Bu Blogda Ara

29 Ocak 2022 Cumartesi

BENZERLİKLER FARKLILIĞIMIZI İMHA ETMESİN!

Milenyumla birlikte, insanların üretkenlikleri ve kültürleri de aynılaşmaya başladı…2000 sonrasında yaşamlar arasında belirgin farklılıklar ortadan kalktı. Önceki kuşaklar arasında bu farklılıklar, küçük çaplı da olsa devam etmesine rağmen yeni kuşaklarda tamamıyla düzlenmiş gibi…

Yeni kuşakların etkileyenleri her yerde aynı uyarıcılardan oluşmaktadır. Müzikleri, eğlenceleri, heyecanları, duyguları hep birbirine benzemektedir. Yani ortak bir yaşam algısı ortaya çıkıyor… Kuşaklar arası çatışmalar üzerine, farklı ortamlarda akranlar üzerinde bir araştırma yaptığınızda birbirlerine ne kadar benzer tutum ve davranışlar ortaya koyduklarına şahit oluyorsunuz…

Kırsal yaşam ile şehir yaşamı arasında geçmişte çok belirgin farklar vardı, ancak günümüzde bu farkların yok olduğunu görmekteyiz. Üretici olan kırsal nüfus günümüzde kısmi üretici, daha çok dışardan aldıklarıyla yaşamını devam ettirir olmuştur. Her evin önündeki tandırlar yerini şehirden ya da kasabadan gelen ekmek satıcılarına bırakmıştır. Gece sohbetleri yaşlıların tecrübelerini anlatımı, netle oynamaya ya da televizyon kültürüne yenik düşmüştür. Haliyle şehirdeki eğlence mekânlarına gitmeyen, kırsalda yaşayan gençler bunun yerine sanal âlemde bu isteklerini doyurmaya başlamıştır. Bu da şehirdeki gençler ile kırlarda yaşayan gençlerin çok da birbirlerinden farklı istek arzu ve yaşamlar ortaya koymadığını göstermektedir. Bu durum değişimin yönünün belirginlik kazanmasını beraberinde getirmektedir. Eskiden kırsal kesimde çok yavaş bir değişim yaşanırken, şimdi şehirlerdeki değişimin neredeyse aynı şekliyle kırlarda yaşandığını gözlemliyoruz. Tüm bunların oluşumunda dijital kuşatmanın, insanlık yaşamını ortak bir kültürle kuşatması yatmaktadır. Dijital çağ gençliği doğrudan kendisine bağımlı hale getirdi. Kendisinden uzak bir neslin kendisini eksik hissedeceğini bildiği için, arada bir karmaşık denklemlerle beyinleri allak bullak ederek, gençliğin davranışlarını izleyerek bir kanaat sahibi olsa da, kendisinden uzak bir yaşamın, yeni neslin yaşamında olmasının imkânsızlığını yaratmaya çalışıyor…

Eskiden, kendi toplumumuzda, Türk sanat müziği, halk müziği, özgün müzik, pop, arabesk ve klasik batı müziği dinleyen farklı dinleyici kitleler vardı. Şimdi öylesi kitleleri bulmak bayağı zorlaştı. Çünkü müzik tarzı tek tip genellikle, pop, rak ve metal müzikler yanında hipap da dinleniyor… Ancak bu müzikleri de yine dijital ortamlardan dinliyorlar. Bütün bunlar gösteriyor ki gençlerin yaşamında dijital medya ciddi bir kuşatma halindedir. Alış verişlerinin neredeyse tamamına yakınını dijital satış firmalarından temin ediyorlar. Pozitif algı bu nesilde görüntü değişimine neden olmuştur. Eskiden elle dokunduğumuz, gözle gördüğümüz ve elimize alıp incelediğimiz ancak pozitif olabiliyordu, ancak yeni nesilde bu algı sadece görme ile varlığını kanıtlayabiliyor. Görme de, somut nesnesel olarak algı ortamımızda görmek değil, sanal ortamda elde ettiğimiz görme yeterli oluyor. Çünkü yeni neslin gerçeği sanal ortam olduğu için, somut gerçek ortam, onlara yabancı kalmaya başladı. Dolayısıyla aynı ortamdan gelen uyarıcılılarla beslenen neslin, beslenme kaynakları da tek merkezden geldiği için farklılıklar ortadan kalkmaya başladı tek tip bir yaşam oluşturuldu.

Gençlerin kullandığı kelime ve kavramların çok sınırlı olduğunu görüyoruz, çünkü konuşarak geçen zamanı kayıp sayıyorlar ve doğrudan maddi olarak kazanımlarının nereye geldiğini dikkate alıyorlar. Maddesel bir getirisi olmayan hiçbir düşünce ve aksiyomun yanında olmayı düşünmüyorlar. Belli küçük gruplar bunların içinde olmasa da genel anlamda ortak bir yaşam algısının olduğunu görmekteyiz.

Uzun zamandır, dünyada tek devlet anlayışı oluşturulmak isteniyor, aslında bu tek dünya demektir. Yani emirlerin ve talimatların belli merkezden çıktığı daha sonra bölgesel ve ulusal hiyerarşiden geçerek dağılacağının ipuçları olduğunu bilmek gerekiyor. Merkezden çıkan talimatlar ulusal yöneticilerden yayıldığı zaman, bunun adı her ulusun kendi içinde yönetildiği anlamına gelmiyor. Çünkü yönetim tek elden mevcudiyetini sürdürmek için, öncelikle dijital kültürle insanları benzer kıldı, yaşamları ve kültürleri aynılaştırıp farklılıkları ortadan kaldırdı, sonrasında ulusal yöneticiler eliyle toplumu yönetmeye başladı, dolayısıyla değişim serbest bir değişim gibi görünmeye başladı. Oysa bu bir plan ve program doğrultusunda yapılan değişim olduğu için, serbest değişim değil doğrudan planlı bir değişimdir. Bir program doğrultusunda yapılan, ama serbest etkileşim gibi, toplumda bir algı oluşturularak gerçekleştirilen değişim rüzgârları, toplumsal dokunun genetiğini parçalar. Böylesi zamanlarda bir toplumun kendi ulusal kültürünün toplumdaki karşılığının ve bağlayıcılığının etkisinin nasıl olduğuna bakmak gerekir. Eğer kültür kodları değiştirilmiş ise yeniçağın uyaranları toplumda karşılık bulur, değişmemiş ya da çok az etkilenmiş ise, eski yaşamın kültürel varlığı toplumda ciddi bir karşılığa sahip olur.

Yeni neslin beklentilerinin başında çok az zaman harcayarak çok fazla kazanımlar elde etmek var. Bu kazanımlara kavuşurken de cefa çekmeden bunlara kavuşmak gerekir. Böylece insan kısa sürede haz elde etmiş olur. Kısa sürede haza kavuşmak için de sefa sürmek esas olmalı cefa çekerek kavuştuğumuz haz, haz değil bir çile olur… Ondan dolayıdır ki, çok az zamanda, çok uzaklarda olacak yaşamı da bu anda yaşamak gerekir diye bir yaşam döngüsü kurgulayan nesildir yeni nesil…

Son dönemde ülkenin gençlerinin neredeyse tamamına yakını ülke dışında yaşamak istiyor. Dışardan bakarak olayların değişim ve etkileme boyutunu dikkate almadan, bu gençlik ülkeyi hiç düşünmez vs. gibi olumsuz düşünceler geliştiririz. Oysa gençliğe pompalanan yaşam dinamikleri nereden kimlerin eliyle nasıl verildi, bunları anlamadan ve gerekli tavrı koyacak düşünsel birikimler oluşturmadan, çözümsüz denklemle tüm sorunları çözme gayreti içinde oluruz ancak sonuç kocaman bir hiç olur…

Kısa zamanda nasıl para kazanılır ve insanlar nasıl zengin olur, bunların en bariz örnekleri ülkemiz medyasında boy boy gezinirken, bunlar hangi birikim yetenek ve liyakatle bu zenginliklere ulaştılar sorusu gençliğin kafasında sorduğu soruların başında geliyor. Bu soruların tatmin edici cevaplarının olmayışı da, gençliği sabırsızlaştırıyor. Sabırsızlanan gençlik, bulduğu ve açtığı her gedikten kendisine bir yol oluşturmaya çalışıyor, çünkü elinin altında bulunan dijital yaşam kutusu ona dünyanın neresinde hangi imkânlar olduğunu sunuyor. Bu imkânları gören, bulunduğu ortamda da harcadığı zaman ile kazanımları arasında da bir bağ kuramadığı için, daralan nefesini yeniden açmak için bulunduğu ortamı terk etmek birincil hedef haline geliyor. Gençlerin bu hedeflerinin oluşumunda küresel bir hesabın yapıldığı muhakkak, ulusal yöneticilerin bu hesapların dışında kaldığını iyi niyetle söylesek bile, ortaya çıkan sonuç ve bu yola girmek için yapılan politik çabalar, böyle olmadığına bizi inandırıyor. Çünkü gençlik ıslak elden kayan balık gibi değil daha aktif ve hızlı bir kayış yaşıyor. Bu gidişin nedeni, her ne kadar kültürel benzerliklerin ve dünya yaşam konforunun herkesin beynine kazılmış olması olarak görülse de, bu süreci hızlandıranlar her zaman ulusal yöneticilerin gerçekle uyuşmayan akıldışı uygulamaları, politik baskı kurmaları ve genciğin sorunlarını çözme yerine, günü kurtarmak için oynadıkları politik kurnazlıklarının neden olduğu bir gerçektir. Yöneticilerin neden olduğu olumsuzlukların giderilmesi de ancak yönetim eliyle gerçekleşir. Bir yönetim olumsuzlukların olduğunu anlatarak medya ile bunu herkese ulaştırmaya çalışıyorsa, kendi kuyusunu kazdığının farkında değil demektir.

Eğer bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada sona doğru insanlar yaklaşıyor demektir. Küresel dijital kültürle evrensel bir kültürün oluşturulduğu muhakkak. Ancak bu kültür, tüm farklılıkların ve toplumların yaşamını devam ettiren temel dinamiklerin ortadan kalkması demektir. Bu farklılıklar ortadan kalktığı zaman, benzer uyaranlardan etkilenen insanların oluşturduğu kültür kodları da benzer uyaranlardan gelen talimatlarla içerik olarak doldurulacak demektir. Uyaran ve içerik benzerliği ile oluşturulan küresel yeni nesil gençlik, hızlı yaşayan, haz alan ve az zaman harcayan, hareketten uzak, tamamıyla sanal ortamda isteklerini elde eden bir yaşam olacaktır.

Böylesi bir gençliği doyurmanız ve tatmin etmeniz çok zordur. Onun içindir ki, küresel dijital baskı kuran kültürel talimatların pençesinde denek olan gençlerimizi bu kıskaçlardan kurtarmak zorundayız. Bunun en önemli yolu gençleri aktif kılmak ve sürekli meşgul olacağı, karşılığını maddi ve manevi olarak alacağı alanlara yönlendirmektir. Bu alanlar yoksa o alanları açmak için gayret ve çaba harcanacaktır. Birilerinin konforlu yaşamdan aşağı inmemesi için, gençliğini hiçe sayarak onları imha ederek kaçışın eşiğine getirenler, toplumsal geleceği peşin sattıkları için, şu anı da karanlık ve kaos ortamına taşırlar…

Gençlere ortamlar oluşturulmalı sadece fiziki gücünden faydalanılan bir varlık olarak görülmemeli… Gençlik, farklılıkları fark ettirecek bir yaşamın nasıl ortaya çıktığını bütün boyutlarıyla oluşturmak ve onu bir cazibe haline getirmekle ancak girdiği yoldan geri döner, yoksa gençlik ıslak elden kayan balık gibi kaybolup derin okyanuslara gidecek gibi… 

Benzerlikler iyi görülmemelidir, herkes birbirine benziyorsa orada hayat durmuş demektir. Farklılıklara kapıların kapanması yozlaşmaya kapıların açılmasıdır. Yozlaşan hayatlar bir çöplüğe döner kaldırılıp atılması ve yerine yenilerinin gelmesini gerekli kılar… Gençliğimizi benzer ortamların havasıyla büyüteceğimize, farklılıkların bir kıvılcım için önemli unsur olduğunu bilerek geleceğe hazırlayalım yoksa gelecek gelmeden gitmiş olacaktır.

İyi bir gelecek için, bir iyi bu gün alalım, dünlerin karanlığını bırakıp aydınlık kalanları meşale bilelim, sular gemiyi kuşatmadan farklı bir gemi olan Nuh’un gemisinde yerimizi alalım, yoksa bu gemiyi bu sular yutacak…

Selam ve hürmetlerimle hayırlı olmasını rabbimden diliyorum…

Bahadır Hataylı/29.01.2022/00.40



                                                




28 Ocak 2022 Cuma

TAVIR OLACAKSA TAHLİL BİR DEĞERDİR!


Bir toplumda kalıcı ve sürdürülebilir değer yargıların olmamasının en temel nedeni olarak, önceki kuşakların savunduğu değer sistemleri ile yaşamlarının birbiriyle uyum içinde olmamasını gösterebiliriz. Bu yargıya ulaşma ve böyle bir açıklama yapma cesaretini geçmişten beri yaşadığımız ortamlardan elde ettiğimiz verilere dayandırdığımı söyleyebilirim.

Ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımızda ve bölge coğrafyasında gelişen sosyal hareketlerin ilk dönemleri ile geldikleri sürece baktığımızda çok ciddi bir çözülmenin olduğunu söyleyebiliriz. Neden ilerleme gelişme değil de değişim kavramlarından çözülme içinde ele aldığımı kısaca anlatmak isterim. Bir düşüncenin ilk kıvılcımlandığı dönemde sahip olduğunuz düşünce, düşünce dinamiğinizin temelinin en idealini oluşturuyorsa, bu aşamadan daha ileriye gidememişseniz gerileme yaşarsınız, ancak ilk döneminizdeki bağlayıcı değerler bugünkü hayatınızda hiçbir yere sahip olmuyor, hatta yaşamdan atılması gereken bir veba halini almışsa orada çözülme vardır. Çözülme bu coğrafyadaki düşüncelerin ideolojik farklılıklarına bakmaksızın neredeyse tüm düşüncelerin kaderi olarak göze çarpar. Sol düşünceye sahip olan ve 1980 öncesi karşıt düşüncede olanlarla çatışmalarda ölümü göze alacak kadar ideal olan o düşünceler, günümüzde kapitalist sol oldular, çok az marjinal gruplar, o imkanlara sahip olmadıkları için kendilerini idealist düşünce sahibi sanabiliyorlar… Sol düşüncede yaşanan bu çözülme Türkiye’deki dindar muhafazar düşüncenin de kaderi oldu.1960’lı yıllarda Mısır İslami düşüncenin en zirve noktasıydı, o dönemlerde Nasır tarafından idam edilen Müslümanlar dünya genelinde İslami uyanışlara da katkı sunmuştu, 1979 sonrası İran devrimi ile birlikte Türkiye’deki İslami anlayışın etkilenme yönü kısmen de olsa İran ve Şia etkisinde kaldığı söylenebilir. Yani dış odaklı, İslam adıyla ortaya çıkan akımların hepsinden bir nebze etkilenerek bugüne getirdiği düşüncenin alt yapısını oluşturmuştur. Bunun dışında yerelde özellikle Said’i Nursi’nin etkisinde kalarak Nurculuk anlayışının yerelde bu kaynaklardan beslenerek gelmesi, Süleyman Hilmi Tunahan’ın anlayışı doğrultusunda devam eden Süleymancılarında yerel birikimlerle beslendiği bilinen bir durum, ancak uluslararası uzantıları olan anlayışlar olarak ta göze çarpar. Bunların hepsinin beslendiği düşünce kaynakları farklı bölgelerden gelse de ortak bir yaşamı dillendirdikleri muhakkak… Yani hepsinin de İslami bir yaşam oluşturma arzusu vardı, ancak bu yaşamın nasıl olacağı konusundaki faydalandıkları kaynakların oluşturduğu bakış açısı, bunların yaşamını yoğurmaktaydı. Dolayısıyla ortaya karışık bir dini yaşam çıkıyordu kim ne alırsa o kadar bir değer sahibi olabiliyordu. Bu keşmekeşlik içinde herkes o gün yaşadıklarını en ideal dini anlayış olarak kutsamıştı. Hatta herkes kendi topluluğunun dışında kalana Müslüman demiyor selam vermekte zorlanıyor, selam verdiğinde küfre girecekmiş gibi keskin duvarlar örmüştü. Her anlayışın kendi ördüğü duvarların içindeki yaşam en ideal kutsal yaşam, diğerleri onun açısından kutsal olmasa da onu benimseyenler için diğerinin yaşamı kutsanmayacak bir yaşamı oluşturuyordu. Böylesi bir kaotik ortamda bile oluşturulan ideal bir hayat vardı, onlar bugünkü yaşamın üzerine oturduğu temeldi. Yani kutsanan ideal temellere bugün baktığımızda, binanın üzerine çöktüğü çok acı bir toplumsal depremi yaşadığını ve harabeye döndüğünü görüyoruz. Sağlam sütunlar üzerine çöken binanın enkazı altında kalmış ve o sütunların günümüzde esamisi okunmuyorsa buna toplumsal çözülme demek doğal hale gelir.

Bir toplumda dışardan gelen uyarıcıların insanın içyapısını biçimlendirdiğini görürseniz o uyarıcıların diyalektiği olan başka uyarıcılara yerini bırakması mümkündür. Ama iç dünyamızı imar eden mimarın iç dünyamıza yüklediği donanıma uygun olan fıtrat yazılımıyla bir yaşam oluşturursanız, onun kalıcılığı gayet doğal olur ve çözülme süreci sizi etkilemez. Ancak değişimler hayatınızın temel dinamosu olur, çünkü iki günü aynı olan ziyandadır anlayışı, sizin hayatınızın sürekli iyiye doğru bir değişim içinde olmasını istemektedir. Bu değişim, ilk gün sahip olduğunuz ilkeleri yok sayarak bir farklılaşma olmaz, daima ilk günden daha geniş, hayata bakarsınız ama bu bakış ile ilk günkü bakış birbirini yalanlamaz ve inkâr etmez… Bir örnekle açıklarsak, Her baba erkektir ama bazı erkekler babadır. Yani her dünümüz bugün değildir, ancak bazı bugünler dündür. Şeklinde bir mantık ilişkisi kurduğumuz zaman geçmişle bugünün birbirinin içinde olduğunu görürüz. Dolayısıyla ilk kutsal değerler ile bugün ki kutsal değerlerimiz, aynı anlayış içinde farklılaşabiliyorsa orada çok büyük yıkım var demektir. Fıkıh yaşamdan doğar ve hareketlidir. Fıkıh insanın yaşadığı ortamda yaşamını düzenleme, aleyhine olacaklar ile lehine olacakları ayırarak onlar hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olup onları eylemlerinde ortaya koymasıdır. Bu durum uyaranlar karşısında insanın tepkisinin farklılaşması gibi her an ve ortamda yenilenir. Bunlar kutsanmaz bunlar üzerinden ideal bir yaşam düşlenmiş ve onlarda zamanla değişim ve dönüşüm geçirmiş ise bundan dolayı yaşamı bir çözülme olarak göremeyiz. Ama kapitalizmin hayata bakışı ile İslam’ın hayata bakışı farklı olmasına rağmen, ilk düşünsel yoğunluğu oluştururken İslam’ın bakışına göre ideal bir hayat düşlerken, sahip olduklarınız çoğaldığında ideal yaşam ölçüsünü belirleyen ilkeler kapitalizmin çok çok üreteceksin, çok tüketeceksin anlayışı alıyorsa ve o yaşam da kendisini İslami bir değer içinde görüyorsa orada bir çözülmenin olduğunu söyleyebiliriz.

Coğrafyamızdaki İslami düşünce ve yaşam ciddi bir travma olmanın ötesinde patolojik bir vaka haline geldiğini söyleyebiliriz. Bir değer sisteminin cazibesi ve bağlayıcılığı ortadan kalkar duruma gelmişse, orada farklı yaşamlar hakkındaki düşünce ve kanaatler de değişmeye başlar. Mesela ilk dönemdeki hassasiyetiniz ortadan kalkar, ilke olarak kabullendikleriniz ilke olmanın çok dışına çıkar, Yani Kızıl denizi geçmeden önceki İsrail oğullarının Musa(as)’a ve onun getirdiklerine karşı olan sadakatinin, Musa(as)’ın rabbi ile buluşmak için gittiğinde o boşlukta Samiriye bir buzağı yaptırıp ona tapınmalarının onlar açısından doğallığı gibi bir doğallık oluşturur. Bu davranışlar alışkanlıklar haline geldiği zaman gelenekler yer değiştirir. İslami gelenek kalkar onun yerine Kapitalizmin ürettiği nesnelere abonman olan duyarsız ama halinden memnun olduğu hayatı da meşrulaştırmak için kendince ikna kabiliyeti yüksek ciddiyeti düşük açıklamalarla savunur hale gelir. Müslümanlar yeryüzünün en iyisine layıktır, o zaman Allah’ın Resulü Müslüman bile(!) olamamış haşa bunu mu anlamak lazım… Bu tarz anlayış ve yaşamlar İslami hassasiyeti olan grupların ortamında sıradan doğal bir hal aldı… Kendilerince oluşturdukları surlar içinde Yaşarken, herkesin aynı koşullarda yaşam sürdüğünü zanneder duruma geldiler. Geçmiş tarihlerden birinde bir Kurban bayramı öncesi Allah’a yakın olmak için gerçekten kurban olalım yani kurbanları kurbana ihtiyacı olanlara ulaştıralım yoksa Allah’ın bizim keseceğimiz hayvanların ne etine ne kanına ihtiyacı vardır diye Muhafazakâr bir okulun öğrencilerine bazı hatırlatmalarda bulunurken, öğrencinin biri, hocam biz et verecek kimse bulamıyoruz ki, bizim burada hiç kimsenin ihtiyacı yoktur, başka yerlere git değim zaman, hocam toplum hep böyle diye diretmişti; ben fazla uzatmadan konuyu değiştirmek zorunda kalmıştım… İşte geldiğimiz nokta, ilk dönemlerde bu gencin babası annesi de İslami hassasiyeti çok yüksek olmasına rağmen sahip olduklarının kendisini tanımlamaya başlamasıyla, değer sistemlerini de karıştırmış oldu. Âmâ şunu bilmemiz gerekir ki, kendimizi ikna etmeye çalışırken vicdanımız içerde sen mi, sen de mi diye diretiyorsa kendimizi imha ediyoruz demektir.

İslami yaşam ortaya koyalım derken, İslam’ı gönderdik kendimiz kaldık, ondan sonra neden bu haldeyiz diye manevi haz almak için kritik yaparak düşündüğümüzü bir sorgulama sürecinden sonra, yeniden yola gireceğimizi sanıyoruz. Oysa Değer sistemleri yer değiştirdiği zaman hayata bakışımız ve yarınlar için taşıdığımız endişelerimiz yerini yeni değer sisteminin korkutucularına bırakır. Bu süreç genele yayılırsa ondan sonra yapacağımız tüm olumsuz davranışlarımız için onu temize çıkarıp nötr üze edecek bir açıklamamız mutlaka olacaktır. Çalmış olabilir ama bir araştırmak lazım, acaba neden çaldı, ya filan yerdeki Müslümanlara yardım edecekse, ya şu caminin yapılmamış Minaresini yapacaksa(!) gibi ele avuca sığmayan yanlış tutum ve davranışlarımızı temize çıkarmak için, dine fonksiyon yükleriz, ondan sonra her olumsuzluk için mutlaka bir kılıf bulup onu savunma durumuna geçeriz. Bu saydıklarımın, çözülmenin önüne geçilemez düzeyde genetik dokumuzu ele geçirmiş olduğunu gösterir.

İlk dönemlerde aldığımız ahlaki duruş bugün ki yaşamlarımızda sıradan bir olay kadar hayatımızda karşılık bulmuyor. Erdem dendiği zaman sahip olduklarınızı sayamaz duruma gelmişseniz, haram helal deme Ver Allah’ım bu kulun ne bulursa yer Allah’ım diyebilecek kadar cesur iken, boğazımızdan haram lokma geçmedi diyecek kadar da ikiyüzlü olmayı karakter ediniriz… Yeryüzü yaşamının tüm cilvesiyle hayatımızı ipotek aldığı bir hayatın, ahiret temelli bir anlayışın kutsallarını, değer sistemi olarak hayatın her noktasında yaşanır kılmak mümkün değildir. Ondan dolayıdır ki, bu coğrafyanın genel olarak dindarları yaşam alanında çok kötü bir çözülme içindedir. Bunu içinde yaşadığımız ve herkesin halinden memnun olduğu noktadan bakarak anlayamayız. Dışarıdan biraz halimize bakalım, kendimizden utanmayacaksak devam edelim gitsin, âmâ kendi yüzümüze bakamayacaksak daha nereye kadar, bu yolda yolculuk yapmayı düşünüyoruz…

Yaşamda karşılığı olmayan hiçbir düşüncenin yarını olmayacaktır. Dilleri ile eylemleri arasında bir uyum oluşturamayanların, ahlaki yaşama kavuşmaları mümkün değildir. Ötekileştirerek kendisini kurtulanlardan gören bakışlar hakikate gözlerini her ortamda kapayacaktır. Hakikate gözleri açılmayanların, hakikat olan bir yaşamın yeryüzünde temsilcisi olmasını bekleyemezsiniz.

Gelinen nokta açısından geriye dönüp baktığımızda kendimizle yüzleşmenin çok yetersiz olduğunu görüyoruz. Yüzleşmek için bulunduğumuz halimizden kurtulup ondan sonra bize bu yüzü verenin huzuruna çıkacak yüz elde ederek kendimizle baş başa kalırsak belki kısmi bir içe dönük çalışma başlamış olur. Bu da en azından çözülmeyi oluşturan dinamiklerin fark edilmesi olur. Sonrası yeniden doğuş için, cesur, hesapsız, yaratana hesabı düşünerek hakikatin dillendirilmesi ve gelenek olarak yaşanılır kılınması gerekir. Bir değer sistemi oluşturmak için suya sabuna dokunmayalım mı diyecek insanların olacağını tahmin ediyorum ve diyorum ki, suya da dokunacağız sabuna da, ancak ne hayatı sulandıracağız ne başka yaşamların kayması için sabun koyacağız emrolunduğumuz gibi dosdoğru olacağız ve yeryüzünde hakkın ve adaletin şahidi olacağız, yeryüzünün imaratını ekini ve nesli imha etmeden yapacağız, kâinattaki tevhid gibi hayatımıza tevhidi egemen kılacağız… Bizim gibi düşünmeyen kimseye Allah’ın müsaade ettiği yaşamı dar etmeyeceğiz ve onlara zorla din satmayacağız dünyada sulh ile geçineceğiz, ahiret hesabı için kendimizi atanmış hesap uzmanı görmeyeceğiz… İşte o zaman sanıyorum biz dirilmiş olacağız, biz olunca, bizim hayatımız olur… Bizim hayatımızı yaşamak ümidi ve temennisiyle gelecek yaşamların hakikate şahitlik yapan yaşamlar olmasını rabbimden niyaz ediyorum… O yaşamlara şimdiden selam saygı ve muhabbetlerimi gönderiyorum…

Ya olacağız ya sahip olacağız olanlar kurtulacak sahip olanlar sahip olduklarının kuşatmasında kalacak…

Bahadır Hataylı/28.01.2022/01.00

                                               

 

 

 

                                                                                                                                    

 

26 Ocak 2022 Çarşamba

DUYGULARIN ÇIĞLIĞI AKLIN SÜKÛNETİNE TESLİM!

Bireysel kimlik kazanamamış, toplumsal değerlerin baskın olarak yaşandığı ortamlarda, bağlayıcı yaşam ortak duygusal bağlayıcılar olduğu için bu ortamlarda çok ciddi akıl tutulması ve bilinç kırılması yaşanır. Bu bir iddia olmanın ötesinde gözleme dayalı sosyolojik verilere dayanmaktadır.

Duygusal bağların güçlü olduğu ortamlarda herkes biri için, biri hepsi için yok olabilir ve kimse bunun nedenini sorgulamayı düşünmez. Düşündüğü zaman bireysel kimliğinin bağımsızlığını ilan etme durumu ortaya çıkacağı için, ortam ona bu şansı tanımaz. Bu ortamların duygusal bağlılıkları dışarıdan gelecek saldırılara ve kendi güvenliklerini korumak açısından faydalı olsa bile, kendi içlerinde bir değişim dönüşüm ve gelişmenin önünde büyük bir engel olma ihtimalinden dolayı olumsuz yönleri daha fazla etki bırakır. Alışılmış yaşam koşullarının ötesinde karşılaşacağınız her yeni uyarana iyi bakılmadığı gibi daima bireysel çıkışların toplumsal algı içinde kendisini tanımlama imkânını sadece görebilirsiniz. Bu anlayışların havasını teneffüs ederek büyüyen ve gelişen anlayışlar her zaman gölgede ve başka akılların etki alanında kalarak kendisine özgü bir farklılığı ortaya koyamayacağı için ciddi akıl tutulması yaşar.      

Akıl tutulması, Bir grubun ya da önemli kabul edilen birinin aklının gölgesine girerek kendi aklını kullanamamaktır. Güneş tutulmasında nasıl ki dünya ile Güneş arasına ayın girmesiyle Güneşin ışığının dünyaya az gelmesi ya da tam yansımaması oluyorsa, akıl tutulmasında da birey kendi aklı ile arasına başka akılları koyduğundan kendi aklını kullanarak aklından istifade edememektedir. Bu durum çok ciddi sorunların ortaya çıkmasına ve aklın yerine daha şartlı uyaranların ve duyguların gelmesine neden olur. Duyguların ve şartlı reflekslerin belirlediği davranışlar, akıl ve bilişsel düşünmeden yoksun olduğundan, hayatı belirleyen uyarıcılar arasında akla yer kalmaz.  Eğer bir toplumda çoğunluğun tepki verdiği bir olay ya da kişi varsa orada aklın oyun alanının dışında kaldığını söyleyebiliriz. Kolektif eylemlerin birçoğunda böyle bir yönün olduğunu görmek mümkündür. Savunma refleksli taraftarlıklarda genellikle ciddi bir akıl tutulmasının yaşandığına şahit olabiliriz. Orada bulunan insanları fert fert sorgulayarak neden öyle bir oluşumun içinde bulunduğunu sorsanız, geneli etkileyen uyarıcıların ötesinde farklı bir düşünceyi size sunamayacaktır. Çünkü o ortamlara yön veren bir üst akıl vardır, kalabalıklar bu aklın gölgesinde olduklarından kendi akıllarını kullanacak kadar onun çekim alanından çıkamamışlardır. Bir aklı çekim merkezi olarak kabul etmek duyusal etkileyicilerin kontrol sahasına girmek demektir. Duygusal bağlılıklar başka akıllar doğrultusunda rahat hareket etmeye insanları inandırır. Çünkü kişi kendi aklını kullandığı zaman başka akılları kontrol mekanizması olarak görmeyi kolay kolay kabullenmez. Ama duyguların etki alanında kaldığı zaman orada bulunmasını binlerce gerekçeyle açıklama cesaretini gösterebilir. Ondan dolayıdır ki, lider eksenli, cemaat uzantılı, kabile vs. gibi ortamlarda akıl tutulmasının çokça yaşandığına şahit olursunuz. Hatta bizim toplumda eskiden var olan ama bazı bölgelerimizde şimdi bile görülen ağalık sisteminin uzun süre yaşıyor olmasının arkasında, ferdî özgürleşmenin olduğu yerde insanları yönetmenin zor olmasından dolayı, ağalık sisteminin devam etiğini söyleyebiliriz. Küresel güç bütün bir küreyi rahat yönetmek ve yönlendirmek için, küresel bir akıl tutulması için son üç yıldır çaba harcamaktadır. Tüm dünyada yaygın olan corona salgınının arkasında, ciddi bir oyun olduğu ve bu oyunun kurucularının da küresel baronlar olduğunu görmek lazım… 

Küresel akıl tutulması demek, bütün bir evrenin insani yaşam alanında, karanlığın artması demektir. İnsani yaşam alanına karanlık çöktüğü zaman evrenin dengesi bozulacağı için, evrenin ömrü de bir anlamda kısaltılmış olur. Kısa süreli Güneş tutulmaları bile canlı yaşamında ciddi bir tedirginliğe yol açarken, küresel bir akıl tutulmasıyla, evrenimizde meydana gelecek tedirginliğin boyutunu düşünmek bile çok ürkütücü olur.  

Lokal düzeyde başlayan akıl tutulması ulusal bölgesel ve derken küresel büyüklüğe ulaştı zamanla. Bunun böyle olmasının temel deni insanların düşünme melekelerini çorak bırakmaları ve kendilerinin yerine daima başkaları bu işleri yapıyor pasifliğinin ve tembelliğinin olduğunu söyleyebiliriz.

Zihin pasifliği bilinç kırılmasını beraberinde getirir. Sıcak ortamda nasıl ki metaller genleşerek kopabiliyorsa, zihnin pasif bir sürece girerek kendisini serbest bırakıp öylesine salması, bilinci oluşturan atomların birbiriyle etkileşime girerek kıvılcım başlatmasını durdurur. Yani etkileşim sağlayacak homojen özelliği kaybeder. Doğal yaşam unsurları ile sosyal yaşamın en aktif canlısı olan insan yaşamında da durum bundan farklı değildir. Bilinç kırılması Psikojenetik amnezi gibidir. Nasıl ki çeşitli sebepler insanda kısmi bellek kaybına neden oluyorsa, insanın yaşadığı ortamlardan gelen akıl tutulmasının etkisi ciddi bilinç kırılmalarına neden olmaktadır. Bilinç kırılması yaşayanlar bilgi transferi yapamadıkları için, hayatına etki eden olumlu ve olumsuzluğun ne olduğunu ayıramazlar. Ondan dolayı da yaşam alanları sadece güdülen ve kendisini insan sanan canlılarla dolup taşar.

Peki, bu olumsuzlukların kapsam alanından çıkmak için nasıl bir başlangıç yapmak gerekir. İnsanın yaratılış gayesine uygun yaşaması için,  davranışlarını özgür iradenin biçimlendirmesine uygun zeminler oluşturulmalıdır. Kendi yaratılışının neden ve niçinini anlamayan ve bununla ilgili gerekli bilgi donanımına ulaşmayı düşünmeyenler, eylemlerini özgür iradenin kuşatıcılığına bırakamazlar. Dolayısıyla ahlaki yaşamdan yoksun kalırlar, ahlaki yaşamdan yoksun olanlar da, akıl tutulmuş bir ortamda, sorumsuz ve duygusal yaşamayı hayatın yaratılış gayesi sanırlar. Onun için, yaratılış gayesi olmayanların başka akılların gölgesinden çıkmaları mümkün değildir. Başka akılların çekim merkezinde bir uydu gibi yaşamaktan kurtulmak için, yeryüzünü kendi kontrollerinde yöneten dünya baronlarının pasif varlıklar için oluşturmak istediği cenneti arzulayan bir varlık olmaktan uzaklaşmamız gerekir. Dünya cennetini arzulayarak isteklerine hiçbir fren koymayanlar, duygularıyla yaşadıkları için, o duygularının sömürü güçlerinin üzerinde deney yaptığı bir denek olmayı göze almaları gerekir. Denekler, ne zamandan beri kendi iradelerini kullanmaya başladılar ki, yaşam alanlarını çizecek aklı mekanizmayı aktif kılabilsinler. Yani bilgi transferi yapma becerisi olmayanlar sadece bize geçmişten gelen masalları en iyi anlatanlar olurlar. Masal anlatanlar bir bilinç aşısı yapamazlar. Sadece duyguları galeyana getirerek anlık hazlar vererek insanları kısmi rahatlatmaya götürürler. Günümüzün insanı anlık hazların kurbanı olarak uzun süreli yaşamı kendisine cehennem yapmayı şiar edinmiş gibi yaşamaktadır. Bu yaşam algısı, belli bir güç odağını, yeryüzünde tüm insanlık ailesi için söz söyleme hakkının kendisinde olduğu cüretini ortaya çıkarmaktadır. Bu küresel gücün, sihirli bir balon olduğunu görerek, onun çok kolay patlatılacağının bilgisini geçmişten günümüze transfer edemezsek, onlar bizimle bir misket gibi oynamaya yemin etmişler… Ondan dolayıdır ki, tüm güçlü sandığımız akılların kapsam alanından çıkarak kendimize ait aklı kullanmak zorundayız… En azından kendi aklımızla mücadele ettik diyerek, başkalarını yaşadığımız karanlıkların sebebi görüp basit bahanelerden kurtularak, yarınlarda hesabımızı daha kolay verecek ortam yakalayabiliriz.

Akıl insanın en kıymetli hazinesidir. Aklı olmayanın dini de yoktur. Vahiy akla hitap ediyor, yani akıllı varlık olmasa vahyinde varlığı anlamsızlaşıyor, demek ki akıl başka akılların gölgesine girdiği zaman kendi kendini imha ediyor. İşte bu yaklaşımlarla aklı yeniden canlandırarak kendi varlığını ortaya koymasını istemekteyiz. Bu gün küresel baron yeryüzünde kendi ilahlığını tescillemek ve yaratıcının tüm insanların hesabını göreceğim dediği yaşamı, kendilerinin yapacağını iddia ederek, yeryüzünün ilah heyetini oluşturma çabası içindeler… Bu çabanın son bulması ve bütün bir evrenin yeniden kendi yörüngesine oturmasının koşulu aklı aktif kılarak bilinç hareketini başlatmak kaçınılmazdır. Yoksa insanlığın sonu böylece yaklaşmış olacaktır. 

Aklın, doğrudan sahibi ile akıl arasındaki tüm ilahların egemenliğine son vererek herkesin özgür bir kul olarak yaratıcının belirlediği evrende sorumluluk sahibi olarak yaşamaya başlamasının zamanı geçmektedir…”İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır…” “İnsanların hesap vereceği gün çok yakındır, ancak onlar daldıkları gafletle hala yüz çevirmekteler…”Rabbim, bizleri uyanan ve kendi akıllarını harekete geçiren kullardan eylesin...

Bir atımlık mermimiz bir aydınlatma fişeği olarak insanların akıl mermilerini atabilecek ve hedefi on ikiden vuracak aydınlatmalara sebep olursa ne mutlu bize… Güç kuvvet Allah’ındır, rabbim yanlışlarımızdan bizi uzaklaştır, doğruya ama demeden sahip çıkan kullardan eyle bizleri…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla! Merhametlilerin en merhametlisine emanet olunuz…

Bahadır Hataylı/25.01.2022/23.30

 

                                               

 

 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!