Bu Blogda Ara

7 Mayıs 2021 Cuma

HANEDANLARA CANIMIZ HEBA MALIMIZ FEDA (!)

Bir devlet hanedanın özel mülkiyeti gibi yönetilirse, devlet olmaktan çıkar ve hanedanın tapulu malı haline gelir. İslam ülkeleri olarak bilinen toprakların nasıl yönetildiğini merak edenler varsa bu anlatımın tam da kapsamına girerler. Krala iletelim bu sorun çözülür deniyorsa ülke bir kralın malı gibi algılanır. Şayet bir devlette sadece yönetim koltuğunda olanlar bir sorunun hallolmasının tek yetkilisi ise orada kurallar değil, şahısların yönetimi egemendir. Şahıslara mal edilmiş bir devlette insanların doğumla ölüm arasındaki yaşamları ipotek altına alınır.

Oysa devlet bir kurallar ve hiyerarşik yapılanma örneğidir. Herhangi bir şahısla alakalı değil sorunların hallolması, meşru ve kurallar çerçevesi içindeyse adama gerek yok doğrudan çözülmesi gerekir. Ancak böyle ülkelerde sorunlar çözülmek ve sulh ile tatlıya bağlanmak için, devlet kurumları tarafından el atılmaz. Hanedanın büyüklüğünün kanıtlanması için sorunlar ona kadar ulaşmak zorundadır. Çünkü çözüm ve sorunlar sadece onun kanalından çözülebilir anlayışını yaygınlaştırmak için böylesi bir düzenek kurulur.

Devlet, özel mülkiyetin yönetimi gibi yönetilmeye başlamışsa, orada insanlık yararına ve geleceğin huzuru için beklentiler küçülmek zorundadır. Çünkü hanedan kendi malını istediğine savurur, istediğine kısar, dilerse hazinesinin anahtarlarını haramilere teslim eder, ancak kimse ona hesap sorma hakkına ve cesaretine sahip olamaz. Adamın özel mülkiyetini nasıl kullandığını sormakla böyle bir bilgi almak arasında hiçbir fark gözetilmez.(!) Onun içindir ki Hanedandan geri bildirim alınmak istendiği zaman, siz kim oluyorsunuz da benim ne yaptığımı soruyorsunuz, size hesap vermek zorunda mıyım, haddinizi bilin şeklinde aşırı refleks geliştirildiğine şahit olabilirsiniz. Hanedan devletin başkaları tarafından ortak kullanımının olacağını asla düşünmez ve orasının kendisine babasından kalan bir miras ve kendisinin de sonrakilere bırakacağı bir miras olduğunu gözünü kırpmadan ifade eder.

Padişahlık sisteminin insanlığı itibarsızlaştırıp, kapı kulu haline getirdiği anlayış çağdaş kabul edilen İslam toplumlarındaki tüm devletlerin devlet yapılanmasında rahatlıkla görülebilir. Hanedan mensupları Devletin imkanlarını istedikleri gibi kullanabiliyor ve o kullanımlarından dolayı herhangi bir yere hesap vermek zorunda değillerse, hesap sormak için düşünce geliştirenlerin bile hesabı görülüyorsa, devletin Hanedanın özel mülkiyeti olmadığını kim söyleyebilir.Tapunun kimde olduğu değil, kimin nasıl ve muhayyer bir şekilde kullandığı önemlidir. Tapusu ben de olsa da arazim başkaları tarafından kullanılıyor, istediği ürün ekiliyor ve üzerine binalar konduruluyor ancak zorda kalındığında bana müracaat ederek benim arazimle ilgili bazı hesabı olanların yanlış işler yaptığını söyleyerek arazime sahip çıkmamı benden isteyenler şimdi bana iltifat mı ediyorlar, yoksa zararı yine benim sırtıma vurarak daha rahat arazimi kullanma mı peşindeler? Buradaki ince noktayı anlamayan toplumlar, ülkelerinin tapusu kendilerinde olsa da kim tarafından nasıl ve ne amaçla kullanıldığına iyi baksınlar, ondan sonra o toprakların gerçekte kim için olduğunu anlasınlar. Tapusu bizde ama kullanım hakkı başkalarında olan devletler, tamamıyla özel mülkiyet anlayışıyla yönetilir. Onun içindir ki, bir kişinin birçok alanda görevli olduğuna ve oraya uğramadan çok ciddi maaşlar aldığına şahit olursunuz, oysa o işleri daha güzel ve daha verimli yapacak liyakatli insanlar olsa da devletin, Milletin ortak mülkiyeti olduğuna inanılmadığı için hep Hanedana hizmet edecekler bu görevlere getirilerek, onlara imkanlar oluk oluk akıtılır, diğer yandan da her şey sizin için yapılmaktadır, cümleleri kullanılarak insanlar ciddi bir duygusal körlük karanlığına taşınarak akıllarını o karanlıklara bırakarak daha rahat yaşamanın yollarını aramaya çıkarlar.

İslam ülkeleri, üçüncü dünya ve Latin Amerika ülkelerinde durum hep böyle devam eder. Ondan dolayıdır ki, Hanedanların mal varlıkları tüm halkın mal varlığından daha fazladır. Onlar rahat yaşar onlardan arta kalırsa, halkın önüne atılır,afedersiniz köpeğe atılan ekmek parçaları gibi…Hanedan yönettiği halkın sadece bir yük ve onları sırtında taşıdığına inandığından, onların yaşamlarıyla ilgili ciddi bir iyileştirme sürecine girilmesini hiç düşünmez. Telef olmaları böyle düşünmekten daha iyidir, onun açısından…Telef olmanın maliyeti sırtta taşımaktan daha az çıkar çünkü,o zaman da özel mülkiyetten bir şeyler boşa gidiyormuş gibi düşünülür dolayısıyla rahatsızlık baş gösterir. Hanedan bu rahatsızlıkları kaldıramayacağı için az dağıtıp çok israf ederek kendi itibarını göğün yedinci katına çıkarmayı hedefler. Bu anlayış aslında onun zihninde bir ölümsüzlük algısını da beraberinde getirir. Yani anlayacağımız Hanedanlıkların olduğu ve ülkelerin, yöneticilerin özel mülkiyeti gibi görüldüğü yerlerde ezilenlerin kim ve kaç kişi olduğu hiç önemli değil, kimlerin ne kadar ve ne zamana kadar doyurulması gerektiği çok önemlidir. Yukarıda belirtiğim coğrafyalardaki ülkelerin istisnası olmaksızın hepsinin böyle bir çıldırmışlık psikolojisine göre yönetildikleri bir gerçektir.

Bunları söylerken bu ülkelerin çok iyi olduğunu göremeyerek hep olumsuzluklarını söyleyen bir yanım varmış gibi algılanmasın…Olumsuzlukların tahlilini yaparken nereden kaynaklandıklarını araştırdığımız da yönetenlerin travmatik ruh hallerinin böyle bir sonuca toplumlarını götürdüğünü göreceksiniz. Devlette çalışan bir yöneticinin neden devlet kurumlarında birden fazla görevi olur dersiniz. Fırsat eşitliğinin ve hukukun olduğu yerde böyle bir uygulamanın olması mümkün olabilir mi, ülkelerinde işsizlik almış başını gitmiş ve liyakatli insanlar psikolojik bunalımlar yaşarken bir kişinin sürekli korunup kollanması mümkün olabilir mi? Elbette imkansızdır.Devlet Özel mülkiyet gibi düşünülmezse, Hanedan kendisine yakın gördüklerini her kurumun yöneteni ya da üyesi olarak atayıp onlara milyonlarca paraları aktararak onları beslemeyi düşünmez. Bilir ki, Devlet yönetimi belli bir periyotta kendisine emanet edilmiştir. Bu emaneti en güzel şekilde yıpratmadan ama geliştirerek sonraki haleflerine teslim etmek onun görevidir. Durum böyle algılandığında özel mülkiyet gibi devlet yönetilmez ve liyakat esas alınır ve insanlara adil davranmak birinci ve öncelikli eylem haline gelir.

2021 yılını yarıladığımız şu günlerde dünyaya doğru bir pencereden baktığımızda bu acınası zillet hallerinin ne hikmetse İslam olduğunu söyleyen ülkelerde görülmesi hakikaten içler acısı…Oysa bu toplumların daha şeffaf ve adil yönetilmesi gerekirken, karanlık ortamlarda avcılık yapmak hanedanların birinci tercihi, karanlıkta yakalanan avların da yine orada pay edildiğine şahit olmaktayız. Bunlar aydınlık ortamlardan pek hoşlanmazlar, aydınlanmak ve durulmak için ortamın havasını değiştirmek isteyenler çıkarsa, ortalığı toz duman deryasına gark ederek onları da nefes alamaz duruma getirebilirler. Onun içindir ki kimse ortamın aydınlanması için mücadele etmeyi göze alamaz, sonrasında da bu karanlıkların önceki karanlıklardan daha az karanlık olduğunu anlatmaya başlayanlarla ortalık dolup taşar. Sana da o karanlıkları dayatmaya çalışırlar, sen kalkıp kardeşim ben karanlıklarda yaşamak istemiyorum, aydınlık bir ortamda ömür tüketmek hedefim dersen, şap diye suratına gelen karabulutla nefesin daralır. Demek ki önceki karanlıkları istiyorsun, hayır ben aydınlıkta yaşamak istiyorum diye diretirsen, herkesin karanlıktan hoşlandığı bir ortamda aykırı bir ses aydınlık istiyorsa mutlaka bunun dışarıda bağlantıları vardır veyahut da karanlıklara sızmaya çalışan bir piyon olabilir damgasıyla yine karartılırsın. Yani anlayacağınız herkes kararmak zorunda, yoksa tehlike oluşturur ve hanedanların hanedanlıkları sona erebilir.

Bir devlet, Hanedanın özel mülkiyeti gibi, israfta sınır tanımaz bir hastalıktan arındırılmadığı sürece itibarını kaybederken, Hanedanların harcayarak elde ettikleri itibar, devleti itibarsızlaştırabilir. Buradan şunu rahatlıkla söylemek mümkündür. İslam ülkesi olarak bilinen ülkelerin devletlerinin itibarı hanedanlarının itibarına feda edildiği için, hanedanları dünyanın ilk 100 zengini arasına girerken, devletler ise sondan sıfır noktasında zurnanın son deliğine denk gelmekteler. Bunun tek sebebi ise yönetenlerinin, devleti özel mülkiyetleri gibi görüp har vurup harman savurmalarındandır. Hanedanlar harman savururken halkları da gözlerine kaçan samanın tozlarından gözlerini açıp kendilerine gelemediklerinden hanedanların kapılarında kapı kolu olmanın ötesine geçememiş bir mal hükmündedirler. Devletin özel mülkiyet, halkın da canlı bir mal olarak algılandığı Yerlerde, halkın ezilmesi ve sürekli aşağılanarak o kaleden bu kaleye top gibi yuvarlanması tercihli bir kader haline gelir. Şükür(!) bizim ülkemizde bu saydıklarımıza hiç şahit olmuyoruz en azından demokrasiyle yönetiliyoruz(!)

Sahiden nasıl bir devlet yönetiminde yaşamak istersiniz, her ne kadar tercih hakkınız olsa da hanedanlıktan asla taviz vermeyiniz(!)

Selam ve muhabbetle, muhabbetli ortamlara aydınlık zeminlerde buluşmak ümidiyle sağlık sıhhat ve afiyet dileklerimi iletiyorum…

Erol KEKEÇ/06.05.2021/16.58


6 Mayıs 2021 Perşembe

TEİZMDEN KAÇIŞ MI DEİZME YÖNELİM Mİ?

 Gençlik neden Deist oluyor diye herkesin dilinde bir söz ve kendilerince yapılan yorumlarla sorunları kalıcı çözdüklerini sanan dünün şahları bugünün şahbazları mangalda kül bırakmadan konuşuyorlar, görende hakikaten sabah sabah öten bir bülbül var sanır…Gençlik neden deist oldu diye sorulan bu soruyu, neden gençliği teist olmaktan uzaklaştırdık diye sorsaydınız samimiyetinize bir nebze olsun belki inanırdım. Ancak sorunun kaynağını dışarda gördüğünüz zaman soruları da hep onlar üzerinden sorarak bir değerlendirme yaptığınız için aynaya bir bakın aynadaki resim acaba kimin,o resmi tanıdığınızda ve ona yöneldiğinizde belki biraz olsun doğru noktadan hareket kabiliyeti geliştiriyor olabilirsiniz.

Yeryüzünde yaşayan ve insanları kurtarmak için var olan dinlerin yeryüzü boyutu çok kirlendi, ondan olsa gerek yeryüzüne güveni kalmayanların tüm bunların dışında tertemiz ve uzaklarda olan bir güçten gıda almak için, deist oluyor olmasınlar. İnsanlığa yaşam manifestosu sunan ve onları uygulamak için aracıları olan dinlerin tümü, bu aracılar kanalıyla insanlığı sömürdüğü ve sömürmeye devam ettiği için bu aracılar da sorunların müsebbibi olarak algılandı ve yanlışı yapanların şahsında onlar da bu olumsuz süreçten nasibine düşeni aldılar. Aslında dışlanan elçi,mucize,melek,kitap,ibadet gibi değerler değildi, ancak bunlara sahip çıkanların bunlarla insanlığı ne hale getirdiğinin fotoğrafı insanlığı ürkütmüştü, bu ürkmenin en aktif etkileneni de gençlik olmuştu. Dolayısıyla gençlik bunları çok kolay bir şekilde hemen dışlayarak yeni bir arayış içine girdi. Bu arayış ta kendinden ve fıtratından uzaklaşarak yeni yaşam atmosferi kurma çabası içinde olmadı. Tamamıyla insanın fıtrat donatıları çerçevesinde bir süreç izlendi, sonuçta atın ağzında kaç tane diş var diye sorgulamalar yapan orta çağda batıdakilerin bunu anlamak için Aristo’nun kitabına bakalım o ne diyorsa öyledir sonucu gibi bunlarda sorgulamalarının sonunda Deistler ne diyorsa o doğrudur gibi başka bir dogmatik zindana kendilerini bıraktılar. Belli bir dogmatik anlayıştan kurtulmak için çıkılan yolda mücadeleniz özgürlük ve insan fıtratının mutlak donanım yapısı dikkate alınmadan devam ederse, karşılaşacağınız sonuç yine dogmatik yaşamlardan bir başkasının kollarına kendinizi atarak rahatladığınız sandığınız yaşamın kullanılan denekleri olup çıkarsınız. Ancak bu sürecin sonucu doğru bir denkleme oturmamış olsa da en azından bir yaşamla ilgili sorgulama alarmı başlatıyor olmasından dolayı değerlidir. Bu değerli çıkışları anlamlı ve devamı olan bir yolda sürekli yolculuğa dönüştürmek istiyorsanız, kendi yollarınızla ilgili ciddi bir sorgulama yaparak zikzaklar yapan ve nerede nasıl takla atacağı belli olmayan çıkar ve menfaatlerden gözü dönmüş olan ışıkları sönmüş önüne gelene toslayarak sürekli kazalara davetiye çıkaran bir araçtan ve o aracın gittiği yoldan dışarıya çıkarak durum değerlendirmesi yapmak zorundasınız. Bu kritiği yapamayacak olanlar ve yaptıklarında karşılaşacağı sonuçlardan endişe ve kaygı duyarak hep sorunların kaynağını farklı noktalarda arayanlar, köşelerine çekilsinler de insanlığın önünde daha fazla karanlık oluşumuna katkıda bulunmasınlar.

Marks’ın din toplumların afyonudur diye yaptığı çıkış, durup dururken öylesine olmadı. Yaşadığı ortamın insanlığı getirdiği pısırıklık, her türlü olumsuzluklara boyun eğme, elinden ekmeği alınanların seslerini çıkarmadıkları taktirde ahirette bunların daha güzeli ile karşılaşacakları öğütleriyle beyinlerini uyuşturma, üretim araçlarına sahip olanların sömürdükleri insanların duyduğu acıları unutturmak için Kiliselere insanları doldurarak dinle onları rahatlatmaya çalıştıklarını ve acılarını unutarak pasif bir toplum haline geldiklerini anlatmaktadır. Yani din, ağrısı olan birinin ağrısını dindirmek için bir afyon gibi, insanları rahatlatma fonksiyonu üstlenmiştir. Dolayısıyla bu din hayattan uzaklaştırılmalı ki insan yeniden kendisine dönsün ve kendi emeğiyle tanışsın, dinin olduğu yerde insan kendisini tanımayacak ve hep sömürülen bir varlığa dönüşecektir anlayışından yola çıkarak, dinin hayattan uzaklaştırılması savını ortaya atmıştır. Bir toplum Bilimci olan Marks’ın bu anlayışını bugünden oraya baktığımızda doğru analiz etmemiz mümkün olmayacaktır. Onun için o dönemin toplumsal yaşamında en etkili olan olumlu ve olumsuz etkileyicilerin başında dinin geldiğini iyi görmek gerekir. Marks bu durumu yakından analiz ettiği için böyle bir çıkış yaparak doğru sorgulama yapmış olmasına rağmen bu savını genelleştirerek tüm dini değer sistemlerini kapsayacak şekilde genellemesi yanlış sonuca varmasına neden olmuştur. Bu açıklamaya dikkat ettiğimiz zaman, günümüzdeki deist anlayışa yönelme ile Marks’ın din toplumların afyonudur diyerek dini hayatın dışına atmak istediği sav arasında çok yakın ilişkilerin olduğuna şahit oluruz. Müslüman toplumlarda doğrudan tanrı tanımayan bir anlayışın gelişmesi öyle kolay kök salmayacağı için, kapı deizmle açıldı ancak teist olduğunu söyleyenlerin menfaat ve dünya eksenli seküler hayat anlayışı devam ettiği sürece, bunun uzantısının nereye kadar gideceğini kimse kestiremez.Protagoras’ın”Herşeyin ölçüsü insandır ”yaklaşımı yeryüzünde yaşayanların hepsinin ortak referansı haline gelme ihtimali çok yüksektir. Bu sürecin sonrasında Agnostisizmle başlangıç yapan yeni oluşumlar ”Tanrı var mıdır yok mudur o konuda kesin bilgim yoktur, çünkü benim duyu organlarım belli bir alanı duyumsamamı sağlıyor, dağların arkasında ne var ne yok onu bilmiyorum, dolayısıyla Tanrı olabilir de olmayabilir de gibi septik bir algıya dönüşerek, ateizm iskelesine demir atacak bir gemiye dönebilir. Bu yolculuğun başlamadan bitmesi teistlerin, teizmin nasıl bir yaşam öğütlediğini yaşam alanlarında şartsız yaşamasıyla önlenecektir.

Sonuçlar üzerinden bir çözüm arayışı içinde olmak, sorunlarla asla yüzleşmeyenlerin sorunlara çözümünün olmayacağı anlamına gelir. Bu konuda megafon elinde olanlar genellikle teologlar olduğu için, egemen olan dini mitolojik enstrümanlara uymayanlar hep potansiyel tehlike ve sapkın olarak ele alınmaktadır. Farklılıkların oluşumundaki en güçlü bağımsız değişkenler doğru saptanmadığında teolojik manifestoya uymayanları her zaman kurtarılacaklar listesinde ele alırsınız ve kendinizi de mutlak kurtulanlardan görürsünüz. Bu anlayış ile, kilise babalarının kendilerini masum diğerlerini günahkâr görerek onlar üzerinden günah çıkarma anlayışı arasında nasıl farklılık görebilirsiniz. Dini yaşam, teologların vazu nasihatine bırakılmayacak kadar önemli olduğu için, bu hususta aydın ve sorumlu sosyologlara ciddi sorumluluklar düşmektedir. Değerlerden uzaklaşan nesillerin bu kaçış eylemlerinin arkasındaki semptomlar ciddi olarak ele alınıp gerekli raporlamalar yapılmadan yüzeysel ortamlarda yapılacak açıklamalarla bunları (asla ve kata) önleyemezsiniz. Kolluk güçlerinin desteği ile farklılıkların önüne geçme ve o farklılıkları gayri meşru ilan ederek toplumsal algıda onlara karşı alınacak önlemlerin ve baskıların meşruiyet zeminine oturtulmak istenmesi problemlerin katlanarak ve reflekslerinin güçlenerek yayılmasına neden olur.

Deizm inanışı, bireysel tercih olmaktan çıkıp, toplumsal ve kitleler bazlı bir davranışa dönüşüyorsa, bunun çok ayrıntılı, tutarlı ve sorumluluk bilinciyle ele alınıp üzerinde durulması ve bilimsel raporlar olarak değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Bu söylemlerim, hamasetten uzak tamamıyla içimde hissettiğim acının ateşiyle satırlara yansımasıdır.

Gençliğin bu tavrı, aslında insanları uyuşturan ve onlara insanca yaşam sunmayan güç ve imkanların belli ellerde toplanarak, kendilerine ulaşmayan bu imkanlardan dolayı acı çekmesinler diye TV ekranlarından sabır ve hamt gibi kutsal değerlerin içi boşaltılarak onlara vazu nasihat edenlerin bu uyarıcılarına karşı verilen şiddetli tepki olduğu bilinmelidir. Yani Deizme giden yolu aralayan ve kapıları açanlar tamamıyla teist olduğunu söyleyenlerin, inanmadıklarını anlatarak insanları avutma hipnotize seanslarıdır. Bu anlayışla ilgili devrim kaçınılmazdır. Bu devrim yapılmadığı ve İlahiyatlar, toplumun her ortamında göze batan bir makam olarak ortada olduğu zaman, din ve dini değerlerin bunlarla eş anlamlı algılandığı din, yerlerde sürünmeye mahkumdur.Gençlik içinde olan ve uygulamalı birçok araştırmayı yapan ve gerçeklere doğrudan şahit olan biri olarak diyorum ki, bu anlayış ve uygulama acil değiştirilmek zorundadır. Din dayatılan bir skolastik anlayışın kuralları olarak sürekli insanları dikizleyerek, onları dindarlaştırma gibi komedi filminden bir an evvel dışarı çıkarılması gerekmektedir. Din insanın iradi seçeneğine bırakılacak kadar kutsal ve albenisi olan, fıtrat genleriyle örtüşen ilahi bir sistem olduğu bilinmelidir. Bu anlayışla dine yaklaşım olursa zorla dindarlaştırılmak istenen, ahlaken yerlerde sürünen, hakkaniyet gözetmeyen, eminlik mıntıkasına uğramayan, başkasının hakkını çiğneyen, hırsızlık ve arsızlığın adını işini iyi bilenler olarak gören fuhşun, sevgisizliğin ve dayanışmanın yerlerde süründüğü bir ortam oluşturursunuz. Ama dini, bir seçim olarak görür insanları dikizlemekten uzaklaşır ve onların özgürce seçebileceği ortamları oluşturur, dayatmalardan kaçınırsanız, ahlakın zirve yaptığı tahammülü yüksek, iş olsun torba dolsun türünden konuşmaların sıfırlandığı, sorumluluk bilincinin zirve yaptığı bir toplum oluşturursunuz. Böyle bir ortamı oluşturmak için herkesi bulunduğu yerde sorumluluğun zirvesinde görev almaya davet ediyorum.

Dayatılan din Allah’ın dini olamaz, seçime dayanan ve özgür iradenin kabullenmesi gereken kuşatıcı ve herkese hitap eden din ancak Allah’ın dini olabilir. Allah’ın dini olmayan ama içine biraz doğal aroma karıştırılmış olan dinden uzaklaşanları, Allah’ın dininden uzaklaşılıyor gibi sunarak kendimizi de Günah çıkaran kilise piskoposları gibi görmekten kurtarmadığımız sürece, bu yolun son noktası dine karşı dinin savaşı olarak tarihteki yerini alacaktır…

Rabbim bizleri akleden ve doğruyu doğru olduğu için yapan, hakikate şahitlik yapmaktan korkmayan samimi sorumlu erdemli insanlar zümresine dahil eylesin…Selam saygı muhabbet ve dualarımla

Erol KEKEÇ/06.05.2021/00.53


5 Mayıs 2021 Çarşamba

KÜRESEL SİYONİST ŞEBEKENİN İNSANLIĞI İMHA PLANI

 

YAKLAŞIYOR YAKLAŞMAKTA OLAN

“Ancak hakimiyeti eline alır almaz yeryüzünde fesat çıkarmaya, ürünü ve nesli yok etmeye çalışır; Allah fesadı sevmez.” Bakara/205

Yeryüzü zalim güçlerinin en belirgin özelliği gücü eline alır almaz ekini ve nesli yok etmek ve yeryüzünün dengesini bozmaktır. Tarih boyunca böyle olmuş ve böyle olacağı da muhakkaktır. Bu tanımlama, günahkâr haddi aşan zalimlerin bir yaşam biçimidir. Yeryüzünde hakikate öncülük edecekler pısırık kalır gerekli çabayı harcamaz mal ve canlarıyla bu dünya sinemasında baş rol oyuncusu olmazlarsa, hâkimiyeti ele alan zalim tağutların ortaya koyacağı ifsat sistemlerine teslim olmak zorunda kalırlar.

Geçmişten günümüze kolluk gücü ve ekonomik güç at başı gitmişlerdir. Yani birini diğerinden ayırmak ve ayrı düşünmek neredeyse imkânsız gibidir. İlkçağlarda Sokrates için ölüm fermanı verenler o toplumun hem zenginleri hem de kaba gücü elinde bulunduranlardı. Aynı durum Hz. Musa döneminde kaba gücü elinde bulunduran Firavunun yan cepleri de Karun, Haman ve Belam sınıfıydı. Allah Resulünün yaşadığı dönem de bu saydıklarımızdan farklı değildi. Mekke‘nin en zenginleri aynı zamanda devletin de sahipleriydi. Mesela Ebu Süfyan bunların önde geleniydi. Feodal yönetimlere ve ağalık sistemlerine baktığımızda bu durum gelenek olarak hep devam edegelmiştir. Ağalar tüm arazilerin sahibi olduğu gibi dilediğini öldürür dilediğini sağ bırakır bu da gösteriyor ki, yakın tarihimizin felsefi ve düşünsel kodlamaları bu anlayışlardan bağımsız şekillenmemiştir.

Yahudi Siyonizm’ine baktığımız zaman dünya ekonomik sistemini elinde tuttuğu gibi ekonomik yapıyı da kontrolünde tutmaktadır. Onların bu hakimiyeti, yeryüzüne fesadın geleceğinin de habercisi olmaktadır. Dünyaya bu günahkâr zalim güruh yön verdiği sürece insanlığın bela ve musibetlerden kurtulması mümkün değildir. Onun için dünya mazlumlarının tümü, ayaklanmalı ve yeryüzü baronlarına karşı bir araya gelmeli ve zulmü sonlandırmalıdır. Bu olmadığı zaman yeryüzünün toptan yok olma süreci yaklaşarak gelecektir. Çünkü şu an bile yaklaşarak gelmektedir gelmekte olan…

Üçüncü dünya ülkeleri diye sınıflandırılan topraklarda yaşayanlara baktığımızda onların biyolojik varlıklarının kendilerine yük olduğuna şahit olmaktayız. Acaba bu insanlar yeteneksiz hiçbir şeyi anlayamayacak düzeyde mi yaratıldılar haşa…Herkese kendi yaşamını devam ettirecek ve rızkını temin edecek kabiliyetler verilmiştir. Ancak bu insanların üzerine çok ciddi saldırılar yapılmıştır. Bu saldırılar fiziki saldırganlık gücü ile ekonomik imkanları elde tutma gücünün birleşiminden oluşmaktadır. Bu iki güce sahip olduğunuz zaman insanlığı imha etmek için başka çabaya gerek kalmaz.

Bu baron Siyonist küresel şebeke, gücü tamamıyla insanlığın aleyhine kullanmayı denemiştir.Gitikleri tüm topraklarda kendi anlayış ve sömürülerini devam ettirecek onları temsil eden alt gruptaki zalimleri atamışlardır. Bu zalimlerin yaşamı da onlara göbek bağı ile bağlı olduğundan,”Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını sallar…”sözü hakikat olur. Bu atanmış ulusal bölgesel ve lokal düzeydeki zalim yöneticiler hiçbir zaman kendi egemenliği altında yaşayanların daha iyi koşullarda yaşaması için mücadele etmezler. Onların temel yaşama etkeni, kendilerini tayin eden veya koruyanların isteklerine muhalif olmamaktır. Onlara muhalif oldukları zaman nasıl bir sonla karşılaşacaklarını çok iyi bilirler.

Bugün dünyanın her köşesinde insanlık ifsat edilirken, ulusal yöneticiler bu küresel Siyonist baronların taleplerini ve dayatmalarını bilimsel bir rapor gibi kendi halklarına sunarak hem halklarını kandırmaktadırlar hem de zalim Siyonist çetenin amaçlarının gerçekleşmesine hizmet etmektedirler. Dünyanın tüm kaynaklarının başına oturmuş istediğine istediği kadar kimine istemediği kadar vererek, kendi amaçlarının gerçekleşmesine hizmet etmelerini istemektedir. Sömürülmeyi bir kader olarak kabullenmiş ve kendisine gösterilen bir yapay gülücüğe tüm benliğini feda edecek kadar da kendisini tanımaktan aciz pısırık ve dünyaya söyleyecek bir sözü olmayanlar da bu yönetimlerin elinde şamar oğlana dönerler. Eğer bir toplumun tarım, sağlık hayvancılık, su kaynakları, doğa ve ekolojik dengesi, ürün çeşitliliğinin yaygın olup olmaması hep o güçler tarafından belirlenmiş kurallar doğrultusunda mevzuat haline getirilip uygulanıyorsa, ifsat olmanız için başka çabaya gerek yok demektir. Bugün dünyanın tohum üretiminin neredeyse büyük bir bölümünü elinde tutan Siyonist çete, tüm gıda ürünlerimizi ifsat etti. Gıda ile sağlığımızı tarumar etti. Bizi düzelteceğini söyleyerek verdiği ilaçlarla insanlarda insani benlik taşıyacak genleri imha etti. Nesiller sorumsuz duyarsız ve hayvan gibi yaşamayı kendi özgürlüğü olarak tanımlayıp, insanlıktan istifa etmeyi bir marifet bilecek duruma geldi. Gıdanız ilacınız olsun geçmişten beri gelen özdeyişlerimizin yerini gıdamız kendi zehrimize dönüştü. Bunları yapanın küresel Siyonist çete olduğundan zerre kuşkum yoktur. İşte, bu çete ülkelerin hem yönetimlerini hem de ekonomilerini ele geçirince her ülkeyi kendi at koşturdukları alan haline getirdiler. Bu alanlardan ağzımıza ve burnumuza dolacak olan tozlar bizim kendi tozumuz olmayacak, onların istedikleri tozu ve havayı solumamız anlamına gelecek.

Dünya el ele vermiş dönüşü olmayan cehennem yolculuğuna çıkmış gibi…Hem endişeli hem de umut ederek bekleyiş içinde…Kimse sormuyor, yeryüzüne egemen olduğunda amacı ekini ve nesli imha etmek olanlar, benim için geleceğimde umutlu ve huzurlu bir değeri bana bırakırlar mı? Asla ve kat’a böyle bir son bu güçlerin dünyayı yönettiği zamanda gelmeyecektir. Bunların ayar sistemleri kötülük ekmek ve hasat zamanı da pislik toplamak üzerine kodlanmıştır. Bu düzen böyle gitmez sonumuz sondan evvel geliyor diyerek tüm insanlık ayağa kalkmadığı sürece böylesi bir sona her an hazırlıklı olmak zorundayız.

Bu cani ve doymak bilmeyen küresel Siyonist çetenin, yeryüzü egemenliğinden al aşağı edilmesinin yolu, Allah’a gerçekten iman eden ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan mücadele edenlerin elleriyle gerçekleşecektir. Uyanalım ve kendimize gelelim…Biz kendimize gelirsek yeryüzü mazlumlarının hepsini uyandırma ve onlarla el ele verip cehenneme bize bilet kesenleri o araca bindirir, dünyamızı cennet haline getiririz. Dünyamızı başkalarının cehennem haline getirmelerine fırsat verip, kader ne yapalım biz de böyle yaşayacakmışız diyerek kendi kitabımızın iki kapağını kapatıp, en büyük kitap olan kendimizi okumadığımız sürece, sonumuz cennet olmayacak bunu idrak edelim ve ayağa kalkalım…

Küresel Siyonist çete bir korkunun pençesinde bütün bir insanlığı boğarak imha ederken bizler hala kurtuluş ümidi taşıyoruz. Kurtuluş ümidi taşıyorsak öncelikle bu küresel Siyonist şebekenin verdiği korkuların korkusundan kurtularak, bir ve tek olan Yerin ve Göklerin Rabbi Allah’a dayanıp mücadele edelim yatmayalım uyanalım…Onlar uyanıkken bizler gafletten kendimizden geçerek hipnotik rast makamında müzik eşliğinde hamakta sallanıyorsak yakın bir gelecekte tüm dünyanın idam sehpasında sallandığına şahit olacağız…Uyanalım artık yeter, DSÖ denen bir ahtapotun sahte yalancı kolları  dünyayı kuşattı ve istediğine zehrini akıtarak bir anda dünyasını karartıyor…Biz iri, diri ve uyanık toplumuz, kim bizi bu şebekenin küresel yalan dolan ve cambazlıklarına kurban verdirdi…

Ey insanlık! Önce ekin sonra nesil, hiç düşündük mü bu başımıza gelen nedir?

Siz akletmezseniz,dünyayı zalimlere ve onların yerli işbirlikçilerine bırakacak kadar duyarsızlaşır ve imaratın tek yetkilisinin Allah’a kul olanların olduğuna inanmazsanız, yeryüzünde cennet kurup size cehennemi yaşatacak olan zalimlerin cehenneminde yanarsınız… “Ey iman sahipleri! Size ne oldu ki, "Allah yolunda seferber olun" denilince yere çakılıp kaldınız. Ahiretten vazgeçip iğreti hayata mı razı oldunuz? O iğreti hayatın nimeti ahiret yanında pek azdır.” Tevbe/38

“İnsanlardan kimi vardır ki “Allaha inandık.” der; Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanlar(ın) eziyeti(ni) Allah’ın azabı gibi görür. Rabbinden bir yardım gelecek olsa, mutlaka “Doğrusu biz de sizinleydik!” derler. Allah insanların göğüslerinde (kalplerinde) olanları iyi bilen değil midir!” Ankebut/10

Rabbim bizleri idrak eden ve yeryüzünde bir halife olarak yaşayıp hakikati omuzlayan ve yeryüzünün her yanına adalet dağıtanlardan eylesin…Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/05.05.2021/03.13


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!