Bu Blogda Ara

4 Mayıs 2021 Salı

VARLIK ADALETLE KAİM OLUR

Sahiden dışarıdan gaz almaya gerek var mı, bizim o kadar gazımız fazla ki artık camilerde bile kullanacak kadar geniş rezervlere sahibiz. Şimdi yeni anladım kara denizdeki gazın önemini nerede nasıl kullanılacağını, sormaya gerek var mı yerleri zaten hazır. Hem gazınızı alma da hem de isteyenleri gazsız bırakmamak için kullanabiliriz.

İsrail’in yaptıklarını kınamak için eskiden Beyazıt meydanlarını doldururduk, ancak bugün bir camide toplanmış ve belirlenen mesafe ve temizlik kurallarına uyarak orada ramazanın son on gününü geçirmek isteyenlere yapılanları kınayanları bırakın bu konuda iyi ölmemişler canları cehenneme gidesiceler demeyenleri bulmakta da zorlanıyorsunuz. Yani geldiğimiz nokta hakikaten içler acısı ötesi bir durum oldu. Furkan vakfını ve yetkililerini tasvip eden biri değilim ama bu benimsemeyişim İktidara karşı oluşundan değil, eskiden beri benim mutedil bir tepkim var ondan dolayı pek sıcak bakmıyorum. Yani tribünlere oynanan bir koku hissettiğimde ilgimi çekmiyor ve bununla birlikte katılmadığım birçok konuları da ayrı bir durum. Tüm bunlara rağmen böyle bir uygulamayı rahatlıkla içine sindirecek kadar kendimi hakikatten uzak olarak görmediğim için bugün bu açıklamayı yapma gereği duydum.

Haftalarca spor salonlarını doldurarak hiçbir kural gözetilmeden yapılan kongreler ortada iken, Hatay Gençlik kollarının yaptığı davullu zurnalı kutlamalar gözlerimizin önünde dururken,Cübbeinin tıklım tıklım davetlilerden oluşan kızına yaptığı düğün insanların gözlerini büyülerken, insanlar akın akın Marmaris ve Bodruma giderken daha yakın zamana kadar kayak merkezlerinin durumu ortadayken böyle bir tavrı hoşgörüye sığınarak açıklamaya çalışmam kendimi inkâr etmem olur. Bu ülke de doğrunun tek adresi gücü elinde tutanın olduğu bir kez daha onaylanmış oldu. Güç kimde ise her şeyin belirleyeni odur. Ayrıca meşru ve gayri meşruda onun belirlediğidir. Diğerlerinin canı cehenneme(!) gibi bir meşruiyet ortamı da oluştu. Bu anlayışların tümü tarihteki seleflerinin hayatına baksa sanıyorum ibret alır ancak nerede(!)

Devlet yönetimi kin ve nefret üzerine oturuyorsa orada aydınlık hiçbir zaman olamaz. Furkan Vakfı Başkanı bu ülkenin bir vatandaşı, farklılıklarıyla yaşama hakkı olan ve düşündüklerini de ifade ederek açıklama hakkına sahiptir. Çünkü Anayasal güvence olarak insanlara bu hak verilmektedir. İnsanların bu haklarını kullanmalarını ellerinden almak için kolluk güçlerini terörle mücadele eder gibi kullanmak anayasal bir suç işlemektir. Devlet yönetim erki ve onun emrinde olan kolluk güçleri kendi inisiyatif kullanarak bu kadar açık ve gaddarca bir eylemde bulunma limitinin olacağını aklım almıyor. Ondan dolayıdır ki, cami baskını şeklinde oradaki insanlara yapılanları kınıyorum. Şayet bu eylemler iktidarın tasvip etmediği bir durumsa bunu da açıkça deklare etmeli ve sorumlular hakkında soruşturma başlatmalıdır. Yoksa bu izi, muhafazakâr bir iktidarın olduğu zamanda camilerde insanlar gazlanarak camilerden dışarıya atıldılar tarihi gerçekliği kimse silemez ve bu bir leke olarak kalır.

İktidar son dönemde kendi dışında hiçbir farklılığa göz yummayacak kadar kendisini haşin ve korunaklı ortama hapsetmeye doğru gidiyor. Bu gidiş onun iyiliğine olmayacağı kesin ama Milletin hayrına olur mu onu da zaman gösterir. Sosyal paylaşım ağlarındaki paylaşımlara akşam bir göz atayım dedim iktidar savunucuları camide gazlananlara ateş püskürüyorlar iyi olmuş biz de Müslümanları gazlamışlar sanmıştık, oysa bunlar Kuytul denen terörist ve adamlarıymış şeklinde çok yoruma rastladım. İyi olmuş keşke oradan alıp doğrudan sorgusuz sualsiz içeriye atsalardı diyenler de yok değil…Ne bu şiddet bu celal, hani Müslümandık, Müslüman rahmet sahibiydi, Müslüman Müslümana karşı sevgi beslerdi…Kardeşim insanın içindeki canavar kendisine uygun olmayan eylemleri gördüğünde hemen ortaya çıkıyor. Herkes içindeki canavara bir baksın onun bakıcısı kim acaba, benim taraftan baktığımda azgın bir şeytandan başkası olmadığını görüyorum. Camideki insanları, Allah için baktığımda ikna etmek ve o yapılan eylemin şu an için yeri ve zamanı olmadığını herkesin evinde evini namazgah edinerek böyle bir eylemi huşu içinde yapmasının daha verimli ve huzur içinde olacağını ikna etmek zor olmazdı sanıyorum. Ancak bu merhamet gösterilmemiş olması ve bir İsrailliyi aklımıza getirecek tavırların sergilenmesinin hiçbir taraftan tutulacak yanının olmadığını düşünüyorum.

Aslında bu görüntü bir taraftan da Totaliter devlet yapısının varlığını da ortaya koymuş olmuyor mu? Cami, herkes tarafından Allah’ın evi olarak adlandırılıyor. Peki adama sormazlar mı ibadet halinde olan insanların Allah’ın evinde güvenliği yoksa onlara her türlü eziyet yapılıyorsa burası nasıl Allah’ın evi olur. Buna verilecek bir cevabı olan çıkar umarım. Allah’ın evi insanlar için güven ve huzurun tek adresi iken bu görüntü buraların Allah’ın evi olup olmamasının da sorgulamasını beraberinde getireceği muhakkak.

Çoğu insan bu durumu güç zehirlenmesi olarak izah ederken ben güç zehirlenmesi demiyorum gücü zehre çeviren bir anlayışın bilinçaltında buna benzer daha neleri var acaba diye sorguluyorum. Güç zehirlenmesi eski yaşamın yerine yenisinin geçmesidir. Oysa gücü zehre çevirmeyi ise önceden var olan özellikleri yavaş yavaş ortaya çıkarma olarak görüyorum. İnsan bilinçaltı genlerine böyle bir kodlama yapmış ise zamanla bunların uygulama sahasında ortaya çıkması bu anlayış nasıl bu hale geldi diye bakılacağına bu anlayış bu ana kadar nasıl kendisini deklare etmeden muhafaza etti diye ele almak daha mantıklı olur kanaatindeyim.

Corona salgını döneminde yönetimin çok ciddi tekrarlanan olumsuz eylemlerinin olduğuna hep beraber şahit olduk. Bu da onlardan birisi gibi bakmak istiyorum. Öyle bakmadığım taktirde rahatsız eden zihinsel yorgunlukların esiri olmaya mahkûm olurum. Daha fazla bu konuyu uzatmak istemiyorum. Çünkü bu meselenin nahoş bir görüntü ve uygulama olduğu kanaatindeyim. Bu yanlışların yanlış olduğunu kabul edecek ve bahanelere sarılarak hala kendisinin yaptıklarının normal ve olması gereken bir davranış olduğunu iddia etmeyecek yöneticilerin aklı selim ile değerlendirmeler yapacağı günü umutla bekliyoruz. İnsan zayıftır devlet güçlüdür. Güçlü, zayıf olana merhametle yaklaşmak zorundadır.

Selam saygı muhabbet ve dualarımla….

Erol KEKEÇ/04.05.2021/03.09


1 Mayıs 2021 Cumartesi

RIZIKLAR SABAH DAĞITILIR ALANLARA SELAM OLSUN

“Sabah uykusu rızkın önüne konulmuş pusudur…”Doğal yaşamda hayat, sabahın aydınlanmasıyla başlar. Kuşluk vaktine kadar yaşamın en verimli ürünü ortaya çıkar. Öğleye kadar ikinci mesai başlar günün ortasında mesai biter ve sosyal yaşam başlar, onun için insanlar arasındaki ilişkiler çok güçlü duygusallık baskın biz anlayışı egemen ve yaşam mutluluk üzerine oturur.

İslam, insanların doğal yaşamlarını dikkate alarak değerlerini insanlara aktarır. Yani fıtratın sesiyle uyumlu olmak en büyük hedefidir. İslam doğal fıtri eğilimlere ters bir anlayış ve yaşam ortaya koymaz. Onun için İslam’ın hayata egemen olduğu ortamlarda insanlar mutlu ve huzurlu yaşarlar. Eğer bir ortam huzur ve mutluluktan uzak ise oraya İslam yaşam olarak girmemiş demektir. İslam, günlük yaşamı sabah namazından hemen sonra başlatır. İnsanın en zinde ve verimliliğin yüksek olduğu bir anı uykuda ölü olarak geçirmeyi istemez. Onun için İslam’da ibadetlerin sistematik dizimi ile günlük yaşamın programlanması arasında da doğrudan bir ilişki vardır. Sabah vaktindeki namaz, gecenin şükrünü yaparak, güne sağ selim çıkan insanın, kendisine bu yaşamı bağışlayanı hatırlayıp Ona hamd ettikten sonra hayata başlaması için start vermesidir. Bu başlama hareketi sağlam bir temele oturmalı ki, günün diğer kısımları verimli geçsin ve insan ziyana uğrayanlardan olmasın.

Sabah namazı ile başlangıç yapan hayatlar huzurlarından bir şey kaybetmezler. Çocukluğumuzda köyde yaşarken bizim için hayat ortalık aydınlanırken başlar ve akşama yakın güneş batıda ufka yaklaşıp gölgelerimiz ile boylarımız arasında bir ilişki kuramayacak duruma geldiğimizde sona ererdi. Bu günlerin hayatımıza kattığı huzur ve mutluluğu ondan sonra hiçbir sistem içinde yakalayamadık. Gün boyunca tatilde olsakta huzurlu değiliz günde iki saat çalışıp diğer zamanları istediğimiz yerde geçirmiş olsakta mutlu olamıyoruz. Çünkü hayatın mutluluğu için gerekli olan başlangıç noktasını tahrip ettik, başlangıcı Allah’ın belirlediği zamandan başka saatlere kaydırdığımızda hayatımızın kaydığını da idrak edemedik. Sonrasında neden mutlu olmuyoruz huzur bizim mıntıkamıza uğramaz oldu diye dert yanmaya başladık. Sabahın erkeninde hayata başlamayanlar mutluluk hayal etmesinler. Sabah dağıtılan rızkı tepeleyenler hangi rızkı nerede günün hangi saatinde bulmayı düşünüyorlar. Sabah rızıklar dağıtıldığında biz uykuda horul horul yatarken rızkımız bizden uzaklaşıp yol aldığında, hangi eforu harcarsak harcayalım o rızkı yakalamak ve ona ulaşmaktan mahrum kalırız. Onun içindir ki, İslam yaşamı sabahın erken saatinde başlatır ve insanları bu konuda çok ciddi bir ruhi eğitimden geçirir. Öncelikle rahat olmayı, acelecilikten uzak durmayı, rızkın peşinde koşan değil, rızık sana takdim edildiğinde rahatlıkla onu alabilecek düzeyde olmayı ister. Rızık denildiği zaman hemen maddi bir ihtiyaca karşılık gelen nesneler anlaşılmasın, bunlar rızık olduğu gibi insana bağışlanan her türlü maddi ve manevi genişlikler birer rızıktır. Bu rızıkların paylaştırılması gecenin içinden başlar sabaha kadar devam eder,o saatlerde uyanık olanlar bu rızıkları alır fazladan kalanlar da ona ulaşacak diğer talihlileri bekler.

Köy yaşamları fıtri yaşamlar için tahsis edilmiş mekanlar gibi, hayat üzerinde çok olumlu izler bırakmaktadır. Köyümüzde sabah erkenden yazlı kışlı dış kapılar hemen açılır ve içeriye gece inen rahmetin gelmesi ve içeriyi kuşatması istenirdi. Bu davranış neden ve niçin yapıldığı belki bunu yapanlar tarafından pek bilinmiyordu, bilinse de yeterli bir alt yapısı yoktu ancak gelenek olarak devam eden güzel bir eylemdi. Bu eylemin huzura giden en önemli bir yol olduğunu, bugün ki şehir yaşamından bunaldığım zaman anlamaya ve sorgulamaya başladım. Burada yaşam saatlere sıkıştırılmış mesai saatleri diye belirlenen o zaman aralığına göre çalışmak zorundasın, ancak o zaman aralığında senin maddi manevi bir rahatsızlığın dikkate alınmaz, verimli olup olmaman değil, mesaide ne kadar kalıp kalmadığın önem arzeder.Yani ne sen çalıştığın işten haz alarak çalışıyorsun, ne de ortaya çıkardığın sonuç insanlara haz vermektedir. Peki bu sonuç neden hep böyle olmasına rağmen devam ediyor diye bir sorgulamada yapılmaz. Oysa kırsal yaşamdan gelen, yaşama başlangıç anımız ve çalışma saatlerimiz dikkate alındığında, işte geçirilen zaman mı yoksa işte verimli geçirilen zaman mı önemli bunlardan hiç ders alınmaz. Herkes verimliliği insanın ruhi açıdan olumlu ve olumsuzluğu dikkate alınmadan, iş ortamında geçirilecek zamanla doğru orantılı olarak görmektedir. Durum böyle olunca yaşamın hep karanlık yönü ile karşılaşmak en doğal süreç olmaktadır. Karanlık ortamlarda helal rızık aramakta, güneşin göbeğinde gül yetiştirmek istemeye benzer sadece yanarsınız. İşte böylesi hayatlarda rızık aramak için yola çıkanlar ne gittikleri yolun ne olduğunu ne de kendileri için rızık olarak takdim edilenler gerçekten helal olan rızık mı onu anlamakta zorlanırlar ve sadece elde etmek isterler. Bu çırpınış insanları çırpındıkça batan bufalalar gibi çamur deryasında boğar.

Sabah uykusuyla rızkın dağılımına şahitlik yapamayanlar, rızık diye yeryüzünde tüm haram lokmaları midelerine indirerek, aydınlık ve huzurlu bir hayatı sadece düşlerler ama ona kavuşamazlar. Aydınlık hayatın yakıtı, sabah alınmalıdır. Sabah alınan yakıt halis ve arı durudur aynen ana sütü gibidir. Bundan mahrum kalmak ile köpeklerin yaşamları arasında bir benzerlik göze çarpar.Köpeklar gece boyunca hep havlayarak oraya buraya koşuşturur dururlar ancak bu havlamaları onlara bir rızık getirmez. Çünkü onlar güneş tam doğarken derin bir uykuya dalarlar. Ondan sonra her gördüklerine kuyruk sallayarak bir şeyler isterler, onlar verirse yerler vermezlerse aç kalmaya mahkûm olurlar. Çünkü köpekler kendi başlarına bir yiyeceğe ulaşamazlar. Bu durum sadece köpeklere özgüdür diyebiliriz. Diğer hayvanlar, karınlarını doyurmak için mutlaka bir bekleyişte olmazlar, en kestirme yoldan avlarına saldırırlar. Bu özellik köpeklerde pek görülmez, olsa da çok nadir ve bu özelliği sarsacak düzeyde değildir. Onlar kendilerine yemek verene sadık kalırlar ve hep ondan beklerler. Onun içinde sahibi olmayan köpeklerin yaşamının neredeyse yarıdan fazlası aç olarak geçer. Elde ettikleri de onları idare edecek türden değil sadece canlılıklarının devamını sağlayacak boyuttadır. Neden insanla benzerlik kurduğumu merak edenleriniz olabilir. Sabah Güneş doğmadan rızıklarını aramak için yola çıkmayanların neredeyse tamamı başkalarına bağımlı yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Kendi başlarına bir işin üstesinden gelemezler, daima birilerinin kendisine iş vermesini ve ceplerine bir şeylerin girmesini isterler. Yani rızkın sahibi ile doğrudan bağlantı kuramazlar, onun için çok yorulurlar ama yorulmuşlukları onlara bir şey bağışlamaz. Sabah teşekkürü ile yaratıcıya hamd etmeden uyuyarak günün içinde kalkıp bir iş yerine gidip orada geçireceği mesaiden sonra ay başında ona bir maaş verildiğinde o maaşı veren kişiyi rızkın sahibi olarak görme ve ona yönelme farkında olmadan bir davranışa dönüşebilir. Bu eylemin zamanla alışkanlık haline gelmesiyle kişi o işten çıktığı zaman rızkının kesileceğine de inanmaya başlar ve işvereni doğrudan rızık sahibi olarak görür. Bunlar sabahla birlikte, yürekleri açılmayanların içine düşeceği bunalımlı hayat tablolarından birer örnektir.

Sabah namazı ve sonrasında hayata başlamak rızkın kimden geldiğini ve nasıl verildiğini anlamaktır. Bu ruhi eğitimden mahrum kalmak, rızkın bulunduğu her ortamı rızık sahibi olarak algılamaya neden olur. İnsan söz ve düşünceleriyle bunu inkâr etse de yaşamın içindeki tutum ve beklentilerine baktığınızda böyle olduğunu rahatlıkla anlarsınız. Nasıl ki, köpekler kendilerine yiyecek verenlere kayıtsız şartsız itaat ederek ona kuyruk sallarlarsa, insan da kendisine iş ve aş vermede bir araç olanları, doğrudan işin kaynağı olarak görür ve onlara bağlanmaya başlar. Bu durum insanı hakiki maddi ve manevi helal rızıklardan uzaklaştırır. Bu rızıklara alışkın olmayanlar için her yol mübahlaşır.Her yolun meşru olduğu hayatta, mutluluk ve huzur kapıları kapanır, insan yaşadığı ortamda patlamaya hazır fitili tutuşturulmuş dinamit topuna döner ve her ortama stres ve gerilim götürür. Sonrasında da helal haram deme ver Allah’ım, kulun ne bulsa her zıkkımı yer Allah’ım diyerek alıştığı hayatı mutluluğa çevirmeye çalışır ancak beyhude çırpınışlar olur.

Sabah deyip geçmeyeceksin, sabaha kement atmayanlar, rüzgâra çadır açanlardır. Rüzgâra çadır açanların evi asla huzur bulmaz, çünkü çadırlarının hiçbir zaman sabit bir kazığı olmayacaktır, çadırları sabitlenmemiş olanların ruhen sükunete ulaşmaları mümkün olabilir mi?

Sabah namazı ile başlayan hayat, sabır,sebat,dayanma,merhamet,sadakat,hakkaniyet,dürüstlük,adalet sevgi, saygı ve hoşgörü ile ilk adımını atan bir hayattır. Bu hayatın üzerine konulan ağırlıkları bu hayat çekebilir. Diğer hayatlar bu ağırlığın altında bunalır ve her şeyi birbirine katarak karanlıklarda kaybolmaya mahkûm olur. Çünkü rızkın sahibini tanımadığından rızıklar dağıtıldıktan sonra rızkı fazla olanların yanında çalışarak onlardan payına düşeni alırken onları ilahlaştırarak kendine de ihanet eder. Dolayısıyla karanlıklarda kalmak böylesi yaşamların kaçınılmaz sonudur.

Sabah aydınlığı ile başlayan hayatlara selam olsun, onlar günün ilk ışıklarını günün sonuna kadar avuçlayanlardır. Bu ışıkları söndürmeden hayatın her noktasını aydınlatmak için rızkın sahibi ile yapılan antlaşmaya sadık kalarak tanımadığı insanların huzur ve mutluluğu için mücadele edenlere, yarın doğacak apaydınlık bir güneş ve huzurlu bir günü armağan ediyorum…Selam muhabbet saygı sevgi ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/01.05.202101.59


30 Nisan 2021 Cuma

FARKLI DÜŞÜNENLERİN OLUŞTURACAĞI TEVHİD’E ADIM ADIM!

 Neden insanlar aynı bakışa ya da bir şeye aynı noktadan bakmaya zorlanır. Hatta bakmayanlar dışlanır ve yaşam içinde onlara farklı gözle bakılır. Bu anlayış özellikle son 30 yıla damga vuran bir anlayış olup çıktı. Hatta bizim toplumda da bu tarz dayatmaların gün geçtikçe daha bir yayıldığına şahit olmaktayız. Ekonomik ve siyasal gücü elinde bulunduranlar her zaman doğrulukta kendilerine rakip tanımazlar ve her şeyin kendi etraflarında dönmesini isterler. Kendilerine uydu olmayanlar olursa onları da normalden sapan sapkın eylemler olarak adlandırırlar. Durum böyle olunca bu anlayışların etrafında birikenler de bu gücün farklı isimlendirdiği yaşamlarla savaşmayı bir erdem bilirler. Sosyal paylaşım ağlarında sizlerde benim gibi çok şeye şahit olmuşsunuzdur mutlaka, farklı olmak isteyenlere büyük bir taraftar kitlesinin ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerle onları potansiyel düşman edindikleri ortadadır. Bu da gösteriyor ki, farklılıkların imha edilmesinin legal ve doğal bir süreç olarak meşru zeminlere oturtulmaya çalışıldığını görmekteyiz.

Ç.Darwin’nin tabii seleksiyon olarak adlandırdığı, güçlü olanların zayıfları tüketerek yaşamlarını devam ettirdiğini söylediği anlayışın değişik boyutlarda cereyan ettiği görülmektedir. Darwin’in sınıflandırmasında fiziki güce bağlı bir seleksiyonun olduğu anlatılırken, günümüzde daha çok megafonu elinde bulunduran güç, en önemli güç olarak diğerlerini imha etme yoluna gitmektedir. Yani güçler de kendilerine şirk koşulmasını istemiyorlar. Tek güç kendileri ise diğerleri bu gücün etrafında pervane olup bir uydu olması gerekir. Olmuyorsa tabii(!) seleksiyona uğramak zorundadır. Doğruluk, kurumsal gücün nimetlerini kontrol ediyor olmakla eş anlamlı hale geldi. Yani kurumsal güçler her ortamda gayri meşru ve tutarsız eylemlerde bulunsalar da onların kurumsal bir yapı olmaları eylemlerini meşru zeminlere oturtmaya yetiyor. Mesela kolluk güçlerine ait bir görevli kendi görevsel alanıyla alakalı imkanlardan faydalanarak,o imkanları kendi menfaatlerini korumak amaçlı kullandığında ve o güce dayanarak başkalarına zulmettiğinde, bulunduğu görev itibarıyla öncelikli suçsuzluğu kanıtlanmaya çalışılıyor, suçluluğu ancak suçsuzluğu kanıtlanamazsa devreye giriyor. Bu örnek bile, kurumsal alanda bir görev üstlenmiş olmanın insana ayrıcalıklı bir makamı taltif ettiğini göstermektedir.

Dünyadaki stratejik hareketlerin neredeyse tümü böylesi bir anlayışı kendisine örnek almıştır. Dünyanın kolluk gücü ABD’nin dünya ülkelerine bakışına baktığımızda onunla aynı görüşte olmayanları düşman ilan ettiğini ama aynı görüşte olup onun bir dediğini iki etmeyenleri ise geleneksel müttefik olarak gördüğünü biliyoruz. Bu demektir ki, her ortamda yönetimler artık farklılıkları yok ederek tek tip bir toplum istemektedir. Bunu neden istiyor olabilirler diyebilirsiniz; çünkü dünya tek gözlü canavarlara miras kalacakmış gibi, bir yaşama kulaç atmaktayız. Farklı bir gözün varlığına tahammül edemeyecek kadar dünyanın tek elde toplanmasını isteyen güçler, tüm toplumlarda böylesi bir anlayışın gelişmesine ve yayılmasına çaba harcamaktalar. Geçmişteki feodal anlayışların çağdaş şekli, dijital kontrol sistemiyle insanlığın tek tipleştirme sürecine boyun eğdirilmesidir. ABD’de iki farklı parti var ve tüm düşünceler bu ikisi içerisinde barınmak zorundadır. Çünkü farklılıkların kontrolü zordur, onun için tüm dünya da farklılıklar yavaş yavaş imha edilerek tek tipleştirme yoluna ciddi bir kaynak aktarılmaktadır. Ülkemiz gerçeği de son beş yıl içinde buna benzer ciddi bir ayrışmaya doğru yol almaktadır. Muhalifler, millet İttifakı, İktidar ve koalisyon ortakları da Cumhur ittifakı adı altında farklılıkları birleştirme yoluna gitmektedir. Bunun neresi niçin olumsuz olsun diyenler olabilir, ancak ben böylesi oluşumların çok ciddi patolojik bünyeler ve psikotik zihinler barındırdığına inanmaktayım. Böyle bir bünye olmamış olsa, farklılıkların yaşaması için çaba harcayan oluşumların çoğaldığına şahit olursunuz. Oysa bunun tam aksi bir durum var ve belli güç merkezleri etrafında uydulaşan kendi varlıklarını tehlikeli görüp onu dillendirmekten çekinen milyonlar oluşmaya başladı. Tüm bu oluşumların geri planına bakarsanız böyle bir çaresizliğin, farklılıkları ortadan kaldırdığına şahit olursunuz.

Eğer bir toplumda toplumu oluşturan farklılıklar birbirini tehlike olarak görüp, kendisine uymayanı kendisine uymaya zorluyorsa orada çıldırmışlığın her haline örnek bulabilirsiniz. Bir anlayış kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayanları hep kontrol altına alıp onları gözetleyerek kontrollü bir gürültüden yana olmak istiyorsa, mutlak referans kendisinin olduğunu iddia ediyor demektir. Oysa hiç kimse bir başkasının yaşamı ve dünyaya bakışı için belirleyici ölçü olamaz. Ölçüler ancak ortak noktalardır. Ortak birleşim noktası ve kesişim kümesi her ortam için aynıdır ve asla değişmez. Kesişim kümesi tüm yaşamların ortak paydasıdır ve herkes bu ortak paydayla eşitlenir sonrasında ortak yaşam kurallarının uygulanacağı ortamın oluşumuna katkı sunar. Yeryüzünde insan sayısı kadar düşünce vardır ancak tüm bu farklı düşüncelerin ortak paydası olan insan da bunları birleştirmek mümkündür. İnsan Yeryüzüne gönderilen en şerefli varlıktır sebebi ise, kendi kararlarını kendisi verebilecek ve ayrım yapabilecek zihinsel bilinç yönüyle donatılmış olmasıdır. Bu bilinç, insanı bir sayı doğrusunun iki ucunda bulundurabilir. Sıfır noktasını bir hiçlik kabul edersek, eksi ve artı uçlara doğru kendisini ifade ediyor olması insanın kendi iradi seçimine göre hareket ediyor olmasının da göstergesidir. Dolayısıyla insan tek boyutlu bir varlık olarak ele alınamaz. İnsanın bu özelliği dikkate alındığı zaman, insanı bir düşünce etrafında toplamaya çalışmak ve farklılıkları potansiyel tehlike görüp onları sürekli aşağılar olmak ne kadar acı bir durumdur. Yani diyeceğim o ki, sayı doğrusunun hangi tarafında bulunursanız bulununuz, her iki uçta diğer tarafı yok etme peşinde olmaktadır. Sıfır noktasında olup hayatları bir hiç olan amip gibi yaşayan ve bir nesne olmanın ötesine geçemeyenler tehlike oluşturmazlar. Çünkü gücü elde tutanlar etraflarındaki kalabalıkların ya kendi tarafında olmasını ya da bir hiç olarak sıfır noktasında bulunmasını istemektedir. O zaman tek tip bir yaşam ortaya çıkmaktadır. Bu da bir rahatsızlık vermez ve istenilen hedefe hizmet eder.

Bu coronalı dönem, böyle bir toplum oluşturmak istemenin adının kaotik ortamlar yaratarak hedefe yaklaşma taktiğidir. Yani dünya doğrudan mekanik araçlar gibi güdümlenmiş robot tarzı canlılar yaratmak istiyor. Yapay zekâ ile çok değişik alanlarda düşünme üretecek canlı organizmaya gerek kalmamaktadır onlar açısından, peki bu kadar canlıyı doyurmak ve yaşatmak anlamlı mı hayır o zaman bunların büyük bir çoğunluğunu ya imha edeceğiz ya da yaşayacaklarsa güdümlenmiş mekanik robotlar haline getirilmelidir. O zaman biz maksimum fayda elde ederiz minimum harcamamız olur dolayısıyla dünya nimetlerinin hepsini elimize geçiririz ve Musa’nın Rabbine seslenen Firavun gibi, bizde Göklerin Tanrısına ulaşmak için kuleler yaparız ve kendi egemenliğimizi deklare ederiz diyen tağutların dünya sinemasındaki son film gösteriminin gişe hasılatı yerlerde sürünüyor. Yeni dünya düzeni dedikleri düzensizliğin, “üzerine varsan da ondan uzaklaşsan da dilini sarkıtıp soluyan köpek” gibi hangi taşı kaldırsan altından çıkıyor olması, sakın kimseyi umutsuzluğa sevk etmesin, finansörü dünya baron güçlerinin olduğu son filmin dünya sinemalarındaki gösteriminin sondan önceki çırpınışları yaklaşmaktadır. ”…Ancak iman edenler Salih amel işleyenler ve Allah’ı çokça anan ve zikredenler hariç, zalimler yakında nasıl bir devrilişle devrileceklerini bileceklerdir.” Şuara/227 “Bu bir haberdir ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır…”

Bu dünya ölçeğinde bizim yapmamız gereken, dünyanın şavktı kaymış ölçüsüyle hayatı ölçüp biçmeyi bırakarak, mutlak adaletin sahibinin isteklerine göre yeni bir dünyanın tasavvurunu inşa etmek olmalıdır. “Allah adildir, adil olanları sever ”Yeryüzüne adaletin Güneşinin doğması için adil yaşayıp hesapta mahcup olanlardan olmamayı ümit ederek selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/29.04.2021/23.24


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!