Bu Blogda Ara

7 Haziran 2021 Pazartesi

YÖNETENİ MÜSLÜMAN OLAN MI İSLAMİ YÖNETİM?

 “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım…”

Bu ayette insan ve cinin yaratılış amacı açıkça anlatılmaktadır. Ancak bu kulluğun hangi şartlarda ve nasıl istenilen şekilde gerçekleşeceğinin ilke ve kurallarını da Rabbimiz belirlemektedir. Bu ilke ve kurallardan birkaçını ya da herhangi birini temel alarak Allah’a giden yolu bunlar üzerine oturtmaya çalışan anlayışlara şahit olduğumuz muhakkak. Bu anlayışlar samimi niyetle yola çıktıklarını anlatsalar da dinin bütününden bir parçayı ayırarak bunun üzerine dini ve kulluğu ikame ederek dinin muhtevasını parçaladıklarını da hiç anlamazlar. Dinin tüm muhtevası, Allah’a giden yolda kulluk için gerekli olan donanımlardır ancak bunların ağırlığı birbirinden farklı olabilir. Bunların farklılığı ya da ağırlığı sadece dinin bunlardan biri üzerine kurgulanmasını gerektirmez. Öyle olursa sağlıksız bir düşünsel gelişim oluşur ki bu tamamıyla sağlıksız bir din algısını ortaya çıkarır.  

 Allah’a kulluğun temelinde şirkten arınmak ve Allah’ı birlemek vardır. Bunun gerçekleşmediği hangi yaşamlar dinin hangi noktasından tutarlarsa tutsunlar samimiyetleri sadece Allah’a kulluk yapmak üzerine kurulsa da Allah’ın dininden uzak yaşarlar. “De ki, halis din ancak Allah’ındır, Ben dini sadece Allah’a has kılmakla emrolundum…”Dini, Allah’a has kılmak için gece gündüz çaba sarf ederek yorulduğumuz din, Allah’ın dini değilse Allah’a kulluk gerçekleşmez, Allah’a kulluk ancak ve ancak Allah’ın dini ile gerçekleşir. Allah’ın dinini öğrenip ancak kulluğu sadece Allah’a yapmayıp aracıları gözettiğimiz zaman din sadece Allah’a has kılınmış olamaz. Allah’ın dinini yaşamanın doğru formülü yukarıdaki ayeti kerimedir. Bunu dikkate almamak ve sonrasında dinin herhangi bir cüzünü bayraklaştırarak Allah için mücadele ettiğimizi söylemek, sadece söyleyeni aldatmanın dışında bir işe yaramaz.

İnsanın amacı Allah’a kulluk ise, tevhid kelimesi bunu apaçık ortaya koymaktadır. Önce hayata hükmeden olmazsa olmaz olduğuna inanılan tüm bağlayıcılar hayattan uzaklaşacak, ondan sonra ancak Allah’a yönelme başlayacak…Biz önce Allah’a dönelim bunları zamanla yok ederiz demek bu dinin doğasıyla savaşmaktır. Dinin doğasına aykırı her düşünce ve eylem insanı Allah’a götürmez, kişinin gerçek amacı ne ise ancak yolculuğu oraya olur.

Çocukluğumuzdan beri bize öğretilen İslam’ın şartının beş olduğudur.Namaz,Oruç,Hac,Zekât ve sona eklenen Kelime-i Şehadettir. Oysa Kelime-i Tevhit bu dinin özü ve temelidir. O olmadan diğerlerinin ikamesi mümkün değildir.İslamı bireysel bağlayıcı bu temele oturtmak bilinçlice bu dine yapılacak en büyük kıyım olduğuna inananmaktayım.Bir insanın bireysel ferdi kimseyle münasebetinin olmadığı yaşam için bunlar geçerli olabilir ancak toplumsal bir dinin bu kadar daraltılarak insanlığa evrensel bir din olarak sunulması, din üzerinden çıkar devşirenlerin kendi kirli emellerini gizlemek adına yaygınlaştırdıkları bir operasyon olduğunu düşünüyorum. Her Müslümanım diyenin kafasının derinliklerinde İslami bir yönetim algısının yattığı muhakkak ancak bunun nasıl gerçekleşeceği ve hangi ilkeleri bünyesinde barındıracağı konusunda ortaya çıkacak sonuç hayatın gerçeklerinden bir o kadar uzaktır. Hayatın gerçeklerini dikkate almayan bir din Allah’ın dini olabilir mi, kesinlikle net inanıyorum ki olamaz. Allah’ın gönderdiği elçiler hangi topluma gidiyorsa o toplumun dilini çok iyi biliyor ve onların sorunlarına çözüm olmak için geliyor. Dil bir lisan olmanın ötesinde bir yaşam tarzı ve kültürdür. Çünkü dil bir aktarım ve iletişim aracıdır. Doğal değil sonradan insanların nesnelere yüklediği anlamlarca şekillenmiş ortak anlaşma biçimidir. Bundan dolayıdır ki, elçiler geldikleri toplumu tanıyorlar ve onların yaşamının dışında anlamadıkları bilmedikleri ve zorlanarak altından kalkamayacağı sorunlarla onları bunaltmıyorlar.

İslami bir yönetim kurgusu da bunları kuşatıcı nitelikte olmak zorundadır. Bu kurgulamayı yapmayan şekilsel ibadetleri dinin aslı bir unsuru ve toplumsal yaşamın olmazsa olmazı olarak dayatıp insanların Allah’a verecekleri hesaplarının faturasını burada sormaya kalkmak bu dinden bihaber yaşamaktır. Bir başkasıyla münasebetimizi etkileyen yaşam şeklimizin faturası ancak burada sorulabilir, başkasıyla alakası olmayan eylemlerin faturasının bedelini ancak Allah sorgular. Ahlak ve hukuk içerikli kapsayıcı eylemler toplumsal olduğu için, ancak bunların sorgulaması burada yapılır. Bunların dışında kalan ve İslam’ın şartı olarak çocukluğumuzdan beri bize dayatılan bu algının faturasını burada kimse sorgulama hakkına sahip değildir. Diyeceksiniz ki birey olmadan toplum olur mu, elbette bireylerin ortak yaşam algısı, toplumsal yaşamı ortaya çıkarır. Ancak bir inanç üzerinden toplumsal yaşam oluşturulamaz. Müslüman toplum demek,%100 herkesin Müslüman olduğu toplum demek değildir. Müslümanların Müslüman olmayanlara göre yoğunluğunun daha fazla olduğu ve yaşam olarak Müslümanların yaşam değerlerinin diğerlerine göre daha belirginlik kazandığı toplum demektir. Dolayısıyla Müslüman toplumda herkes Namaz kılacak veya oruç tutacak diyerek ferdi bireysel sorumlulukları insanlara dayatarak, bunun adına İslami yaşam tanımlaması yapmak, İslami Yaşamın ne olduğunu idrakten yoksun yaşamaktır. İslami Yaşam demek, hakkaniyetin ve adaletin temel kıstas alındığı ahlaki değerlerin tüm değerleri kuşatacak bir özelliğe sahip olduğu yaşamdır. Ahlak adalet ve hakkaniyet ölçülerinin hayatın rotasına oturmadığı ortamda hangi dini kıstası temel bağlayıcı ilke olarak koyarsanız koyunuz böyle bir toplum İslami yaşam asla olamaz. İslam dendiği zaman akla gelmesi gereken temel ilke Tevhiddir.Tevhide sahip olanların yaşamlarını biçimlendirdikleri değerler onların bireysel bağlayıcılarıdır.

Allah’a kulluk bireysel sorumluluktur. Allah’a kul olanların kenetlenerek bir araya gelerek tüm insanlık için ortaya koyacakları evrensel yaşam denkleminin adıdır aslında İslami yaşam. Bu yaşamın kıyısından köşesinden geçmekten mahrum olanların bireysel ferdi sorumluluklarını evrensel bir değer sistemi gibi insanlara dayatarak bir yönetim biçimi düşleyerek bunu adına da İslami yönetim demeleri onu hiçbir zaman İslami yapmayacaktır. İslami Yönetim demek, yönetenlerin Müslüman olmasını da gerekli kılmaz ama Müslümanlardan oluşursa çok daha iyi olur. Tabi ki Kur’an’ın tanımladığı Müslüman’dan bahsediyorum…Yerkürenin neresinde olursa olsun, Adaleti esas alan, ahlakı toplumsal yaşamın temel kodları olarak gören herkese hakkaniyet ölçüleri içinde yaşam alanları oluşturan yönettiği insanlara zulmetmeyen, onları sömürecek tüm yolları kapayan faizi yaşamın dışına atan, günlük yaşamı sağlayan ihtiyaçları karşılamak için bir değer sistemi ve değişim aracı olarak kullanılan para ve türevlerindeki dalgalanmaları sıfıra ya da altına çekmiş, kötülüklere yöneleceklerin gidiş yollarını çok zorlaştıran ve bağlayıcı hukuk normlarının herkes için aynı olduğu yönetim İslami bir yönetimdir. Müslümanların yaşamadığı bir yönetim olsa da…Kendimizin de içinde bulunduğu İslam toplumlarında illaki İslami bir yönetim beklemek bizleri avucunu yalayacak bir bekleyişe taşıyabilir.

Neden mi anlatıyorum, İslami bir kimlik kişilik ve kulluk bilincini geliştirememiş olanların İslami bir yaşam ve bunun üzerine oturan bir yönetim sistemine kavuşmaları mümkün değildir. İslam bir temenniler mecmuası değildir. İslam bir yaşam ve yönetim anlayışının dinamik akışkan ve sürekliliği olan bir manifestodur. Bu sorumluluğun altına girmek isteyenlere naçizane önerim, ne pahasına olursa olsun kendinizi ve sahip olduğunuz tüm birikimlerimizi evrensel yaşam denklemine hizmet eden ve bize kulluk bilincimizi geliştiren bir birikim olması durumuna getirelim. Öğrendiklerimiz içinde yaşadığımız mağaramızın duvarlarını her gün biraz daha kalınlaştırarak dışarıdan gelebilecek kıvılcımların girmesini hepten yok edecek duruma geliyorsa, yıkın gitsin o duvarları kimseye bunun bir faydası olmayacaktır. Faydasız ilimden Allah’a sığınalım…

İnsanın din ile olan ilişkisini Güneş sistemi gibi düşünebiliriz. Güneş sisteminde bulunan gezegenler hem kendi yörüngelerinde kendi ekseni etrafında dönerken ayrıca Güneş sistemindeki dönüşüne de asla bir gölge düşürmez tüm bunları birlikte yapar. İnsanın bireysel ferdi ibadetleriyle olan ilişkisi Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi sonrası ortaya çıkan sonuç gibi bir fonksiyona sahiptir. Dünya kendi etrafında dönmezse nasıl ki gece gündüz olmadığı için yılı oluşturan günler olmayacaktır. Ancak kendi ekseninde dönmeyen dünya Güneş etrafındaki dönmesi devam ettiği sürece mevsimlerin varlığı devam edecektir. Mevsimlerin varlığı devam etse de doğal akışa sahip olan bir sistem de eksiklik olacağından istenilen sonuç hakkıyla yerine getirilmiş olmayacaktır. İşte Ferdi İbadetlerin durumu da Bireyin kendi ekseni etrafında dönmesidir. Onun sonucunda İslami bir kişilik ve kimlik oluşur bu kimlik Allah’a kulluğa giderken belirleyici bir özellik taşır. Ancak Hukuk, ahlak ve adalet gibi kavramlar ile insanlığın yaşamına bir düzen oturtmak, Dünyanın güneşin etrafında dönmesi gibidir. Yani yılların oluşmasına nasıl ki, dünyanın kendi ekseninde dönmemesi engel değilse, Bireyin ferdi bireysel sorumlulukları içinde olan ibadetleri yapmamış olması toplumsal yaşamda bunları uygulayan bir yaşam ortaya çıkarmasına engel olamaz. Âmâ düzen bozulduğu ya da eksik kaldığı için gece ve gündüz gibi bir nimetten mahrum olmak gibi hayatımızda çok önemli yere sahip bazı değerlerden mahrum kalabiliriz…

Ey insan Allah’a kulluk olan sorumluluğun önüne kulluk için gerekli olan parçalardan birini geçirerek kendini parçalamazsan, yörüngen seni istenilen hedefe yaklaştıracaktır. Allah’a kulluğun yerine kendi ilahlığını öne çıkarıp kulluk yaptığını sanan zavallılardan eylemesin Rabbim bizleri…Ey Rabbimiz yanıldıysak unuttuysak bizi sorumlu tutma, bilerek yanlış yapmaktan bizi uzaklaştır, yanlışta ısrar ettirme bizi, sehven yaptığımız hatalarımızdan dolayı da bizleri bağışla…

Selam saygı muhabbet ve merhamet dileklerimle herkesi Allah’a emanet ediyorum…

Erol KEKEÇ/16.06.2021/16.06


1 Haziran 2021 Salı

DOĞRU BİLGİ DOĞRU EYLEME GÖTÜRÜR!

Bir toplumda insanların çoğunluğu meraklarını doyuramadıklarından dolayı, merak uyandıracak alanlarda geziniyorlarsa bunlar üzerinde etraflıca düşünmek gerekmez mi? Suyun kaynağında kirlenme olduğu zaman nasıl ki, yeni su kaynakları arayıp kirlenen sudan faydalanmayıp yeni arayışlara girişiyorsanız, bilgi kaynakları da böyledir. Bilgi kaynakları güvenirliliklerini kaybettiğinde kendiliğinden doğal arayışlar oluşmaya başlar.

Kendi ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman bu arayışın canlı örneklerine tanık olmaya başladık. Geçmişi çok karanlık olan, her türlü olumsuzlukla adı anılmış olanlar bugün insanlar için yeni bir bilgi kaynağı olarak görülmeye başlanmışsa, bilgi kaynağının başında oturanlar, acaba nasıl bir kaynaktan insanları bilgilendirdi ki o bilgiler güvenirliğini kaybetmiş ve meşru olmayan zeminlerde temiz kaynaklar aranmaya başlanmış diye hiç kendilerini sorgulamayacaklar mı?

Gündemi yakından takip eden biri olarak yazıyorum. İllegal bir yapılanmanın gençliğin büyük bir bölümü tarafından dinleniyor olması ve insanların bu konudaki kanaatleri de söylenenler hiç de yabana atılacak türden değil diye görüş belirtmeleri hiç mi üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olmuyor? Hep insanlar suçlu böylesi adamların sözüne inanılır mı, bunlara inanacak kadar insanlar gerçeklere gözlerini kapamış olamaz gibi oturduğunuz yerden ahkam kesmeniz sizin içinde olduğunuz karanlıkları aydınlatmayacağını çok iyi anlamalısınız…

Organize suç örgütü lideri olarak tanımlanan şahıs son bir ay içinde 8 adet video konuşması yayınladı ve herkes tarafından da ilgiyle izlendi. Meşru olmayan yaşamlar meşru olan konuları anlatarak insanları bilgilendirmek istiyorsa, insanın aklına şöyle bir soru geliyor, acaba meşru olarak bu konularda görev başında olanlar neleri anlatmadılar ki, insanlar bu açlıklarını bu tip dillerden öğrenme gereği duyuyorlar. İnsanlar doğru bilgi almak ister, aldıkları bilgiyle yaşamları arasındaki bağlantıyı da çok iyi kurar. Belki hemen dillendirmezler ama çok iyi bir gözlemci oldukları muhakkaktır. Bu gözlemciliğin getirmiş olduğu bir farklılık olsa gerek, yetkili birimlerden daha çok, hiçbir resmi yetkisi olmadığı halde yetkisi dışında kalan ama insanları ilgilendiren konulardan bahseden bu zatları dinlemek için meraklanmaktadırlar. Diyeceksiniz ki ne merakı, videoların izlenme oranlarına baktığınız zaman anlattıklarımı ne kadar da doğrular nitelikte olduğunu sizler de göreceksiniz. Toplum doğru bilgilendirilmeye ne kadar aç…Peki doğru bilgi doğru olmadığına inanılan insanlar tarafından nasıl verilir diyebilirsiniz haklı olarak. Yanlış bilgiler doğru olduğuna inanılan insanlar tarafından nasıl verilebiliyorsa, doğru bilgiler de yanlış olduğuna inanılanlar tarafından tabi ki verilebilir. Genellikle insanlar bu anlayışla o alanlara yönelerek içlerindeki doğru bilgi açlığını bu yolla doyurmaya çalışmaktadırlar.

Bir ortamda herkes aynı şeyleri anlatıyorsa orada kimse bir şey anlatmıyor demektir. Bizim insanımızın bilgilenme kaynakları genellikle televizyon ve gazeteler olmaktadır. Bu iletişim kanalları da ya sadece aydınlıkları anlatıyor ya da her taraf karanlık hiç aydınlık yok diyerek bağırıyor. Millet kayıtsız şartsız teslimiyet ile kayıtsız şartsız muhalefet mantığından usandı ve bu oluşumların dışından gelecek seslere kulak vermeye başladı. Son dönemde gündem oluşturan videolara da bu mantıkla yaklaşarak içinde farklılıklar olabilir mi acaba diye dinlediler, sonrasında geldikleri nokta yayınlanacak bir sonraki videoyu sabırsızlıkla beklemek oldu. Bu sürecin oluşmasına neden olan ne o videoyu dinleyenler ne de o videoyu yapandır…Bu süreç bunların dışında oluştuğu için bu iki unsuru bir araya getirmeyi başardı.

Organize suç örgütü diyerek geçiştirmek öyle kolay olmuyor, toplumda yarattığı karşılığa baktığımızda sosyolojik tahlilinin yapılması gerektiğine inanmaktayım. Dijital çağda yaşadığımızı sanıyorum ülkenin önemli makamlarını işgal edenler hala fark etmemiş olmalılar ki, söyledikleri artık karşılık bulmamaya başladı. Dijital çağın en önemli yanı çok kısa sürede insanları birbirinden haberdar etmesidir. Aynı zamanda bilgi aktarımına çok ciddi etki etmesidir. Kısa sürede sizin ağzınızdan çıkan bir söz mesafeleri dikkate almadan kitlelere ulaşabiliyor. Böyle olmasına rağmen önemli makamlarda bulunanlar hala feodal yaşamda seyreder bir algı ile insanlara yaklaşmaktadırlar. Bu anlayış insanın kendi sonunu kendisinin sonlandırması anlamı taşır. Yani eskisi gibi insanları bilgilendirmediğimiz zaman bunlar gizli kalır mantığı çöp oldu. Sizin attığınız her adım ve sarf ettiğiniz her söz kayıt altına alınmaktadır. Bu kayıtlar sizin en zayıf anınızda ya da sorumlu olduğunuz insanlarla aranızdaki bağlar zayıfladığında ve güvensizlik oluşmaya başladığında rahatlıkla kullanılacak zamanı bekler. Sorumlu makamlarda olanlar bunları çok iyi analiz ve tetkik etmeleri gerekir. Bu sorumluluğu yerine getiremeyenler adına bir başkası bu alanları doldurduğu zaman sizinle kitlenizi karşı karşıya getirme ihtimali çok yüksektir. İşte geldiğimiz nokta da böyle bir durumun olduğu aşikardır.

Suç örgütü lideri olduğu iddia edilen şahsın bilgilendirmesine bakıldığında, devletin en üst makamının etrafının sarıldığını dolayısıyla üst makamın toplumda nelerin olduğundan haberdar olması mümkün değil derken bu gerçekliğe de doğrudan değinmektedir. Bu yaklaşıma baktığımızda insanların merakla bekledikleri ve bilgi sahibi olmak istedikleri konulardaki açlıklarını bu yollarla telafi ettiğine şahit olmaktayız.

Devletin asli görevlerinden birisi de halkını doğru bilgilerle en açık şekilde bilgilendirerek şeffaf olmaya özen göstermesidir. Son iki yıldır küresel salgından etkilenen ülkemiz yeterli bilgi kaynaklarıyla bilgilendirilmedi bilgilendirildiyse de anlatılan bilgiler genel bir güven oluşturamadı. Bu güvensizlik birçok alanda sorgulamaları da beraberinde getirdi. Sebebi ise önemli bilgilerin verilmesi gereken konularda üzerinde ciddi çalışmaların ve değerlendirmelerin olduğu bilgilerden oluşmadığı için güven bunalımı yaşanır oldu. Tekrarlanan bu sürecin düzeltilmesi gerekirken, bu yanlışlar birer doğruymuş gibi dayatıldı ve bunları kabul etmeyenlerin büyük bir kısmı da potansiyel düşman olarak görüldü. Bu anlayışlar en üst perdeden dillendirildiği zaman bu anlayışların peşinden koşan tebaa da gece gündüz bunları dillendirerek bu anlayışların dışında kalanlara küfür hakaret ve düşmanlığı bir ibadet aşkıyla yerine getirmenin huzurunu yaşıyordu. Yani siz kendinizden kendiniz olmayanları dışlayıp onların seçenek aramasına sebep olmanıza rağmen sorumlu olarak bu insanları gördüğünüz sürece, hangi ortamda hangi zamanda nasıl bir yönlendirme mekanizmasıyla karşılaşacağınızı kestiremezsiniz. Bu süreç böylesi bir keşmekeşliğin sonucu olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu sürecin kontrolden çıkarak nereye gideceğini kestiremiyor olmakta, sizin sahip olduğunuz bilgi kaynaklarının inandırıcılık özelliğini kaybetmesi ve olayları yönetme becerisinden yoksun olmasından kaynaklanır.

Evet, İnsanların doğru bilgi alma özgürlüğü ortadan kalkar ve sadece verilen bilgilerin doğruluğu dayatılırsa, dayatılan her şey inandırıcılığını kaybederek yaşam alanına girer. Ondan sonra insanların bilgi kaynakları ansızın rota değiştirir, farklı bir raya geçen ve makas değiştiren tren gibi yol alır. Bunun en olumlu yansıması ne olur dersiniz toplumsal uyanış destanının okunmasına neden olabilir. Hep birlikte doğru bilgi kaynaklarına ulaşarak doğru bilgilenenlerden olmak ümidiyle, selam saygı ve muhabbetlerimle…

Erol KEKEÇ/01.06.2021/00.34



31 Mayıs 2021 Pazartesi

KAÇ PARALIK ADAMSIN PARAN KADAR KONUŞ

 Dünyevileşmiş yaşamlar insanlığı tanımlarken, “kaç paralık adam o” veya “Paran kadar konuş, daha olmazsa kilon kadar para sayarım gibi ifadeleri kullanır; sizler de bunların kullanıldığına çoğu zaman şahit olmuşsunuzdur. Yaşam kültürünün bu olduğu ortamlarda, parasızlık itibarı kaybedilmiş yaşam olarak bilinir ve ona göre bir değer verilir. Bu değer algısının küresel bir salgın gibi yayıldığı ve saatte 500km hızla ilerlediği bir yaşamda değer sistemlerinin baştan aşağı sorgulanması elzemdir.

“Kaç paralık adam” ifadesi aslında kuşatılmış bir kültür dinamiğinin beyinleri ne kadar da işgal ettiğinin ifadesidir. Bu ifadenin yediden yetmişe her ortamda kullanıldığı toplumlarda ciddi bir değer değişiminin yaşandığı muhakkaktır. Önünüze çıkan ve sizinle iletişim kurmak isteyen kişinin üstünü başını gözleyerek ya bağlantı kurulmasına ya da dönüp gitmeniz gereken bir kişi olduğuna karar verirken, aslında sizin o kararınızı belirleyen iç dinamik değil, doğrudan uyarıcıdan aldığınız enerjidir. Yani uyaranın, sizde kendisiyle alakalı değerli bulacağınız imkân ve donanımlar varsa durup dinleme ihtiyacı duyuyorsunuz, o imkanların olmadığına inanıyorsanız bakmadan basıp gidiyorsunuz. Bu da değerlendirme kriterinizin onun hakkında sahip olmadığınız güven ve eminlikle alakalı bir durum olmaktan çok, sahip oldukları veya olmadıklarıyla ilgili bir tavır alınmasında etkili olmaktadır.

Kapitalist ve modern yaşam tarzının insanlarda oluşturmak istediği kültür biçimi, sizin kendi genetiğinizi işgal etmesine rağmen, bu yaşama ait olmayan ideal değerlerle kendinizi tanımlayarak o değerlerin oluşturacağı bir yaşamda, kendinize yer belirlemeye çalışmanız, tamamıyla kokuşmanın göstergesidir. Maddi ölçütleri olan ve niceliksel ölçmenin dışında insani değerlendirme kıstasınızın olmadığı bir yaşamı, gaibi bir hayatın yönlendirmesini bekleyemezsiniz. Ne yazık ki bizim toplumu dikkate alarak konuştuğumuz zaman fakirlik imkânsızlık dendiği zaman itibarsız değerden yoksun bir yaşam algılanmaktadır. Mesela bu insanların yaşamını devam ettirmesi için onlara verilecek bir imkân en alt yaşam sınırı dikkate alınarak belirlenir. Nedeni ise çok fazla itibarı olmamasından ve bir süje olarak görülmek istenmemesinden kaynaklanır. Oysa yaşamla ilgili belirli ölçütler konulacaksa, öncelikle insanların en üst yaşam sınırlarının belirlenmesi elzem iken, böyle düşünülmez çünkü üst yaşam sınırı olamaz; nedeni ise sahip olanların ihtiyaç sınırı olamaz. Âmâ imkânı olmayanların biyolojik yaşamlarını devam ettirip yani bir hayvan olacak duruma gelebilmesi için dahi, ihtiyaç sınırı konulur. Nedeni ise bunların herhangi bir değerinin ve itibarının olmamasından kaynaklanır. Yaşam alanı içinde dikkate alınması gerekenler olarak sadece imkân sahipleri örneklem grubu içinde ele alınıp diğerleri için bunlardan yola çıkılarak genel yargılar oluşturuluyorsa, kaç paralık adam ifadesinin nelere muktedir olduğunu burada rahatlıkla görebilirsiniz.

Ülkenin Milli gelirinin tanımı yapılırken, tüm giderleri çıktıktan sonra geriye kalan birikimler, ülke nüfusuna bölünerek ortaya çıkan sonuç fert başına düşen milli gelir olarak gösterilir. Ancak fakir fertler hayatlarında böyle bir parayı göremezler. Ama ülkemizin gelir düzeyi nereden nereye çıktı diye insanların hipnotize edilerek ezberletilmesi sağlanır. Bakarsınız herkesin dilinde bitmek tükenmek bilmeyen bir söz nerelerden geldik, milli gelirimiz 3000 dolarlarda iken şimdi 10.000 dolarlara geldik. Nerede o para dediğiniz zaman istatistikler yalan mı söylüyor diye, bir de sen sahtekâr olursun, anlamıyorsan bilmiyorsan konuşmayacaksın diye bir de sana mahkûm muamelesi yaparlar. Evet dostlar, sizlerin değerini belirleyen ve size bir anlam veren, zenginin parasına para katarak yığması, sen de onun yaşadığı yerde olduğun için, senin de bir hakkın oluşuyor, (!)bu hak nüfusa bölünen gelirin rakamlarla anlatılmasındaki, o rakam sadece sana düşen, dolayısıyla senin ne değerin olabilir. Millî gelirin pay edilmesi safsatası tamamıyla bir kandırma ve uyutma kuralıdır. Üçüncü dünya ülkeleri bu uğurda tam bir çığır açarlar. Millî gelirin, sosyal adaleti tesis edecek düzeyde sizlerin yaşam koşullarını iyileştirecek bir görevi yoksa, siz de adamsınız demek için sarf edilen bir ifadedir. Asgari yaşam hayattan çıkarılıp onun yerine insani yaşam konduğunda, ayrıca insani yaşam ücretiyle alakalı görüşmeler değil de insani yaşamın üst sınırı ne olmalı diye bir ölçü tartışıldığı ve insanların insanca yaşaması için herkese sosyal adalet reçetesinin uygulandığını görürseniz, işte orada kaç paralık adam ifadesini göremezsiniz, kilon kaça diyemezsiniz, seni paraya boğarım çılgınlığını söyleyemezsiniz; orada hayat hakikatler üzerine oturur ve insanların değer ölçüsü de farklılaşır.

Bu açıklamaları, gelecek yaşam sürecimizin genç nesiller üzerinden bir değerlendirmesini yaparken, kültür kodlarımızı yerli yerine oturtamazsak, sağlıklı sonuçlara gidemeyiz de ondan bu konuları ele aldım. Paranın tek kurtarıcı olduğu ve paranın açamayacağı kapı yoktur gibi nesilden nesle aktarılan deyimleriniz toplumsal gelenek haline gelmişse, bunları konuşmak elbette hem gerekli hem de zorunlu olur.

Gençliğin kısa yoldan az zamanda çok imkanlar elde etmek isteyen bir nesil olduğunu konuşuyoruz. Doğru, böyle bir talihsizliği yaşadığımız ancak bunların sebeplerini bilmezsek konuşmamızın hiçbir anlamı olmayacaktır. Öğrenmelerimizin büyük bir çoğunluğunu gördüklerimizden ve örnek aldıklarımızdan öğreniriz; bunun dışında kalanları da okumalarımız ve gezmelerimizle elde ederiz. Peki açık yüreklikle soruyorum ve dosdoğru adam gibi de cevaplarını ortaya koymamız lazım. Genç neslimiz, bizim ahlak modelimizi mi örnek aldı yoksa hayali bir yaşamı mı örnek aldı. Har vurup harman savurarak israfta sınır tanımayan, haram helal ver Allah’ım bu kulun yer Allah’ım, haydi mücahidim yürü mücahidim her yol mubah mücahhhhhhhidim. Diyecek kadar meşrulaştırma marşları yazacak duruma gelmiş bir ortamın yeni nesli fiyasko bir yaşama sürgün edilmiş demektir. Ahlaksızlıkta öyle bir sınır tanımaz hale gelindi ki, yeni nesilden beklenen, Avrupalı gibi planlı programlı bir iş ama karşılığı ise en ilkel üçüncü dünya ülkelerinin gerisindeki bir hakkı, hak görmek. Peki böyle bir ortamda insanlar hep paranın kulu kölesi olacak düzeyde ondan başka bir şey düşünmüyor ve herkes kendisini düşünüyorsa, bunun sebebini nerede aramak gerekir. Gemisini kurtarıp kaptan olanların çöplüğüne bakmakta fayda vardır. Gemisini kurtaramayanlar dışlanır, alt tabakadan görülür sözlerine itibar edilmez, çocuklar böyle babaları ata yerine koymaz çünkü çocuklar için değerli bir baba, ne olursa olsun nereden olursa olsun, haram helal demeden bulup buluşturan, kimin hakkı olup olmadığına bakmaksızın, onların önüne çuvalla imkân sunan ve altına bir araba alıp hatta en iyi model ve markalardan biri olursa daha iyi olur(!)…

Bugün gelinen nokta itibarıyla baktığımızda, ahlaki ve dini değer sistemlerinin ciddi bir deprem yaşayan ve yıkılıp enkaza dönmüş bir belde gibi olduğu muhakkak. Onun yerini yeni ve çağdaş değer sistemi almış görünmektedir. Bu sistemin değer olmasının tek nedeni var o da sayısal ifadeyle anlatılıyor olmasıdır. Bir sistem düşünün ki, onun için en kutsal olan, nereden nasıl bulursan bul önemli değil, önemli olan ondan vergi veriyor olmandır. “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” ifadesi aslında insanın genetik ve fıtrata dayanan kodlarıyla oynamaktır. İnsanın fıtrat kodlarıyla oynadığınız zaman, fıtrat kodlarıyla ilgili bir yaşama hasret kalırsınız. Bugün böylesi bir hasretin yaşayanı ama özlemle o yaşamın arzulayanlarından olduğumuz kesin. Şunu anlayalım artık arzuladıklarımıza ulaşabilmemiz bizim kendimizde olanı değiştirmemizdir.

Sen yaratılan bir varlıksın benim gibi, senin de benim gibi değerin var, aynı düşünceleri düşünmemiş olsak da düşünen olarak aynı özelliklere sahip olduğumuzdan dolayı biz değerliyiz. Sen de değerlisin ben de o da…Bizi değerli kılan sahip olmak için çabalayıp onun yanına durarak kendimizi anlatmak istediklerimiz değildir. Sen bir öznesin senin değerin, neden değerli olduğunu anlamak, hayatını değerli kılan uğruna geçirmek ve elde etiklerinle yeryüzüne huzur ve mutluluk tomurcukları yaymak olmalıdır. Sen bunları yapmak için ayağa kalktığında insan olarak yaşarsın ve insan olarak bir değerin ortaya çıkar. İşte, o zaman “Ahsen’i takvim olursun…”Kaç liralık adamsın senin kilon kadar para vereyim diyenler varsa, o zaman sen bir hiçsin ve aşağıların aşağısına düşmüşsün ancak yananın kalmamıştır.

Çağdaş ve modern yaşamın yeniden tanımladığı kültürel kodlara göre bir hayat oluşturmak için harcadığımız çabaların hepsi boşa gideceğinden kuşkunuz olmasın…İnsan olarak ilminizle, birikiminizle, duruşunuzla hak ve adaletin şahidi olmanızla doğrudan yana ortaya koyacağınız tavrınızla bir değeriniz yoksa bir hiçsiniz demektir…Hiçlerin hiçle çarpımından bir başka hiç çıkar, hiçler yutan elamandır. Hayatınızı yutar, yutulmadan önce bir değer sahibi olalım…Marks’ın ben Hegel’in diyalektiğini tersine çevirdim. O Diyalektiğin başını yere ayaklarını yukarı getirmişti, ben ise ayaklarını yere başını yukarı çevirdim der. İşte ben de diyorum ki, Değer sistemimiz tarumar oldu bu tarumarlıktan kalan döküntü de olsa yaralı hücrelerimizi bir araya getirerek yeniden organizmayı ayağa kaldıracak zamanımız hala var, ancak köprüden önce son çıkışa hızla ilerliyoruz. Son çıkışa girmeden evvel değer sistemimizi ahlak adalet ve insanın yaratılış fıtratı üzerine oturtalım, yoksa elimizdeki değer kilomuzu ölçerek ağırlığımızın nereden kaynaklandığını herkese öğretecek ve sonrasında acılar eşliğinde ahlar vahlar arasında son nefes için perde açılacak…

Münzevi bir yaşam öğütlemiyorum aksine tüm münzevilikleri yerle bir edelim, sahip olduklarımızın tanımladığı bir yaşamı değil, sahip olduklarımızı istediğimiz gibi bizden nasıl yapmamız gerektiğini isteyen mutlak hükümdarın isteği doğrultusunda yeryüzünde adalete şahitlik için kullanalım…O zaman herkesin bir değeri olur, yoksa değeri sıfırlanan insanlığın yeniden kendisini tanımlamak için tartıya çıkarılıp kilosuyla anlam kazandığını sanan bir nesneye döneriz.

Kaç paralık adam diyebilecek cesaretin asla olmadığı ve herkese parasal bir değer biçilemeyen yaşama koşalım…Değeri, kendisinden değerli olanların yaşamı her zaman bir değerdir. Onlar tarih boyunca örnek olarak anlatılırken kilosu parayla ölçülenler ise hep olumsuz olarak kınanmıştır. Dünyalıkların insanları cin çarpmışa çevirdiği bir ortamda, ”İnanmıyorsunuz diye sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim…”Diyecek cesur değer sahibi insanlara çok ihtiyaç vardır.

Selam saygı muhabbet ve selamlarımla,

Rabbim isteklerimizi katındaki değerleri ile daim eylesin ki dünyanın kulları olmaktan uzaklaşalım…Dünya önemlidir ama ahiret değerlidir. Değerli olanın değerini önemli olana harcamayanlara selam olsun…

Erol KEKEÇ/30.05.2021/23.47


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!