Bu Blogda Ara

10 Mayıs 2021 Pazartesi

HARCANMADAN HARCAYANLARA SELAM OLSUN

Herhangi birinize ölüm gelip de "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.” Münafikun/10

Sahibi sensin öyle mi elinde bulunanların…Öyleyse giderken bırakma, onları verme ve kendi iradenle yanında götür de herkese ders olsun bakalım.(!)

Son pişmanlık fayda etmez deriz ya hakikaten son pişmanlık pişman olmak değil, noktanın konulduğu andır. İdam sehpasında duran kişinin ayakları altındaki sandalyeye cellatlar vururken bu bana ders olsun demek, ders verir mi sahiden? İşte, son pişmanlık dediğimiz olay da tam budur.

Elden ayaktan çekilmeden, isteklerin freni patlamış dolu dizgin giderken, arzular zirve yarışına girmişken, dünya tüm ihtişamıyla gözleri büyüleyen işveli güzel bir kadın gibi sarhoş ederken, bu bana iyi bir ders, imtihanın doruğundayım ya kaybederim ya kazanırım diyecek iradeyi gösteremiyor ve kendinden geçmişsen son durakta bekleme yoktur doğrudan transit geçiş üzere kurulmuş otomatik geçiş gişeleri üzerindesin…Sakın ola ki son gişeye bırakma önceden yapman gerekenleri…

Kaybedilmiş bir ticaretten ne kazanabilirim diye düşünmek sadece boşa düşünmek veyahut da kaybettiklerinden biraz daha az kaybetmek için çırpınmaktır. Kaybedilmiş bir ticaretin kazanımı olmayacaktır. Dünya ve içindekileri kazanarak buradaki yaşam için hesaplar yaparak, başka hayatları hesaba katmadan yaşamak kaybedilmiş bir ticarettir. Kaybedilmiş ticarette iflas etmiş bir insanın çırpınışlarını ve geriye dönüp geçen zamanı geri getirmesi mümkün olmadığı gibi, hayatı yaşarken ömrümüzle ilgili yaptığımız ticarette böyledir. Ömür tükendiği zaman kazanımlarımızı şöyle şöyle diye taksim edecek zamanımız olmadığından, ne olur bir daha başlayalım o yanlışı yapmayacağım demenin hiçbir gerçekliği olmayacaktır. Çünkü geriye dönmeyecek olmamız mutlak bir gerçek, bu gerçekleşmeyeceğine göre buna bağlı olarak şunları şunları yapacağım demek doğrudan bir yalan olur. Yalanla, gerçek bir yaşamın tanımı yapılamaz.

Güneşin doğumunu durdurmak ve tekrar geriye saydırmak nasıl ki mümkün değilse, hakikati görünce insanın bana fırsat ver de yeniden infak edeyim harcayayım ve garipleri gözeteyim gibi yakarmaları da asla olmayacaktır. Çünkü hayatın geriye sayımı yoktur. Aynı şekliyle geriye mutlak sayımı olmayan tek sermaye zamandır. Bir işi yanlış yaptığınızda onu yeniden başa alıp onunla ilgili yeni düzenleme yapabilirsiniz. Ancak geçen zamanı aynı şekliyle yeniden getirmeniz ve onun her saniyesine göre farklılıklar düşünmeniz mümkün olmayacaktır. Kendiniz yeni şeyler düşünseniz de o zamanda değil farklı bir zamanda olacaktır. Bu da gösteriyor ki geçen zamanla ilgili son anda yapılacak hayıflanmaların hiçbir anlamı olmayacaktır.

İnsan, kendi yaşamıyla ilgili değişimleri nasıl ki durduramazsa, elinde olmayanları boşa harcadığı zaman ve son noktaya geldiğinde boşa geçtiğini gözleriyle gördüğü hayatı hakkında tekrar istekte bulunarak onu düzelteceğim demesi başlı başına yalandır ve de imkansızdır.İmkansızlıkları gerçekleştirme isteğinde bulunan bu zavallı, imkânlı olanı harcama da bir o kadar mahir ve ustadır.

İnsanın bu acınası halden kurtulmasının en önemli uyaranı, kendisinde olmayanları kendi istediği gibi har vurup harman savurarak yaşamaktan kurtulmasıdır. Zaman senin kontrolünde olmamasına rağmen gidince bir daha gelme imkânı da yoksa onu nasıl horca kullanma cesaretinde bulunabilirsin? Sen istesen de istemesen de doğumla ölüm arasındaki yaşam kendiliğinden geliyor, ben on yıl daha çocuk kalacağım büyümek istemiyorum dediğinde bunun bir anlamsızlık olduğunu bilirsin, çünkü senin dışında bir el seni yönetiyor ve senin gelişimin de tamamıyla o elin istekleri doğrultusunda olmaktadır. Buna rağmen nasıl olur da sana emanet verilen bu yaşamı sana verenin isteklerine göre değil de kaçak yollarla kullanmaya çalışırsın. Bir devlet kendisinden habersiz ticaret yaptığında bunu kaçak kabul edip senin tüm malına el koyuyor da sana bağışlanan bu yaşamı istediğin gibi kaçak yerlerde kullandığında bunun hesabının sorulmayacağını mı sanıyorsun?

Allah sözünden asla dönmez…Yapılan mukavelede ne varsa ona harfiyen uyar. Onun için sen yaptığın anlaşmanın anlaşma metnini istersen baştan sona bir tara! Onu taradığında bugün yaşadıklarının hiçbirinin o antlaşma metninde olmadığını göreceksin, buna rağmen anlaşma sahibi şu an bir şey demiyor, zamanı geldiğinde bir yol buluruz diyorsun ya işte orada tüm yollar kapanmıştır haberin olsun…Ey benim sahibim! Bu antlaşma harfiyen hayatımda olacak ve asla bunda bir atlama yapmayacağım, bizden önce yaşayan atalarımızın yaptığı yanlışlardan dolayı bizi sorumlu tutma demek için o anlaşmayı yaptın ama sen öyle bir varlıksın ki, hemen unutuyor ve kendi isteklerine göre yaşamayı bir marifet biliyorsun…

Otoyolda yolculuk yaparken nasıl ki, belirlenen kurallara uymak ve tayin edilmiş hız sınırını gözetmek zorundaysanız, yaşam bandında da o kurallara uygun yaşamak zorundasın. Yolculuk sonunda görevli memurun önüne geçerek yalvarmak mı sana yakışan yoksa, belirlenen kurallara uygun yolculuk yaparak sağ selim varacağın yere huzurla ulaşmak mıdır? Hayat bir yolculuktur. Bu yolculuğun kuralları bellidir, ya ihlal eder gerekli cezayı ödemek zorunda kalırsın ya da düzgün bir yolculuk yapar varacağın yere huzurla varır orada mutlu bir gün geçirirsin, yani tüm bu sonuçlar senin çabana bağlıdır.

Yolun hayatın ve zamanın sahibi belli olmasına rağmen, neden herkes bu üç unsurun tek ve yegâne sahibi kendisiymiş gibi davranır. Çünkü öyle düşünmezse istediğini istediği şekilde yapamaz. İstediği gibi yaşayanların son anda mağduriyet rolleri oynayarak yeni bir zaman istemeleri tamamıyla yalan ve karşısındakinin de kendisi gibi olduğunu sanmasındandır. Oysa benim ne düşündüğümü tekrar dünyaya dönsem bile ne yapacağımı çok iyi bilen bir güçle muhatap olmamıza rağmen hala hile hurda peşindesin sen kendini ne sanırsın bak son geliyor sondan evvel son gelmeden hala sen kendine gelmedin…

“Herhangi birinize ölüm gelip de "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.”

Bugünler çok yakın ve beyhude çırpınışların bir anlamının olmayacağı gün gelmeden önce, seni senden iyi bilen yaratıcının belirlediği bu kurallara uymaktan seni alıkoyan nedir?

Bugün infak hayır hasenat ve harcama günüdür, tüm kazandıklarımızın bizi kurtarmak için fidye olarak yetmeyeceği o gün gelmeden önce, daha ucuz ve kolay onları harcamaktan alıkoyan nedir?

Ne olur beni bu defa bağışlayın hâkim bey, ben anlık bir sinirle trafikte tartışırken bu adamı öldürdüm, bir daha olmayacak demeniz o adamı nasıl ki geri getirmeyeceğinden, istek ve beklentiler boş ise, ölüm gelip çattığı zaman da tekrar zaman isteyerek ben bunları bunları yapacağım talepleri boş ve anlamsızdır. Bunların yaklaşarak geldiğinden emin olarak hayata yeniden başlamak gerekir. Bunları dikkate almadan başı boş istediğimi yaparım istediğimi yapmam diyerek müstağnileşen varlıklar bu müstağnilikleri içinde can verecekler. Bu süreci az hasarla atlatmanın en önemli yolu, yolun sahibinin kim olduğunu bilmek ve o yolda yolun sahibinin verdiği zamanda, yolda gidecek ömrü onun istediği şekilde geçirmektir. Bunu dikkate almayanların tamamı o hayıflanmayı yaşamak zorunda kalacaktır.O gün gelmeden evvel bugünden dirilme ve gelecek zamanı boşa heba etmeme zamanıdır.

“Ey İnsan! Hangi yoldan gidersen git muhakkak ki, sen Rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın ve sonuçta ona varacaksın…”İnşikak/6 Bu sonu bilenlerin bugünden kendilerine acılı bir son hazırlamaları mümkün mü? Elbette mümkün değildir. Bir insan bile bile kendisine zarar veriyor ve sonu hüsran olacak bir çaba içinde bulunuyorsa, onun kendinden bir zoru var demektir. İnsan akıllı ve ayırt edecek bir varlıktır. Ayırt etme melekeleri iflas etmiş birinin, işitmeyen anlamayan görmeyen ve hareket etme kabiliyeti olmayan ölülerden ne farkı vardır. “Hakikati anlamayanlar ölülerden farksızdır.”

Allah’ın sana rızık olarak verdiklerinden, Allah’ın kullarına vermekten seni alıkoyan nedir? O gün geldiğinde onların hepsi senden alınacak ve başkalarına devredilecek bu dünya yaşamı sadece gel ve geç durumunda olan bir handır. Her doğan bu handan geçen bir yolcudur. Yolcu olduğunu unutma yolculuk anında gerekli olanları al fazlalıklarını ihtiyaç sahibi olan kullara ver ki, onlar da mutlu olsunlar. Onların mutlu olması onların sahibi Allah’ı da mutlu eder. İnsan sevdiğini mutlu görmek istemez mi, seviyorsanız sevdiğiniz uğruna tüm acılara katlanırsınız ve sevdiğinizi asla üzmek istemezsiniz. Allah’ı sevenler, yaşarken Allah’ın mülkü ile Allah’ın kullarını buluşturmalı…Yaşamın son noktasında bunları falan gariplere verirsiniz diye taksimatlar yapmak istemesi veya tekrar döndüğünde elimdeki tüm imkanları insanlık için harcayacağım iddiası tamamıyla yalan ve bahanedir. Allah sinelerin özünü çok iyi bilir. Bazen kendimiz bile yalan dolan içinde olanlara karşı, sen daha yeni gitmeye çalışırken ben o yoldan çoktan geldim diyoruz…Yani karşımızdakinin olası bir kandırmacasına karşı büyüklük taslayarak böyle karşılık veriyoruz…Oysa Allah her şeyi yaratan ve onların ne yapacağını çok iyi bilen olduğu halde biz Allah’a yaratma ve istekler hakkında bilmediklerini mi öğretmeye çalışıyoruz.

Ey Rabbimiz her şey sana apaçık ayan, bizleri son noktaya gelmeden önce bu dünya yaşamında hayır üzere yaşayan ve dünyalıklarla isteklerini süslemeyen dosdoğru kullardan eyle…Ticaretin en güzelini bizlere nasip et… “Ey İman edenler sizi acı bir azaptan kurtaracak çok karlı ticareti haber vereyim mi? Allah’a ve Resulüne iman etmeniz, Allah Yolunda canlarınız ve mallarınızla mücadele etmenizdir. Bilirseniz bu sizin için en hayırlı olandır…”

Harcanmadan harcamaya var mıyız, Dünyada harcamayı bilmeyenlerin hiçbir değeri olmayacağı gibi Allah onlarla asla konuşmayacak ve yüzlerine de bakmayacaktır. Yani harcananlardan olacaklardır. Harcanmadan önce harcayalım inşallah selam ve dua ile

Erol KEKEÇ/09.05.2021/15.25


8 Mayıs 2021 Cumartesi

SONSUZLUK AĞACINA ÇIKAYIM DİYENLER KAVAĞA ÇIKTILAR(!)

“Derken, şeytan ona şöyle diyerek vesvese verdi: "Ey Âdem! Sana, sonsuzluk ağacıyla eskimez, çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi? TAHA/120

Nihayet, ikisi de ondan yediler. Bunun üzerine, çirkin yerleri kendilerine açıldı; üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etmiş, azmış, ziyana uğramıştı. ”TAHA/121

İnsan öyle bir varlık ki, sonsuz yaşama isteği en çok varmak istediği bir hedeftir. Bu hedefi yakalamak için asli yaratılış fıtratını da bozguna uğrattığını idrak edememektedir. İnsanın bu isteklerini yaşıyor olması veya ona yaklaşması, dönüşü çok güç olan çıkmaz bir yola girmektir. Âdem ve Havva (as)’in kendileri için taksim edilen ve bir sorumluluğu olmayan mutlu ve huzurlu bir ortamdan kovulmalarının sebebi, orada sonsuz kalma ve ebedi mülk sahibi olma isteği olduğuna şahit olmaktayız. Bu durum Ademoğlu’nun hepsinde var olan bir gendir. Bu genin istekleri yaşama egemen olduğu zaman, insanın doğru bir yörüngede yaşadığını iddia etmesi inandırıcı olamaz.

Sonsuzluk ağacı ile eskimeyen çökmeyen sürekli kalıcı bir mülkün sahibi olma isteği, aslında müstağnileşmenin en açık tanımıdır. Âdem yaratıldığı zaman, Rabbimiz onu topraktan yarattıktan sonra kendi ruhundan üfleyince, böyle bir güzelliği ve yaratmayı yaptığı için tüm meleklere ve İblise, bu yüceliğimden dolayı bana secde edin ve onun varlığını kabullenin demişti. Buradaki secde yaratılan Ademe değil, Yaratıcının şanına yüceliğine ve böyle bir yaratma yapmasından dolayı onun doğrudan kendisinedir. Yoksa Allah kendi yarattığına neden başka yarattıklarını secdeye zorlasın bu doğrudan kendisine şirk koşulmasını istemek olur ki, bu da Allah’a iftira olur. Ancak buradaki istek Allah’ın yüceliğini kabullenerek onun neleri yaratmaya muktedir olduğunu onlara göstermekti. Bu yücelik karşısında tüm melekler Allah’ın önünde secdeye kapanırken, İblis ’in nankörlük yaparak Âdem üzerinden bahaneler ileri sürüp doğrudan Allah’a asi olduğunu görmekteyiz. Bu başkaldırı şeytani bir gelenek haline gelerek, Ademoğlu’nun varlık sahnesindeki yolunun en tehlikeli virajı olarak hep devam etmiştir. Bu virajı geçemeyen her bir Âdemoğlu büyük kazaları göze alarak son sürat gaza basmayı marifet bilerek, süreklilik arzusunu ortaya çıkarmış ve haddi aşarak müstağniler arasına girmiştir.

İlk kovulmanın temel nedeni, Ademin içindeki sonsuz yaşama ve ebedi mülke sahip olma arzusuysa, sonraki süreçte de durum aynı olmuş ve bütün bir Ademoğlu’nun yaşamını kuşatır olmuştur.

Allah dışında bütün bir kâinatta sınırsız ve sonu olmayan yaşam özelliği olan hiçbir varlık yoktur. Bunun içindir ki, insan bunu idrak etmediği veya unuttuğu zaman yapacağı yanlışlar ve hataların sayısını saymakta zorluk çeker. Yaratılmış olanların mutlak sonu da vardır, bu sonlu yaşamda, kâinatın sonsuz varlığı gibi hareket etmek Allah’ın hudutlarını çiğnemek demektir. Hudutları gözetmeyenlerin en belirgin özelliği haddi aşmak ve sınırsız bir istek bataklığına doğru gitmek olur. Bu bataklıklar yeryüzü nimetlerinin alanıyla sınırlı bir bataklıktır. Oysa bu bataklığa doğru çekilen insan, burayı çok değerli, sonsuz mutluluk ve huzur adası olarak oraya gitmektedir.

İnsan, kendi yaratılış hamurunun ne olduğunun anlaşılması için tefekkürü yaşamının en önemli dinamosu haline getirmelidir. Tefekkürden yoksun, idrak melekeleri çalışmayan bir bünye her zaman sınır tanımaz ve sonsuz yaşama isteğine aday bir varlık olup çıkar. Bu isteğin oluşması ve frenlenmesi, aslında insanın imtihan edilmesindeki en büyük özelliği de ortaya çıkarmaktadır. İmtihanlar hep bu özelliğin çok baskın ve kontrol edilmesi güç bir yapı olmasından dolayı kaybedilmektedir.

Nimetlerle donatılan ve tüm imkanlara sahip olduğunuz bir ortamdan neden insan bir anda kovulur. Bilmediğimiz birçok nedeni olabilir, ancak benim idrak ettiğim en önemli faktör, bu imkanların kaybolma korkusu ve bunları kaybetmeden onların hepsinin kontrolünü kendimde toplamalıyım anlayış ve isteğidir. Aslında bu istek, ebedileşme hastalığının da ortaya çıktığı anlardır. Âdem ve Havva’nın içinde oluşan bu ebedi yaşama ve mülke sonsuz sahip olma isteği, onların yaşamının altını üstüne getirdi ve ellerinde olan en güzel nimetlerin de ellerinden gitmesine neden oldular. Sınırlı olan bir varlığın iç dünyasında oluşan sınırsız yaşam isteği ve mülkün tek sahibi olarak, mülkü tasarrufuna alma çabası, yaratıcının koyduğu düzeni bozma çabasıdır. Bu çabalar, Âdem ve Havva ile başlangıç yaptı,Adeoğlu olarak ondan türeyenlerin dünyasında çok ciddi bir maraz olarak kaldı ve yaşama egemen oldu. Oysa Rabbimiz Âdem oğlunu uyarmıştı, “Ey Ben-i Âdem iblis sizin atanızı saptırdığı gibi, sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin…”Uyarısı bütün bir boyutuyla dikkate alınmadığı için insanlık kendi cehennemini imar etme yarışında sonsuz yaşama kuleleri kurmaktalar bu dünyada…

Yaratılmış olan varlık insan, yaratıcının kendisine faydalanması için sunduğu nimetlerin tamamına sahip olarak, kendi cinslerine veya kendisi gibi yaşam hakkı olan diğer canlılara yaşam hakkı tanımadan hep benim olmalı diye debelendiği dünyanın içinde sadece ifsat kaynağı olur. Çünkü yaratılmış olan diğer varlıkların yaşam hakkını gözetmeden, hep sahip olma hırsının doyumsuz bir mendeburu haline gelen bu varlık düzeni bozmaktan başka bir fiile sahip olamaz. Demek ki, insanın yeryüzünü fesada götürmesinin temelindeki en belirgin etken, sonsuz yaşama ve sınırsız mülkiyete sahip olma hırsıymış. Bu hırsın farkına varılıp insan yaratılmış olduğu alana çekilmezse, bu istek Cennetten Ademi çıkardığı gibi bizi de yaşadığımız bu ortamdan yere batıracaktır.

Allah’ın bizim için çeşitli nimetlerle donattığı bu gezegenin içindekilerle tatmin olmadan, sürekli daha fazlasına sahip olmak ve tüm evreni kendi kontrolüne alarak hükümran olma hırsı taşıyanların geleceği akıbeti bize anlatmaktadır. İblis sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin…”Ne yazık ki başımıza getirdiği belaların altında inim inim inleyen zavallı bir insanlık var.

Her ne kadar Allah kendi ruhundan bize üflemiş olsa da bu bizim bir yaratılan olduğumuzu unutturmamalı. Yaratılan olduğumuzu unuttuğumuz anda dünyanın dengesini bozma yarışına gireriz. Geçmişte yaşamış Karun bunun en güzel örneklerinden biridir. “Karun’a, şımarma Rabbin’nin sana verdiği ile sen de insanların hakkını gözet, Allah fesat çıkaranları sevmez dediklerinde, hayır ben fesat çıkarmıyor, aksine düzeltiyorum, insanlara arada bir veriyorum, âmâ ben bunları kendi bilgi beceri ve imkanlarımla elde ettim diyerek tüm ihtişamı ve debdebesiyle insanlar arasına çıktığında sonsuz bir güç sahibi gibi kendisini biliyor ve etrafındakiler de ona öyle bakıyordu. Ancak Allah, onun o haddi aşmasından dolayı azap onu yakaladığında ne kendisine yardım edebildi ne de yardım edilenlerden oldu, köşkünü ve kendisini yerin dibine geçirdi. İşte bu örnek haddi aşarak tek malik ve mülkün denetiminin kendisinde olduğunu iddia edecek kadar müstağnileşenlerin gelebileceği en yüksek mertebe(!) ancak bu kadar olabilir.

Demek ki, yeryüzündeki tüm olumsuzlukların temelinde, insanın bulunduğu ortamda sürekli ve sınırsız yaşama isteğinin olduğu muhakkak. Dünya ve içindekiler sadece yaşamın huzurlu ve mutlu olması, yaratıcıya kulluk yapmak ve sorunları hafifletmek için bir araç olarak bilinse yeryüzünde fesat oluşmaz. Aç insanlar olmaz, zulüm gözyaşı ölüm saldırı savaşlar cinayetler hırsızlıklar vuku bulmaz ve yaşamın amacı daha net anlaşılır. Ancak insan, hesabını görecek başka bir gücün mutlak mahkemede hesap soracağına inanmadığı ve tüm hesapların sahibinin kendisinin olduğunu gördüğü sürece, yaşamı olumsuzluklar ve sınırları aşındırmakla geçeceği muhakkaktır. Sınır aşındıranlar sınırsız olamazlar, sınırları koyan ve bir düzen belirleyen Allah mutlak güç ve kuvvet sahibi olduğu için, onun belirlediği düzende sınırlar hep aynı evrenin kuralları ve işleyişi değişmiyor çünkü o kendisine muhalif bir eylem içinde olmaz. Onun yasasında asla bir değişim bulamazsınız çelişki de barındırmaz. Ancak yaratılmış olan ama kendisini bir yaratıcı sanan zavallı insanın hayatı çelişkiler üzere devam etmektedir. Bu kadar çelişkili yaşamı ortaya koyan insan olsa olsa hesabı dürülecek başı ve sonu belli bir damla sudur. Bir damla suyun kendisini sel baskınları yapacak kuşatıcı bir su gibi yaşaması ne kadar da basit ve sıradan bir yaşamdır. Ey insan kendine dön ve kendini tanı, kendini tanımazsan seni tanıtacak kitabının önüne geleceği günlerin çok yakın olduğunu bilesin…

Allah yerin ve göklerin tek sahibi öncesi sonrası olmayan hesap görenlerin en hızlı olanıdır. Böyle bir yaratıcının efendinin mülkünde köle bile olamayacak düzeyde özelliklerimiz olmasına rağmen, bizi yücelterek Halifelik mevkiine çıkaran Allah’a karşı asi olmakta hiç mi utanç duymuyoruz. Bize, yiyiniz içiniz israf etmeyiniz, benim mülkümde malik sizmişsiniz gibi davranmayın, yaratan benim ama yarattıklarımı yeryüzünde planlayıcı ve dağıtıcı olarak sizi görevlendirdim. Sizin göreviniz yığdıkça yığmak değil, benim kullarımı benim yarattığım nimetlerle buluşturacaksınız. Onlar da ihtiyaçları kadar alsınlar, diğerlerini de başka ihtiyaç sahiplerine bıraksınlar. Böyle olursa yaşadığınız evrende size asla huzursuzluk mutsuzluk gibi belalar gelmez. Açlık gibi hastalıklar size uğramaz. Herkes birbirini örter cennetteki yaprakların Âdem ve Havva’yı örtmesi gibi, böyle değil de İblisin torunlarının size verdiği vesveseyle dünyaya egemen olmak ve sonsuz kalma isteklerinizle dünyada cirit atarsanız bu dünyanın dışında kendinize başka bir mekân aramak zorunda kalabilirsiniz.

Ey İnsan sen bir yaratılansın, yaratıcı gibi davranmaktan hiç mi utanmıyorsun, Bu çirkefliğin girdabından çıkmazsan hayatın daha da çirkefleşecek, bak son istasyona varmadan önce son çıkıştasın…İdrak et ve kendine gel Allah’ın mülkünde tüm kulların haklarını hakkıyla dağıt…Karun’a inen sana da gelmeden evvel…

Selam saygı Muhabbet ve dualarımla, rabbim bizi idrak eden ve isteklerini katındaki değerlerle daim eylediğin kullardan eyle…Biz bir kuluz sen ise Allah biz senin indireceğin her hayra muhtacız bizi zalimler güruhundan uzak eyle…

Erol KEKEÇ/07.05.2021/15.48


 


7 Mayıs 2021 Cuma

HANEDANLARA CANIMIZ HEBA MALIMIZ FEDA (!)

Bir devlet hanedanın özel mülkiyeti gibi yönetilirse, devlet olmaktan çıkar ve hanedanın tapulu malı haline gelir. İslam ülkeleri olarak bilinen toprakların nasıl yönetildiğini merak edenler varsa bu anlatımın tam da kapsamına girerler. Krala iletelim bu sorun çözülür deniyorsa ülke bir kralın malı gibi algılanır. Şayet bir devlette sadece yönetim koltuğunda olanlar bir sorunun hallolmasının tek yetkilisi ise orada kurallar değil, şahısların yönetimi egemendir. Şahıslara mal edilmiş bir devlette insanların doğumla ölüm arasındaki yaşamları ipotek altına alınır.

Oysa devlet bir kurallar ve hiyerarşik yapılanma örneğidir. Herhangi bir şahısla alakalı değil sorunların hallolması, meşru ve kurallar çerçevesi içindeyse adama gerek yok doğrudan çözülmesi gerekir. Ancak böyle ülkelerde sorunlar çözülmek ve sulh ile tatlıya bağlanmak için, devlet kurumları tarafından el atılmaz. Hanedanın büyüklüğünün kanıtlanması için sorunlar ona kadar ulaşmak zorundadır. Çünkü çözüm ve sorunlar sadece onun kanalından çözülebilir anlayışını yaygınlaştırmak için böylesi bir düzenek kurulur.

Devlet, özel mülkiyetin yönetimi gibi yönetilmeye başlamışsa, orada insanlık yararına ve geleceğin huzuru için beklentiler küçülmek zorundadır. Çünkü hanedan kendi malını istediğine savurur, istediğine kısar, dilerse hazinesinin anahtarlarını haramilere teslim eder, ancak kimse ona hesap sorma hakkına ve cesaretine sahip olamaz. Adamın özel mülkiyetini nasıl kullandığını sormakla böyle bir bilgi almak arasında hiçbir fark gözetilmez.(!) Onun içindir ki Hanedandan geri bildirim alınmak istendiği zaman, siz kim oluyorsunuz da benim ne yaptığımı soruyorsunuz, size hesap vermek zorunda mıyım, haddinizi bilin şeklinde aşırı refleks geliştirildiğine şahit olabilirsiniz. Hanedan devletin başkaları tarafından ortak kullanımının olacağını asla düşünmez ve orasının kendisine babasından kalan bir miras ve kendisinin de sonrakilere bırakacağı bir miras olduğunu gözünü kırpmadan ifade eder.

Padişahlık sisteminin insanlığı itibarsızlaştırıp, kapı kulu haline getirdiği anlayış çağdaş kabul edilen İslam toplumlarındaki tüm devletlerin devlet yapılanmasında rahatlıkla görülebilir. Hanedan mensupları Devletin imkanlarını istedikleri gibi kullanabiliyor ve o kullanımlarından dolayı herhangi bir yere hesap vermek zorunda değillerse, hesap sormak için düşünce geliştirenlerin bile hesabı görülüyorsa, devletin Hanedanın özel mülkiyeti olmadığını kim söyleyebilir.Tapunun kimde olduğu değil, kimin nasıl ve muhayyer bir şekilde kullandığı önemlidir. Tapusu ben de olsa da arazim başkaları tarafından kullanılıyor, istediği ürün ekiliyor ve üzerine binalar konduruluyor ancak zorda kalındığında bana müracaat ederek benim arazimle ilgili bazı hesabı olanların yanlış işler yaptığını söyleyerek arazime sahip çıkmamı benden isteyenler şimdi bana iltifat mı ediyorlar, yoksa zararı yine benim sırtıma vurarak daha rahat arazimi kullanma mı peşindeler? Buradaki ince noktayı anlamayan toplumlar, ülkelerinin tapusu kendilerinde olsa da kim tarafından nasıl ve ne amaçla kullanıldığına iyi baksınlar, ondan sonra o toprakların gerçekte kim için olduğunu anlasınlar. Tapusu bizde ama kullanım hakkı başkalarında olan devletler, tamamıyla özel mülkiyet anlayışıyla yönetilir. Onun içindir ki, bir kişinin birçok alanda görevli olduğuna ve oraya uğramadan çok ciddi maaşlar aldığına şahit olursunuz, oysa o işleri daha güzel ve daha verimli yapacak liyakatli insanlar olsa da devletin, Milletin ortak mülkiyeti olduğuna inanılmadığı için hep Hanedana hizmet edecekler bu görevlere getirilerek, onlara imkanlar oluk oluk akıtılır, diğer yandan da her şey sizin için yapılmaktadır, cümleleri kullanılarak insanlar ciddi bir duygusal körlük karanlığına taşınarak akıllarını o karanlıklara bırakarak daha rahat yaşamanın yollarını aramaya çıkarlar.

İslam ülkeleri, üçüncü dünya ve Latin Amerika ülkelerinde durum hep böyle devam eder. Ondan dolayıdır ki, Hanedanların mal varlıkları tüm halkın mal varlığından daha fazladır. Onlar rahat yaşar onlardan arta kalırsa, halkın önüne atılır,afedersiniz köpeğe atılan ekmek parçaları gibi…Hanedan yönettiği halkın sadece bir yük ve onları sırtında taşıdığına inandığından, onların yaşamlarıyla ilgili ciddi bir iyileştirme sürecine girilmesini hiç düşünmez. Telef olmaları böyle düşünmekten daha iyidir, onun açısından…Telef olmanın maliyeti sırtta taşımaktan daha az çıkar çünkü,o zaman da özel mülkiyetten bir şeyler boşa gidiyormuş gibi düşünülür dolayısıyla rahatsızlık baş gösterir. Hanedan bu rahatsızlıkları kaldıramayacağı için az dağıtıp çok israf ederek kendi itibarını göğün yedinci katına çıkarmayı hedefler. Bu anlayış aslında onun zihninde bir ölümsüzlük algısını da beraberinde getirir. Yani anlayacağımız Hanedanlıkların olduğu ve ülkelerin, yöneticilerin özel mülkiyeti gibi görüldüğü yerlerde ezilenlerin kim ve kaç kişi olduğu hiç önemli değil, kimlerin ne kadar ve ne zamana kadar doyurulması gerektiği çok önemlidir. Yukarıda belirtiğim coğrafyalardaki ülkelerin istisnası olmaksızın hepsinin böyle bir çıldırmışlık psikolojisine göre yönetildikleri bir gerçektir.

Bunları söylerken bu ülkelerin çok iyi olduğunu göremeyerek hep olumsuzluklarını söyleyen bir yanım varmış gibi algılanmasın…Olumsuzlukların tahlilini yaparken nereden kaynaklandıklarını araştırdığımız da yönetenlerin travmatik ruh hallerinin böyle bir sonuca toplumlarını götürdüğünü göreceksiniz. Devlette çalışan bir yöneticinin neden devlet kurumlarında birden fazla görevi olur dersiniz. Fırsat eşitliğinin ve hukukun olduğu yerde böyle bir uygulamanın olması mümkün olabilir mi, ülkelerinde işsizlik almış başını gitmiş ve liyakatli insanlar psikolojik bunalımlar yaşarken bir kişinin sürekli korunup kollanması mümkün olabilir mi? Elbette imkansızdır.Devlet Özel mülkiyet gibi düşünülmezse, Hanedan kendisine yakın gördüklerini her kurumun yöneteni ya da üyesi olarak atayıp onlara milyonlarca paraları aktararak onları beslemeyi düşünmez. Bilir ki, Devlet yönetimi belli bir periyotta kendisine emanet edilmiştir. Bu emaneti en güzel şekilde yıpratmadan ama geliştirerek sonraki haleflerine teslim etmek onun görevidir. Durum böyle algılandığında özel mülkiyet gibi devlet yönetilmez ve liyakat esas alınır ve insanlara adil davranmak birinci ve öncelikli eylem haline gelir.

2021 yılını yarıladığımız şu günlerde dünyaya doğru bir pencereden baktığımızda bu acınası zillet hallerinin ne hikmetse İslam olduğunu söyleyen ülkelerde görülmesi hakikaten içler acısı…Oysa bu toplumların daha şeffaf ve adil yönetilmesi gerekirken, karanlık ortamlarda avcılık yapmak hanedanların birinci tercihi, karanlıkta yakalanan avların da yine orada pay edildiğine şahit olmaktayız. Bunlar aydınlık ortamlardan pek hoşlanmazlar, aydınlanmak ve durulmak için ortamın havasını değiştirmek isteyenler çıkarsa, ortalığı toz duman deryasına gark ederek onları da nefes alamaz duruma getirebilirler. Onun içindir ki kimse ortamın aydınlanması için mücadele etmeyi göze alamaz, sonrasında da bu karanlıkların önceki karanlıklardan daha az karanlık olduğunu anlatmaya başlayanlarla ortalık dolup taşar. Sana da o karanlıkları dayatmaya çalışırlar, sen kalkıp kardeşim ben karanlıklarda yaşamak istemiyorum, aydınlık bir ortamda ömür tüketmek hedefim dersen, şap diye suratına gelen karabulutla nefesin daralır. Demek ki önceki karanlıkları istiyorsun, hayır ben aydınlıkta yaşamak istiyorum diye diretirsen, herkesin karanlıktan hoşlandığı bir ortamda aykırı bir ses aydınlık istiyorsa mutlaka bunun dışarıda bağlantıları vardır veyahut da karanlıklara sızmaya çalışan bir piyon olabilir damgasıyla yine karartılırsın. Yani anlayacağınız herkes kararmak zorunda, yoksa tehlike oluşturur ve hanedanların hanedanlıkları sona erebilir.

Bir devlet, Hanedanın özel mülkiyeti gibi, israfta sınır tanımaz bir hastalıktan arındırılmadığı sürece itibarını kaybederken, Hanedanların harcayarak elde ettikleri itibar, devleti itibarsızlaştırabilir. Buradan şunu rahatlıkla söylemek mümkündür. İslam ülkesi olarak bilinen ülkelerin devletlerinin itibarı hanedanlarının itibarına feda edildiği için, hanedanları dünyanın ilk 100 zengini arasına girerken, devletler ise sondan sıfır noktasında zurnanın son deliğine denk gelmekteler. Bunun tek sebebi ise yönetenlerinin, devleti özel mülkiyetleri gibi görüp har vurup harman savurmalarındandır. Hanedanlar harman savururken halkları da gözlerine kaçan samanın tozlarından gözlerini açıp kendilerine gelemediklerinden hanedanların kapılarında kapı kolu olmanın ötesine geçememiş bir mal hükmündedirler. Devletin özel mülkiyet, halkın da canlı bir mal olarak algılandığı Yerlerde, halkın ezilmesi ve sürekli aşağılanarak o kaleden bu kaleye top gibi yuvarlanması tercihli bir kader haline gelir. Şükür(!) bizim ülkemizde bu saydıklarımıza hiç şahit olmuyoruz en azından demokrasiyle yönetiliyoruz(!)

Sahiden nasıl bir devlet yönetiminde yaşamak istersiniz, her ne kadar tercih hakkınız olsa da hanedanlıktan asla taviz vermeyiniz(!)

Selam ve muhabbetle, muhabbetli ortamlara aydınlık zeminlerde buluşmak ümidiyle sağlık sıhhat ve afiyet dileklerimi iletiyorum…

Erol KEKEÇ/06.05.2021/16.58


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!