Bu Blogda Ara

7 Şubat 2022 Pazartesi

AVANTAJLI İNSANLAR ARARKEN KARANLIĞA SAPLANDIK

BU TOPLUMDA DEZAVANTAJLI OLAN KİMSE YOKTUR HERKES AVANTAJLIDIR…”(!)     Devlet bahçeli

 Avantaj ve avantaj olmayan nedir bunu konuşacak değiliz, ancak bir arada yaşayanlardan kimler avantajlı kimler avantajlı değil onları biraz olsun ortaya koyarsak, toplumdan haberi olmayıp milleti düşündüğünü zanneden Milletten haberi olmayanlar da belki kulak misafiri olurlar…

 Bu toplumda her dönemin adamı olanların kendileri, çocukları, akrabaları, yakınları, eşleri ve dostları her zaman avantajlı kesimde yerlerini almışlardır.

Kanunlar, ihale şartnameleri bunları dikkate alarak oluşturulur. Emniyet Adalet bunları her ortamda koruma kalkanı içine alır, bunların dışındaysa olaylar o zaman araştırma gereği duyulur…

Üst düzeydeki yetkililerin atanması bunların ağızlarından çıkan söze bakar.

Bankalar, devlet imkânları bunlarda şart aramadan tüm boyutuyla önlerine her şey dökülür.

Trafikte %100 hatalı olsa bile karşıya gözdağı vermek için, sen benim kim olduğumu biliyor musun diye korku sinyalleri yollar…

Ülkeyi yöneten Başbakanları karşılamak için gerekirse eşofman, pijama, hatta şortla bile karşılayabilir, uşağum sen ne yapaysun diye bıyık altından gevrek gevrek kelimeler dökmek en büyük hobisidir…

Karısı, kızı oğlu kendisi daha nesi ve nesi kamu kurumlarından maaşlar alırlar, öğrenci olan oğlu bu milletin vekiline danışmanlık yapar, anası başka birine danışmanlık yapar kızı bakanlıkta müşavir olur, babaları da bakan ya da başbakan danışanı olur cümbür cemaat geçinip giderler ama yine de imkânları sınırlı her istediklerini alamazlar, önemli ihalelerin takibi bunlardan sorulur…

Kamu kurumlarından aldıkları 40 50 bin lira bunların araçlarının yakıtına yetmediği için kamu özel sektör ortak işletmelerin çoğunda bunlar yönetici Olurlar, çünkü bu avantajı elde edemeyenler oraları yönetemezler, isterse ülkenin en saygın kurumundan başarıyla mezun olmuş olsunlar, avantajı yoksa bir hiçtir.

Bunlar her türlü rezaletin zirvesinde olsalar da, her daim saygınlıkları yüksektir çünkü avantajlı bir yerde bulunurlar… Onlara olumsuzluk tesir etmez… Gayri meşru ilişkisinden olan çocukları, yasak aşkın meyvesi, amuduyla devleti soymuş olsalar, usulsüzlük olmuştur ama hukuken bir yaptırımı olmadığı için iş kazası olur…(!)

Nasibi gideceği yerde hiç emek harcamamış olsa bile kendisinden 1500 km hızla daha önceden gelir… Bunlar için zaman sorunu yoktur, iş ve zaman arasındaki denklem bunları etkilemez, anlık bir durumda hemen milyon dolar sahibi olabilirler, Kamu kurumlarının özelleşmesinde bir kuruş vermeden, bir başka kamu kurumundan alınan parayı özelleştirmeye verip cebinden bir kuruş çıkmadan milyonlarca kara geçer, çünkü işlerini çok iyi bilirler…

Bunlardan devletin alacağı olduğu zaman, bir milyar da olsa devlet hemen alacağını silip ona yeni imkânlar sunar, devlet onlara onlar devlettekilere verdiği için, karşılıklı paylaşımda ustalar…

Bazen öyle olur ki ifade vermeleri gerekirse savcı ayaklarına gider ama onlar savcıya gitmez,

Bunları filmlerde sanırdık oysa yaşamın kendisinin film olduğunu anlayınca film izlemekten vazgeçtim…

Doymak bilmeyen bir karınları var, dünyayı yeseler yine onların ihtiyacı var, çünkü onlar hep çalıştıran başkaları da onların çalışanıdır… Çalışanı çok olduğu için devletten bir pay alınacaksa onlar alır, âmâ çalıştırdığını da işinde tutar(!)Çalışanların böyle bir hakkı yok ki, zaten avantajlı olmayan yerde o, olsa ne olur olmasa ne olur…

Öyle bir seremoni var ki ortalıkta sanırsın bunlar tüm ülkeyi doyuranlardır, açıp baktığınızda ülkenin gelir kalemlerine, bunların yanına yakın olmaktan utanç duyarsınız… KDV ve ÖTV vergileri olmasa gelir vergileriyle siz bir aylık maaş ödeyemezsiniz o da belli kurumlara… Araç, sigara içki, elektrik, su, yakıt gibi kalemlerden alınan doğrudan tüketicinin verdiği vergiler olmasa halimiz perişan iken, bunların hiçbir avantajı yoktur, Allah’ın verdiği havayı solumak ve direksiz donatılan semanın altında yaşamaktan başka…

Her dönemin adamı olanlar aslında her döneme adam seçiyorlar bir anlamda, bazen yeni ve farklı sınıflardan oluşan avantajlı kesimlerde ortaya çıkabiliyor…

Farklı zamanlarda yönetimlerle birlikte oluşan avantajlı grupların bu şansları, onların gelenle birlikte olmaları ve çok iyi yıkama yağlama servisiyle hizmette kusur etmemelerinden dolayı, kazandıkları bir ayrıcalıktır… Ama bu ayrıcalıkların süresiz avantajlı konuma geçebilmesi için, her dönemin adamı olmayı becermeleri ve gelene ağam gidene paşam diyerek uğurlama protokolünde kusursuz olmaları gerekir.

Etnik kökene bağlı avantajlı ve avantajlı olmayanlar diye bir ayrımı yapmak istemiyorum… Çünkü her anlayışın, inancın ve ideolojik tarafın avantajlı olanlarına şahitlik yapmaktayız… Avantajlı olmayanların hangi kökenden olmasının ne önemi var ki, hepsi aynı çöplükte bir araya gelebiliyorlar zaten…

Bir toplumdaki mücadele aslında kamu imkânlarından ve ülkenin gelir kalemlerinden faydalanan ve faydalanamayanlar arasında olduğu muhakkak, ama insanları ideolojik kamplaşmalara ayırdığınız zaman, avantajlı olanların avantajlı yaşamları, yeniden süt liman olup devam ediyor, diğerleri de sürünmeye mahkûm oluyorlar… Ondan dolayıdır ki, toplumsal problemler ele alınacaksa, her düşünce ideoloji ve inancı bir tarafa bırakıp kâinatın sahibinin her canlının rızkına kefil olduğu hakkı alıp önce biyolojik canlı olduğumuz anın bir kutlamasını yapalım… Ondan sonra aklını kullanan canlı insan olmanın gerekleri ve yaşam düzeyi nasıl olmalı onun ortamını oluşturmak olmalı hedef… Avantajlı kesimler dediğimiz gruplar, kendi avantajlarını devam ettirmek için diğer canlılara rızık olarak verilenleri de gözlerini kırpmadan gasp ederek konforlarını sürekli kılmak istiyorlar. Yani onların konforunun devam etmesi için doğal olarak belli gruplarda avantajlarını kaybediyorlar. Ondan sonra yaşam alanı içinde bir tarafta sürünenler diğer tarafta süründürenler olmak üzere iki farklı uç ortaya çıkıyor…

Süründürenler, sürünenlerin nelere sahip olması gerektiğini ya da sahip olmaması gerektiğini belirlemeye kalmıyorlar mı, işte o zaman benim beynim hepten imha oluyor… Şu kadere bak ki, sürünenler kendilerini süründüren avantajlı kesimin ağzından çıkacak sözlere göre bir ömür düşleyip sonrada şükrediyorlar… Kime ne için şükrettiğini bilmeyen bu zavallılar, onlar olmasa iş bulamayacakmış, onlar sayesinde ekmek yiyormuş, oradan çıkarılırsa iş bulamazmış vs. Yani korkaklık girdabının derinliğine gömülmüş bu insanlara, zihinsel ve ruhsal bir aşı yapılmadığı sürece, bunlar hep avantajlı olmayan tarafta ömür tüketecekler, diğerleri de kendisini hakikaten hak ettiği bir işin sahibi zannedecek…

Yani lahana tarlasının lahanalarını devşirmek için keçilerin hırs ve heveslerini tırpanlayacağız ki, lahanalar büyüsün, yoksa lahana, lahana olmaktan çıkacak, adı bile kalmayacak ama keçiler hep son sürat yayılıma devam edecek, sonrasında ne bulursa hepsini götürecek…

Avantajlı olanlar ile avantajlı olmayanların durumu keçi sürüsü ve lahana tarlasının durumu gibidir.

Peki, avantajlı tarafta olup keçi sürüsünde olmayanlar yok mu elbette var, onlar sadece ve sadece yeryüzündeki kazanımlarını insanlık için yeryüzünün imarı ve herkese bir fayda dokundurmak için çalışırlar, onların saygınlığı herkes tarafından kabul görmüş doğal saygınlıktır. Onlar her ortamda adam olanlardır… Onlar her dönemin adamı değil, her dönemde adam olanlardır. Onlar merhametli şefkatli sevgi dolu ve saygın insanlardır… Onlar hakikate şehitlik etmeyi hep isterler, ancak hakikat ortaya çıkmadığı için kendi dünyalarını hakikat olarak yaşarlar…

Bu insanların sayısının artması demek kimseye ayrıcalıklı alanların özel olarak tahsisinin mümkün olmadığı zamana geldik demektir.

Şimdi gelelim avantajın ne olduğunu bilmeyen ama gecelik bir sıcak yer bulduğunda oraya sığınmayı hayat sananların avantajlı(!) yaşamlarına…

Anne ve babanın ayrıldığı çocukların ortalıkta kalıp neden geldim ben bu dünyaya diyerek arabeskin dibine vurduğu, diğer yandan elini avucunu açarak dilenip, acılarını dindirmek için kendisini unutma yolunda bir adım atıp uyuşturucunun pençesinde sabahladığı,

Beslenme çantasına bir parça ekmek konulmadığı için, okulda ikindi vakti baygınlık yaşayarak kendinden geçen zavallı çocukları da katalım mı avantajlı olmayanlara,

Evlerinin kirası elektrik su ve doğal yaşam imkânları olmadığından bunları karşılayacak ortamlardan da yoksun olduklarından dolayı kendi isimlerini vermeden sosyal paylaşım ağlarında telefon ve mailler vererek kutsal bedenini evlerinin giderini karşılamak için satışa çıkaranları da ekleyelim mi avantajlı olmayanlara,

Babamın imkânı yok ama okumak istiyorum birçok yere müracaat ettim ancak bir yerden burs alamadım, sade devletten gelen KYK bursum var buda benim ihtiyaçlarımı karşılamıyor, bir iş arıyorum aylardır bulamıyorum partime kimse kabul etmiyor salgın da var, bana âşık olmayacak ancak okul bitinceye kadar ihtiyaçlarımı karşılayacak biriyle haftanın belli gününde birlikte olabilirim ama aramızda kalacak kimse bilmeyecek benim ailem muhafazakâr ben de istemiyorum ama okumak istiyorum başka seçeneğim yok diyenleri de ekleyelim mi avantajlı olmayanlara…

Hocam sen adamsın kimse benim yüzüme bakmıyor siz gelip bizimle oturuyorsunuz imkânınız varsa veriyorsunuz, size bir şey sorabilir miyim, hocam benim şimdi bu çocuklardan neyim eksik ben de bunlar gibi yaşamak okula gitmek istiyorum ama benim ortamım yok, kimse bizim elimizden tutmuyor tutan da bizi canavar gibi görüyor, vallahi ölmek istiyorum evde bir kız kardeşim bir annem var babam öldü…Ben bu hayatı sevmiyorum bende ölmek istiyorum diye umudunu toplumsal yığınların sarhoş gençliğinin yaşamına bırakmış bu gençte acaba avantajlı olmayan sınıfa girer mi…

Çadırları fırtınayla yıkılmış altında iki üç ihtiyar ve küçük çocuklar plazaların içinde avantajlı yaşamları rahatsız etmesin(!) onları oradan nasıl kurtarabiliriz diye gerekli yerleri aradığımda, hocam onlar zaten alışmış ev de versek yine o çadıra giderler kafanı takma diyenlerin olduğu ortamda bunlar acaba hangi sınıfa girer…

Zenginlikte sınır tanımayanların ve ihalelerden aracılıkta aldıkları pay yedi sülalelerine yetecekken, gelin bu insanlar için günlük her gün ve sürekliliği olan aşevleri oluşturalım ve onları toplumsal rehabilite sürecinden sonra üretici bir fert haline dönüştürelim dediklerimiz mangaldaki külleri bizim yüzümüze üfürürken kendileri közde ısınmayı tercih ederken acaba o küllere muhtaç olanlar da avantajlı olmayan gruba girer mi…

Hapishaneleri mesken tutan ve gittikleri anaokulundan sonra hapishaneye dönüp orada sabahlayan ve bu duvarlar içinde sosyalleşen küçük sabi çocuklar da avantajlı olmayan sınıfa girer mi? Atalarının yaptıklarından ya da onlara isnat edilen iddialardan dolayı çocukların aynı koşullarda yaşamaya mahkûm edilmesi sizce de nasıl bir duygu vicdanımızın direğine dokunmasın mı?

Yakın bir tanıdığı olmadığı için derece yaparak okullarını bitiren ve KPSS de ilk yüzün içine girmelerine rağmen Hâkimlik ve savcılık mülakatlarında elenerek kapı dışı edilip hayata küstürülen insanlar da avantajlı olmayan gruplara girer mi dersiniz(!)

İnanın bana burada yazmak istemediğim o kadar çok şey var ki, duyduklarım değil şahit olduklarımı paylaşıyorum hep… Ancak şahit olmayayım geçip gideyim diyorum ya beynimi ya kalbimi ya da duygularımı kemirdiği için yine kendimi o avantajlı olmayan insanlar arasına bırakarak, avantajlı olanların huzurunu ve rahatını bozmak istemiyorum…(!)

Devletin bahçesinde oturup ahkam kesmek o kadar kolay biliyorum, gidip geldiğin yer bostan, yediğin içtiğin ayran yan gel yat Osman denir böyle bir açıklamaya…

 

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/06.02.2022/23.40

                                                                                                          


6 Şubat 2022 Pazar

BU SEVDA BİZİM

 Onuru kirlenmiş olanlarla, onurlu bir yolculuk yapmak nasıl ki mümkün değilse, aklını kullanmayanlarla da akılcı bir süreci devam ettirmek mümkün değildir.

İnsanlık onurunu üç kuruş menfaatlerine peşin satanlar, insanlık onurunu kurtarmaya çalışıyorlarsa,

Hırsızlıkta level atlamış olanlar, hırsızlarla mücadele düdüğü çalıyorlarsa,

Düşünmeye tahammülü olmayanlar, düşünce özgürlüğünün mimarı olduğunu anlatıyorsa,

Geçmişi karanlık dehlizlerden gelenler kendileri aydınlanmamışken, güneşin kendileriyle doğacağını ısrarla vurguluyorsa,

İnsana tahammülü olmayanlar, insanlık için çalıştığına yemin ediyorsa,

Sömürünün kaynağı olanlar, adalet eşitlik ve insan hakkını konuşuyorsa,

Kâinatın dengesini bozanlar, doğal dengenin korunması için nelerin yapılamasının gerekliliğini anlatıyorsa,

Halkını perişan eden yönetimler, huzur ve mutluluk için çalıştıklarını söylüyorsa,

Değişim olması kaçınılmaz değil mi sizce dünyanın göbeğinde… Dünyanın tam ortasından ikiye değil, her yerinden delik deşik edildiğini görmemize rağmen, hala bunda bir hayır ve hikmet aramak insanın kendi varlığının hikmetini kavramamak değil mi yoksa?

İnsan kendisindeki hikmeti ve gizemi çözemediği zaman, gizemli düdüklerin emriyle yerde sürünen bir leşe dönmeye mahkûmdur. Bu mahkûmiyet, kendi yaşamının son bulmasıyla bitecek bir mahkûmiyet değil, insanın var olduğu ortamlarda gelenek olarak devam etmesi için gidenlere tescilini yaptırmış ve onay alınmış bir mahkûmiyet olacaktır.

Bu mahkûmiyet zincirlerini kırmak isteyenler, öncelikle beyinlerinde kurulan karakolların duvarlarını akıl bombasıyla havaya uçuracaklar, merhamet kanatlarıyla dünyanın dört bir yanına sevgi, barış, kardeşlik gibi tohumları taşıyacaklar;

Çorak bırakılmış topraklarda, sabır ve emekle bunların çimlenmesini bekleyecekler,

Duygular denizinden alınan su bile olsa uyanış kitabının mürekkebine bir damla katmayacaklar,

Akıl pınarından gelen sularla yürek değirmenini çevirerek ince hisler ve sıcak iklimde öğütülen undan ekmek yapacaklar,

O ekmeğin yumuşaklığından doğan duyguları onurlu yaşam gemisine alacaklar ki, ancak bu yola çıksınlar…

Bu yolda her can bir candır, bir can tüm candır…

Bir can acı duyduğunda tüm can acı çekiyorsa bu yolda bir hayır vardır, o zaman hikmeti aramak insan onurunun şiarıdır.

Yorulmadan devam eden bir yolculuk bizimkisi, yürekten akarız akıl otağında konaklarız, duygu bahçesinde dinlenir, muhabbet konağında demlenir, kimsesiz gecelerde karanlıklara sırdaşız…

Kimi olanları, kimsesizleri gönül pınarında bir damla su içmeye çağırmaktır davetimiz…

Farklı düşünce ve inançları, toplar, çarpar, böler ve insan ortak paydasında kol kola sarılmaktır bakışımız… Söz olsun bizden sadır olsun derdinde değiliz,

Onurlu bir kervanın duraksız yolculuğunda doğumdan ölüme bu yolda olmaktır muradımız…

Dostumuzun kim olduğunu ve kiminle muhabbet kurduğumuzu bilerek yaparız, her insana hoşgörüyle yaklaşırız,

Yaradanın ruhundan üflenen varlığa kem gözle bakmak ne haddimiz;

Eylemleri ve düşünceleri sorgulamak değilse kastımız, Yaradan alır bizi bizden, viran olur bahtımız;

Çıkmadan bu dünya mezbelesinin dışına, sözlerimiz tesir etmez mezbelenin içinde yemlenenlere;

Yapmadıklarımız anlatılmaz bu yolda, yapamayacaklarımız vaat edilmez, yaptıklarımızla da övünmeyiz, bizi bu yola koyan, yaşatan ve öldürene ancak şükrümüzü eda ederiz…

Her gelen giderken, acaba yolun neresinde, durdurun dünyayı inecek var denilen noktayı bilmeyiz, onun için her an tetikte dolaşırız nişan alacak nişancı bizi hedef alacak endişesiyle tedirgin, bilerek gittiğimiz için derin bir sükûnet ve dinginlik içinde kendimizden geçeriz… “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker, Gökten ecdat inerek o pak alından öpse değer…”diyen Merhum yiğit şairimizin dediği erlerden olmak için çıktığımız bu yolda, ayrım nedir bilmeden yürümekti hep hedefimiz ve öylede kalması tek dileğimiz…

Eylemlerin olumsuzluğunu ve yansımalarını ortadan kaldırmaktır derdimiz, ne düşüneni, ne de düşündüğünü imha etmek değil bizim asaletimiz…

Yaşama imkânı veren ve ona düşünme melekeleri bağışlayan Rahman’ı hesaba katmadan, onun alanını çiğnemek olursa kastımız, o bizi çiğner kim olduğumuza bakmadan bunu iliklerimize kadar idrak ederek yaşarız…

“İnsan kendisini kendisine yeter görerek sapar ”Buyruğunu taç eyledik başımıza, tacımız alınmaz başımızdan, başımız alınmadan…

 Fani dünyanın garip yolcularındanız, yaratılanı hoş görürüz yaratandan dolayı, koca kürede bir zerre iken, nedir bu ahvalimiz diye her an duygularımızı kontrol etmektir hissiyatımız… Acılarımız giden günlerimizin heba olması, yorgunluğumuz hüzünlü duygularımızın kırılganlığı…

Ne de olsa şu an yaşıyoruz biz, o halde aydınlık bir güne yeniden merhaba demek için, tüm kâinatı gecenin sessizliğinden ve gönlümün derinliğinden akıp gelen su gibi aziz olmaya çağırıyorum…”Su gibi aziz olasınız…”

Nazımın deyimiyle, ”Bu sevda, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşamak…”Bu sevda bizim…

Erol KEKEÇ/06.02.2022/01.15

4 Şubat 2022 Cuma

MUHTEŞEM DEĞERLER SÖMÜRGE YAŞAMI OLUŞTURMAZ

Toplumların genetiğinin insan olma özelliklerinin dışında farklı karakterlere bürünmesi, yaşam isteklerini belirleyen güdülerin farklılaşmasıyla ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Musevilik ve Hristiyanlık inancında da fakir ve fukaraların, mal zengini olanların sahip olduklarında, haklarının olduğuna inanılır. Hatta çoğu zaman elindeki imkânları kaybedenlerin sahip olduğu yaşam standartlarında ona yardım edilir ki, gördüklerinden geri kalmasın anlayışıyla onun psikolojisinin düzeltilmesine çalışılır. Museviler buna çok önem verirler ve kendi toplumlarında insanları açlığa mahkûm etmezler, hemen yardım ve dayanışma içinde olurlar. Zulmü devam ettirmek için güç sahipleri ile kol kola olan Katolik algısına karşı da ciddi mücadeleler verilmiştir.

Dini kuruluşlar güçle birlikte hareket etmeyi bir din olarak insanlara yansıttıkları için, onlara karşı ciddi başkaldırıların olduğunu görmekteyiz. Katolik algı Emevi ile birlikte Müslümanların yaşadığı ortamlarda da ciddi sorunlara neden olduğunu görmekteyiz.

İlahi olan dinlerin hepsinin temelindeki ahlaki öğretide fakir ve imkânsız insanların hakkının, zenginin malının içine bırakıldığına ve bunu alıp sahiplerine vermenin gerekliliği vurgulanır. Hatta otoritenin varlık gerekçelerinden biri de zenginler bu hakları vermek istemeyip gasp ettiklerinde onlara müdahale ederek toplumsal huzuru sağlamasıdır. Devlet ve din bu asli görevlerini askıya alıp kendi varlığını korumayı amaç edindiği zaman, toplumsal çatışmalar, huzursuzluk, tabakalaşma, açlık sefalet ve fakirlik toplumu kuşatır. Onun içindir ki insanlığa faydalı olması için gönderilen din, ayrıca insanların sorunlarını çözsün diye tecrübelerle oluşturulan otoriteler bu görevleri dışında akla gelmeyecek tüm detayları ele alırken, asıl fonksiyonlarını yerine getiremez olmuşsa; bunların karşısındaki mücadelelerin meşruiyetini kendisi oluşturmuş olur. Varlık gayesine uygun olmayan eylemleri yapan oluşumlara karşı, toplumsal eylemler meşruiyet temeline oturur. Bunları yok etmek için kendi otoritesinden aldığı güç ve imkanlarla karşı oluşumları marjinal olarak adlandırsa da, bu oluşumlar sadece kendi gidişlerini geciktirmenin dışına çıkamazlar. Geciktirilmiş olan değişim sürecinin en büyük zararı, genel kitleler üzerinde olmasıdır. İlk fark ediş dönemlerinde belli bir topluluk etkilenirken, zaman ilerledikçe olumsuzlukların etkileme alanı genişler, bu da kaos karmaşa ve çatışma ortamlarının doğmasına neden olur.

Batıdaki dini otoriteye karşı oluşan oluşumların tamamı, dini kuruluşların güçle işbirliği yaparak insanların özgürleşmesinin ve aklını kullanmasının yollarını kapamış olmasından kaynaklandığını görürüz. Yani din asıl gayesine hizmeti unuttuğu zaman, insanları kendi kölesi olarak görmeye başlar. Bu durum, elinin altındaki köleleri daha iyi pazarlayacak ve onlar üzerinden imkân elde edecek yolları aramaya götürtür dini kuruluşları. Zamanla da amacına hizmet etmeye başlar, bunun en açık örneği de Mark’ın, bu oluşumların insan doğasıyla savaşan ve onları susturan hipnotize eden, güç iktidar ve üretim araçlarına köle yaptığını gösterdiği örnek doğrular.

Tarih boyunca Yaşam alanındaki dinler ile güç sahibi otoriteler arasında ciddi bir ilişki ağının olduğuna şahit olmaktayız. Firavun ile Musa(as) arasındaki mücadele de bile, firavun din kâinleri ve sihirbazlardan yardım istemiştir. Yani dine dayanmayan ve dinden meşruluk kazanmayan otorite ve güçler kalabalık kitleler karşısında yok olabilirler. Bundan dolayıdır ki, Firavun bunu en iyi şekilde kullanmayı bilmiştir. Eğer bir toplumda çoğunluğun sahip olduğu dini inanışlar, güç ve otoriteden besleniyor ve insanlığa hizmet ettiğini sanıyor, insanlarda buna canı gönülden rahatlıkla inanıyorlarsa, orada din bir Manivelaya dönüşmüş demektir. Otorite, güç kendisi doğrudan elde edemediğini, insanların dini duygularını kullanarak elde etmektedir. Dolayısıyla o toplumda resmi söyleme ait din, hiyerarşik kadroyu oluştururken sürekli elaman sayısını arttırıyorsa, sistem rayına daha iyi oturuyor demektir. Çünkü din, otoritelerden uzak, insanların özgür akılla seçim yapmaları gereken bir alandır. Din inanma temelindeki bilgilerden oluşuyor, o zaman nasıl seçim yapacak diye akıllara gelebilecek soru için, diyorum ki, özgür ve iradi akılla seçim yapıldıktan sonra dinin buyrukları inanarak devam eder. Bunun temel sebebi de, metafizik bir boyut barındırmasıdır. Metafizik alana ait bir bilgi olması sorgulanmayan ve aklı kullanmadan kullanılması gereken bir bilgi olduğu anlamına gelemez. Çünkü akıl onu onaylamıyorsa, o zaman o bilgi akıllılar alanına hitap etmeyen bir bilgi olur. Dolayısıyla vahiy akılla karşılık bulur. Akıllı olmayan sadece duygusal boyutu olan varlıklara neden bu bilgiler inmiyor, çünkü vahyin karşılığı duygular değil de onun için…

Akıllılar evreninde varlığını devam ettirecek bir bilginin sürekliliği akıl kalıpları ile örtüşmesi de kaçınılmazdır. Çünkü Kur’an’ı Kerimin neredeyse her süresinde akletmiyor musunuz, aklınızı kullanmıyor musunuz, aklını kullanmayanların necis olduğu anlatılırken, vahye dayanan bilginin akılla ilişkisi olmadığını kabul edip sorgulamaya ihtiyaç olmadığını söylemek, insanın yaratılış gayesi ile hiç uyuşmaz. Rabbim sen bunları boşa yaratmadın diyerek semaya gözünü çevirip o muhteşem bütünlük karşısında teslim olan akıl değilse dini kabul eden akıl, akıl değil güdülen ve arpasına göre oraya buraya rahat akabilen sıradan bir nesne demektir. Onun için olmasını ve yeryüzünde yerini almasını istediğimiz akıl, muhteşem bütünlük karşısında teslim olmayı becerecek ihtişamlı güç olan akıldır.

Muhteşem aklın süzgecinden geçen kelime ve kavramlar, her zaman yeryüzünde istikamet üzere dosdoğru yol gidecek bir kervanın oluşumunun temelini oluşturur. Onun içindir ki Otorite ve güçlerle işbirliği yapan ortak çıkar ve menfaatleri ortak hedef gibi gösteren bu oluşumların varlık sırrını ortaya koymak gereklidir. Onların varlık sırrı anlaşılmadan kitlelerin sömürülmesinin önlemesi mümkün değildir.

İslam’ın bakış açısı ile Müslümanım diyenlerin yaşama bakışını değerlendirdiğimizde birbiriyle ne kadar uyumsuz ve çelişkilerle iç içe olduğunu söylemek mümkündür. Bir değerin manifestosu ile ona inananların yaşamları karşılıklı savaşıyorsa, orada dinin içeriğinin neye kime ve kimlerin istekleri doğrultusunda yapıldığını iyi anlamak ve ortaya çıkarmak gerekir. İçeriği ve hedefi bilinmeyen bir din, güç odaklarının her zaman yardımına koşuyor ve onların yaptığı eylemleri arkasından meşru gerekçelere oturtmaya çalışıyorsa bu din bir sömürge dinidir. Sömürge dinlerinin kıskacından çıkarak yeryüzüne adaleti huzuru ve barışı getiren muhteşem din olan Silme dönersek o zaman içerik ve kapsam kimsenin babasının malı olmayacak, herkes düşüncesini özgürce ortaya koyacak ve her fert bulunduğu ortamda kendisine ait bir değer bulduğu için yaşamdan tat alacaktır. Yani İslam, hayatları huzurlu kılar, eminlik ortaya çıkar fakirlik kalmaz, liyakat ve erdem hayatın vazgeçilmezi olur. Dolayısıyla yeryüzünde yaşanmakta olan dini oluşumların zulüm ve rahatlığına bakarak dinleri sorgulamak olmamalı amaç, bu din bezirgânlarının insanlığı sömürmek için bütün bir insanlığın en zayıf alanlarından nasıl kandırıldığını anlamak gerekir. Bunun yolu bilinçli sorumlu kaybedecek dünyalıkların hesabını yapmayan, sadece yeryüzünde doğrunun ve erdemin şahitliğini yapmak için ayağa kalkan kalemler ile olacağı muhakkaktır. ”Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki, ”buyruğunu dikkate almadan yazan kalemşörler, her dönemde şerrin temsilcisi olurlar ancak, kalemdarlar lazım bize, o da kalemi adam gibi kullanan ve üzerine yemin edilen kalem olmasına dikkat ederek adaletten ve hakkaniyetten ayrılmayan kalemler olmalıdır.

Geçmiş dönemlere baktığımız zaman, İmam Ebu Hanife’nin Emevi zulmüne karşı nasıl mücadele ettiğini bilmeyen yok sanırım. Hatta Abbasilerle birlikte onların yanında, Emevilerle o da mücadele eder, ancak zulmü ortadan kaldırmak ve onların yaptığı vahşetin ortadan kalması için çalışır. Ne zaman ki Abbasiler Emevilerin yerine gelir ama zulüm değişmez sadece zulmü yapanların kendisi değişir. Zulüm üzere devam eden Abbasiler İmam Ebu hanifeye ısrarla onların içinde olmasını ve maliye işlerini yönetmesini isterler ancak o tüm ısrarlara rağmen reddeder. Bu olaya farklı yaklaşanlar olabilir ancak benim taraftan baktığımda buradaki inceliğin, toplumda karşılığı olan bir ilim insanının otoritelerce teslim alınamayacağı ve onlara evet demiş olsaydı onların zulümleri de dini bir meşruiyet kazanacaktı ancak İmam Ebu Hanife Allah’ın rahmeti üzerine olsun bunu canıyla ödeyerek zindanda şehit oldu.

İlim sahibi aydın insanların kalemlerini, her dönemde güç sahibi otoriteler yanında görmek ister, eğer ki yöneticiler, bir Ömer ra ve Torunu Ömer Bin Abdülaziz gibi değillerse, böylesi kalemlerin güçle bir araya gelmesi toplumsal zulümlerin ayyuka çıkacağının göstergesidir. Mısır’da Ezher şeyhlerinin büyük bir çoğunluğunun Mısır firavunlarının zulmünü tescillediklerine şahit olmaktayız. Rahmetli Şehit Kutup, zindanda iken yanına o günün Ezher müftüsü gönderilir ve idam öncesi şehadet getirmesi için dini telkinde bulunur. Kutup ona der ki, “be adam sen o dini konuları anlattığın için maaş alıyorsun, oysa ben o dini anlattığım için biraz sonra idama gideceğim, seni bu filmin son perdesini aralamak için mi gönderdiler bir figüran olarak…

Evet, tarih boyunca her dönemde ve ortamda bu böyle olmuştur. Dinin tekele alındığı ortamlarda insanlara acısını unutturmak için, din sadece bir afyon olmuş ve insanları hipnotize ederek daha fazla sömürülmelerine neden olmuştur. İran Şahı son dönemlerinde, benim yaptığım en büyük hata, Mustafa Kemal gibi dini devlet kontrolüne almamam oldu dediği anlatılır. Çünkü şahın o tavrı İnsanların özgürce düşünmelerine sebep olmuş, hatta Bir Şeraiti gibi, dünyanın takdir ettiği bir düşünür ve sosyolog ortaya çıkmıştır. Din, devlet kontrolüne alınmadan önceki İran’daki düşünürler ile bu gün geldiğimiz noktadaki düşünürlerin ben bir kıyaslamasını yapmadım ama çoraklaştığına ve düşünmenin önüne her türlü barikatların konduğuna şahit olmaktayız.1979 öncesi süreçte Aydınların görüşlerinden faydalanan, bazı fanatik mezhepsel molların dışındaki, herkesin onları baş tacı yaptıkları insanları, devrim sonrası nasılda Katolik bakışa göre biçimlendirdiklerini gördük… Devletin, Dini bir grubun isteklerine göre biçimlendirildiği, hatta o kişilerin küçük bir eleştirisinin bile, sizin yaşamınızı ortadan kaldırmaya yettiği bir ortamın dinsel güçle nasıl meşruluk kazandığını görmekteyiz. Büyük düşünür ve filozof Abdülkerim Süruş’un neden İran’ı terk ettiği gerekçelerine baktığımız zaman batı Katolik anlayışının Müslümanların yaşamlarında nasıl karşılık bulduğunu görmüş oluyoruz…

 Batı toplumundaki din anlayışı ve otoritelere yaptığı hizmet ile Müslüman olduğunu söyleyen toplumların yaşamındaki karşılaştırmalara baktığımız zaman; dini kullanım alanlarının ne kadar da insanlığı düşündüğünü(!) görmüş olmaktayız.

Müslüman olduğunu söyleyenlerin bulunduğu coğrafyada acı zulüm gözyaşı ve çilelerin durmak bilmeyen yükselişini kimse kader diye açıklayamaz ve açıklamamalıdır. Muhteşem bir değer sistemi tüm insanlığa huzur ve adalet getirdiğini söylerken, bugün yaşanılanların bu değerle çatışma içinde olmadığını nasıl söyleyebiliriz. Kendi coğrafyalarından ve ülkelerinden çıkarak beğenmediğimiz ve yere vurmaya çalıştığımız (doğrudur öyledir)batının insafına koşarken, kapı dışı edildikleri için yolda donarak ölmeleri bir kader mi, yoksa bu ülkeleri yönetenlerin zulümlerinin arşı alaya dayandığının kanıtı mıdır? Hakikaten İslam adına hassasiyetleri olan ve bu yaşam coğrafyasının acılarını kendisine dert edinmiş aydın ve duyarlı kalem sahiplerine büyük işler düşmektedir. Bu işler Parasına para katmak için mevki makam arayışı ve yarışında olup tepe noktasında yaklaşmak değil, tepe noktalardaki yanlışlara bir fren ve uyarı olabilmekse anlamlı, diğerlerinin tümü boş ve anlamsızdır.

İslam coğrafyası kelimesinin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum ve yazılarımda da hep Müslüman olduğunu söyleyenlerin yaşadığı yerler diyorum. İslam coğrafyası dendiği zaman günahsız bir ortam hemen akla geliyor ve muhteşem değerle bu insanların şekillendiği sanılıyor, oysa öyle bir durum mevzu bahis değildir. Müslümanlar yaşadıkları yeri İslam coğrafyası yapmak istiyorlarsa, bölgesel ulusal ve yerel muktedirlerin kullanım sahasından çıkıp, Allah’ın doğruluk üzere yarattığı yaşamın kollarına yürümeleri gerekir. Kol kırılır yen içinde kalır anlayışını yaşamdan kuduz köpek kovalar gibi kovalamaları gerekir. Bal tutan parmağını yalar anlayışların parmaklarını kıracak ve dilleri sökülecekse, bu anlayışların dili sökülecek, gelenek haline gelen kötülüklerin sonrakilere miras olarak bırakılması önlenmiş olacaktır. Yoksa toplumsal ifsat mekanizması otomatik olarak dalga dalga yayılıyor, bu mekanizma ne değer ne inanç ve büyük küçük, ne saygı ne sevgi ne muhabbet, ne barış kardeşlik ve ne de dayanışma ve adalet bırakacaktır. Bana değmeyen yılan bin yaşasın sihirli sözünü, kucağımıza yeni doğmuş bir çocuk gibi bırakıp tacımızı tahtımızı harap edecektir.

Yani son söz olarak diyeceğim o ki, Muhteşem bir inancın, fiyasko bir yaşamı asla ve kat’a olamaz. Bugünkü fiyasko kokuşmuş yaşamları muhteşem medeniyet diye gelecek nesillere aktarmayacaksak, daha fazla çıkar iskelesinde demir atıp yük beklemekten çıkacağız. Geçmişin zulümlerini de bize muhteşem medeniyet diye anlatanların hepsi güç ile işbirliği yapmış kurumsal dini otoritelerin onayından geçen meşrulaşmış zulümler olduğunu unutmamak gerekir. Müslümanların yaşadığı dinin ne kadar Allah’ın gönderdiği din olduğunu sorgulayarak onlar adına hayatımızı yönlendirenlerin bu dinin neresinde olduklarına biraz olsun insanlarımızı bakmaya çağırarak, yeni bir dünyanın oluşumu için Muhteşem değerleri hayatta yaşanılır kılmanın zamanının geldiğini haykırmaktır.

Bu gün yaşanmayacaksa ne zaman, yarınlar bugün yoksa onlar da olmayacaklar, umut tacirleri yarınlarımızın hayallerini bize kurdurarak bugünlerimizi zifiri karanlığa dönüştürerek kendi varlıklarını ve yanlışlarını sorgulayacak beyinleri karanlığa gömme derdindeler… Herkesin sorumluluğu bildiği oranındadır, sorumluluklarını bilen ve hakka şahitliğini gereği gibi yapan, adaletin temsilcisi olanlar arasına rabbim bizleri de katar inşallah…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/03.02.2022/18.52


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!