Bu Blogda Ara

21 Mayıs 2021 Cuma

TEMELİ İHMAL ÜST KATI YIKAR

 “Coğrafya kaderinizi belirler,” yani toprağınız ,suyunuz, ikliminiz, üretim tarzınız vs. sizin yaşamınızın kültürünüzün yani normatif birikimlerinizin temel kaynağını oluşturur. Düşünür Karl Marks, alt yapı üst yapıyı belirler derken, tüm idealist ve rasyonalist düşünürlerin bu düşünceyi yerden yere vurmak için nasıl atağa geçtiğini biliyoruz. Her ne kadar bende de idealistlerin fikirleri daha sıcak gibi görülse de aklımın derinliklerinde Marks’ın bu düşüncesinin daha baskın rol üstlendiğini biliyordum, çünkü ”Nasıl yaşarsanız öyle inanırsınız felsefesi bende bu düşüncenin daha fazla kök saldığını anlamama sebep oldu.

Günümüzün tüm yaşam aksiyonları neredeyse görülenler üzerine oluşturulan ve geliştirilen değerlerden oluşmaktadır. Ondan dolayıdır ki, pozitif olanlar daima baskın konumda algılanır oldu.Ör.İletişim kurarken daha çok görülen, bilinen kazanımlarla iletişimi daha güçlü kılmak mümkün. Ancak metafizik ve ideal olanlar üzerine ortaya koyacağınız düşünsel birikimleriniz bir anlam ifade etmemektedir. Parası olan birine gösterilen tevazu saygı ile ilim sahibi birine gösterilen ilgi alaka ve saygının derecesini anlamak istediğinizde, genellikle parası olanın her olumsuzluğa rağmen daha çok saygınlık elde ettiğini görürsünüz. Hoca Nasreddin,boşuna dememiş “ye kürküm ye” diye…Bunlar bize insanlığın düşünsel birikim dağarcıklarının neye göre biçimlendiğini anlamamız için sanıyorum ki belli ipuçları vermeye yetiyor.

Alt yapıdan mı geliyor diye sürekli günlük hayatta iş ortamlarında çokça kullanılan ifade, bir hayatın aslında tüm koordinatlarını açıklar. Alt yapı sağlamsa toplum kokuşmaz, pislik olmaz, yaşam alanlarınız daha nezih ve devamlı olur. Üst katları çıkabilmeniz için alt katların çok sağlam olması gerekir. Bir binanın yapımına en üstten başlanarak alta doğru yapıldığına şahit olan sanıyorum yoktur. Temeliniz sağlam ise yükselecek hayatınız daha dengeli sağlıklı ve sürekliliği olan yaşamlar olur. Bunu dikkate alan toplumların bugün bütün bir kürenin yönetiminde söz sahibi olduklarını görmekteyiz. Ancak geçmişi çok parlak olan ve olağanüstü ilmi fikri ve idealist yaşamların konuşulduğu tartışıldığı toplumlara baktığımızda, onların bu çabalarının bugün kendi toplumlarına bir fayda dokundurduğunu göremiyoruz. Ancak alt yapıya önem veren ekonomik olarak gelişimini tamamlamış olanların bu değerleri sahiplendiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Demek ki, alt yapı tüm birikimlerin ve çabaların kendisiyle karşılık bulduğu bir hayat düzeneğiymiş. Bu düzeneğin doğru çalıştırıldığı ve hassasiyetle korunduğu ortamlardaki halklar daha mutlu gelir düzeyleri yüksek, normatif değerler en üst seviyeden yaşanıyor, ancak üst yapıdan başlamak için günlerini gün edenlerin bu çabalarının, kendi mirasına sahip çıkanlar arasında neredeyse hiç görülmeyecek düzeyde yok olduğuna şahit olmaktayız. Bugün, İbn-i Haldun’un,Farabi’nin,İbni Sina’nın ve daha birçok düşünürün kendi toplumlarından çok batı dünyasında karşılığının olmasına nasıl bakacağız. Batı toplumları bizlerle kıyaslanmayacak düzeyde biyolojik yaşamın devam etmesinin gerekliliğini sağladıkları için, bize ait olanları da bizden daha ciddi sahiplendiklerini görürüz. Ancak batı bunları daha çok kendi değer sistemi içinde eriterek içselleştirmiştir. Oysa biz onların tüm değerlerini onların felsefi bakışıyla alıp sadece tüketen kobayları olmanın ötesine gidemedik.

Batının bu kadar rahat olmasının arkasındaki temel dinamiğin yaşamın görüntülendiği ekranın doğru konumlandırılmasıyla ilişkili olduğunu düşünmekteyim. Siz nasıl bir düzenek kurarsanız ortaya çıkacak yaşam o düzeneğin iç yapısıyla bütünleşerek varlık gösterecektir. Bugün geldiğimiz noktada neredeyse bütün bir insanlık, yaşamın devam etmesi için doğrudan gerekli olan ihtiyaç maddelerine yönelmektedir. Çünkü yaşamı devam ettiren zorunlu ihtiyaç malzemelerini sağlayamazsanız üst basamaklara çıkamazsınız. İhtiyaçlar hiyerarşisine göre yeni bir dünya kuruluyor. Bu kurulum bayağı sancılı geçecek gibi. Çünkü yeni bir konumlandırmaya doğru hızlı bir geçiş yaşanıyor. Çok değerli olduğuna inandığınız ve yıllardır uğruna mücadele ettiğiniz entelektüel birikimlerin yaşamda karşılığı olmadığını görmek ve o süreci sil baştan yaşamın ikinci üçüncü basamağına alarak yeni bir yaşam hiyerarşisi oluşturmaya kalkmak, sizin hem zihin hem de biyolojik metabolizmanızın sarsılmasına neden olabilir. Ancak bu süreçte o birikimlerinizi de koruyarak yaşamak istiyorsanız böyle bir değişimi yapmak zorundasınız. Yoksa gelecek sizlerin bu yeryüzünde hiç yaşamadan gelip gitmiş varlığı ile yokluğu bilinmeden tarih sayfalarına girmeniz anlamına gelir.

Sosyologlar, kültür ve yaşam tarzları hakkında bilgi edinirken yaptıkları araştırmalarda toplumların kültürlerinin onların bulunduğu iklim bölge ve yeryüzünden bağımsız olmadığını o ortama göre bir kültür ortaya çıkardıklarını görürler. Bu bulgulara sahip olmak aslında yaşam hakkında yapılacak bilimsel öngörülerin yapılmasını da kolaylaştırmış olmasına rağmen, bu öngörüleri yapacak cesaret ortaya çıkmadığından sadece kümülatif bir bilgi olarak hayatta karşılık bulmaktadır. Bu bilgiler yaşam alanında yapılacak olan planlamalara pek katkı sunmaz, onun içindir ki, özellikle sosyologlar araştırma yaparken araştırma bulgularını algılanır duruma getirirp,öngörüden yoksun bir rapor ortaya koyarlarsa sorunların bertaraf edilmesine katkı sunamazlar.Sosyologlar,bir radyolog gibi çalışmak zorundadır. Böyle bir çalışma sonraki uzmanların doğru planlamalar yapmalarına ve onların önünü aydınlatmada ışık olur. Böyle olması, fotoğrafı çekip o fotoğrafın hangi şartlarda hangi ışık ortamında kaç dereceyle ne tarafa kaydırılması halinde böyle bir görüntüye sahip olacağını açıklaması kolaylaşır. Tüm bunlar bilimsel verilerden yararlanarak yapılan öngörüler olmalıdır. Doğruluktan uzak yaşamda karşılığı olmayan iddia ötesine geçmemiş hipotezlerden yola çıkarak kuru kuruya yapılan iddiaları bilimsel öngörü gibi sunmaktan kurtulmak gerekir. Bunlar dikkate alındığında, toplumsal yaşama katılacak her bir değer, o toplumun doğal yaşam kodlarına uygun frekanslardan yayın yapmasına sebep olur. Bu durum toplumu güçlü kılar ve tarihe not düşülecek bir yaşamı sonrakilere miras bırakmasını sağlar.

Gördüğüm lüzum üzerine böyle bir makaleyi yazmam gerektiğine inandım. Ekonomik yaşamı, aslandan korkup kaçan yaban eşekleri gibi gören anlayışlar toplumlarını tamamıyla sırtlanların parçalamasına uygun hale getirmelerinden dolayı bu anlayışın yeniden gözden geçirilmesinin gerekliliğini anlamak zorundayız. Dünyadan uzak kalırsak ahireti kazanırız diyen anlayışlar hem dünyayı hem ahiretlerini kaybeder duruma geldiler. Dünyası olmayanın ahireti asla olamaz. Dünyadan kastım, yaşamın huzurlu bir şekilde amacına gitmesi için o hayatı var kılan ihtiyaçların tamamı alt yapıdır. Bu alt yapıdan yoksun olanlar altyapıyı doğru kuranların esiri olurlar. Emperyalizm neden var ve neden hep sömürür, kendi yaşam kodlarını hep güç ekseninde şekillendirdiği için bunları gerçekleştirir. Bizim gibi toplumlar ise bunların belirlediği yönde bir duruş oluşturmaya çalışır. Bu durum aslında duruşta değildir, çünkü duruşun dinamikleri sizin kendinize ait olması gerekir, oysa bizim durum bizim dışımızdan gönderilen uyarıcılara tepki koymak gibidir. Bu bir duruş değil olsa olsa zorunlu uyaranlar arasından seçenek belirlemedir. İşte Ekonomik güç olmamış olanlar hep seçenekler arasından birini seçmek zorunda kalırken, alt yapısı sağlam olan ve üst yapıyı da buna göre şekillendirmiş olanlar, sizlere seçenek sunarlar ve hangisini seçmeniz gerektiğine dair de sizlerin tercihlerini belirlemeye çalışırlar. Çünkü binanın temelinin nasıl olduğunu çok iyi bilirler, bizler ise hep üst katları gözümüze kestirdik ve yukarılarda yaşama hayalleri kurarken altımızdaki toprakta nelerin olduğunu ve bulunduğumuz binanın ayakta kalması için temelinde nelerin olmadığını bilmeyiz. Ondan dolayıdır ki hep tedirgin ve ürkek yaşayarak acaba ne zaman hangi şartlarda piyasa allak bullak olacak gibi endişe ve kaygıları yaşarız. Tüm bunları bertaraf ederek daralan nefeslerimizi doğanın temiz bol oksijenli havasına açmak istiyorsak, ayakları olmayan birine nasıl hızlı koşması ve rakiplerini yenmesi için koşunun gerekliliğini ve önemini anlatmaktan vazgeçelim ve önce onun koşabilecek duruma gelmesini sağlayacak koşulları oluşturalım. Bizim gibi toplumlarda ekonomi olmazsa olmaz ancak hayatın devamı için olmazsa olmaz değil, kendisi olamamış kendisini tanımlamak için yanına ek sıradan bir özellik alarak onunla varlığını ortaya koymak zorunda olanların varlığını tanımlamaya yarayan çok kirli pis ve necis bir kimliktir. Ancak bu değerler kendisi olmuş toplumlarda hayatı korumak için bir kalkan yolda kalmışların imdadına yetişen bir havari, mazlumları korumak ve kollamak için bir sığınak ve yeryüzünde Allah’ın kullarının seçeneklerini sadece Allah’a yönelten, onların önüne kurulan barikatları devirmek için bir buldozer olmaya yaracak ve gözyaşıyla toprakları sulatmayacak düzeyde erdemli olursa anlamlı yaşamın kollarında can vermeye her fert bir aday olur. Aksi taktirde, altyapı olmanın ötesinde dünyanın başımıza bütün gücüyle çökmesi gibi bir ağırlığın altında kendimizi yeriz.

Hakikaten, alt yapıyı alt yapı olmanın ötesinde algılamayan ve bütün bir binanın temelinde olması gereken en önemli unsur olduğunu bilerek yola çıkan kullardan eylesin Rabbim bizleri…

Kendisi olamamışlar alt yapıyı giyinerek sahneye çıktığında bir anlam kazandığını sanır,Kendsi olanlar ise, alt yapı üzerine herkesin gönlünde taht kuran bir cazibe merkezi olan yaşam armağan ederler. Alt yapı onları tanımlamaz, onlar alt yapının nasıl ve nerelerde kullanımının gerekliliğini çok iyi tanımlarlar dolayısıyla alt yapı onların elinde bir değer bulur ve anlam kazanır.Sanıyorum,Marks’ın anlatmaya çalıştığı alt yapıda bu olsa gerek…Marks’ın Proleter sınıfın kurtuluşunu anlatırken iş olsun diye bunu söylemiş olduğunu düşünmüyorum…Alt yapıya önem vermeyen ve onu doğru kullanmayanların toplumsal yaşam sürekliliğinden söz etmekte çok zordur. Yani ekonomisi olmayanlar hep yem olmuştur. Ekonomik güç sahipleri kendi dışında kalanları her zaman ve her ortamda kullanmayı başarmışlardır. Gelin yeni bir dünyanın oluşumunda söz sahibi olalım bunun için itibarlarını kazanmak için alt yapıyı tarumar edenleri değil, alt yapıyı doğru adil kullanan ve elin kiri gibi gören ama mutlaka olmazsa olmaz gören ve onun için toplumsal mekanizmayı bunun üzerine oturtmaya çalışan yeni bakış açılarına sahip aydınlar yetiştirelim…Yoksa dünyamızın kararmasına çok zaman kalmadı bunu anlayalım…

Son olarak,fizlojik güdüler doğru ve sağlıklı doyurulmadan hiçbir sosyal güdünün yaşaması mümkün değildir. Alt yapı fizyolojik güdülere karşılık gelir, üst yapı da sosyal güdülere karşılık gelir. Bunu böyle bilip doğru ve anlamlı yaşayanlara ne mutlu…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/21.05.2021/09.04



GÜÇ VE BİLİM İLİŞKİSİ

Bilimle güç arasında kurulacak ilişkiler doğrudan insanlık yaşamını imhaya dönük çabaların alenen ortaya çıkmasıdır. Çağdaş yaşam, kendisini öyle bir kamufle etmeyi beceriyor ki, yaptığı her eylemi insanlığın itirazının olmayacağı düzeyde meşru zeminlere oturtuluyormuş gibi davranarak, etkileme ve kabullenilme boyutunda ciddi bir başarı sağlamaktadır. Bu başarı kendi çıkarlarını üst düzeye çıkarırken, insanlığın sonunun yaklaşarak gelmesine çok ciddi katkı sunmaktadır.

Böyle bir sonuca nasıl ulaştığımı merak ediyor olabilirsiniz. Dünyaca ünlü bir yazılım firması sahibi bilimsel çalışmalarda her konuda adı anılıyor ve nerede bir değişim dönüşüm farklı yapılaşmaya gidiliyorsa, küresel gücü elinde tutan yöneticilerle adı anılır ve hep onlarla hareket edip bir sözcüymüş gibi ortaya çıkıyorsa, bilimle güç arasındaki örtülü ilişkilerin olmadığını söyleyebilir miyiz? Bill Gates ile bilimin, gücü nasıl meşrulaştırdığına şahit olduğumuz çağda yaşadığımızı kendi gözlerimizle gördük. Geçmişte de bunlara şahit olunduğu bilinse de özgür bilim adamları, gücün tüm olumsuzluklarıyla meşruiyet zemini oluşturmasına fırsat vermemiştir. Hatta Orta çağda Bilimsel açıklamalar doğrudan kilisenin tekelinde veya kontrolünde yapılan açıklamalar olarak görülse de kilisenin tutarsızlığı, kiliseyle özetlenen bilimsel olduğu söylenen açıklamaların da itibarını sıfırlamış ve bilimsel çalışmalar özgür bir hüviyet kazanmıştır. Bilimin özgürlüğü için nice bilim adamı ve düşünürler skolastik batının dar ağaçlarında can vermiştir. Bu adanmışlık olmasaydı, insanlığın kitleler halinde dünya genelindeki sömürüsü daha erken başlamış olacaktı. Ancak gözünü kırpmadan, insanlık ve özgür düşünce için ölüme gülümseyerek, inanarak giden o bilim adamları, bugün ki insanlığın toplu ecelinin gecikmesine çok ciddi katkıda bulunmuşlardır.

Bilim adamları, o günlerden itibaren bastırılarak tamamıyla Güç ve iktidarların emrine girmiş olsaydı, bilim belki de bugün ki geldiği aşamayı yakalayamazdı. Çünkü başlangıç noktasına baktığımız zaman bilimsel, felsefi düşünüş ve buluşların temelinde, insanın merak güdüsü ve onun aşkınlığa dayanan baskın yaşam ve zihin hayretinin olduğunu görmekteyiz. Bu hayret ve hayranlık, hayret edilen değerleri yaşamda insanlığın hayatını nasıl kolaylaştırır ve insanları bulundukları bu zihin kalıplarının dışında nasıl farklı bir atmosfere taşır güdülenmesinin harekete geçirmesiyle yolculuğa çıktığını söylemek abartılı olmaz. İnsan, bu uğraşlarının karşılığı olarak, son elli yıl içinde, on katı zamanda alınmayacak mesafelerin alınmasına imza attı. İşte, gelinen nokta bilim adamlarının yaşadığı ülkelerin devlet yönetimlerinde güç zehirlenmesine neden oldu. Bu çalışmaların nasıl daha uzun süreli ve herkesi tekeline alıp güdeceği bir yaşamı, devam ettirmeye katkı sunacak şekilde kullanılabilir duygularına ulaşmaya itti. Bu duygularla hareket eden dünya müstekbiri baron küresel canavar, gözünü kırpmadan tüm dünyayı ateşe vermekten zerre tereddüt etmedi ve insanlığın yanması için kurulan cehenneme bilimi kullanarak her gün ateş taşıdı. Yani bilimsel bir yanma şekli oluştu. (!) Ancak bu cehennemin yanmasında önemli bir role sahip bilimden, bu defa cehennemden çıkmak için yardım istendi. Yani anlayacağımız hem davacının hem de davalının avukatı aynı, çünkü aynı kişiye vekalet verilmiş gibiydi. Peki böyle bir davanın kazananı kim olur dersiniz? Güç ve imkanlar ne taraftaysa, vekalet almış ve üzerine yemin de etmiş olsanız, o davanın kazananı bellidir. Ancak Bir anda hesapta olmayan karşılaşmalar olabilir mi elbette olur. Siz bulunduğunuz yerden, çok güzel bir iklimden, kara yoluyla belli bir hedefe yolculuk yaparken gittiğiniz noktaya yani sona tam bir kala, aşırı yağış ve toprak kaymalarından dolayı yolun kapandığını görüyorsunuz, tekrar döneyim diye düşünürken bir anda gök gürültüsü şimşek derken yıldırım aracınıza düşüyor ve orada nakavt olup yolun dışında kalabilirsiniz. İşte hayatta böyledir. Siz bir hesap yaparsınız ancak mutlak hesap yapanın çok iyi bir hesap kitap uzmanı ve tüm alemin tasarrufu elinde olduğunu hesaba katmadığınızdan onun hesabı bizim hesaptan önce gerçekleşir. Geri dönüş kararı olsa da insan kendi kendisini kurtaracak bir güçte olmadığını anlayacak, son iki yıldır oynanan oyun, mutlak hesap sahibinin eliyle böyle bir filmin gerçeğiyle karşılaşmaya doğru gidiyoruz. O filmde herkes hem oyuncu hem seyirci olacak…

Son dönemde bir hâkim tanıdım, o hâkimin insafına sığınmış, sömürüldüğü halde hala sömürüldüğünü anlamadan, ondan medet umma derdinde olan birini alenen kandırmaktaydı. İş yapmak için Türkiye’ye gelmiş olan Yemenli bir iş adamına yardımcı olmak için, bulunduğu makamın gücünü de kullanarak o iş adamını bir arazi mafyasının kucağına bilerek atar. Yani Mafyanın elindeki yarım kalmış villaları değerinin çok çok üstünde o iş adamına aldırır. Ancak tamamlanması için ciddi bir finansman daha gerekiyor, bu finansman için de yardımcı olacağını söyler. İş adamı yabancı olduğu için bankalardan kendisi kredi kullanamaz ancak bir çıkış yolu var derler. Bunun için hâkimin korumasında olan iş adamı ikna edilir, villaları satan mafya üzerine kredi çekilir, bu paralar mafyanın hesabına girer ancak para yabancı iş adamına aktarılmaz. Mafya ve Hâkimin ortak kurtarma operasyonunda yeni bir yol denenir, İş adamına sevgili olması için yabancı bir bayan eliyle ayartılarak sevgili hayatı yaşamları istenir ancak bunun karşılığında ciddi bir yatırım gerekir bayana. Bayan adamla yaşar ancak içeriden kuşatılmıştır. Hâkim her iki tarafı da kontrol etmektedir. İş adamının en güvenilir dostu olarak ona getirir mafyayı başına musallat eder, kazancı mafyayla birlikte paylaşırlar. Bayana âşık olur iş adamı, ancak bu bir aşk hikayesi değil doğrudan bir çetenin kurduğu tezgâh olduğunu hiç anlamaz. Bayanın istediği her şeyi ona verir. Bayan arada bir ülkeme gideceğim diye oradan ayrılır ancak zavallı mağdur sahiden ülkesine gittiğini sanır, oysa bayan çete ve hakimle günlerini gün ederler. Yani anlayacağınız hala şu ana kadar bu adam sağıldığını anlamaz ve hâkim de hala onun kurtarıcısıdır. Bu hâkim şu an aktif olarak İstanbul Anadolu adliyesi Bölge istinaf mahkemesinde aktif olarak bir birimin başkanlığını sürdürmektedir. Bunu neden mi anlattım. Sizin kurtarıcınız ile sizin düşmanınız birlikte oyun kurmuşlarsa sizler bu oyunda hep kaybeden olduğunuz halde hala kurtarılmayı beklersiniz onun için daha çok bekleyeceğiniz muhakkak…İnsanlığın bu durumunu en güzel özetleyen büyük Ustanın şu mısralarını paylaşmak isterim, ona da Rabbimden rahmet diliyorum… “Oyuncular kapkaççı, Hakemler gayrı adil, yaşamak mı köleliğe muadil…”

Ey bilimin insafına sığınarak kurtarılmayı bekleyen insanlık, Bilim ile küresel mafya ortak çalışmaktadır. Siz o bilimle kurtarılmayı beklerseniz, o bilim sizin sırtınızdan o mafyaya daha neler kazandıracak, son ana kadar sizi kullanacak ve süt kalmadığında damarlarınızdaki kanı da sağdığında posanızı size verecek tüm umutları tükenmiş olan insanlık, bu sömürü çarkının bonolarını, kayıtsız şartsız teslim olarak imzalamak zorunda kalacaktır. İşte o zaman asıl dram başlayacak…

Sonraki yaşamdan bir beklentisi olmayanlar hepten korku paranoyasının esiri olacak, geleceğe umut taşıyanlar da bir an evvel gidelim de şu zilletten kurtulalım diye dua seanslarına başlayacak. İster inanın ister inanmayın fark etmeyecek, tüm insanlık için yerin altı üstünden daha hayırlıdır diye herkes avazı çıktığı kadar bağıracak…Böylesi acınası bir tablonun inandırılan, neme lazım küresel köyünün vurdum duymaz denekleri olmak istemiyorsak, gücün kuşattığı bilimden medet ummaktan vazgeçip ayılalım yoksa tüm insanlığı ayılmamak üzere uyutacaklar…

Bizi yok edeceğinizi bilsekte, bu film gişe rakorları kırsa da bu filmin ne izleyeni ne de oynayanı olmayacağız diyerek Galileo gibi, siz beni assanız da dünya dönüyor onu durdurmanız mümkün değildir diyemeyeceksek, yarınlarda Güneş doğmayacak…

Güneşin batmadığı bir gezegende, tüm insanlık barış ve huzur içinde yaşayacaksa, insanlık için meraklarını ve hayranlıklarını hayret edilecek çabaya dönüştürecek bilim adamlarını yetiştirelim ve onları engizisyon mahkemelerinde yargılayacaklara bu fırsatı asla vermeyelim. Ancak o zaman bilim bizi düşünür, yoksa bize hep kaybedeceğimiz bir hâkimi kurtarıcı olarak gösterirler.

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/20.05.2021/13.55

Not:Bayan,Neme lazım köyü ve vurdum duymaz kobay kavramları özel olarak kullanıldı…

 


19 Mayıs 2021 Çarşamba

MİLENYUM DİNİ VE BİLİM

Bir zamanlar A.comte’un “İnsanlık düşüncesinin gelişim evresi” olarak savunduğu iddiasını yerden yere vuranlardandım ve hala da öyleyimdir. Ancak içinde bulunduğumuz dönemleri gördüğümde ve yaşananlara şahit olduğumda böyle bir düşüncenin, benim açımdan saçma sapan olsa da bütün bir insanlığı pençesine alıp sömüreceğini bilemezdim.90 yıllarda okuduğum Bilim Kutsal Bir İnektir, Bilim Kilisesi, Bilim Dedikleri, Bilimsel Bilginin Sosyolojisi ve bu yaklaşımların daha farklı versiyonları aslında bazı ipuçlarını veriyordu ancak bu kadar yakın zamanda bunların yaşanacağını ve yaşadığımız çağdaki insanlığın da küresel Bilim laboratuvarlarının denekleri olacağını doğrusu pek düşünmedim. Onları çok uzaklarda gördüm ya bizden önce ya bizden çok sonra olacağını hep değerlendirdim(!)

2000 sonrası Milenyum çağı olarak kaydedilen bu çağ içinde öyle evreler barındırıyor ki, aynı ayın evrelerine benziyor.(!)Hakikaten bu çağın insanlığı pençesine alarak bir ahtapot gibi önce şiddetli bir saldırıyla korku yaydığına, sonrasında zihin, beyin ve yürekleri uyuşturduktan sonra, canlı canlı üzerinde operasyon yaptığına şahit olduk. İşte bunları görünce A.Comte’dan bahsetmemek mümkün mü? Comte’un düşünce dünyası herkesin malumudur. Ona göre, İnsanlık düşünce ve pratiğinin gelişim evresi,Teolojik,Metafizik ve Pozitif süreçten geçerek olgunlaşacaktır. Ayrıntılara inmeyeceğim, ancak insanlık için en önemli ve olmazsa olmaz olan dönem pozitif evredir. Çünkü bu dönem tamamıyla Bilimin egemen olduğu ve yaşam hakkındaki tüm değerlendirmelerin doğa yasalarıyla açıklandığı Bilim evresidir. Bu döneme geldiğimiz de din inanma boyutundan çok örenme ve pozitif yönüyle öne çıkacak ve Bilim insanlığın yeni dini olacaktır. Felsefe de metafizik konuları sorgulama alanı olmaktan çıkaracak ve doğrudan bilimin felsefesini yaparak Bilimsel felsefe haline gelecektir derken bu günleri nasıl da öngörmüş olabilir dersiniz(!).

Comte kendisini bir din kurucusu olarak görür ve bu dini de Sosyoloji olarak izah eder. Sosyolojiyi tüm bilimlerin üstünde bir yere oturturken, toplumu ele almasından dolayı böyle görür. Çünkü yaşamda karşılığı olacak her oluşum ve eylemin toplumsal yaşamın oluşumuyla ancak sonrakilere aktarılacağını düşünür bundan dolayı karşılığı olmayan bir değerin de bilimin kapsamında olmayacağını dolayısıyla toplumsal yaşamı en önemli faktör olarak gördüğü için sosyolojiyi toplumu ele almasından dolayı bilimlerin en üst noktasında kabul eder. Bundan dolayı da kendisini yeni dinin kurucusu olarak ifade eder.

İnsanlık düşüncesinin geldiği süreci dikkate aldığımızda bilimsel açıklamaların ve bilimsel kanunların yaşamla ilgili tüm sorulara cevap veriyor olması, çağımızın dininin Pozitif bir din olmasının gerekliliğini vurgularken, bu dinin de bilimle anlatılacağını söylemektedir. Dolayısıyla bu dinin peygamberleri de Bilim adamlarıdır.

Bu kısa özetlemeden sonra asıl meselemize gelelim. Günümüzün en baskın dininin günümüzde bilim olmadığını söylemek cesaret ister. Bilime(Kilisenin bilimine) karşı geldiğinizde hemen karşınıza bilim kilisesinin engizisyon mahkemelerinde verilen kararın uygulanması için Sezar’ın kılıcıyla karşılaşırsınız, onun için konuşurken seçeceğiniz her kelimeye dikkat etmek zorundasınız. Bu kiliselerin aldığı kararları küresel bir baskı unsuru haline getirmek için kitle iletişim araçları son derece görevlerini iyi yapıyorlar. İnsanları önce korkutarak başlıyorlar, sonrasında tedirginlik ve endişe başladığında yeni dinin peygamberleri devreye giriyor, ancak insanlığı geldiği noktadan geri döndürecek olanın yeni din olduğu anlatılıyor, sonrasında imanda tam sadakat gösterildiği görüldüğü anda herkesten günah çıkarma seansları başlıyor. Bu günah çıkarma seanslarında telef olanlar olduğunda o da bilimin yeni beklentilerini gerçekleştirmek için deney kaybı olarak tutanaklara geçiyor. Denebilir ki böyle bir durum var mı sahiden? Son iki yıldır yaşadığımız süreç böylesi bir dinin cin olup çarpma evresi olarak tarihe not düşülecektir.

Bilim kiliselerinden alınan akademik kariyer ölçer uzmanı olmaya hak kazandıran diplomalarınızla toplumun karşısına çıkarsınız her akşam yeni dinin geldiği aşamayı ve insanlığı ne kadar doğru bir yola götürdüğünü anlatırsınız herkeste ağzı açık sizi dinler çünkü kendinden geçmiş korkuyla yaşamaktansa ne olacaksa bir an evvel olsun olacak olan ne olur bizi kurtarın diye sanki bu kariyer ölçerlere yalvarır gibi televizyon ekranlarına bakarak dalıp giderler bir anda Nirvana’ya yükselirler. Bütün bir insanlığı Nirvana’ya çıkaran din pozitivizm yani bilim dinidir. Bilim dininin egemen olduğu peygamberlerinin aktif çalıştığı ve dini çalışmaları bir görev bilinciyle yapmanın vermiş olduğu hazzı alarak çalışıldığında herkesi büyüleyerek hipnotize alanınıza almanız zor olmuyor. İlahi din ile Bu dinin en belirgin farkı aldatma   üzerine kurulmasıdır. Bu din baştan aşağı yeryüzü ilahlarının isteklerinden oluşan bir manifestoya sahiptir. Peygamberleri nasıl bir görevde olduğunu pek bilmez ancak insanlık için çalışıyorum algısından dolayı hizmette kusur etmez. Ondan dolayı biraz darda kaldıklarında Küresel İbadethaneden gelen bir ibadet kültürü hemen aktarılır ve bağlayıcılık yanı ballandırılarak anlatılır ve sizin gönlünüz fethedilir. Yani anlayacağımız bu yeni din önce insanlığa cehennemi inşa eder sonra da bu cehennemden insanları çıkarmak için kendisinin tek kurtarıcı olduğunu anlatır durur. Oysa Cehennemi yaratanın da kurtarmak isteyenin de kendisi olduğu kimse tarafından idrak edilmez. İşte bu din bu kadar cambazlıkları kendi bünyesinde toplarken, İlahi din tamamıyla güven ve doğruluk üzerine oturur. İlk çağrısı korkulardan kurtarmaktır. Güven duyacakları bir yaşama bütün bir insanlığı taşımaktır. Peygamberleri ne için görevlendirildiğini çok iyi bilir ve kendi görevinin insanlığı mutlak kurtuluşa taşıyacağına mutlak güven içindedir. İnsanların kendi elleriyle oluşturdukları cehennem ateşini söndürmek için su taşır ve burada yaşanılmış acıların dindirilmesi ve insanların rahatlaması için onlara cenneti vadeder. İşte, Günümüzün Pozitif bilimsel dini, yaratıcının gönderdiği dinin karşısına geçerek, senin görünmeyen cennetini ben burada göstereceğim diye çılgınlaşarak, önce cehenneme sokuyor bütün bir insanlığı sonra onun beyin ve yürek sinir uçlarını orda iyice törpüleyip duyarsız kıldıktan sonra cennet diye cehennemin ateşine dayanacak bir yaşamı insanlığa armağan ediyor.

Yeni din mensupları çok çabuk hazmetme becerisine sahiptir. Ondan dolayı yeni din adına verilen tüm gıdalar rahatlıkla sindiriliyor. Önce cehenneme çevrilen bir dünyada acaba ateş bize ne zaman gelir diye korkuyla yaşayanlara hemen tüm ortamlarda peygamberler devreye giriyor ve yeni dinin nimetlerinin onları çabucak koruma kalkanı oluşturacağını anlatıyorlar. Bakıyorsunuz arkasından herkes bu kalkanlara sahip olmak için günler öncesinden randevu alarak dine girmek için sıra bekliyorlar. Hangi din kendisini kabul edecek mensuplarıyla randevulu sistemle çalıştı. Ancak Bilim dini böyle bir beceriye ulaşabildi. Yani dinlerin evrimleşme sürecinde nelerle karşılaşılacağını da böylece öğrenmiş olmaktayız.(!)

Geçenlerde bir haber izlemiştim, büyükbaş hayvanların çıkardığı gazların atmosfer tabakasını delerek küresel ısınmaya büyük etkilerinin olacağı anlatılıyordu. Bilim adamları böyle bir çalışmaya imza attığı ve bir buluş gerçekleştirdikleri döne döne deklare ediliyordu. Bu ısınmanın önüne geçmek için de laboratuvarlarda gece gündüz çalışmaların hız kesmeden devam ettiği açıklanıyordu. Kırmızı et alma isteği geninin tespitinin yapıldığı bu genin isteklerine daha kısa yoldan yapay etler üreterek bu isteklerin doyurulacağı hatta normal büyük baş bir dana etinden daha sağlıklı olduğu hem de çok ucuz olacağı vurgulanıyordu. Bu çalışma hayata geçince, en fazla bir yıl içinde de uygulanacağını bu etlerin piyasaya çıkacağı söyleniyordu, büyük baş hayvan beslemenin çok anlamlı olmadığı atmosferdeki hava kirliliğine neden olmasından dolayı bunun da önüne geçileceği ballandırılarak anlatılıyordu, ben ise bu olay karşısında küçük dilimi yutmuştum. İnsanların bu konudaki görüşü sorulduğunda onlar bunu dünden bekliyorlarmış, en azından daha ucuz bir parayla kırmızı et ihtiyaçlarını karşılayacak duruma gelebilirlermiş…Sahiden soruyorum hangi din bu kadar kısa zamanda insanların hem isteklerini hem de ihtiyaçlarını belirleyecek kadar geniş kapsamlı bir yaşam ağı kurabilir.(!)

Bu salgın döneminde yeni din zirve yaptı hiç jübile yaparak sahadan ayrılmayı düşünmüyor, hep zirvede kalmak için yeni arayışlarıyla çalışmalarına da hız vermektedir.Blim kurulundan yapılan açıklama demiyorlar mı sanki tüm cinler çevremi kuşatıp beni dansa kaldıracakları hissini bende uyandırıyor. Bilim kurulu başkanı ne diyor hemen dinleyelim sesi kesin diye evdeki yaşlılar çıkış yaptıklarında ne kadar da etkili olduğunu hemen anlıyorum. Allah doğrudan seslense bu kadar etkili olacağını sanmıyorum. Çünkü sizi rahatlığa ve sükunete çağıran bir mesaj kolay kolay anlaşılmaz ve karşılık bulmaz. Ancak sizin beyin yürek ve fiziki metabolizmanızı allak bullak edip sizi oradan kurtaracağını söyleyen mesajlar daha çabuk algılanır ve hemen oraya yönelir insan. Cehennemi gösterip sonrasında umut vadedenlerin hepsi yalan sahtekâr ve insanlığı sömürme dinleridir. Bu dinlerin neden var olduğu ve kimlerin bu dinin ilahları olduğu bilinmezse insanlığı sömürme evresi sürekli gelişerek devam edecektir. Günümüzde bilim olarak,ethik bir anlayış kazandırılmak istenen çabaların büyük bir kısmı kendisi etik olmayan bir dinin ne kadar da kendisiyle tutarlı ve çelişkisiz olduğunu da göstermez mi?(!)

Onun için diyorum ki, dünyayı cehennem yaptıktan sonra yeniden cennet dağıtan anlayışların tamamı sömürü yanıltma ve ikiyüzlü bir yaşamın ortaya koyduğu cibilliyetsiz bir yaşamdır. Bilim bu küresel insanlık imhacısı dinin elinde bir manivela olmaktan çıkarılmadığı sürece, bizi her zaman kapana sokan bir araç olacaktır. Bu aracın miadının dolduğunu düşünüyorum, dolayısıyla miadı dolmuş her ilaç sizi iyileştirmeyi bırakın daha bir imha edecektir. İşte günümüzde manivela olarak kullanılan bilim ve bilim kurullarının küresel muktedirlere hizmet etmenin ötesine çıkacaklarına ihtimal vermiyorum. Çıkabilir mi, birey olarak çıkabilirler ama anlayış ve sistem olarak çıkabileceklerini kesinlikle düşünemiyorum.  

Comte, şimdi uyansa kendi mirasının kendisinin tahmin edemediği düzeyde bu kadar farklı olduğunu görse acaba nasıl bakardı. Tarih boyunca dinlerde tahrifatlar olduğu gibi Comte’un dininde bunları beklemek ve görmek elbette mümkün(!)…

Tüm bu açıklamalardan sonra son nokta olarak şunu söyleyebilirim, yaratılış felsefesi daha çok kazanmak ve daha çok egemen olmak ve muktedirliği herkese hissettirmek olan bir anlayışın, insanlık yararına ve onları mutlu edecek bir bilim anlayışını oluşturacağına ve bilime öyle bakacağına inancım kalmadığı için, yaşadığımız tüm olumsuzlukları bu çerçevede değerlendiriyorum.

İnsanlık için amasız sadece yeryüzünü huzurlu ve mutlu bir yaşam alanı haline getirmek ve insanlığı yaratılış yörüngesinde tefekkür ederek yaşayacak kapıları aralayacak anlayışların bir an evvel ortaya çıkması dileğimle…Selam saygı ve dualarımla!

Erol KEKEÇ/19.05.2021/06.53


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!