Bu Blogda Ara
5 Ocak 2022 Çarşamba
YOK OLUŞUN BAŞLANGICI ADALETSİZLİKTİR!
14 Haziran 2021 Pazartesi
BİLMEK İLE İNANMAK AYNI YERDE BULUŞUR MU?
İnanmak ile bilmek arasında ulaşılması imkânsız bir uzaklık vardır. İnanmak, kendi becerilerimizle ulaşamadığımız konular hakkında inanarak içinde bulunduğumuz sıkıntı ve endişelerin verdiği rahatsızlıktan biraz olsun rahatlamaktır. Oysa bilmek öyle değildir. Bilmekte başlı başına bir istek heyecan ve arayışın doyuma ulaşması söz konusudur. Bilerek onaylamak veya kabullenmemek bilinçli bir tercihtir. Bilinçlice yapılan eylemler, ne olduğunu anlamadan gücü yetmediği için kabul ediyor gibi görünüp inandım denilen eylemlerle aynı düzlemde asla değerlendirilemez. Bilinçlice kabullenmek bir bilgi sayesinde olur.Blinçsizce kabullenişin temel omurgası taklit üzerine kuruludur. Dolayısıyla taklitçi bir davranış ile bilerek yapılan eylemlerin aynı boyutta değerlendirilmesi mümkün değildir.
Hz. Ebubekir’e gelerek senin
arkadaşın bunları anlatıyor, kafayı yemiş diyen müşriklere karşı,Ebubekirin o
diyorsa doğrudur demesi sadece kuru kuruya bir kabulleniş ve arkadaşına toz
kondurmamak için duygusal bir bağlılık değildir. Ebubekir, arkadaşının kim
olduğunu nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu hayatındaki önem verdiği değerleri
çok iyi bildiği için böyle bir sonuca gitmektedir. Bu da temellendirilmiş bir
bilgi üzerine olan inanmanın ne kadar tutarlı sağlam ve kopmaz bağlanışı içinde
barındırdığını göstermektedir.Allah,”İman edenler bilerek iman etsin,
inanmayanlar da bilerek inanmasın diye kitabını apaçık indirmiştir. Bu da
gösteriyor ki, bilgi her zaman ve her ortamda inanmadan hep yukarda olmuştur.
İman bilgiden sonra gelmiştir. Bilgisi olmayan bir inancın ise hiçbir anlam
ifade etmediği Kuran’ı kerim de birçok yerde anlatılmaktadır.
Bilmek, doğru düşünme ve doğru
eylemleri ortaya çıkarır. İnsanlar genellikle, hayatlarını bilgi olmadan
duyduklarına inanma üzerine kurdukları için hayatın her aşamasında
olumsuzluklarla karşılaşmaları mümkündür.
Çoğu ortamlarda inanan insanlardan
oluşan topluluklarda, çıkmaza girildiği zaman, Allah’a göre her şey çok
kolaydır gibi kendimizi rahatlatmak amaçlı söylediğimiz sözlerin arkasında çok
ciddi bir inancın olmadığını gözlemlemekteyiz. Elbette Allah’a göre her şey çok
kolaydır, ona göre kolay olması ve onun her şeye gücünün yetmesi benim
sorumluluk alanlarıma karşı olan görevlerimin sorumluluğunu da Allah’ın yerine
getireceği anlamı çıkarılamaz. Oysa insan kendisiyle alakalı çözemediği veya
çözmek için kafa yorup enerji harcamadığı konularda, Allah’a göre her şey çok
kolaydır diyerek kendince bir çıkış yolu bulduğunu sanmakta ve inancının da ne
kadar güçlü olduğunu dolaylı olarak anlatmak istemektedir. Bu tarz çıkışların
kuru softalık ve cehaletten kaynaklandığını görememek insanın kendisini imha
etmesi olur. ”Siz Allah’ın sünnetinde bir değişim bulamazsınız…”Uyarısı böylesi
basitlikler üzerine kurulan hayatları köklü temellere oturtmak amaçlı olduğunu
düşünüyorum.
Bilenler ile sıradan inanışların
değerlere sadakatindeki direncin çok farklı olduğunu görmek mümkündür. İnanma
üzerine oturan yaşamlar, inandıklarının tersi istikamette sarsıcı bir uyarıyla karşılaştıklarında
uyaran doğrultusunda inandıklarını rahatlıkla değiştirme yoluna giderler. Bun
en açık örneği de İsrail oğullarının denizi geçtikten sonra birkaç günlük bir
bekleme sürecinde tapmak için Samiriden bir buzağı yapmasını istemeleridir.
Hemen inanma rotaları değişiyor ve farklı bir tapınma unsuru oluşturuyorlar.
Yaşamlarında inanmanın baskın olduğu toplumların yaşamları ve tutuculukları çok
değişkendir ve bunların sürekliliğine güvenilmez. Ortam, zaman ve uyaranların
etkileme şiddetine göre yön değiştirebilirler. Âmâ bilgi üzere olan yaşamlar,
idrak süzgecinden geçirilerek bilinçlice bir tercih yaptıklarından dolayı
onların değerlerine sadakatinin sürekliliği ancak yaşamlarıyla son bulur. ”Ben
ve bana tabi olanlar biz bilerek bu yola çağırırız…”Diyen elçi, bilginin iman
etmedeki etkisinin ne kadar kuvvetli olduğunu da ortaya koymaktadır.
Bir bilgi üzerine hayatlarını ikame
etmeyen toplumlar, bilgi üzerine yaşayanların kobayı olarak kullanılırlar.
Tarihin her döneminde bunu görmek mümkündür. Bugün yaşadığımız çağa
baktığımızda bilgiye kim sahip ise diğerleri onların önünde el pençe divan durmaktadır.
Yaşamsal alandaki donanımların doğru çalışması için, yaşama ait yasaların
bilinmesi gerekir. Bu yasalardan haberi olmayanların ben bunların hepsini biliyorum,
Kur’an’da var diyerek sığ ve basit anlayışlarını Kur’an’ı referans alıyormuş
gibi davranmaları tam bir fiyaskodur. Kur’an’ı referans alanlar, onun
gösterdiği ortamı doğru anlamaya çaba harcarlar. Hiçbir çaba ve gayret
harcamadan bu bana verildi diyerek başkalarını buna inandırmaya çalışanlar
cehaletin zirvesine demir atarlar.Allah,yaşama dair tüm koordinatları belirlemiş
ve o çerçevede mücadele edildiği zaman insanlığın doğru bir yörüngede yol
alacağını anlatmıştır. Ancak biz böyle bir arayış çaba ve istek oluşturmadan
her şeyi inanarak çözeceğine inanan yaşamları arzular olduk. İnanarak hayatı
düzenleyeceğini düşünenler varsa öyle bir yaşam Allah’ın sünnetinde yoktur.
Elçilerin yaşamlarında normal akışa aykırı mucizeleri gündem yaparak bunlar
Allah’a göre çok kolay demekle insan, aklına kendisine ihanet etmekle
kalmayarak Allah’ı kendisi için bir kolluk kuvveti olarak görmeye
çalışmaktadır.
Allah’a göre her şey çok kolay ancak
Allah, işlerin insanın kendi çaba ve mücadelesine bağlı olarak devam etmesini istemektedir.
Bunun için yaşadığı ortamı tanımayan hayatın üzerine oturduğu dinamiklerin
oluşum gelişim ve devamlılıklarının neden kaynaklandığını bilmeyenler, bütün
bir insanlığın yaşamına dair sorunları çözeceğini ancak inanıldığı taktirde
çözüleceğini söylemekle çok büyük bir yalan söylerler ancak kendileri bunu
idrak edemezler.
Okumayı bir külfet görenler ve
okumadan ben bunları yaparım iyi ki bu kadar okumadım cahil kaldım gibi
açıklamalar iç dünyanın karanlık dehlizlerinden çıkan ortamı karartacak cehalet
gazının etrafa koku salmasıdır. Cehalet gazıyla gazlanmak, insanları dönüşü
olmayan bir çıkmaz sokağın imha timlerinin kurşunlarına hedef yapmaktır.
Cehalet gazıyla gaza gelenlerin bu gazın etki alanından çıkarak bilen ve idrak
eden yaşama kucak açmalarını beklemek kolay olmaz. Çünkü onlar inanarak bu aşamaya
gelmişlerse, bundan sonraki yaşamlarını bilerek geçirmelerini istemek onları ölüme
çağırmak gibi algılanır. Onlar inandıkları ile olan ilişkilerini kutsayarak
devam ettirdikleri için, hayatlarındaki yanlışları onlara izahata kalkarsanız,
sizi inanca saldıran olarak tanımlayıp hakaret ve küfretmekte bir sakınca
görmezler. Çünkü onlara göre, onlara yapılacak bir kritik onların inandıklarını
söyledikleri ilahi değerlere yapılan bir saldırı olduğunu söyleyecek kadar da
süreci çarpıtmakta bir sakınca görmezler. Yani inanarak yaşayanlar bilerek
yaşayanların varlığını kabullenmezler. Bilerek yaşamak sorumluluk,emek,gayret sabır,
istikrar,kararlılık,ahlakilik,adalet ve gerektireceği için bu külfetin altına girmeyi düşünmezler.
Allah’ın güç ve kuvvetinin kendileri için taksim edilmiş bir lütuf olduğunu iddia
ederek çevrelerindeki insanları hipnotize ederek onların da papağan gibi kendilerini
taklit etmesini beklerler. Böylesi yaşamlar her zaman ve her ortamda İlahi
eksende düzgün doğrusal bir yaşam grafiği oluşturacak hayatın kendileri için
bir tehlike olduğunu anlatarak bilgi üzere yaşamın ortaya çıkmasını asla istemezler.
Çünkü bunlar cehaletin taşıdığı su ile değirmenlerini döndürür ve menfaat üzere
kurulu hayatlarını yarınlara taşımak isterler.
Ey Allah’ın kulları bilerek yaşamayı
inanarak yaşama tercih etmediğiniz sürece sömürülen birer kobay olmaktan asla
ve asla kurtulamayacaksınız ne derse doğrudur diyebilmek için o yaşamın en
ince ayrıntısına kadar bilgisine sahip olmanız gerekmez mi? Bu bilgiye
ulaşırsanız o zaman karar vermede de zorluk çekmezsiniz. Ancak bir hususu
inanarak onaylıyorsanız biliniz ki, inandığınız ve inanmaya sizi ikna etmiş
olanların uyaranlarının şiddeti değiştiğinde sizin inandığınız olay kişi ve
nesnelerde kendiliğinden değişecektir. Eğer bir yerde çalıştığınız için geçiminizi
sağladığınıza inanıyor ve Allah’ın sizi yaşattığı için rızkınızı bir yere
koyduğunu ona ulaşmak için mücadele edip ona kavuşacağınızı bilmiyorsanız,
sizin ihtiyaçlarınızı kim karşılarsa ona bağlılığınız ve inancınız artar.
Göklerin ve yerin tüm hazineleri Allah’ındır buyruğu sadece bir ninni gibi
gelir.
Tüm bu açıklamalardan sonra şunu
açıkça beyan etmeliyim ki, Allah’ın dini bilmeyi gerektirir. Neyi niçin neden
ve nasıl yapmam gerekir ve amacım nedir, sorularının anlamsızlaştığı bir
yaşamdan, görüntülemek için anlamlı bir sonuç elde edemezsiniz. Bilmediğimiz
bir inanç sadece kuru softalıktır. Belli bir amaç için emanet verilmiş olan
uzuvlarımızı amacına uygun kullanmadan anlamlı ve yarını olan hayatın
kollarında ruhumuzu teslim edemeyiz. ”Ey insan bilmediğin bir şeyin ardına düşme,
zira göz kulak ve kalp ondan sorumludur. Bu sorumluluğu taşıyacak bir yaşam
oluşturmamız dileğimle…
Sabahın içindeki tüm hayırların kâinatı
kuşatmasını rabbimden niyaz ederek selam sevgi saygı ve muhabbetlerimi
iletiyorum…
Erol KEKEÇ/14.06.2021/07.10
7 Haziran 2021 Pazartesi
YÖNETENİ MÜSLÜMAN OLAN MI İSLAMİ YÖNETİM?
“Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım…”
Bu ayette insan ve cinin yaratılış
amacı açıkça anlatılmaktadır. Ancak bu kulluğun hangi şartlarda ve nasıl
istenilen şekilde gerçekleşeceğinin ilke ve kurallarını da Rabbimiz belirlemektedir.
Bu ilke ve kurallardan birkaçını ya da herhangi birini temel alarak Allah’a
giden yolu bunlar üzerine oturtmaya çalışan anlayışlara şahit olduğumuz muhakkak.
Bu anlayışlar samimi niyetle yola çıktıklarını anlatsalar da dinin bütününden
bir parçayı ayırarak bunun üzerine dini ve kulluğu ikame ederek dinin muhtevasını
parçaladıklarını da hiç anlamazlar. Dinin tüm muhtevası, Allah’a giden yolda
kulluk için gerekli olan donanımlardır ancak bunların ağırlığı birbirinden
farklı olabilir. Bunların farklılığı ya da ağırlığı sadece dinin bunlardan biri
üzerine kurgulanmasını gerektirmez. Öyle olursa sağlıksız bir düşünsel gelişim
oluşur ki bu tamamıyla sağlıksız bir din algısını ortaya çıkarır.
Allah’a kulluğun temelinde şirkten arınmak ve
Allah’ı birlemek vardır. Bunun gerçekleşmediği hangi yaşamlar dinin hangi
noktasından tutarlarsa tutsunlar samimiyetleri sadece Allah’a kulluk yapmak
üzerine kurulsa da Allah’ın dininden uzak yaşarlar. “De ki, halis din ancak Allah’ındır,
Ben dini sadece Allah’a has kılmakla emrolundum…”Dini, Allah’a has
kılmak için gece gündüz çaba sarf ederek yorulduğumuz din, Allah’ın dini
değilse Allah’a kulluk gerçekleşmez, Allah’a kulluk ancak ve ancak Allah’ın
dini ile gerçekleşir. Allah’ın dinini öğrenip ancak kulluğu sadece Allah’a
yapmayıp aracıları gözettiğimiz zaman din sadece Allah’a has kılınmış olamaz.
Allah’ın dinini yaşamanın doğru formülü yukarıdaki ayeti kerimedir. Bunu
dikkate almamak ve sonrasında dinin herhangi bir cüzünü bayraklaştırarak Allah
için mücadele ettiğimizi söylemek, sadece söyleyeni aldatmanın dışında bir işe
yaramaz.
İnsanın amacı Allah’a kulluk ise,
tevhid kelimesi bunu apaçık ortaya koymaktadır. Önce hayata hükmeden olmazsa
olmaz olduğuna inanılan tüm bağlayıcılar hayattan uzaklaşacak, ondan sonra
ancak Allah’a yönelme başlayacak…Biz önce Allah’a dönelim bunları zamanla yok
ederiz demek bu dinin doğasıyla savaşmaktır. Dinin doğasına aykırı her düşünce
ve eylem insanı Allah’a götürmez, kişinin gerçek amacı ne ise ancak yolculuğu
oraya olur.
Çocukluğumuzdan beri bize öğretilen
İslam’ın şartının beş olduğudur.Namaz,Oruç,Hac,Zekât ve sona eklenen Kelime-i Şehadettir.
Oysa Kelime-i Tevhit bu dinin özü ve temelidir. O olmadan diğerlerinin ikamesi
mümkün değildir.İslamı bireysel bağlayıcı bu temele oturtmak bilinçlice bu dine
yapılacak en büyük kıyım olduğuna inananmaktayım.Bir insanın bireysel ferdi
kimseyle münasebetinin olmadığı yaşam için bunlar geçerli olabilir ancak
toplumsal bir dinin bu kadar daraltılarak insanlığa evrensel bir din olarak sunulması,
din üzerinden çıkar devşirenlerin kendi kirli emellerini gizlemek adına
yaygınlaştırdıkları bir operasyon olduğunu düşünüyorum. Her Müslümanım diyenin
kafasının derinliklerinde İslami bir yönetim algısının yattığı muhakkak ancak
bunun nasıl gerçekleşeceği ve hangi ilkeleri bünyesinde barındıracağı konusunda
ortaya çıkacak sonuç hayatın gerçeklerinden bir o kadar uzaktır. Hayatın
gerçeklerini dikkate almayan bir din Allah’ın dini olabilir mi, kesinlikle net
inanıyorum ki olamaz. Allah’ın gönderdiği elçiler hangi topluma gidiyorsa o
toplumun dilini çok iyi biliyor ve onların sorunlarına çözüm olmak için geliyor.
Dil bir lisan olmanın ötesinde bir yaşam tarzı ve kültürdür. Çünkü dil bir
aktarım ve iletişim aracıdır. Doğal değil sonradan insanların nesnelere
yüklediği anlamlarca şekillenmiş ortak anlaşma biçimidir. Bundan dolayıdır ki,
elçiler geldikleri toplumu tanıyorlar ve onların yaşamının dışında
anlamadıkları bilmedikleri ve zorlanarak altından kalkamayacağı sorunlarla
onları bunaltmıyorlar.
İslami bir yönetim kurgusu da bunları
kuşatıcı nitelikte olmak zorundadır. Bu kurgulamayı yapmayan şekilsel
ibadetleri dinin aslı bir unsuru ve toplumsal yaşamın olmazsa olmazı olarak
dayatıp insanların Allah’a verecekleri hesaplarının faturasını burada sormaya
kalkmak bu dinden bihaber yaşamaktır. Bir başkasıyla münasebetimizi etkileyen
yaşam şeklimizin faturası ancak burada sorulabilir, başkasıyla alakası olmayan
eylemlerin faturasının bedelini ancak Allah sorgular. Ahlak ve hukuk içerikli
kapsayıcı eylemler toplumsal olduğu için, ancak bunların sorgulaması burada yapılır.
Bunların dışında kalan ve İslam’ın şartı olarak çocukluğumuzdan beri bize
dayatılan bu algının faturasını burada kimse sorgulama hakkına sahip değildir.
Diyeceksiniz ki birey olmadan toplum olur mu, elbette bireylerin ortak yaşam
algısı, toplumsal yaşamı ortaya çıkarır. Ancak bir inanç üzerinden toplumsal
yaşam oluşturulamaz. Müslüman toplum demek,%100 herkesin Müslüman olduğu toplum
demek değildir. Müslümanların Müslüman olmayanlara göre yoğunluğunun daha fazla
olduğu ve yaşam olarak Müslümanların yaşam değerlerinin diğerlerine göre daha
belirginlik kazandığı toplum demektir. Dolayısıyla Müslüman toplumda herkes
Namaz kılacak veya oruç tutacak diyerek ferdi bireysel sorumlulukları insanlara
dayatarak, bunun adına İslami yaşam tanımlaması yapmak, İslami Yaşamın ne
olduğunu idrakten yoksun yaşamaktır. İslami Yaşam demek, hakkaniyetin ve
adaletin temel kıstas alındığı ahlaki değerlerin tüm değerleri kuşatacak bir
özelliğe sahip olduğu yaşamdır. Ahlak adalet ve hakkaniyet ölçülerinin hayatın
rotasına oturmadığı ortamda hangi dini kıstası temel bağlayıcı ilke olarak
koyarsanız koyunuz böyle bir toplum İslami yaşam asla olamaz. İslam dendiği
zaman akla gelmesi gereken temel ilke Tevhiddir.Tevhide sahip olanların
yaşamlarını biçimlendirdikleri değerler onların bireysel bağlayıcılarıdır.
Allah’a kulluk bireysel sorumluluktur.
Allah’a kul olanların kenetlenerek bir araya gelerek tüm insanlık için ortaya
koyacakları evrensel yaşam denkleminin adıdır aslında İslami yaşam. Bu yaşamın
kıyısından köşesinden geçmekten mahrum olanların bireysel ferdi
sorumluluklarını evrensel bir değer sistemi gibi insanlara dayatarak bir
yönetim biçimi düşleyerek bunu adına da İslami yönetim demeleri onu hiçbir
zaman İslami yapmayacaktır. İslami Yönetim demek, yönetenlerin Müslüman
olmasını da gerekli kılmaz ama Müslümanlardan oluşursa çok daha iyi olur. Tabi
ki Kur’an’ın tanımladığı Müslüman’dan bahsediyorum…Yerkürenin neresinde olursa olsun,
Adaleti esas alan, ahlakı toplumsal yaşamın temel kodları olarak gören herkese
hakkaniyet ölçüleri içinde yaşam alanları oluşturan yönettiği insanlara zulmetmeyen,
onları sömürecek tüm yolları kapayan faizi yaşamın dışına atan, günlük yaşamı
sağlayan ihtiyaçları karşılamak için bir değer sistemi ve değişim aracı olarak
kullanılan para ve türevlerindeki dalgalanmaları sıfıra ya da altına çekmiş,
kötülüklere yöneleceklerin gidiş yollarını çok zorlaştıran ve bağlayıcı hukuk
normlarının herkes için aynı olduğu yönetim İslami bir yönetimdir.
Müslümanların yaşamadığı bir yönetim olsa da…Kendimizin de içinde bulunduğu
İslam toplumlarında illaki İslami bir yönetim beklemek bizleri avucunu
yalayacak bir bekleyişe taşıyabilir.
Neden mi anlatıyorum, İslami bir
kimlik kişilik ve kulluk bilincini geliştirememiş olanların İslami bir yaşam ve
bunun üzerine oturan bir yönetim sistemine kavuşmaları mümkün değildir. İslam
bir temenniler mecmuası değildir. İslam bir yaşam ve yönetim anlayışının dinamik
akışkan ve sürekliliği olan bir manifestodur. Bu sorumluluğun altına girmek
isteyenlere naçizane önerim, ne pahasına olursa olsun kendinizi ve sahip
olduğunuz tüm birikimlerimizi evrensel yaşam denklemine hizmet eden ve bize
kulluk bilincimizi geliştiren bir birikim olması durumuna getirelim.
Öğrendiklerimiz içinde yaşadığımız mağaramızın duvarlarını her gün biraz daha
kalınlaştırarak dışarıdan gelebilecek kıvılcımların girmesini hepten yok edecek
duruma geliyorsa, yıkın gitsin o duvarları kimseye bunun bir faydası
olmayacaktır. Faydasız ilimden Allah’a sığınalım…
İnsanın din ile olan ilişkisini Güneş
sistemi gibi düşünebiliriz. Güneş sisteminde bulunan gezegenler hem kendi
yörüngelerinde kendi ekseni etrafında dönerken ayrıca Güneş sistemindeki
dönüşüne de asla bir gölge düşürmez tüm bunları birlikte yapar. İnsanın
bireysel ferdi ibadetleriyle olan ilişkisi Dünyanın kendi ekseni etrafında
dönmesi sonrası ortaya çıkan sonuç gibi bir fonksiyona sahiptir. Dünya kendi
etrafında dönmezse nasıl ki gece gündüz olmadığı için yılı oluşturan günler olmayacaktır.
Ancak kendi ekseninde dönmeyen dünya Güneş etrafındaki dönmesi devam ettiği
sürece mevsimlerin varlığı devam edecektir. Mevsimlerin varlığı devam etse de
doğal akışa sahip olan bir sistem de eksiklik olacağından istenilen sonuç
hakkıyla yerine getirilmiş olmayacaktır. İşte Ferdi İbadetlerin durumu da
Bireyin kendi ekseni etrafında dönmesidir. Onun sonucunda İslami bir kişilik ve
kimlik oluşur bu kimlik Allah’a kulluğa giderken belirleyici bir özellik taşır.
Ancak Hukuk, ahlak ve adalet gibi kavramlar ile insanlığın yaşamına bir düzen oturtmak,
Dünyanın güneşin etrafında dönmesi gibidir. Yani yılların oluşmasına nasıl ki,
dünyanın kendi ekseninde dönmemesi engel değilse, Bireyin ferdi bireysel
sorumlulukları içinde olan ibadetleri yapmamış olması toplumsal yaşamda bunları
uygulayan bir yaşam ortaya çıkarmasına engel olamaz. Âmâ düzen bozulduğu ya da
eksik kaldığı için gece ve gündüz gibi bir nimetten mahrum olmak gibi
hayatımızda çok önemli yere sahip bazı değerlerden mahrum kalabiliriz…
Ey insan Allah’a kulluk olan
sorumluluğun önüne kulluk için gerekli olan parçalardan birini geçirerek
kendini parçalamazsan, yörüngen seni istenilen hedefe yaklaştıracaktır. Allah’a
kulluğun yerine kendi ilahlığını öne çıkarıp kulluk yaptığını sanan
zavallılardan eylemesin Rabbim bizleri…Ey Rabbimiz yanıldıysak unuttuysak bizi
sorumlu tutma, bilerek yanlış yapmaktan bizi uzaklaştır, yanlışta ısrar ettirme
bizi, sehven yaptığımız hatalarımızdan dolayı da bizleri bağışla…
Selam saygı muhabbet ve merhamet
dileklerimle herkesi Allah’a emanet ediyorum…
Erol KEKEÇ/16.06.2021/16.06
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

