bırakarak, Güneşin battığı yerden yeni ışıkların doğacağını bildiğimden, usanmadım yoruldum ama aldırmadım zorluklara, ruhum ve bedenimle yollara koyuldum. Yolların başında göremediğim ışıkları gün batarken önüme çıkaran Rahmana Hamt ederek ilerliyorum…

Kaygan yolların usanmayan dağcısı, ansızın çıkıyor ortaya ve durup dinlenmeden kaybolan ışığı ararken, inanılmayan zamanda ve umulmadık yerde, aradığına kavuşmanın sevinciyle, yeniden uçarak kendine gelişinin kutlamasını yapar mı acaba diye soracakken, yeniden mücadele sahasının içinde yaşarken kutlanır sevinçler diye bir çığır açınca; ben de ardından düştüm yollara… O yollar bana bir şeyler verir mi vermez mi diye düşünmeden, inanmanın verdiği heyecanla aldırmadım zorluklara, göğüs gerdim olanlara ve birden aydınlık ortamda ufukta gün batarken gecelerime yansıyan umudun ışıkları ile kendimi buldum.

Gecenin sessizliği sükûnet katarken yüreğime, yüreğim yaralı bülbül gibi avucumdan uçup gidecek, ürperti ve endişelerle karanlıkları yol bilip umudun ışığında fecrin doğumunu beklerken, rahmeti müjdeleyen rüzgârın tesiriyle irkilerek kendime geldim.

Asırlık çınarlar dibinde dinlenerek geceleri karanlıklarda iz bırakmadan aydınlığın geleceği yöne çevirdiğimi sanmıştım yönümü, ancak fecrin beyazlığını görünce yeniden yön değiştirmek zorunda kaldım. Karanlıklar içinde aydınlığa ulaşıncaya kadar değişimden korkmadan hep hareket halinde geçti ömrüm, kalanda sanıyorum öncekinden farklı olmayacak gibi görünüyor şu an…

Dağları mesken tutan eşkıyalar gibi bende doğal yaşamın kollarında ömrümden ömür tükettim. Ancak dağların üzerinden yollar geçerken, ben o yolları kullanmadan izi olmayan yerlerde yürümeyi hep kendime şiar bildim. Ondan olsa gerek herkesin yol aldığını sandığı ancak dağlardan ovaya indiklerinde yanlarında kendilerini bile taşımadıklarını bilmedikleri halde,  yolun çıkmaz kısmında benden onlara yansıyacak ses ve ışığa konsantre olmuş beklerken, onların yanından hep transit geçtim. Transit geçiş güzergâhında iz bırakmadan tozlu yollardan, bulutlu gökyüzünden habersiz, gecenin karanlığında yıldızların ışığında yol arayan, yol ve yordamı onlarla keşfeden biri olarak, beklediğim zaman boşa gitmedi, fecrin doğumuna eriştim ansızın gecenin karanlıkları yol vermez sandığım bir anda…

Hesapsız çıktığım yolda, hesaplı eylemlerle karşılaştığımı gördüğümden, hesap uzmanlarının hesapları hep kendi oymak ve tarafından yana ağırlık bastığı bir yaşamın kollarında yorgunluklarımı gidermeyeceği için, hesap etmeden çıkmıyorum en iyi bildiğimi sandığım yola… Kırmızı ufuklara takılan gözlerim, hayallerimi günün batımından alıp, gecenin sessizliğinden ve karanlığından geçirerek aydınlık geleceklere taşımak için yorgunluklarını hissettirmeden hep yolda olduğu için, ona hep minnettarım… Gözlerim benden önce benimle ilgili olanları korkusuzca kontrol ettikten sonra bir uyarı alarmı verir hep. O gözler var ya, o gözlerde neler saklı bilemez insan, yüreğin derinliklerine bir ışık yansımadan.

Kuşların yuvalarını bir esintiyle alıp götüren kasırgaları arkama almadım yaşadığım zamanlarda, hep rüzgâr ve kasırgaların esme yönlerini iyice anladıktan sonra onların üstüne üstüne gitmek haz verdi bana. Rüzgârın önünde parçalanan ve onun istediği yöne giderek bir çöp ve süprüntü olmaktansa, rüzgâra ve fırtınaya karşı direnerek bulunduğum yerin ne olduğunu en azından benim dışımdakiler idrak etsin istedim. Her gelen fırtınayla yer değiştiren, bir yaprak gibi yerlerde savrulmaktansa, bulunduğu yeri bilerek o fırtınalara göğüs germek bağrı yanmışlar için ne etki eder ki! İşte o bağrı yanan dertli yürekli biri olarak yol bilmez, kuş konmaz, kervan geçmez yolları adımlayarak fecrin doğumunu yalnız da kalsam karşılamak için, gelen fırınlara hep göğüs gerdim…

Göğsüme namluların çevrildiğini, ardımdan ihanet kurşunlarının sektirmeden sırtımdan vuracağını hesaba katarak bu yola çıktım. Bu yol herkesin yürümeye ve emek vermeye cesaret edemediği, gideni az olan, yolcuların ayak izlerinin bile fark edilmediği bir yol olduğunu bilerek adımlamaya başladım. Yolun ortasında bağıranların mehter marşı söylüyormuş gibi koro halinde ritim tutturduğu yerde, benim sesimin ritmi onlarla uyum içinde olmayacağını bildiğim için, ben hep kendi türkümü kendim çalmayı ve söylemeyi yeğlerim. Türkülerim sahipsiz, türkülerim yalnız, türkülerim dertli, dokunaklı, dağların tepesinden aşağılara kadar sesi yankılanan ama işitenleri yüreğinin ortasından vuran, anlaşılmayan dilde ıslık çalanların ıslığını bastıran türden olduğu için, hep uzaklardan söylememe müsaade ediyorlar. Duyanı az ama duyanların dertleri artarak omuzları ağırlıktan kalkamaz oluyor.

Türküler geçidi gibi bir harmoni var ortamda, oysa bu ahenk sadece dağların, ormanların suyun bulutun semanın gökteki yıldızların börtü böcek ne varsa hepsinin inleyişinden çıkan sesler ve kayalardan akıp gelen suların şırıltısı ve benim içten gelen haykırışlarımın dertli saz ekibi eşliğindeki uyumundan çıkan bir tını… Yüreklere nakış nakış işlenerek her geçtiği yerde bir iz bırakarak atmosfer boşluğunda yakından uzağa, uzaktan daha uzaklara doğru ve uygun adımlarla sessizce yoluna devam eden görünmez sevdaların ışık hızındaki savaşımıdır.

Sevgimi sevdamın kollarında bıraktım, kimseye yar etmesin istedim, ondan olsa gerek, sevdam beni yalnız bırakmazken sevgim gönlüme taht kurmuş benden habersiz. Bu sevda sevgime analık yapan, onu halis sütüyle emziren, dağların doruğunda kâinatı ona kardeş eyleyen, görünmez gücün merhametinde onu sonsuzluğa âşık eyleyen, yolumu karanlıklar kuşattığında, günün batımından önceki kızıllıklardan hayallerimi çıkarıp gecenin karanlığından sonra fecre yoldaş eyleyen değil mi ki, sevgimi ondan kıskanayım…

Kıştan sonra bir bahar sabahı ansızın gözlerimi açtığım zaman, karşımda berrak suların aktığı, güneşin gönlüme ışıklar saldığı, yolların kısaldığı, koştukça koşanlara, yayıldıkça yayılanlara, çiçeksiz ağaçların çiçekli ağaçlardan hakkını almak için sıraya girdiği bir yer gibi kendimi rahat nasıl hissedeyim… Bahar olsa da gelen çiçekler açsa da avucumda papatyalar patlasa, hesaba yakın bir zamanda hesapları inceden inceye nakış nakış dokuyarak yaşamalıyım ki, dağlar yoldaşım kuşlar sırdaşım, geceler gönüldaşım, gündüzler arkadaşım gökyüzü ve yıldızlar mihmandarım ve ben zerreden bir zerre dökülmeden hesap gününe sorunsuz gideyim…

Erol KEKEÇ/01.04.2022/23.50

ASİL DURUŞ VAKARLI TAVIR OLMADAN HAKİKAT ANLAŞILMAZ

 “Onlar yalana tanıklık etmezler/yalan söze kulak vermezler. Boş lakırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler.”

“Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında, kör ve sağırlar gibi onlar üzerine kapanmazlar.”

Furkan/72-73

Rabbimiz Furkan suresi yukarıdaki ayetlerde, kendisine kulluk yapan kullarının vasıflarını anlatmaktadır. Peki, bu vasıflara sahip olan kulların yaşadığı ortam acaba neresi!

İnsan, insan olarak olumsuzluklarla ilk karşılaştığı zaman ani bir refleksle ona karşı koyar ve uzaklaşır. Ancak o ortamın uyaranları ile sürekli hemhal olmaya başladığı zaman yavaş yavaş onlara uyum sağlamaya ve o olumsuzluklara karşı vicdani bir uzaklaşma hissetmemeye başlar. Bu durum insan için, insani kimliğin ve iradeye dayalı bir yaşamın imhası için başlangıç alarmlarının verdiği zamandır.

Asil ve soylu gündemlere şahitlik yapamazsanız soysuz yalan ve boş lakırdıların hayatınızı istila etmesine kendiniz izin verirsiniz ve sonrasında da bunlar benim başıma nereden geldi diye yakınmaya başlarsınız. Hiçbir yakınma yoktur ki, kişi bunların oluşum sebepleri arasında yer almasın. Çünkü kişinin başına gelenler kendi eliyle yapıp ettiklerinden dolayıdır. İnsana iyi ya da kötü hep emeğinin karşılığı verilir.

Yaşadığımız ortamlar, doğrulukların yaşam alanının dışında hangara çekildiği, yalanların da hayatı yönetmede ve hayatı kuşatmada sonsuz ve sınırsız bir yetkiye sahip olduğu bu çağda, yalan dışında başka bir şeye şahit olmak neredeyse mucizelere kalmış gibi algılanmaktadır. Çünkü bunu özetleyen veciz sözler bile oluşturulmuştur gelenek olarak…”Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın…”Yani senin duruşun, doğruluğun soylu mücadelen ve sadece yaratana yaptığın kulluğun, yaşadığın ortamda karşılık bulmuyorsa, sen onların yaşamlarına katılacaksın ki, hayatını devam ettirebilesin gibi, soysuz ve yalanları bir nasihat olarak yapanlara çoğu zaman şahit olabilirsiniz. Oysa bunları bir nasihat olarak yapanlar çoğu zaman bir dindar ve Allah’a inanan kişi olduğunu size deklare eder.

İnsan inandığını tanımaz ve onun uğruna mücadele edilip edilemeyeceğine karar veremezse, kendisi için oluşturduğu ortamların hiçbirinin bir diğerinden farkı yokmuş gibi algılanacağı muhakkaktır. Oysa insan inanmadan önce inandığı değeri, tüm boyutlarıyla tanır ve uğruna ne pahasına olursa olsun yaşam buna feda edilmeye değer diye vicdani bir sorumluluk kazanırsa, siz o insanı bu hayatın dışında oluşturacağınız hangi ortam olursa olsun mutlu ve huzurlu edemezsiniz. Dolayısıyla boş laflardan, yalanlardan lakırdılardan soysuz bir yaşamı yaşıyor olmaktan ve onu içinde geçirilecek zamandan dolayı büyük bir üzüntü ve hüzün içine girer.

İnsan, yaşadığı evreni ve bu evrendeki rollerini asıl olması gereken değer olarak anlar ve o şekilde onlara yaklaşırsa insana bunların dışında bundan daha değerli bir yaşamın varlığını anlatamazsınız. Çünkü dünyada yaşadığımız hayat değerli ve erişilmesi gereken en önemli yaşam olarak algılandığı zaman, buradaki kazanımlarınızı korumak ve onları başkalarına kaptırmamak adına, onları aldatmaya dönük sözleri konuşmakta bir sakınca görmezsiniz. Hatta o olumsuzlukları anlatan kişilerle muhatap olduğunuzda onların o ortamlarından da gerekli rahatsızlığı duymazsınız. Ondan dolayı da o ortamlarda zamanınızı geçirmemek için büyük çaba ve gayret içinde olmazsınız.

Dünya yaşamı, yolun sonunda varılacak değerli yaşamın buradaki provası olduğunu anlamak ve oradaki yaşam için bu yaşamın öneminden dolayı zamanı ve ömrü anlamlı geçirmek gerektiğine inanarak önemli bir yaşam oluşturmak insanın, bu hayatın sonunda hesap görülecek bir durağın olduğuna inanmasından dolayıdır.

Yaşadığımız çağda ve bulunduğumuz ortamlarda, soylu bir duruşa ve içine yalan katılmamış, lakırdıdan uzak anlamlı yaşamın neferleri olamaya aday olmak lazım. Öyle bir yaşama aday olmayı göze alamamak, değersizleşen dünyanın kendisine değer verenlerin, değersizleşen hayatları ve varlıklarıyla evrenimiz dolup taşacak. Sonrasında dünya yaşamı hepten kötüye gittiği zaman bunların gazaba duçar olması kaçınılmaz olur. Dolayısıyla yalandan, lakırdıdan ve boş şeylerden uzak durarak soylu bir duruş oluşturmak evrenimizin imhasının durmasına ve gazabın gecikmesine neden olur. Yani insan kendi gazabını kendisi yaklaştırır. Onun içindir ki, bizler Evrenimizi kuşatan yalan ve aldatıcı soysuz bilgilerin tasallutundan kurtulmak zorundayız. Yoksa hep birlikte evrenimizin ölümüne davetiye çıkartırız.

Yalan ve lakırdıların eksik olmadığı bir yaşamın, nefes aldığımız her ortamda hissedildiği ve yaşandığı dikkate alındığı zaman, bunların kapsam alanından çıkarak, insanca bir yaşam ortaya koymak insan onurunu kurtarmak için gerekli ve zorunludur. Mümin bulunduğu ortamda bu yaşamlara şahit olduğunda onlarla iç içe bir yaşam sürmez. Onları terk ederek soylu bir yaşamın oluşumu için katkı sunar. Bunlara göz yumarak onlarla gününü gün eden bir mümin düşünemezsiniz, çünkü Mümin Allah’ın belirlediği ölçülere uygun yaşar. Bu ölçüleri hayatına referans almayan bir yaşamı Allah’a iman edenlerin hayatında görürseniz biliniz ki orada rota asıl hedeften çıkmış, yaşama farklı etkileyiciler yön vermeye başlamış demektir.

Gözlerini kalplerini ve kulaklarını hakikate kapatan ve oralı olmayan bir Mümin düşünemezsiniz.Onlar yalana tanıklık etmezler/yalan söze kulak vermezler. Boş lakırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler.”

“Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında, kör ve sağırlar gibi onlar üzerine kapanmazlar.” Yalana şahitlik etmeyi bırakın tanık olmak bile onları alçaltır. Onun için Allah’a iman eden soylu bir yaşamın neferleri, yalanla ilgili ortamlara tanık olmaktan utanç duyarlar, bırakın onların savunulmasını… Oysa yaşadığımız ortamlarda İnsanlar tanıdıklarının ya da taraftarı oldukları bir düşüncenin savunanın dilinden insanlık aleyhine olumsuz ve yalan ifadeler çıktığını gördüklerinde, ona karşı koymadıkları gibi, onun sağında solunda içinde gizli kalmış kendilerinin bilmediği hikmetler arar olmuşlar. Böylesi bir yaşamın onurlu ve soylu bir yaşam olduğunu düşünebilir misiniz?

Allah’ın kulları Allah’ın ayetleri karşısında kör ve sağır davranmazlar. O ayetlerin önüne başka bir söz geçirmezler, Allah’ın sözlerini başka sözlerle yarıştırmaz ve böyle yapan ortamlara tanık bile olmazlar. Allah Ayetleri üzerine tartışan ve onu gündem yaparak onunla ilgili kendi kanaatlerini ayetlerin üzerinde tutarak kendilerini ön plana çıkarıp kendi konuşmalarının gündem olmasını isteyen bir varlık, Allah’ın sadık kulları arasında yer alamaz. Günümüzde Allah’ın bir ayeti gündeme alındığı zaman Müslümanım diyen birçok ortamda şimdi ayetlerin zamanı değil, onları bir tarafa bırakalım diyerek, onu öteleyen ya da ondan uzak farklı konuları gündem edinenlerin bulunduğu ortama tanık olanlar da bu kapsam içinde yer alırlar. Allah’ın ayeti dendiği zaman hemen Kur’an’daki vahiy değil burada vurgulanan, hakikat olan her şey Allah’ın ayetidir. Bilimsel hakikatler, düşünsel ayetler varlık âlemindeki ayetler bunların hepsi, kulaklarımızı açmamız gözlerimizi kapamamamız gereken ayetlerdir. Ayet sadece vahiy demek değildir, âmâ hakikate tanık olan deliller alametler demektir. Bu alametlere gözlerimi kapayamayız. Onun içindir ki, Allah’a kul olanlar, bu hakikatleri iyi anlamak ve onlara gözlerini kulaklarını açarak, soylu bir tavırla tanık olmaları gerekir.

Mümin bulunduğu ortamın belirleyeni değiştireni ve yeniliklerin taşıyanı olarak hakikate şahit olmak zorundadır. Hakikate şahit olmayan günlük yaşamı işgal eden olumsuzlukların içinde yer alan ve onlarla boğuşup hakikatin yaşanabilir bir gerçeklik olduğuna şahitlik etmiyorsa, böylesi yaşamlar gazabın yaklaşmasına sebep olurlar. Yeryüzünde hakikati yaşayan ve o uğurda onurlu ve soylu mücadele ortadan kalkmış ve herkes bulunduğu halden memnun olmuşsa, İyilikler ortadan kalkar. İyiliklerin ortadan kalktığı yere Allah’ın hükmü hak olur. Onun içindir ki, yaşadığımız ortama gazabın gelmesini istemiyorsak kendimizle ilgili problemleri çözerek hakikate tanık olanlardan olalım ve yalancılığın egemen olduğu ortamların hiçbir noktasına tanık olmayalım…

Rabbim bizleri soylu bir duruşla vakarlı bir tavırla, yalancılığın lakırdıların egemen olduğu ortamlardan uzaklaşmayı nasip etsin ve boş olan her şeyden yüz çevirerek insanlık için faydalı ve hakikate tanık olacak yaşamı bizlere armağan etsin…

Bahadır Hataylı/03.04.2022/18.39

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!