Bu Blogda Ara

6 Mayıs 2021 Perşembe

TEİZMDEN KAÇIŞ MI DEİZME YÖNELİM Mİ?

 Gençlik neden Deist oluyor diye herkesin dilinde bir söz ve kendilerince yapılan yorumlarla sorunları kalıcı çözdüklerini sanan dünün şahları bugünün şahbazları mangalda kül bırakmadan konuşuyorlar, görende hakikaten sabah sabah öten bir bülbül var sanır…Gençlik neden deist oldu diye sorulan bu soruyu, neden gençliği teist olmaktan uzaklaştırdık diye sorsaydınız samimiyetinize bir nebze olsun belki inanırdım. Ancak sorunun kaynağını dışarda gördüğünüz zaman soruları da hep onlar üzerinden sorarak bir değerlendirme yaptığınız için aynaya bir bakın aynadaki resim acaba kimin,o resmi tanıdığınızda ve ona yöneldiğinizde belki biraz olsun doğru noktadan hareket kabiliyeti geliştiriyor olabilirsiniz.

Yeryüzünde yaşayan ve insanları kurtarmak için var olan dinlerin yeryüzü boyutu çok kirlendi, ondan olsa gerek yeryüzüne güveni kalmayanların tüm bunların dışında tertemiz ve uzaklarda olan bir güçten gıda almak için, deist oluyor olmasınlar. İnsanlığa yaşam manifestosu sunan ve onları uygulamak için aracıları olan dinlerin tümü, bu aracılar kanalıyla insanlığı sömürdüğü ve sömürmeye devam ettiği için bu aracılar da sorunların müsebbibi olarak algılandı ve yanlışı yapanların şahsında onlar da bu olumsuz süreçten nasibine düşeni aldılar. Aslında dışlanan elçi,mucize,melek,kitap,ibadet gibi değerler değildi, ancak bunlara sahip çıkanların bunlarla insanlığı ne hale getirdiğinin fotoğrafı insanlığı ürkütmüştü, bu ürkmenin en aktif etkileneni de gençlik olmuştu. Dolayısıyla gençlik bunları çok kolay bir şekilde hemen dışlayarak yeni bir arayış içine girdi. Bu arayış ta kendinden ve fıtratından uzaklaşarak yeni yaşam atmosferi kurma çabası içinde olmadı. Tamamıyla insanın fıtrat donatıları çerçevesinde bir süreç izlendi, sonuçta atın ağzında kaç tane diş var diye sorgulamalar yapan orta çağda batıdakilerin bunu anlamak için Aristo’nun kitabına bakalım o ne diyorsa öyledir sonucu gibi bunlarda sorgulamalarının sonunda Deistler ne diyorsa o doğrudur gibi başka bir dogmatik zindana kendilerini bıraktılar. Belli bir dogmatik anlayıştan kurtulmak için çıkılan yolda mücadeleniz özgürlük ve insan fıtratının mutlak donanım yapısı dikkate alınmadan devam ederse, karşılaşacağınız sonuç yine dogmatik yaşamlardan bir başkasının kollarına kendinizi atarak rahatladığınız sandığınız yaşamın kullanılan denekleri olup çıkarsınız. Ancak bu sürecin sonucu doğru bir denkleme oturmamış olsa da en azından bir yaşamla ilgili sorgulama alarmı başlatıyor olmasından dolayı değerlidir. Bu değerli çıkışları anlamlı ve devamı olan bir yolda sürekli yolculuğa dönüştürmek istiyorsanız, kendi yollarınızla ilgili ciddi bir sorgulama yaparak zikzaklar yapan ve nerede nasıl takla atacağı belli olmayan çıkar ve menfaatlerden gözü dönmüş olan ışıkları sönmüş önüne gelene toslayarak sürekli kazalara davetiye çıkaran bir araçtan ve o aracın gittiği yoldan dışarıya çıkarak durum değerlendirmesi yapmak zorundasınız. Bu kritiği yapamayacak olanlar ve yaptıklarında karşılaşacağı sonuçlardan endişe ve kaygı duyarak hep sorunların kaynağını farklı noktalarda arayanlar, köşelerine çekilsinler de insanlığın önünde daha fazla karanlık oluşumuna katkıda bulunmasınlar.

Marks’ın din toplumların afyonudur diye yaptığı çıkış, durup dururken öylesine olmadı. Yaşadığı ortamın insanlığı getirdiği pısırıklık, her türlü olumsuzluklara boyun eğme, elinden ekmeği alınanların seslerini çıkarmadıkları taktirde ahirette bunların daha güzeli ile karşılaşacakları öğütleriyle beyinlerini uyuşturma, üretim araçlarına sahip olanların sömürdükleri insanların duyduğu acıları unutturmak için Kiliselere insanları doldurarak dinle onları rahatlatmaya çalıştıklarını ve acılarını unutarak pasif bir toplum haline geldiklerini anlatmaktadır. Yani din, ağrısı olan birinin ağrısını dindirmek için bir afyon gibi, insanları rahatlatma fonksiyonu üstlenmiştir. Dolayısıyla bu din hayattan uzaklaştırılmalı ki insan yeniden kendisine dönsün ve kendi emeğiyle tanışsın, dinin olduğu yerde insan kendisini tanımayacak ve hep sömürülen bir varlığa dönüşecektir anlayışından yola çıkarak, dinin hayattan uzaklaştırılması savını ortaya atmıştır. Bir toplum Bilimci olan Marks’ın bu anlayışını bugünden oraya baktığımızda doğru analiz etmemiz mümkün olmayacaktır. Onun için o dönemin toplumsal yaşamında en etkili olan olumlu ve olumsuz etkileyicilerin başında dinin geldiğini iyi görmek gerekir. Marks bu durumu yakından analiz ettiği için böyle bir çıkış yaparak doğru sorgulama yapmış olmasına rağmen bu savını genelleştirerek tüm dini değer sistemlerini kapsayacak şekilde genellemesi yanlış sonuca varmasına neden olmuştur. Bu açıklamaya dikkat ettiğimiz zaman, günümüzdeki deist anlayışa yönelme ile Marks’ın din toplumların afyonudur diyerek dini hayatın dışına atmak istediği sav arasında çok yakın ilişkilerin olduğuna şahit oluruz. Müslüman toplumlarda doğrudan tanrı tanımayan bir anlayışın gelişmesi öyle kolay kök salmayacağı için, kapı deizmle açıldı ancak teist olduğunu söyleyenlerin menfaat ve dünya eksenli seküler hayat anlayışı devam ettiği sürece, bunun uzantısının nereye kadar gideceğini kimse kestiremez.Protagoras’ın”Herşeyin ölçüsü insandır ”yaklaşımı yeryüzünde yaşayanların hepsinin ortak referansı haline gelme ihtimali çok yüksektir. Bu sürecin sonrasında Agnostisizmle başlangıç yapan yeni oluşumlar ”Tanrı var mıdır yok mudur o konuda kesin bilgim yoktur, çünkü benim duyu organlarım belli bir alanı duyumsamamı sağlıyor, dağların arkasında ne var ne yok onu bilmiyorum, dolayısıyla Tanrı olabilir de olmayabilir de gibi septik bir algıya dönüşerek, ateizm iskelesine demir atacak bir gemiye dönebilir. Bu yolculuğun başlamadan bitmesi teistlerin, teizmin nasıl bir yaşam öğütlediğini yaşam alanlarında şartsız yaşamasıyla önlenecektir.

Sonuçlar üzerinden bir çözüm arayışı içinde olmak, sorunlarla asla yüzleşmeyenlerin sorunlara çözümünün olmayacağı anlamına gelir. Bu konuda megafon elinde olanlar genellikle teologlar olduğu için, egemen olan dini mitolojik enstrümanlara uymayanlar hep potansiyel tehlike ve sapkın olarak ele alınmaktadır. Farklılıkların oluşumundaki en güçlü bağımsız değişkenler doğru saptanmadığında teolojik manifestoya uymayanları her zaman kurtarılacaklar listesinde ele alırsınız ve kendinizi de mutlak kurtulanlardan görürsünüz. Bu anlayış ile, kilise babalarının kendilerini masum diğerlerini günahkâr görerek onlar üzerinden günah çıkarma anlayışı arasında nasıl farklılık görebilirsiniz. Dini yaşam, teologların vazu nasihatine bırakılmayacak kadar önemli olduğu için, bu hususta aydın ve sorumlu sosyologlara ciddi sorumluluklar düşmektedir. Değerlerden uzaklaşan nesillerin bu kaçış eylemlerinin arkasındaki semptomlar ciddi olarak ele alınıp gerekli raporlamalar yapılmadan yüzeysel ortamlarda yapılacak açıklamalarla bunları (asla ve kata) önleyemezsiniz. Kolluk güçlerinin desteği ile farklılıkların önüne geçme ve o farklılıkları gayri meşru ilan ederek toplumsal algıda onlara karşı alınacak önlemlerin ve baskıların meşruiyet zeminine oturtulmak istenmesi problemlerin katlanarak ve reflekslerinin güçlenerek yayılmasına neden olur.

Deizm inanışı, bireysel tercih olmaktan çıkıp, toplumsal ve kitleler bazlı bir davranışa dönüşüyorsa, bunun çok ayrıntılı, tutarlı ve sorumluluk bilinciyle ele alınıp üzerinde durulması ve bilimsel raporlar olarak değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Bu söylemlerim, hamasetten uzak tamamıyla içimde hissettiğim acının ateşiyle satırlara yansımasıdır.

Gençliğin bu tavrı, aslında insanları uyuşturan ve onlara insanca yaşam sunmayan güç ve imkanların belli ellerde toplanarak, kendilerine ulaşmayan bu imkanlardan dolayı acı çekmesinler diye TV ekranlarından sabır ve hamt gibi kutsal değerlerin içi boşaltılarak onlara vazu nasihat edenlerin bu uyarıcılarına karşı verilen şiddetli tepki olduğu bilinmelidir. Yani Deizme giden yolu aralayan ve kapıları açanlar tamamıyla teist olduğunu söyleyenlerin, inanmadıklarını anlatarak insanları avutma hipnotize seanslarıdır. Bu anlayışla ilgili devrim kaçınılmazdır. Bu devrim yapılmadığı ve İlahiyatlar, toplumun her ortamında göze batan bir makam olarak ortada olduğu zaman, din ve dini değerlerin bunlarla eş anlamlı algılandığı din, yerlerde sürünmeye mahkumdur.Gençlik içinde olan ve uygulamalı birçok araştırmayı yapan ve gerçeklere doğrudan şahit olan biri olarak diyorum ki, bu anlayış ve uygulama acil değiştirilmek zorundadır. Din dayatılan bir skolastik anlayışın kuralları olarak sürekli insanları dikizleyerek, onları dindarlaştırma gibi komedi filminden bir an evvel dışarı çıkarılması gerekmektedir. Din insanın iradi seçeneğine bırakılacak kadar kutsal ve albenisi olan, fıtrat genleriyle örtüşen ilahi bir sistem olduğu bilinmelidir. Bu anlayışla dine yaklaşım olursa zorla dindarlaştırılmak istenen, ahlaken yerlerde sürünen, hakkaniyet gözetmeyen, eminlik mıntıkasına uğramayan, başkasının hakkını çiğneyen, hırsızlık ve arsızlığın adını işini iyi bilenler olarak gören fuhşun, sevgisizliğin ve dayanışmanın yerlerde süründüğü bir ortam oluşturursunuz. Ama dini, bir seçim olarak görür insanları dikizlemekten uzaklaşır ve onların özgürce seçebileceği ortamları oluşturur, dayatmalardan kaçınırsanız, ahlakın zirve yaptığı tahammülü yüksek, iş olsun torba dolsun türünden konuşmaların sıfırlandığı, sorumluluk bilincinin zirve yaptığı bir toplum oluşturursunuz. Böyle bir ortamı oluşturmak için herkesi bulunduğu yerde sorumluluğun zirvesinde görev almaya davet ediyorum.

Dayatılan din Allah’ın dini olamaz, seçime dayanan ve özgür iradenin kabullenmesi gereken kuşatıcı ve herkese hitap eden din ancak Allah’ın dini olabilir. Allah’ın dini olmayan ama içine biraz doğal aroma karıştırılmış olan dinden uzaklaşanları, Allah’ın dininden uzaklaşılıyor gibi sunarak kendimizi de Günah çıkaran kilise piskoposları gibi görmekten kurtarmadığımız sürece, bu yolun son noktası dine karşı dinin savaşı olarak tarihteki yerini alacaktır…

Rabbim bizleri akleden ve doğruyu doğru olduğu için yapan, hakikate şahitlik yapmaktan korkmayan samimi sorumlu erdemli insanlar zümresine dahil eylesin…Selam saygı muhabbet ve dualarımla

Erol KEKEÇ/06.05.2021/00.53


5 Mayıs 2021 Çarşamba

KÜRESEL SİYONİST ŞEBEKENİN İNSANLIĞI İMHA PLANI

 

YAKLAŞIYOR YAKLAŞMAKTA OLAN

“Ancak hakimiyeti eline alır almaz yeryüzünde fesat çıkarmaya, ürünü ve nesli yok etmeye çalışır; Allah fesadı sevmez.” Bakara/205

Yeryüzü zalim güçlerinin en belirgin özelliği gücü eline alır almaz ekini ve nesli yok etmek ve yeryüzünün dengesini bozmaktır. Tarih boyunca böyle olmuş ve böyle olacağı da muhakkaktır. Bu tanımlama, günahkâr haddi aşan zalimlerin bir yaşam biçimidir. Yeryüzünde hakikate öncülük edecekler pısırık kalır gerekli çabayı harcamaz mal ve canlarıyla bu dünya sinemasında baş rol oyuncusu olmazlarsa, hâkimiyeti ele alan zalim tağutların ortaya koyacağı ifsat sistemlerine teslim olmak zorunda kalırlar.

Geçmişten günümüze kolluk gücü ve ekonomik güç at başı gitmişlerdir. Yani birini diğerinden ayırmak ve ayrı düşünmek neredeyse imkânsız gibidir. İlkçağlarda Sokrates için ölüm fermanı verenler o toplumun hem zenginleri hem de kaba gücü elinde bulunduranlardı. Aynı durum Hz. Musa döneminde kaba gücü elinde bulunduran Firavunun yan cepleri de Karun, Haman ve Belam sınıfıydı. Allah Resulünün yaşadığı dönem de bu saydıklarımızdan farklı değildi. Mekke‘nin en zenginleri aynı zamanda devletin de sahipleriydi. Mesela Ebu Süfyan bunların önde geleniydi. Feodal yönetimlere ve ağalık sistemlerine baktığımızda bu durum gelenek olarak hep devam edegelmiştir. Ağalar tüm arazilerin sahibi olduğu gibi dilediğini öldürür dilediğini sağ bırakır bu da gösteriyor ki, yakın tarihimizin felsefi ve düşünsel kodlamaları bu anlayışlardan bağımsız şekillenmemiştir.

Yahudi Siyonizm’ine baktığımız zaman dünya ekonomik sistemini elinde tuttuğu gibi ekonomik yapıyı da kontrolünde tutmaktadır. Onların bu hakimiyeti, yeryüzüne fesadın geleceğinin de habercisi olmaktadır. Dünyaya bu günahkâr zalim güruh yön verdiği sürece insanlığın bela ve musibetlerden kurtulması mümkün değildir. Onun için dünya mazlumlarının tümü, ayaklanmalı ve yeryüzü baronlarına karşı bir araya gelmeli ve zulmü sonlandırmalıdır. Bu olmadığı zaman yeryüzünün toptan yok olma süreci yaklaşarak gelecektir. Çünkü şu an bile yaklaşarak gelmektedir gelmekte olan…

Üçüncü dünya ülkeleri diye sınıflandırılan topraklarda yaşayanlara baktığımızda onların biyolojik varlıklarının kendilerine yük olduğuna şahit olmaktayız. Acaba bu insanlar yeteneksiz hiçbir şeyi anlayamayacak düzeyde mi yaratıldılar haşa…Herkese kendi yaşamını devam ettirecek ve rızkını temin edecek kabiliyetler verilmiştir. Ancak bu insanların üzerine çok ciddi saldırılar yapılmıştır. Bu saldırılar fiziki saldırganlık gücü ile ekonomik imkanları elde tutma gücünün birleşiminden oluşmaktadır. Bu iki güce sahip olduğunuz zaman insanlığı imha etmek için başka çabaya gerek kalmaz.

Bu baron Siyonist küresel şebeke, gücü tamamıyla insanlığın aleyhine kullanmayı denemiştir.Gitikleri tüm topraklarda kendi anlayış ve sömürülerini devam ettirecek onları temsil eden alt gruptaki zalimleri atamışlardır. Bu zalimlerin yaşamı da onlara göbek bağı ile bağlı olduğundan,”Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını sallar…”sözü hakikat olur. Bu atanmış ulusal bölgesel ve lokal düzeydeki zalim yöneticiler hiçbir zaman kendi egemenliği altında yaşayanların daha iyi koşullarda yaşaması için mücadele etmezler. Onların temel yaşama etkeni, kendilerini tayin eden veya koruyanların isteklerine muhalif olmamaktır. Onlara muhalif oldukları zaman nasıl bir sonla karşılaşacaklarını çok iyi bilirler.

Bugün dünyanın her köşesinde insanlık ifsat edilirken, ulusal yöneticiler bu küresel Siyonist baronların taleplerini ve dayatmalarını bilimsel bir rapor gibi kendi halklarına sunarak hem halklarını kandırmaktadırlar hem de zalim Siyonist çetenin amaçlarının gerçekleşmesine hizmet etmektedirler. Dünyanın tüm kaynaklarının başına oturmuş istediğine istediği kadar kimine istemediği kadar vererek, kendi amaçlarının gerçekleşmesine hizmet etmelerini istemektedir. Sömürülmeyi bir kader olarak kabullenmiş ve kendisine gösterilen bir yapay gülücüğe tüm benliğini feda edecek kadar da kendisini tanımaktan aciz pısırık ve dünyaya söyleyecek bir sözü olmayanlar da bu yönetimlerin elinde şamar oğlana dönerler. Eğer bir toplumun tarım, sağlık hayvancılık, su kaynakları, doğa ve ekolojik dengesi, ürün çeşitliliğinin yaygın olup olmaması hep o güçler tarafından belirlenmiş kurallar doğrultusunda mevzuat haline getirilip uygulanıyorsa, ifsat olmanız için başka çabaya gerek yok demektir. Bugün dünyanın tohum üretiminin neredeyse büyük bir bölümünü elinde tutan Siyonist çete, tüm gıda ürünlerimizi ifsat etti. Gıda ile sağlığımızı tarumar etti. Bizi düzelteceğini söyleyerek verdiği ilaçlarla insanlarda insani benlik taşıyacak genleri imha etti. Nesiller sorumsuz duyarsız ve hayvan gibi yaşamayı kendi özgürlüğü olarak tanımlayıp, insanlıktan istifa etmeyi bir marifet bilecek duruma geldi. Gıdanız ilacınız olsun geçmişten beri gelen özdeyişlerimizin yerini gıdamız kendi zehrimize dönüştü. Bunları yapanın küresel Siyonist çete olduğundan zerre kuşkum yoktur. İşte, bu çete ülkelerin hem yönetimlerini hem de ekonomilerini ele geçirince her ülkeyi kendi at koşturdukları alan haline getirdiler. Bu alanlardan ağzımıza ve burnumuza dolacak olan tozlar bizim kendi tozumuz olmayacak, onların istedikleri tozu ve havayı solumamız anlamına gelecek.

Dünya el ele vermiş dönüşü olmayan cehennem yolculuğuna çıkmış gibi…Hem endişeli hem de umut ederek bekleyiş içinde…Kimse sormuyor, yeryüzüne egemen olduğunda amacı ekini ve nesli imha etmek olanlar, benim için geleceğimde umutlu ve huzurlu bir değeri bana bırakırlar mı? Asla ve kat’a böyle bir son bu güçlerin dünyayı yönettiği zamanda gelmeyecektir. Bunların ayar sistemleri kötülük ekmek ve hasat zamanı da pislik toplamak üzerine kodlanmıştır. Bu düzen böyle gitmez sonumuz sondan evvel geliyor diyerek tüm insanlık ayağa kalkmadığı sürece böylesi bir sona her an hazırlıklı olmak zorundayız.

Bu cani ve doymak bilmeyen küresel Siyonist çetenin, yeryüzü egemenliğinden al aşağı edilmesinin yolu, Allah’a gerçekten iman eden ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan mücadele edenlerin elleriyle gerçekleşecektir. Uyanalım ve kendimize gelelim…Biz kendimize gelirsek yeryüzü mazlumlarının hepsini uyandırma ve onlarla el ele verip cehenneme bize bilet kesenleri o araca bindirir, dünyamızı cennet haline getiririz. Dünyamızı başkalarının cehennem haline getirmelerine fırsat verip, kader ne yapalım biz de böyle yaşayacakmışız diyerek kendi kitabımızın iki kapağını kapatıp, en büyük kitap olan kendimizi okumadığımız sürece, sonumuz cennet olmayacak bunu idrak edelim ve ayağa kalkalım…

Küresel Siyonist çete bir korkunun pençesinde bütün bir insanlığı boğarak imha ederken bizler hala kurtuluş ümidi taşıyoruz. Kurtuluş ümidi taşıyorsak öncelikle bu küresel Siyonist şebekenin verdiği korkuların korkusundan kurtularak, bir ve tek olan Yerin ve Göklerin Rabbi Allah’a dayanıp mücadele edelim yatmayalım uyanalım…Onlar uyanıkken bizler gafletten kendimizden geçerek hipnotik rast makamında müzik eşliğinde hamakta sallanıyorsak yakın bir gelecekte tüm dünyanın idam sehpasında sallandığına şahit olacağız…Uyanalım artık yeter, DSÖ denen bir ahtapotun sahte yalancı kolları  dünyayı kuşattı ve istediğine zehrini akıtarak bir anda dünyasını karartıyor…Biz iri, diri ve uyanık toplumuz, kim bizi bu şebekenin küresel yalan dolan ve cambazlıklarına kurban verdirdi…

Ey insanlık! Önce ekin sonra nesil, hiç düşündük mü bu başımıza gelen nedir?

Siz akletmezseniz,dünyayı zalimlere ve onların yerli işbirlikçilerine bırakacak kadar duyarsızlaşır ve imaratın tek yetkilisinin Allah’a kul olanların olduğuna inanmazsanız, yeryüzünde cennet kurup size cehennemi yaşatacak olan zalimlerin cehenneminde yanarsınız… “Ey iman sahipleri! Size ne oldu ki, "Allah yolunda seferber olun" denilince yere çakılıp kaldınız. Ahiretten vazgeçip iğreti hayata mı razı oldunuz? O iğreti hayatın nimeti ahiret yanında pek azdır.” Tevbe/38

“İnsanlardan kimi vardır ki “Allaha inandık.” der; Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanlar(ın) eziyeti(ni) Allah’ın azabı gibi görür. Rabbinden bir yardım gelecek olsa, mutlaka “Doğrusu biz de sizinleydik!” derler. Allah insanların göğüslerinde (kalplerinde) olanları iyi bilen değil midir!” Ankebut/10

Rabbim bizleri idrak eden ve yeryüzünde bir halife olarak yaşayıp hakikati omuzlayan ve yeryüzünün her yanına adalet dağıtanlardan eylesin…Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/05.05.2021/03.13


4 Mayıs 2021 Salı

VARLIK ADALETLE KAİM OLUR

Sahiden dışarıdan gaz almaya gerek var mı, bizim o kadar gazımız fazla ki artık camilerde bile kullanacak kadar geniş rezervlere sahibiz. Şimdi yeni anladım kara denizdeki gazın önemini nerede nasıl kullanılacağını, sormaya gerek var mı yerleri zaten hazır. Hem gazınızı alma da hem de isteyenleri gazsız bırakmamak için kullanabiliriz.

İsrail’in yaptıklarını kınamak için eskiden Beyazıt meydanlarını doldururduk, ancak bugün bir camide toplanmış ve belirlenen mesafe ve temizlik kurallarına uyarak orada ramazanın son on gününü geçirmek isteyenlere yapılanları kınayanları bırakın bu konuda iyi ölmemişler canları cehenneme gidesiceler demeyenleri bulmakta da zorlanıyorsunuz. Yani geldiğimiz nokta hakikaten içler acısı ötesi bir durum oldu. Furkan vakfını ve yetkililerini tasvip eden biri değilim ama bu benimsemeyişim İktidara karşı oluşundan değil, eskiden beri benim mutedil bir tepkim var ondan dolayı pek sıcak bakmıyorum. Yani tribünlere oynanan bir koku hissettiğimde ilgimi çekmiyor ve bununla birlikte katılmadığım birçok konuları da ayrı bir durum. Tüm bunlara rağmen böyle bir uygulamayı rahatlıkla içine sindirecek kadar kendimi hakikatten uzak olarak görmediğim için bugün bu açıklamayı yapma gereği duydum.

Haftalarca spor salonlarını doldurarak hiçbir kural gözetilmeden yapılan kongreler ortada iken, Hatay Gençlik kollarının yaptığı davullu zurnalı kutlamalar gözlerimizin önünde dururken,Cübbeinin tıklım tıklım davetlilerden oluşan kızına yaptığı düğün insanların gözlerini büyülerken, insanlar akın akın Marmaris ve Bodruma giderken daha yakın zamana kadar kayak merkezlerinin durumu ortadayken böyle bir tavrı hoşgörüye sığınarak açıklamaya çalışmam kendimi inkâr etmem olur. Bu ülke de doğrunun tek adresi gücü elinde tutanın olduğu bir kez daha onaylanmış oldu. Güç kimde ise her şeyin belirleyeni odur. Ayrıca meşru ve gayri meşruda onun belirlediğidir. Diğerlerinin canı cehenneme(!) gibi bir meşruiyet ortamı da oluştu. Bu anlayışların tümü tarihteki seleflerinin hayatına baksa sanıyorum ibret alır ancak nerede(!)

Devlet yönetimi kin ve nefret üzerine oturuyorsa orada aydınlık hiçbir zaman olamaz. Furkan Vakfı Başkanı bu ülkenin bir vatandaşı, farklılıklarıyla yaşama hakkı olan ve düşündüklerini de ifade ederek açıklama hakkına sahiptir. Çünkü Anayasal güvence olarak insanlara bu hak verilmektedir. İnsanların bu haklarını kullanmalarını ellerinden almak için kolluk güçlerini terörle mücadele eder gibi kullanmak anayasal bir suç işlemektir. Devlet yönetim erki ve onun emrinde olan kolluk güçleri kendi inisiyatif kullanarak bu kadar açık ve gaddarca bir eylemde bulunma limitinin olacağını aklım almıyor. Ondan dolayıdır ki, cami baskını şeklinde oradaki insanlara yapılanları kınıyorum. Şayet bu eylemler iktidarın tasvip etmediği bir durumsa bunu da açıkça deklare etmeli ve sorumlular hakkında soruşturma başlatmalıdır. Yoksa bu izi, muhafazakâr bir iktidarın olduğu zamanda camilerde insanlar gazlanarak camilerden dışarıya atıldılar tarihi gerçekliği kimse silemez ve bu bir leke olarak kalır.

İktidar son dönemde kendi dışında hiçbir farklılığa göz yummayacak kadar kendisini haşin ve korunaklı ortama hapsetmeye doğru gidiyor. Bu gidiş onun iyiliğine olmayacağı kesin ama Milletin hayrına olur mu onu da zaman gösterir. Sosyal paylaşım ağlarındaki paylaşımlara akşam bir göz atayım dedim iktidar savunucuları camide gazlananlara ateş püskürüyorlar iyi olmuş biz de Müslümanları gazlamışlar sanmıştık, oysa bunlar Kuytul denen terörist ve adamlarıymış şeklinde çok yoruma rastladım. İyi olmuş keşke oradan alıp doğrudan sorgusuz sualsiz içeriye atsalardı diyenler de yok değil…Ne bu şiddet bu celal, hani Müslümandık, Müslüman rahmet sahibiydi, Müslüman Müslümana karşı sevgi beslerdi…Kardeşim insanın içindeki canavar kendisine uygun olmayan eylemleri gördüğünde hemen ortaya çıkıyor. Herkes içindeki canavara bir baksın onun bakıcısı kim acaba, benim taraftan baktığımda azgın bir şeytandan başkası olmadığını görüyorum. Camideki insanları, Allah için baktığımda ikna etmek ve o yapılan eylemin şu an için yeri ve zamanı olmadığını herkesin evinde evini namazgah edinerek böyle bir eylemi huşu içinde yapmasının daha verimli ve huzur içinde olacağını ikna etmek zor olmazdı sanıyorum. Ancak bu merhamet gösterilmemiş olması ve bir İsrailliyi aklımıza getirecek tavırların sergilenmesinin hiçbir taraftan tutulacak yanının olmadığını düşünüyorum.

Aslında bu görüntü bir taraftan da Totaliter devlet yapısının varlığını da ortaya koymuş olmuyor mu? Cami, herkes tarafından Allah’ın evi olarak adlandırılıyor. Peki adama sormazlar mı ibadet halinde olan insanların Allah’ın evinde güvenliği yoksa onlara her türlü eziyet yapılıyorsa burası nasıl Allah’ın evi olur. Buna verilecek bir cevabı olan çıkar umarım. Allah’ın evi insanlar için güven ve huzurun tek adresi iken bu görüntü buraların Allah’ın evi olup olmamasının da sorgulamasını beraberinde getireceği muhakkak.

Çoğu insan bu durumu güç zehirlenmesi olarak izah ederken ben güç zehirlenmesi demiyorum gücü zehre çeviren bir anlayışın bilinçaltında buna benzer daha neleri var acaba diye sorguluyorum. Güç zehirlenmesi eski yaşamın yerine yenisinin geçmesidir. Oysa gücü zehre çevirmeyi ise önceden var olan özellikleri yavaş yavaş ortaya çıkarma olarak görüyorum. İnsan bilinçaltı genlerine böyle bir kodlama yapmış ise zamanla bunların uygulama sahasında ortaya çıkması bu anlayış nasıl bu hale geldi diye bakılacağına bu anlayış bu ana kadar nasıl kendisini deklare etmeden muhafaza etti diye ele almak daha mantıklı olur kanaatindeyim.

Corona salgını döneminde yönetimin çok ciddi tekrarlanan olumsuz eylemlerinin olduğuna hep beraber şahit olduk. Bu da onlardan birisi gibi bakmak istiyorum. Öyle bakmadığım taktirde rahatsız eden zihinsel yorgunlukların esiri olmaya mahkûm olurum. Daha fazla bu konuyu uzatmak istemiyorum. Çünkü bu meselenin nahoş bir görüntü ve uygulama olduğu kanaatindeyim. Bu yanlışların yanlış olduğunu kabul edecek ve bahanelere sarılarak hala kendisinin yaptıklarının normal ve olması gereken bir davranış olduğunu iddia etmeyecek yöneticilerin aklı selim ile değerlendirmeler yapacağı günü umutla bekliyoruz. İnsan zayıftır devlet güçlüdür. Güçlü, zayıf olana merhametle yaklaşmak zorundadır.

Selam saygı muhabbet ve dualarımla….

Erol KEKEÇ/04.05.2021/03.09


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!