Bu Blogda Ara

10 Şubat 2022 Perşembe

KURUMSALLAŞAN DİN, GÜCÜ MEŞRULAŞTIRAN BİR MANİVELADIR!

Dindarlık, gizleme, örtme, sahip olduklarını koruma reflekslerinin adı olamaz diye düşünüyorum… Dindarlık, her dinin kendi benimseyenlerinin dinginleşmiş bir hayat yaşıyor olmasıdır. Ancak günümüzdeki yansımalarına baktığımızda, böyle bir görüntü hiç olmadığı gibi, tamamıyla kendisiyle çatışma ve savaş halindeki insanların gerilimli saldırgan ruh hallerinin görüntüsü olarak karşımıza çıkmaktadır.

İslam’ı seçen dindarların iç dinginliklerinin yaşam ekranındaki karşılığı, tabi olduğu değer sistemiyle hiç uyumlu olmayan, aksine değer sisteminin içeriğini belirleyecek olan dindarın şekilsel ortaya koyduğu mitlermiş gibi, bir gurur ve kibir abidesi yaşamlara hep şahit oluyoruz. Onlar, tefekkür, zikir, mütmainlik, tevekkül ve takva gibi içsel huzuru oluşturacak dinginleyici değerlerle ruhi sükûnete ermeleri gerekirken, yaşam atmosferleri çok ciddi bir çatışma ve frenlenmeyen ruh haline sahne olmaktadır.

İslam’ın dindarı, hakikatin şahidi, adaletin canlı kalkanı, merhametin kaynağı, mazlumun kanadı, zalimin mitralyözü olması gerekir. Size ne oluyor ki, Rabbimiz, halkı zalim olan bu şehirden bizi kurtar- çıkar -diyen, ezilen kadınlar, çocuklar ve yaşlılar uğruna kalkıp mücadele etmiyorsunuz, İman edenler Allah için kalkar bu uğurda mücadele eder, inanmayanlar da Tağut yolunda mücadele eder…”Bu da gösteriyor ki İslam’ın dindarı her ortamda hakikatin tarafıdır, hakikate uymayan yaşamını, hakikat kılmak için dinden destekler oluşturarak, dinin içeriğiyle çatışan bir tavrı dinmiş gibi kendi dışındakilere dayatmaz.

Din ile güç işbirliği yaptığı zaman daima din kaybeden taraf olmuştur. Din kendi kendine güçle işbirliği yapmaz, ancak kendilerini dine aitmiş gibi gösterenler, din adına güç ve otoritelerle yakın temas ve dayanışma içinde olurlar. Bunların her dönemde çok örneklerine rastlarız. Mısırda bunun en açık örneği, mısırda güç ve hükümranlık elinde olan Firavun, her zaman dindarlarla diyalog içinde olmuş ve din adına vahye dayanan bir uyaranla karşılaştıklarında bu softa dindarların desteğine ihtiyaç duymuştur. Musa (as)’ın karşısına çıkan sihirbazların durumu tamda buna örnektir. Çünkü o günün dindarları Sihirbazlardı ve daima firavunla dayanışma içindeydiler, onun için de gücün yanında onun firavunluğunu meşrulaştırarak insanlara nötr olarak dağılmasına öncülük ediyorlardı. Bu durum zulümlerin daha fazla yaşamasına neden oluyordu. Emevilerde, Abbasilerde, Osmanlılarda, hatta İslam olmayan farklı toplumlardaki dinlerde de bunlara rastlıyoruz. Hindistan’ın İngilizler tarafından sömürüldüğü yıllarda dönemin İngiliz kralı, Hindistan’ı ziyaretinde Hintlilerin mabedini ziyarete gittiği zaman, mabede 500m mesafe kala ayakkabılarını çıkarmış yerde sürüne sürüne mabedi ziyaret ederek oradan ayrılmıştır. Bu duruma şahit olan Hintliler, olayı ülkenin çeşitli yerlerinde anlatarak yaymışlar ve bunu duyan herkes dönemin İngiliz kralının çok iyi ve dine saygısının olduğundan onun isteklerine boyun eğmişler… İngiliz kralının bu tavrı, Hindistan’ın 15 yıl fazladan sömürülmesine neden olmuştur. Yani dindarlar, dinin gerçek anlamından ve amacından uzak kendilerince oluşturdukları folklorik yaşamı dindarlık olarak benimseyip bununla avundukları her dönemde kendi sömürülmelerinin dışında çok geniş kitlelerin de sömürülmesini sağlamışlardır.

Emevilerin yönetimindeki ortama baktığımızda, aynı durumu orada da görmekteyiz. Yani yönetim yönettiği insanların inançlarını dikkate alarak onları pasifize etmek için onların değerlerini savunan, o günün ilim adamlarıyla doğrudan ilişki içinde olduğu muhakkaktır. Yani güç kendi varlığının devamı hususunda tehlike hissediyorsa, mutlaka o toplumun dini önderlerinden oluşan kanaat insanlarıyla dayanışma içine girdiğini görmekteyiz. Bu durum onların dinlerine çok saygılı olmasından ve insanların dinlerini doğru anlaması için resmi yönetim eliyle toplumun dini konularda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesini istemeleri olarak düşünülmemelidir. Aksine bu çabaların neredeyse tümü, Otoritenin kendi varlığını güvence altına almak, toplumdaki gerilimi ve patlamayı azaltarak ortadan kaldırmak için girişilen sinsi duruş ve oyunlar olduğu bilinmelidir.

Osmanlıdaki Şeyhülislamlıkta bu gibi Bizans oyunlarının gazını almak için kullanıldığını çok iyi biliyoruz. “Siyaseten katl” diye bir gelenek oluşturulmuştur. Yani siyaset gereği insanlar öldürülür ama bunun meşruiyeti dini otoriteler tarafından verilen fetva ile oluşturuluyor. Din ile dayanışma halinde olan yönetimler çok daha uzun süreli varlıklarını devam ettirmişler ve zulümleri de yönetilen dindarlar tarafından içselleştirilerek savunulur kılmışlardır. Ortaçağ Avrupa’sında da durum hiç bundan farklı değildir. O günkü devlet, kendi varlığını tehlikeye sokacak bir kıpırdanma hissettiği zaman, o uyanışı hemen Katolik dindarlarla ortadan kaldırarak bertaraf etmiştir. Avrupa da birçok bilim adamının darağaçlarında idam edilmesinin arkasındaki gerçekleri doğru okuyabilirsek, hep dindarların bunlara karşı durarak kilise tarafından yok edildiği anlatılır. Oysa Kilise bir paravandır. Asıl güç iktidar sahibi olan mal mülk ve para sahipleridir. Çünkü para kimdeyse güç de ondadır. Güç kimdeyse yönetim ve planlamada onundur. Dolayısıyla Kilise sadece bu yönetimlerin işini kolaylaştırmış, onların hissettiği tehlikelerin ortadan kalması için, tehlike arz edenlerin yok olmasının meşru temellere oturmasının fetvasını oluşturmuşlardır. Burjuvanın batıda tüm üretim araçlarına sahip olmasına rağmen, ezilen kölelerin isyanının önüne, ancak fetvalarla geçilmiştir. Katolik papazların yani kilisenin dindarlara yönelik verdiği fetvalar olmamış olsaydı, insanlar fıtratlarına yüklenilen yazılımları kullanabilselerdi, o zulümlere asla rıza göstermezler ve o karanlıklar da o kadar uzun sürmezdi.

Son yüz yıl içinde bunları ele aldığımız zaman kendi topraklarımızda ve komşumuz İran’da bunun çok açık örneklerine şahit olmaktayız.1925 ten sonra resmen şekillenen Diyanet ile birlikte, Osmanlıdaki fetva ve meşrulaştırma makamının devamı alenen ortaya çıkmıştır. Diyanet topluma doğru dini bilgi aktarmak ve din adına uydurulmuş anlayışları yok etmek, açık seçik saf bir dini inancı ortaya koymak için ortaya çıktı denirse, bu bizim aklımızla resmen dalga geçmek olur. Günkü o günkü şartlarda tekkeler zaviyeler medreseler çok yaygın olduğu doğrudur, ancak buralarda insanlara şirk, din diye, tevhidi bozan mitolojiler din adına anlatılıyordu bunun önüne geçmek ve dini doğrudan daha güçlü bir kurum haline getirmek için böyle bir teşkilat kuruldu demek bu oluşumların ruhu ile bunlar asla bağdaşmaz.

Eğer planlama güç eliyle yapılıyorsa ve bu güç üstelik doğru olanı insanlara sunmak için böyle bir mücadele veriyorsa, nasıl olur da, akla hitap eden bir din algısı, bu kadar karmaşık pasif ve zulme hiç ses çıkarmayan atıl bir özelliğe kavuşmuş olabilir. Böyle yapılmak için belli bir amaç ve planlama olmasaydı, bu duruma gelmesi düşünülemezdi. Demek ki o dönemin yönetimi güç sahibi olanlar, toplumda hala bir kalıntı olacağı düşüncesiyle o kalıntı doğru tevhidi inanışın mücadele ruhunu iğdiş etmek için, dini kurumsal bir yapıya sokarak, din adamları ile doğrudan alenen bir dayanışma içine girmiştir. Kurumsal dinin mali finansmanı doğrudan devlet tarafından sağlanmış çünkü bu kurum, yönetenlerin yönetimlerinin doğru yanlış olup olmadığına bakmaksızın, yanında olmak ve onun meşruluğuna dinden fetva oluşturmak için vardır.

Dini otoriteler, gücü korumak ve onun daha geniş kitlelere rahat ulaşmasını sağlamak, onlar üzerindeki hegemonyasını sürekli kılmak ve ayrıca o sürekliliğini de insanların içselleştirerek kabullenmesini sağlamak için, din gibi bir inanıştan meşruiyet almadan yapabilmesi mümkün müdür dersiniz?

Düşünen ve sorgulayan bir beyin olarak diyorum ki, o kontrolü sağlayabilirsiniz belki, ancak bunu içselleştirerek savunur duruma geçmeniz mümkün değildir, inanç ekseninde sizi bağlayacak bir durum yoksa… Bizim toplumda, devlet, vatan, bayrak gibi değerlere sahip çıkılması ve onların korunmasına inanmak, durup dururken öylesine oluşmadı. Onun din ile irtibatlandırılan bir yanı olmasaydı bu kadar hassasiyetin olmasını bekleyemezdik ve olması da mümkün değildi. Tüm siyasal otoriteler, toplumların inandığı dine hizmet eden din uluları ile ama doğrudan ama örtülü bir işbirliği ve dayanışma sözleşmesi yaparak toplumu yönettikleri bir gerçektir.12 Eylül 1980 darbesi sonrası Doğu ve Güneydoğudan birçok gencin bulunduğu bölgeden alınarak bazı Cemaatlerin içine getirilmesi ve kurslarda din öğretilmesi acaba nesli çok düşündüklerinden mi böyle bir hizmet yaptı dönemin Cumhurbaşkanı Evren…1980 Öncesi Komünizm geliyor, sizi dinsizleştirecek, kardeş kardeşe, birbirini öldürtecek, herkesin karısı kızı ortak olacak aile olmayacak vatan bölünecek gibi korku pompalamanın arkasında, aslında o günün uyanan gençlerinin yarınlarda karşılığının olacağı bilindiği için, bunu boğmanın yoluna gittiler, boğmak için de din havuzunu kullanarak bu boğma işlerini yaptılar. Yani suya sabuna dokunmayan, insanları pasifize eden, zalimlerin zulmü ile hiç alakası olmayan, hatta zalimlerin zulmünü meşrulaştırmak için fetvalar oluşturan, kendi yaşamak istedikleri ortamı yaratıp sonrasında bu ortamın meşruiyet zemini için dinin referanslarını kıstas aldıklarını söyleyen din dışı oluşumlar din adına var oldular… Bu var oluş dinin hayatın dışına sürgüne gönderilmesiydi… Kadavraya dönmüş, albenisi yok olmuş, ruhu imha edilmiş, posası din bezirgânlarının elinde yöneticilerin istekleri doğrultusunda tütün hoşafı gibi, güç sahiplerinin sofrasından topluma ikram edilmeye başlandı… Bu hoşaf hem uyardı nikotin gibi, hem ağız tadı verdi manevi iklimde gökyüzünde bulutların üzerinde sizi gezdirdi. Yani her taraftan sizi kuşatan bir iklim yaratıldı bu iklimde ne arasanız hepsi yetişiyordu süründürmek için, âmâ asla sizi diriltip ayağa kaldıracak bir ürün yoktu… Çünkü yönetenler ile sizin güvendikleriniz sizin uyumanız ve sezinizin çıkarılmaması adına bir mukavele yapmışlardı. O mukavelenin maddeleri size din diye pazarlanacak siz ondan manevi haz alacaksınız ama sömürüldüğünüzü asla anlamayacaksınız, sizin sömürülmenizi sağlayan güvendiğiniz dini kanaat önderleriniz de güç ve iktidarlara, sizi çok iyi sömürecek kıvama getirdiklerinin bedelini fazlasıyla alacaklardı… Yani cümbür cemaat herkes yaşayacak ve halinden memnun olacaktı ve de öyle oldu. Bu süreç geçmişte nasıl başladıysa aynı hızla hiç aksama olmadan yoluna devam etti…

Olayların oluşum ve gelişim süreçleri böyle başlamasına rağmen, bu oluşumları oluşturan anlayışlar aynı zamanda bunlara karşı ve onlarla sürekli savaş halindeymiş gibi naralar atınca, dindarlar tarafından kabullenilmesi ve savunulması da o kadar kolay oldu… Dini yeniden şekillendiren ve ona kurumsal bir kimlik veren anlayış kendisi din düşmanı oldu, o kurumların oluşumuyla inancının yakından uzaktan alakası olmayan dine sadakatinde samimi olanlar da bu oyunu kolay yediler ve kendileri o kurumların koruyan ve kollayanları oldu, o kurumları oluşturanlar da onlara düşman ilan edildi. Yani istenilen hedefe varılmıştı. Bundan sonrası kendiliğinden devam edecekti çok çabaya gerek kalmamıştı.

1980 sonrası yönetim olarak dine sahip çıktığını söyleyenlerin hepsi, din ile doğrudan alay etti ve dini yaşamak isteyenleri zindanlara hapsetti… Güç erki, dini kurumlarla olan dayanışmayı o kadar genişletti ki, tekke zaviye ve tarikatlara karşı savaşan tutumunu yok saydı, Feto gibi bir ehlisünnet fedaisi CIA bozuntusu ve MOSSAD sathında çalışan birini milletin başına bela etti. Oysa bu şahıs 1980 öncesinde aranıyordu ama 1980 sonrası hızlı bir büyüme ve legalleşme sürecine girdi. Neden bunlar oldu, kimse merak ediyor mu bilmiyorum ama benim merakımı mazur görün, İnsanları aldatmak için resmi kurumsal dini söylemler etkisini azalttığı için, sistem dışı dini oluşumların beslenmesini gerekli kılmıştı, gerçek müminlerin önünü kesmek ve oluşan yeni uyanışları planlanan karanlıklarda imha etmek için…

Evet, planlar bazen planları doğurabiliyor, işte o dönemden kalan bu miras, son 20 yılda sistem dışı kalan dindar insanların çok ilgisini çekmiş olmalı ki, tamamıyla bu anlayışları, oluşumları ve geçmişi karanlık kuruluşları savunur oldular, hatta kahramanca siper oldular.

 Sebebine gelince onları da birkaç madde ile özetlemek konunun önemi açısından önem arz etmektedir.

Dini gitmiş darı kalmış bir anlayışı, bize din olarak sunmak isteyenler, hakikaten dinden çıkardıklarını, dindar olarak dar kalıplara sıkıştırıp cendereye aldılar ondan sonra bu cenderedekiler bağırdıkça bağırdı, çünkü kendisini cendereye alanlar ancak onu oradan çıkarabilirdi, Bu zor duruma düşmüş dinidar olanlarımız din adına bu cendere sahiplerini ve anlayışını savunarak kendini kurtarmak için önüne gelene saldırı ve küfrü marifet bildi… Çünkü oradan kurtuluşu bu saldırılarına bağlıydı.

Geçmişte kendisiyle alakalı olmayan bir sistemi sahiplenerek kendi inancını da benimsemediği sistemin emniyet spobu haline getirerek yeni bir dünya kurduğunu sanmak kadar komik bir anlayış olur mu dersiniz…

Sizi imha eden bir yapıyı korumak için savunma refleksleri oluşturmak ve otomatik ayarlama sistemiyle her gölgeye tepki oluşturmak hakikaten çok acı değil mi?

İlk oluşum aşamasında güç dini kullanırken, gelinen nokta itibarıyla din güçle birleşmiş ve bir izdivaç yapmış görünüyor ama bu izdivaç tamamıyla çıkar amaçlı yalancı izdivaç; asla gerçeğe dönüşmeyecek bir izdivaç olacaktır.

Bu izdivaç oluşurken de belli çıkarımlar gerçekleştikten sonra eyleme geçilmiştir. İki dul insan evlilik yaparken karşılıklı talepler arasında öncelikle önceki eşlerden çocuk var mı varsa bunlar nerede kalacak, bizim yanımızda olurlarsa bu iş olmaz çünkü ben çocuk istemiyorum diyen bayan ise erkek de aynı şartları ileri sürebiliyor yani karşılıklı birbirini, ne kadar sahip olduklarından uzaklaştırırlarsa anlaşma durumları da o kadar kolay oluyor. İşte, bugünkü sistemin durumu da buna benzemektedir. Dün sistem dışı kalan dindarlar, resmi kurumsal dini anlayışa çok sıcak bakmadığı halde, bugün o anlayışların misyoneri oldu, gücü de ele geçirince sorun olarak gördüklerini sorun olmaktan çıkarıp, birbirini tamamlayan bir bütünlük olduğuna inandı.

Yönetici gücün yanlışları eskisi gibi kurumsal dini otoriteler tarafından meşrulaştırılmaya çalışılmaz oldu. Çünkü sistem dışı kalan dindarlar, güç sahibi ise din ile yönetim, bir olmuştur. Yani din yönetimde, yönetici de dindardır anlayışıyla yönetimin yaptığı her eylem doğru yanlış olduğu sorgulanmaksızın kabul edilmesi gereken bir nas olarak görülmüştür; dünün sistem dışı, bugünün sistem savunucusu dindarları tarafından…

Bir yönetimin, dindar olduğu sanılan toplumda, dinin yönetim olarak görülmesi kadar kötü bir durum olamaz. Çünkü yönetimin yaptıklarına dini bir hüviyet giydirilirse, sizin böyle bir yönetim hakkında konuşacağınız her cümle ölüm fermanızın imzalanmasına neden olur.

Yönetimin, dinin koruyanı ve savunanı olduğuna, dindar bir toplumun inanması demek, o yönetimin attığı ve atacağı her adımın peşinen kayıtsız şartsız kabulü ve karşı olanların da ölüm fetvasının meşruluğu anlamına gelir… Bunu doğrulayan çok fazla örneklere şahit olabilirsiniz, Sen gidersen ümmet yetim kalır, Ümmetin umudu, yapılan hiçbir şey yanlış değil, bizim bilmediklerimiz vardır. Haşa, Allah’ın tüm vasıflarına sahip, sanki Allah’la konuşuyoruz gibi, peygamberden sonra bir elçi gelseydi vallahi başkası olmazdı vs. bunlar, lokal düzeyde görülen bir sapık algı olarak algılansa da, aslında büyük bir topluluğun zihninde bu cümlelerin ve ifadelerin karşılığının olduğunu düşünüyorum… Fanatik tutuculuk bu yanlış ortamın apaçık göstergesidir.

Bir yönetimin kendisi din elbisesi giymeden, yönetene giydirilen bu elbise tüm yanlışları meşrulaştırabiliyorsa, yönetim din elbisesi giyerse buna itiraz edenin yaşam hakkı kalmayacağını düşünüyorum…

Ondan dolayıdır ki, dindarlık, sükûnet, dinginlik, merhamet, eminlik ve hakka şahitlik değilse reel yaşamdaki karşılığı, orada din hakikaten daraltılmış demektir. Dini din olmaktan çıkaran ve sistemin koruyucu kalkanı haline getiren anlayışlar, bugün gelinen noktada dindarların bu mirası devralmasıyla, meşru olmayan tüm içerikler meşrulaşarak hayatın olmazsa olmazı haline gelmiştir. İşte o zaman çok ciddi bir zihin körlüğü, daraltılmış dinle yaşamdan çalınan hikmetin yerini, anlayışsız, feveran eden, saldırgan, ince ruhtan uzak, anlayış kıtlığı çeken, tartışmaya meyyal, cehaletin zirve yaptığı bir yaşam alır. Böylesi ortamlarda kimsenin birbirine güveni kalmaz, tehlikenin nereden ne zaman geleceği belli olmaz, sürekli gerilim, yükselen seslerin anlaşılma yüzdesi az ama beklentilerin yüksek olduğu yaşamlar doğar… Attığınız her adım dini açıdan değerlendirilir, tüm olumsuzluklar da din adına bir meşru gerekçeye dayandırılır… Yusuf (as) kavmi, Yusuf aleyhi selamdan sonra Allah asla başka birini göndermeyecektir; diyerek nasıl sapıklığın zirvesine adım attılarsa, günümüzde de insanların aynı sapıklığı yaşadıklarına şahit olmaktayız. Böyle olursa kesinlikle böyle olur, olmazsa olmaz gibi cehalet içerikli açıklamaların tümü, ahmaklığın cehaletten aldığı gazla, hakikate karşı yarışa giriştiği ortamlardır.

Rabbim bizleri, kutsallar oluşturarak bu kutsalları da dinden bir bütünmüş gibi gösterip dinden uzaklaşanlardan eylemesin…

Din ile dinden uzaklaşmak kadar korkunç bir durum olamaz. Hiç kimse dinden uzaklaşmak için doğrudan dini yok sayıp inkâr etmiyor… Dinden kopuşlar genellikle vahye dayanan dinin içine ya da onun yerine hoşumuza giden içerikler katarak zamanla vahye dayanan dini hayatımızdan çıkarmakla başlıyor. Dinden koparak din ihdas edenler, ihdas ettikleri dini zorla dayatıyorlar… Oysa Allah’ın dininde zorlama yoktur…”Dinde zorlama yoktur, doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır, kim tağutu yalanlar Allah’a yönelirse o kopması imkânsız bir bağla Allah’a bağlanmıştır…”İşte böylesi bir dine inanan ve doğrudan aracılar olmadan, katıksız Allah’a kulluk edenler, hakikate şahitlik ederler… Diğerleri kendi yarattıkları tanrıya iman ederler ve yaşamlarını desteklemek için de yaratıcının gönderdiği vahiyden delil oluşturarak çirkef yaşamları Allah’ın en güzel sözü ile doğrulamak isterler… İşte böylesi yaşamlar necistir, onlardan uzaklaşırsanız rahmana yaklaşırsınız, rabbim bizleri aklını gereği gibi kullanan, Allah’ın halis dinini sadece kendisine has kılan ve doğrulukta yarış içinde olan, emanetlerine riayet eden, Allah’ın adını kullanarak insanları aldatmayan, biz sadece rabbimize güzel sözle çağırırız, ona hiçbir şeyi şirk koşmadan Müslümanların ilki olmakla emrolundum diyen yaşamların içinde olmayı nasıp ve müyesser eylesin… Amin

Selam saygı sevgi muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/10.01.2022/03.25

9 Şubat 2022 Çarşamba

TOPLUMSAL DEĞİŞİMDEN KÜRESEL KUŞATMAYA BİR YOLCULUK

 Toplumsal değişimin içeriğinde çok ciddi değişimlerin yaşandığı günlere eriştik. Toplumsal değişim, belli bir zaman diliminde, belli bir toplum yaşamında gözle görülebilen ve önemli dönüşümlere neden olan farklılaşmalar olarak gösterilirdi. Yer ve zaman kavramı değişimin temel dinamiğini oluştururdu. Bugün geldiğimiz nokta açısından baktığımızda, bunların çoğuna rastlayamazsınız belki, âmâ toplumsal KUŞATMANIN alasını yaşarsınız.

Toplumsal değişimin yönünü hızını ve kapsayıcılığını belirleyen temel dinamikler, bireysel tutum kanaat ve davranışların toplumsal boyut kazanmasıyla ortaya çıktığını biliyoruz. Ancak içinde bulunduğumuz yaşam atmosferi doğrudan toplumsal tutum ve isteklere dönüşerek, fertleri biçimlendirir oldu. Yani ferdi değişimler toplumsal değişimin içinde kaçınılmaz bir son olarak yaşanır oldu. Bundan dolayı eskiden istenmeyen bir etkileşim ve oluşumun kapsam alanı daraltılabilir zamanla da ortadan kaldırılabilirdi, ancak günümüzde bunun belli bir alana sıkıştırılması ve dar alanda bırakılması mümkün değildir. Kapsayıcılık yukardan aşağı, insanların tamamını aynı anda harekete geçirecek özellikte mermi gibi beyinlere kalplere ve yaşama nüfuz ederek varlık sahnesine iniyor…

Toplumsal değişime etki eden önemli oluşumlar yani olaylar artık o kadar etki etmeyecek gibi, çünkü olay olarak ele aldığımız o oluşumların günümüzdeki yansımaları birer olgu olarak ortaya çıkmakta ve sürekli tekrarı söz konusudur. Ne yer ne zaman ne kişilerden söz edemeyeceğimiz düzeyde genel geçer bir davranışa dönüşerek çığlıklarını öyle bir dikta ediyor ki, o çığlıkların dışında kalan kendisini yaşamdan kopmuş hissediyor ve ona sarılmayı yaşamanın temel gayesi olarak algılayıp o akıntıda yok olup, toplumsal değişim ve dönüşümün içinde bir zerreye dönüşüyor. Peki, karışımdaki yerini almış bu zerreler, toplumsal değişime ne kadar etki eder dersiniz?

Sanal dünyada araziler alıp satıyorsanız, düğünlere, konserlere konferanslara gitmeden, gözlüğünüzü takarak o ortamın her türlü havasını teneffüs edip orada yaşıyorsanız, gerçek yaşam dediğiniz bir yaşamın varlığını nasıl anlatabilirsiniz? Gerçek yaşamda fiziksel dokunuş, temas ve iletişim söz konusu iken, burada da bunların hepsiyle karşılaşıyorsunuz ruh gibi, ancak fiziki varlığınız yok, sizin görüntünüz bu âlemde gezip dolaşıyor sizin yerinize…

Dijital çağ dediğimiz zaman, insanlar sanıyorlardı ki, yaşamı kolaylaştıran daha çok imkânlar sunan, insanların her türlü düşünme ve hayal gücünü geliştireceği bir ortama yaşam taşınacak… Oysa bilmiyorlardı ki, bedenleri imha olan, obezitenin pençesinde kıvrananların ruhlarını bedenlerinden alıp, o ruhların mutlu olacağı başka bir ortama taşınması söz konusuydu… Bedenleri ile işlevsiz kalanların, ruhlarını, hayallerini, tutkularını ve heveslerini o bedenlerden çıkarıp daha eğlenceli ve fazla sorumluluk istemeyen bir ortamda zevkin zirvesine taşımanın yolu bu olsa gerekti. Bu kokteyl yaşamı cazip hale getirdikten sonra böylesi bir oluşumu tüm insanlığın hayatına bir kabuk gibi giydirmek mümkün olacaktı. Bu giyinme o kabuğun dışında kalacakları da potansiyel düşman, hain, oluşmuş hayatı etkileyecekler olması gündeme taşınarak tecrit edilebiliyordu. Yani değişim dinamikleri, sizlerin dışında ve sizleri de kuşatan devinimi yüksek dinamiklerden oluşuyordu.

Böylesi bir devinimin karakteristik yanı kuşatıcılığıdır. Kuşatıcı oluşumların dışında kalarak sizin de onun içinde olduğunuz ve o devinimin kurallarına göre varlığınızı sürdürdüğünüz bir ortamın yönünü değiştirmeniz mümkün olmayacaktır.

Günümüzdeki değişim rüzgârları, yerel ulusal ve bölgesel esmiyor, doğrudan küresel esintiyle başlıyor dışardan içeriye bir kuşatma yapıyor. Küresel kabuk tamamlandıktan sonra, o kabuktan bir sızıntı yaşatmadan içeriyi kuşatarak etkisi altına alıp öylece dönüşüm yapıyor. Bu dönüşüm, çok tehlikeli bir dönüştürme şeklidir, bunun etki alanından çıkmanız neredeyse imkânsızdır. Ancak kabuk kendisini tamamlayıp olgunlaşmamışsa bu kabuğun dışında kendinize yeni bir yaşam alanı oluşturabilirsiniz, ancak sizin bu şansınızı da elinizden aldılar. Öncelikle yerel ulusal ve bölgesel gedikleri kapatarak onların kontrolünü sağladılar. Sonrasında sizi kuşatarak her yandan üzerinize yağmurlama sistemi ile yeni yaşamın değişim kodlarını saçtılar, bu kodlar dağıldıkları her ortamda reaksiyona girerek kimyasal, fiziksel ve metafizik bir devrim gerçekleştirdi. Bu devrimin meyveleri şimdi karşımıza dijital yaşam olarak çıktı.

Şimdi geldiğimiz noktadan geriye dönüş mümkün mü derseniz, benim şahsi kanaatim ve gelinen süreçler dikkate alındığında bunu imha edip, yeniden fiziki yakınlıkları ve bireysel iradeleriyle karar veren, iyi doğru yanlış, güzel gibi ayrımları yapabilecek özgür iradelerini kullanacak fertlerin varlığını devam ettirmesi çok zor görünüyor… Yani bundan sonra küresel kitleler bazlı kararların alındığına şahit olacaksınız. Bunlarda karar olmanın ötesinde, önünüze konulanlardan birini seçmek zorunda kaldığınız dayatmalar olacaktır. Ancak dayatma değil, insanın kendi yaşamını kendisinin oluşturduğu ballandırılarak anlatılacak, kendisi olmayan fertler de kendisinin var olduğunu sanacak yani iradeleri imha olmuş, özgürlüğü küresel kuşatmanın eline terk edilmiş sera tabakasının içinden dışarıda yaşıyormuş gibi bir yaşam düşleyerek son nefesini noktalayacak… Bu sürecin yeniden tersine dönmesi için ilahi bir mucizenin gerçekleşmesi, ya da bu kabuk dışında kalanların çok hızlı organizeli ve debisi çok yüksek bir akım oluşturarak bu kabukları parçalamasıyla gerçekleşir.

Peki, bu kabuklar kat kat kartlaşmışken nasıl değişebilir diyenler olabilir, doğrudur, çok zor olanı gerçekleştirmek elbet mümkündür, ancak bu, ilahi mucizenin oluşum kurallarını idrak eden, kulların kuralına uygun davranılmasıyla mümkündür. Bu gün insanlık için genel kural hız ve haz döngüsüdür. Çok hızlı bir şekilde çok yüksek haza ulaşmadır. Bunu gerçekleştirmek için, ortak haz, ortak hız ve küresel sera tabakası içinde serada yaşayan varlıklar üreterek, bunların da hallerinden memnun olmasıyla, küreyi yöneten baronlar rahat nefes almayı düşünerek böyle bir yola çıktılar. Büyük oranda son üç yıl içinde de bu hedeflerine çok yaklaşmış görünüyorlar… Onların bu hedeflerine yaklaşmış olmaları ayrı bir konu, bu hedefin sürdürülebilir olması daha ileriki bir konu. Ne yazık ki, dünyanın çeşitli yerlerindeki ülkelerin yöneticilerinin ikna olması ve onlara destek olmasıyla bu sürecin sürdürülebilir moda girdiğine şahit olduk. Dünya Ekonomi formunda alınan kararlar ve o kararlara imza atan her devlet yöneticisi, küresel değişim ve dönüşüm tabakasının kuvvetlenmesini istedikleri bir gerçektir. Onun içindir ki bu oluşum canlılık kazanıp dünyayı kasıp kavururken, biz neden böyleyiz diye, kendimizi bunun dışındaymış gibi görerek, anlamsız sözcüklerle gönül avutmanın anlamı olur mu dersiniz?

Corona muhabbeti böyle bir değişim bombasının tüm dünyada hissedilmesinin en önemli tetikleyicisi oldu. Zaten bu olacaktı, âmâ insanlar nasıl inandırılacaktı onda tereddütteydiler, ne yazık ki ülke yönetimleri eliyle bu süreci aşmaları da o kadar zor olmadı. Corona muhabbetine inanarak, insanları bu sürece zorlayan her kanaat sahibi kişi ve kurum, küresel kuşatmanın çadırının kurulmasında çadırın ayaklarını çakan bir çivi olduklarını bilsinler isterim…

Bireysel heyecanın olmadığı, küresel bir uyarıcı karşısında herkesin tepkisinin standartlaşması yapılmaktadır. Aynı, benzer ya da yakın tepkiler varsa, aynı uyaran karşısında bunların yönetimi kullanımı ve yönlendirilmesi de o kadar kolaylaşmaktadır. Yani insanlığın yaşamının kalitesinin artırılması, daha kolay daha yaşanılır bir dünya için, az zamanda daha az emek harcayarak, güzellikleri tattırma yeri olmayacak bir dünyaya doğru son hızla gidiyor bütün bir insanlık… Bu gidiş önce genel bir akıl tutulması yaşatılarak, sonrasında toplu akıl imhası yaşamış bütün bir insanlığın beynini resetleyerek, onları yakalandıkları hastalıklardan kurtardıklarını söyleyecekler, ancak resetlemenin, yeni yaşamanın beyinlere formatlandığını kimse algılamadan, yeni yaşamın savunulmasına şahit olacaksınız ve de öyle olduğunu da zaten görmekteyiz.

Geçmişte asırlar geçerken, insanların yaşamında gözle görülen bir değişime çok az şahit olurdunuz. Oysa yaşadığımız bu süreçte, değişimin çok hızlı olduğunu akşam yatıp sabah kalktığınızda ihtiyaç ve istek listenizin değiştiğini, tutum ve eylemlerinizin yeniden biçimlendiğini kafanıza vura vura kabul ettiriyorlar…

Yani diyeceğim o ki, toplumsal değişim yok artık, zihin, hayal, duygu, arzu, istek düşünme ve haz gibi hümanizmal yaşamın dijital sanal yaşama montajı var… Bu isteklerin şekilleneceği ve devamını sağlayacak kaporta zaten oluşturuldu, bu da küresel baronların dünyayı yönetme isteklerindeki (ilahlık)  hükümranlıklarını kabullendirme çabalarıyla yerine oturdu. Bu çabaların amaçlarına ulaşmasının en önemli figüranları, yerel, ulusal ve bölgesel yöneticiler olduğu asla unutulmamalıdır. Bu figüranların yaşattıkları olumsuzluklara yapacakları eleştiriler, kimseyi kandırmamalıdır diye düşünüyorum. Her tarafı mayın döşeyerek oradan geçenleri öldürenlerin, ölümler sonrasında acımış gibi gözükerek özür dilemesinin nasıl ki, hiçbir anlamı yoksa Dünya ekonomi formuna katılarak yenidünyanın oluşumuna imza atanlar ve bu dünyanın oluşumu için kendi insanlarını, bilim adamı adı altında, akademik apoletlilerle aldatmaya çalışanlar bu işlerin baş sorumlularıdırlar…

Bu yolu değiştirmenin değil de, bu yola hiç girmemiş olanların yeni bir yol açama imkânı her zaman olacaktır. Bütün bir dünyayı sömüren bu güçlerin bu gidişini, merhum Sezai Karakoç’un “Her hareket bir insanın ayağa kalkışıyla başlar” dediği cesaret ve duruşla deştirmek mümkün olacaktır. Bunun için öncelikli yapılması gereken, Dünya adalet platformunu oluşturacağız ve dünyanın tüm nimetlerinin dünyada yaşayan tüm canlıların hakkı olduğunu dünya kamuoyuna deklare edeceğiz ve sonrasında dünyanın %80 sömürülen insanların desteğiyle kendimizi dünyanın yörüngesini değiştirir durumda bulacağız. Ancak dünyanın sömürülen insanlarını sömürgeden kurtarmak isteyenler öncelikli ve inandırıcı olarak kendi yaşadıkları ortamda adaleti tesis edecekler ki, kendi insanıyla dünyanın her yerine bir çıkartma yapabilsinler…

Kendi bulunduğunuz ortamdakileri inandıramadığınız bir kimlikle dünyanın neresine ne götürürseniz götürünüz; meşalelerin elinizde sönmüş olarak kalacağını bileceksiniz…

Dünyayı içine girdiği bu banalım ve kaostan çıkaracak olanlar ancak belli kriterlere uygun olmayanlar olacaklardır. Bunlar da insanların tanımlamalarıyla deli olanlar olacaklardır. Delilerin, tüm yeni değişim çılgınlıklarını, tarihin karanlık sayfalarına karanlık harflerle yazarak, bütün bir insanlık için doğal değişim sürecine yeniden başlayacakları günleri özlemle beklerken, her değişimin iyi olmadığının bilinmesinde büyük bir fayda olduğunu herkesin bilmesini istiyorum…

Dünyanın sonunun her geçen gün ve uygulamalarla daha fazla yaklaştığı çağda, yeniden rayına oturmuş kendi doğal değişimini yaşayan her canlıya adil imkânlar sunan bir dünyaya gözlerimizi açmak ümidiyle, Yaradandan başka kimseden çekincesi olmayan delileri, istikamet üzere dosdoğru ekini ve nesli yok etmek isteyenlere karşı ayağa kalkmaya davet ediyorum…

Değişimlerin imha olduğu, değişmemek üzere insanların dönüştürüldüğü bir yaşamdan, evrende değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir, yani yaratıcı her an yaratma halindedir, anlayışıyla bu değişimin düzgün doğru sürekli hayırda yükselen bir grafik olmasını isteyenler olmamız ümidi ve sevinciyle… Gelecek güzel günlerden koca bir demet armağan ediyorum değişim delilerine…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

”Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah sizin durumunuzu değiştirmez ”Ayetinin yaşamdaki karşılığının anlaşılmasında ilmiyle bizlere katkı sunan Cevdet Saide’de bu vesileyle tekrar rahmet diliyorum mekânı cennet olsun…

Bahadır Hataylı/08.02.2022/22.15

7 Şubat 2022 Pazartesi

AVANTAJLI İNSANLAR ARARKEN KARANLIĞA SAPLANDIK

BU TOPLUMDA DEZAVANTAJLI OLAN KİMSE YOKTUR HERKES AVANTAJLIDIR…”(!)     Devlet bahçeli

 Avantaj ve avantaj olmayan nedir bunu konuşacak değiliz, ancak bir arada yaşayanlardan kimler avantajlı kimler avantajlı değil onları biraz olsun ortaya koyarsak, toplumdan haberi olmayıp milleti düşündüğünü zanneden Milletten haberi olmayanlar da belki kulak misafiri olurlar…

 Bu toplumda her dönemin adamı olanların kendileri, çocukları, akrabaları, yakınları, eşleri ve dostları her zaman avantajlı kesimde yerlerini almışlardır.

Kanunlar, ihale şartnameleri bunları dikkate alarak oluşturulur. Emniyet Adalet bunları her ortamda koruma kalkanı içine alır, bunların dışındaysa olaylar o zaman araştırma gereği duyulur…

Üst düzeydeki yetkililerin atanması bunların ağızlarından çıkan söze bakar.

Bankalar, devlet imkânları bunlarda şart aramadan tüm boyutuyla önlerine her şey dökülür.

Trafikte %100 hatalı olsa bile karşıya gözdağı vermek için, sen benim kim olduğumu biliyor musun diye korku sinyalleri yollar…

Ülkeyi yöneten Başbakanları karşılamak için gerekirse eşofman, pijama, hatta şortla bile karşılayabilir, uşağum sen ne yapaysun diye bıyık altından gevrek gevrek kelimeler dökmek en büyük hobisidir…

Karısı, kızı oğlu kendisi daha nesi ve nesi kamu kurumlarından maaşlar alırlar, öğrenci olan oğlu bu milletin vekiline danışmanlık yapar, anası başka birine danışmanlık yapar kızı bakanlıkta müşavir olur, babaları da bakan ya da başbakan danışanı olur cümbür cemaat geçinip giderler ama yine de imkânları sınırlı her istediklerini alamazlar, önemli ihalelerin takibi bunlardan sorulur…

Kamu kurumlarından aldıkları 40 50 bin lira bunların araçlarının yakıtına yetmediği için kamu özel sektör ortak işletmelerin çoğunda bunlar yönetici Olurlar, çünkü bu avantajı elde edemeyenler oraları yönetemezler, isterse ülkenin en saygın kurumundan başarıyla mezun olmuş olsunlar, avantajı yoksa bir hiçtir.

Bunlar her türlü rezaletin zirvesinde olsalar da, her daim saygınlıkları yüksektir çünkü avantajlı bir yerde bulunurlar… Onlara olumsuzluk tesir etmez… Gayri meşru ilişkisinden olan çocukları, yasak aşkın meyvesi, amuduyla devleti soymuş olsalar, usulsüzlük olmuştur ama hukuken bir yaptırımı olmadığı için iş kazası olur…(!)

Nasibi gideceği yerde hiç emek harcamamış olsa bile kendisinden 1500 km hızla daha önceden gelir… Bunlar için zaman sorunu yoktur, iş ve zaman arasındaki denklem bunları etkilemez, anlık bir durumda hemen milyon dolar sahibi olabilirler, Kamu kurumlarının özelleşmesinde bir kuruş vermeden, bir başka kamu kurumundan alınan parayı özelleştirmeye verip cebinden bir kuruş çıkmadan milyonlarca kara geçer, çünkü işlerini çok iyi bilirler…

Bunlardan devletin alacağı olduğu zaman, bir milyar da olsa devlet hemen alacağını silip ona yeni imkânlar sunar, devlet onlara onlar devlettekilere verdiği için, karşılıklı paylaşımda ustalar…

Bazen öyle olur ki ifade vermeleri gerekirse savcı ayaklarına gider ama onlar savcıya gitmez,

Bunları filmlerde sanırdık oysa yaşamın kendisinin film olduğunu anlayınca film izlemekten vazgeçtim…

Doymak bilmeyen bir karınları var, dünyayı yeseler yine onların ihtiyacı var, çünkü onlar hep çalıştıran başkaları da onların çalışanıdır… Çalışanı çok olduğu için devletten bir pay alınacaksa onlar alır, âmâ çalıştırdığını da işinde tutar(!)Çalışanların böyle bir hakkı yok ki, zaten avantajlı olmayan yerde o, olsa ne olur olmasa ne olur…

Öyle bir seremoni var ki ortalıkta sanırsın bunlar tüm ülkeyi doyuranlardır, açıp baktığınızda ülkenin gelir kalemlerine, bunların yanına yakın olmaktan utanç duyarsınız… KDV ve ÖTV vergileri olmasa gelir vergileriyle siz bir aylık maaş ödeyemezsiniz o da belli kurumlara… Araç, sigara içki, elektrik, su, yakıt gibi kalemlerden alınan doğrudan tüketicinin verdiği vergiler olmasa halimiz perişan iken, bunların hiçbir avantajı yoktur, Allah’ın verdiği havayı solumak ve direksiz donatılan semanın altında yaşamaktan başka…

Her dönemin adamı olanlar aslında her döneme adam seçiyorlar bir anlamda, bazen yeni ve farklı sınıflardan oluşan avantajlı kesimlerde ortaya çıkabiliyor…

Farklı zamanlarda yönetimlerle birlikte oluşan avantajlı grupların bu şansları, onların gelenle birlikte olmaları ve çok iyi yıkama yağlama servisiyle hizmette kusur etmemelerinden dolayı, kazandıkları bir ayrıcalıktır… Ama bu ayrıcalıkların süresiz avantajlı konuma geçebilmesi için, her dönemin adamı olmayı becermeleri ve gelene ağam gidene paşam diyerek uğurlama protokolünde kusursuz olmaları gerekir.

Etnik kökene bağlı avantajlı ve avantajlı olmayanlar diye bir ayrımı yapmak istemiyorum… Çünkü her anlayışın, inancın ve ideolojik tarafın avantajlı olanlarına şahitlik yapmaktayız… Avantajlı olmayanların hangi kökenden olmasının ne önemi var ki, hepsi aynı çöplükte bir araya gelebiliyorlar zaten…

Bir toplumdaki mücadele aslında kamu imkânlarından ve ülkenin gelir kalemlerinden faydalanan ve faydalanamayanlar arasında olduğu muhakkak, ama insanları ideolojik kamplaşmalara ayırdığınız zaman, avantajlı olanların avantajlı yaşamları, yeniden süt liman olup devam ediyor, diğerleri de sürünmeye mahkûm oluyorlar… Ondan dolayıdır ki, toplumsal problemler ele alınacaksa, her düşünce ideoloji ve inancı bir tarafa bırakıp kâinatın sahibinin her canlının rızkına kefil olduğu hakkı alıp önce biyolojik canlı olduğumuz anın bir kutlamasını yapalım… Ondan sonra aklını kullanan canlı insan olmanın gerekleri ve yaşam düzeyi nasıl olmalı onun ortamını oluşturmak olmalı hedef… Avantajlı kesimler dediğimiz gruplar, kendi avantajlarını devam ettirmek için diğer canlılara rızık olarak verilenleri de gözlerini kırpmadan gasp ederek konforlarını sürekli kılmak istiyorlar. Yani onların konforunun devam etmesi için doğal olarak belli gruplarda avantajlarını kaybediyorlar. Ondan sonra yaşam alanı içinde bir tarafta sürünenler diğer tarafta süründürenler olmak üzere iki farklı uç ortaya çıkıyor…

Süründürenler, sürünenlerin nelere sahip olması gerektiğini ya da sahip olmaması gerektiğini belirlemeye kalmıyorlar mı, işte o zaman benim beynim hepten imha oluyor… Şu kadere bak ki, sürünenler kendilerini süründüren avantajlı kesimin ağzından çıkacak sözlere göre bir ömür düşleyip sonrada şükrediyorlar… Kime ne için şükrettiğini bilmeyen bu zavallılar, onlar olmasa iş bulamayacakmış, onlar sayesinde ekmek yiyormuş, oradan çıkarılırsa iş bulamazmış vs. Yani korkaklık girdabının derinliğine gömülmüş bu insanlara, zihinsel ve ruhsal bir aşı yapılmadığı sürece, bunlar hep avantajlı olmayan tarafta ömür tüketecekler, diğerleri de kendisini hakikaten hak ettiği bir işin sahibi zannedecek…

Yani lahana tarlasının lahanalarını devşirmek için keçilerin hırs ve heveslerini tırpanlayacağız ki, lahanalar büyüsün, yoksa lahana, lahana olmaktan çıkacak, adı bile kalmayacak ama keçiler hep son sürat yayılıma devam edecek, sonrasında ne bulursa hepsini götürecek…

Avantajlı olanlar ile avantajlı olmayanların durumu keçi sürüsü ve lahana tarlasının durumu gibidir.

Peki, avantajlı tarafta olup keçi sürüsünde olmayanlar yok mu elbette var, onlar sadece ve sadece yeryüzündeki kazanımlarını insanlık için yeryüzünün imarı ve herkese bir fayda dokundurmak için çalışırlar, onların saygınlığı herkes tarafından kabul görmüş doğal saygınlıktır. Onlar her ortamda adam olanlardır… Onlar her dönemin adamı değil, her dönemde adam olanlardır. Onlar merhametli şefkatli sevgi dolu ve saygın insanlardır… Onlar hakikate şehitlik etmeyi hep isterler, ancak hakikat ortaya çıkmadığı için kendi dünyalarını hakikat olarak yaşarlar…

Bu insanların sayısının artması demek kimseye ayrıcalıklı alanların özel olarak tahsisinin mümkün olmadığı zamana geldik demektir.

Şimdi gelelim avantajın ne olduğunu bilmeyen ama gecelik bir sıcak yer bulduğunda oraya sığınmayı hayat sananların avantajlı(!) yaşamlarına…

Anne ve babanın ayrıldığı çocukların ortalıkta kalıp neden geldim ben bu dünyaya diyerek arabeskin dibine vurduğu, diğer yandan elini avucunu açarak dilenip, acılarını dindirmek için kendisini unutma yolunda bir adım atıp uyuşturucunun pençesinde sabahladığı,

Beslenme çantasına bir parça ekmek konulmadığı için, okulda ikindi vakti baygınlık yaşayarak kendinden geçen zavallı çocukları da katalım mı avantajlı olmayanlara,

Evlerinin kirası elektrik su ve doğal yaşam imkânları olmadığından bunları karşılayacak ortamlardan da yoksun olduklarından dolayı kendi isimlerini vermeden sosyal paylaşım ağlarında telefon ve mailler vererek kutsal bedenini evlerinin giderini karşılamak için satışa çıkaranları da ekleyelim mi avantajlı olmayanlara,

Babamın imkânı yok ama okumak istiyorum birçok yere müracaat ettim ancak bir yerden burs alamadım, sade devletten gelen KYK bursum var buda benim ihtiyaçlarımı karşılamıyor, bir iş arıyorum aylardır bulamıyorum partime kimse kabul etmiyor salgın da var, bana âşık olmayacak ancak okul bitinceye kadar ihtiyaçlarımı karşılayacak biriyle haftanın belli gününde birlikte olabilirim ama aramızda kalacak kimse bilmeyecek benim ailem muhafazakâr ben de istemiyorum ama okumak istiyorum başka seçeneğim yok diyenleri de ekleyelim mi avantajlı olmayanlara…

Hocam sen adamsın kimse benim yüzüme bakmıyor siz gelip bizimle oturuyorsunuz imkânınız varsa veriyorsunuz, size bir şey sorabilir miyim, hocam benim şimdi bu çocuklardan neyim eksik ben de bunlar gibi yaşamak okula gitmek istiyorum ama benim ortamım yok, kimse bizim elimizden tutmuyor tutan da bizi canavar gibi görüyor, vallahi ölmek istiyorum evde bir kız kardeşim bir annem var babam öldü…Ben bu hayatı sevmiyorum bende ölmek istiyorum diye umudunu toplumsal yığınların sarhoş gençliğinin yaşamına bırakmış bu gençte acaba avantajlı olmayan sınıfa girer mi…

Çadırları fırtınayla yıkılmış altında iki üç ihtiyar ve küçük çocuklar plazaların içinde avantajlı yaşamları rahatsız etmesin(!) onları oradan nasıl kurtarabiliriz diye gerekli yerleri aradığımda, hocam onlar zaten alışmış ev de versek yine o çadıra giderler kafanı takma diyenlerin olduğu ortamda bunlar acaba hangi sınıfa girer…

Zenginlikte sınır tanımayanların ve ihalelerden aracılıkta aldıkları pay yedi sülalelerine yetecekken, gelin bu insanlar için günlük her gün ve sürekliliği olan aşevleri oluşturalım ve onları toplumsal rehabilite sürecinden sonra üretici bir fert haline dönüştürelim dediklerimiz mangaldaki külleri bizim yüzümüze üfürürken kendileri közde ısınmayı tercih ederken acaba o küllere muhtaç olanlar da avantajlı olmayan gruba girer mi…

Hapishaneleri mesken tutan ve gittikleri anaokulundan sonra hapishaneye dönüp orada sabahlayan ve bu duvarlar içinde sosyalleşen küçük sabi çocuklar da avantajlı olmayan sınıfa girer mi? Atalarının yaptıklarından ya da onlara isnat edilen iddialardan dolayı çocukların aynı koşullarda yaşamaya mahkûm edilmesi sizce de nasıl bir duygu vicdanımızın direğine dokunmasın mı?

Yakın bir tanıdığı olmadığı için derece yaparak okullarını bitiren ve KPSS de ilk yüzün içine girmelerine rağmen Hâkimlik ve savcılık mülakatlarında elenerek kapı dışı edilip hayata küstürülen insanlar da avantajlı olmayan gruplara girer mi dersiniz(!)

İnanın bana burada yazmak istemediğim o kadar çok şey var ki, duyduklarım değil şahit olduklarımı paylaşıyorum hep… Ancak şahit olmayayım geçip gideyim diyorum ya beynimi ya kalbimi ya da duygularımı kemirdiği için yine kendimi o avantajlı olmayan insanlar arasına bırakarak, avantajlı olanların huzurunu ve rahatını bozmak istemiyorum…(!)

Devletin bahçesinde oturup ahkam kesmek o kadar kolay biliyorum, gidip geldiğin yer bostan, yediğin içtiğin ayran yan gel yat Osman denir böyle bir açıklamaya…

 

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/06.02.2022/23.40

                                                                                                          


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!