Bu Blogda Ara

30 Nisan 2021 Cuma

FARKLI DÜŞÜNENLERİN OLUŞTURACAĞI TEVHİD’E ADIM ADIM!

 Neden insanlar aynı bakışa ya da bir şeye aynı noktadan bakmaya zorlanır. Hatta bakmayanlar dışlanır ve yaşam içinde onlara farklı gözle bakılır. Bu anlayış özellikle son 30 yıla damga vuran bir anlayış olup çıktı. Hatta bizim toplumda da bu tarz dayatmaların gün geçtikçe daha bir yayıldığına şahit olmaktayız. Ekonomik ve siyasal gücü elinde bulunduranlar her zaman doğrulukta kendilerine rakip tanımazlar ve her şeyin kendi etraflarında dönmesini isterler. Kendilerine uydu olmayanlar olursa onları da normalden sapan sapkın eylemler olarak adlandırırlar. Durum böyle olunca bu anlayışların etrafında birikenler de bu gücün farklı isimlendirdiği yaşamlarla savaşmayı bir erdem bilirler. Sosyal paylaşım ağlarında sizlerde benim gibi çok şeye şahit olmuşsunuzdur mutlaka, farklı olmak isteyenlere büyük bir taraftar kitlesinin ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerle onları potansiyel düşman edindikleri ortadadır. Bu da gösteriyor ki, farklılıkların imha edilmesinin legal ve doğal bir süreç olarak meşru zeminlere oturtulmaya çalışıldığını görmekteyiz.

Ç.Darwin’nin tabii seleksiyon olarak adlandırdığı, güçlü olanların zayıfları tüketerek yaşamlarını devam ettirdiğini söylediği anlayışın değişik boyutlarda cereyan ettiği görülmektedir. Darwin’in sınıflandırmasında fiziki güce bağlı bir seleksiyonun olduğu anlatılırken, günümüzde daha çok megafonu elinde bulunduran güç, en önemli güç olarak diğerlerini imha etme yoluna gitmektedir. Yani güçler de kendilerine şirk koşulmasını istemiyorlar. Tek güç kendileri ise diğerleri bu gücün etrafında pervane olup bir uydu olması gerekir. Olmuyorsa tabii(!) seleksiyona uğramak zorundadır. Doğruluk, kurumsal gücün nimetlerini kontrol ediyor olmakla eş anlamlı hale geldi. Yani kurumsal güçler her ortamda gayri meşru ve tutarsız eylemlerde bulunsalar da onların kurumsal bir yapı olmaları eylemlerini meşru zeminlere oturtmaya yetiyor. Mesela kolluk güçlerine ait bir görevli kendi görevsel alanıyla alakalı imkanlardan faydalanarak,o imkanları kendi menfaatlerini korumak amaçlı kullandığında ve o güce dayanarak başkalarına zulmettiğinde, bulunduğu görev itibarıyla öncelikli suçsuzluğu kanıtlanmaya çalışılıyor, suçluluğu ancak suçsuzluğu kanıtlanamazsa devreye giriyor. Bu örnek bile, kurumsal alanda bir görev üstlenmiş olmanın insana ayrıcalıklı bir makamı taltif ettiğini göstermektedir.

Dünyadaki stratejik hareketlerin neredeyse tümü böylesi bir anlayışı kendisine örnek almıştır. Dünyanın kolluk gücü ABD’nin dünya ülkelerine bakışına baktığımızda onunla aynı görüşte olmayanları düşman ilan ettiğini ama aynı görüşte olup onun bir dediğini iki etmeyenleri ise geleneksel müttefik olarak gördüğünü biliyoruz. Bu demektir ki, her ortamda yönetimler artık farklılıkları yok ederek tek tip bir toplum istemektedir. Bunu neden istiyor olabilirler diyebilirsiniz; çünkü dünya tek gözlü canavarlara miras kalacakmış gibi, bir yaşama kulaç atmaktayız. Farklı bir gözün varlığına tahammül edemeyecek kadar dünyanın tek elde toplanmasını isteyen güçler, tüm toplumlarda böylesi bir anlayışın gelişmesine ve yayılmasına çaba harcamaktalar. Geçmişteki feodal anlayışların çağdaş şekli, dijital kontrol sistemiyle insanlığın tek tipleştirme sürecine boyun eğdirilmesidir. ABD’de iki farklı parti var ve tüm düşünceler bu ikisi içerisinde barınmak zorundadır. Çünkü farklılıkların kontrolü zordur, onun için tüm dünya da farklılıklar yavaş yavaş imha edilerek tek tipleştirme yoluna ciddi bir kaynak aktarılmaktadır. Ülkemiz gerçeği de son beş yıl içinde buna benzer ciddi bir ayrışmaya doğru yol almaktadır. Muhalifler, millet İttifakı, İktidar ve koalisyon ortakları da Cumhur ittifakı adı altında farklılıkları birleştirme yoluna gitmektedir. Bunun neresi niçin olumsuz olsun diyenler olabilir, ancak ben böylesi oluşumların çok ciddi patolojik bünyeler ve psikotik zihinler barındırdığına inanmaktayım. Böyle bir bünye olmamış olsa, farklılıkların yaşaması için çaba harcayan oluşumların çoğaldığına şahit olursunuz. Oysa bunun tam aksi bir durum var ve belli güç merkezleri etrafında uydulaşan kendi varlıklarını tehlikeli görüp onu dillendirmekten çekinen milyonlar oluşmaya başladı. Tüm bu oluşumların geri planına bakarsanız böyle bir çaresizliğin, farklılıkları ortadan kaldırdığına şahit olursunuz.

Eğer bir toplumda toplumu oluşturan farklılıklar birbirini tehlike olarak görüp, kendisine uymayanı kendisine uymaya zorluyorsa orada çıldırmışlığın her haline örnek bulabilirsiniz. Bir anlayış kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayanları hep kontrol altına alıp onları gözetleyerek kontrollü bir gürültüden yana olmak istiyorsa, mutlak referans kendisinin olduğunu iddia ediyor demektir. Oysa hiç kimse bir başkasının yaşamı ve dünyaya bakışı için belirleyici ölçü olamaz. Ölçüler ancak ortak noktalardır. Ortak birleşim noktası ve kesişim kümesi her ortam için aynıdır ve asla değişmez. Kesişim kümesi tüm yaşamların ortak paydasıdır ve herkes bu ortak paydayla eşitlenir sonrasında ortak yaşam kurallarının uygulanacağı ortamın oluşumuna katkı sunar. Yeryüzünde insan sayısı kadar düşünce vardır ancak tüm bu farklı düşüncelerin ortak paydası olan insan da bunları birleştirmek mümkündür. İnsan Yeryüzüne gönderilen en şerefli varlıktır sebebi ise, kendi kararlarını kendisi verebilecek ve ayrım yapabilecek zihinsel bilinç yönüyle donatılmış olmasıdır. Bu bilinç, insanı bir sayı doğrusunun iki ucunda bulundurabilir. Sıfır noktasını bir hiçlik kabul edersek, eksi ve artı uçlara doğru kendisini ifade ediyor olması insanın kendi iradi seçimine göre hareket ediyor olmasının da göstergesidir. Dolayısıyla insan tek boyutlu bir varlık olarak ele alınamaz. İnsanın bu özelliği dikkate alındığı zaman, insanı bir düşünce etrafında toplamaya çalışmak ve farklılıkları potansiyel tehlike görüp onları sürekli aşağılar olmak ne kadar acı bir durumdur. Yani diyeceğim o ki, sayı doğrusunun hangi tarafında bulunursanız bulununuz, her iki uçta diğer tarafı yok etme peşinde olmaktadır. Sıfır noktasında olup hayatları bir hiç olan amip gibi yaşayan ve bir nesne olmanın ötesine geçemeyenler tehlike oluşturmazlar. Çünkü gücü elde tutanlar etraflarındaki kalabalıkların ya kendi tarafında olmasını ya da bir hiç olarak sıfır noktasında bulunmasını istemektedir. O zaman tek tip bir yaşam ortaya çıkmaktadır. Bu da bir rahatsızlık vermez ve istenilen hedefe hizmet eder.

Bu coronalı dönem, böyle bir toplum oluşturmak istemenin adının kaotik ortamlar yaratarak hedefe yaklaşma taktiğidir. Yani dünya doğrudan mekanik araçlar gibi güdümlenmiş robot tarzı canlılar yaratmak istiyor. Yapay zekâ ile çok değişik alanlarda düşünme üretecek canlı organizmaya gerek kalmamaktadır onlar açısından, peki bu kadar canlıyı doyurmak ve yaşatmak anlamlı mı hayır o zaman bunların büyük bir çoğunluğunu ya imha edeceğiz ya da yaşayacaklarsa güdümlenmiş mekanik robotlar haline getirilmelidir. O zaman biz maksimum fayda elde ederiz minimum harcamamız olur dolayısıyla dünya nimetlerinin hepsini elimize geçiririz ve Musa’nın Rabbine seslenen Firavun gibi, bizde Göklerin Tanrısına ulaşmak için kuleler yaparız ve kendi egemenliğimizi deklare ederiz diyen tağutların dünya sinemasındaki son film gösteriminin gişe hasılatı yerlerde sürünüyor. Yeni dünya düzeni dedikleri düzensizliğin, “üzerine varsan da ondan uzaklaşsan da dilini sarkıtıp soluyan köpek” gibi hangi taşı kaldırsan altından çıkıyor olması, sakın kimseyi umutsuzluğa sevk etmesin, finansörü dünya baron güçlerinin olduğu son filmin dünya sinemalarındaki gösteriminin sondan önceki çırpınışları yaklaşmaktadır. ”…Ancak iman edenler Salih amel işleyenler ve Allah’ı çokça anan ve zikredenler hariç, zalimler yakında nasıl bir devrilişle devrileceklerini bileceklerdir.” Şuara/227 “Bu bir haberdir ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır…”

Bu dünya ölçeğinde bizim yapmamız gereken, dünyanın şavktı kaymış ölçüsüyle hayatı ölçüp biçmeyi bırakarak, mutlak adaletin sahibinin isteklerine göre yeni bir dünyanın tasavvurunu inşa etmek olmalıdır. “Allah adildir, adil olanları sever ”Yeryüzüne adaletin Güneşinin doğması için adil yaşayıp hesapta mahcup olanlardan olmamayı ümit ederek selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/29.04.2021/23.24


29 Nisan 2021 Perşembe

DÜNYANIN YENİ DÜZENSİZLİĞİ VE ALGI KÖRLÜĞÜ

 “Sağlık Bakanının bir konuşmasından alıntıyla başlamak istiyorum, ”Yeni dünya düzenine hazırlıksız yakalandık birçok insanımızı kaybettik…” diyor sayın bakan. Hakikaten bu sözü neresinden ele alırsanız alınız, her yanında bir avutulma ve dayatılan bir projenin planlı ve programlı uygulamasının olduğunu görmekteyiz. Bu kadar basit mi diyeceğinizi biliyorum. Doğru bu kadar basit olmuyor zaten, her gün insanların ölümleri ve hastalığa yakalanmasıyla sarsılıyoruz ve ciddi korkularla toplumsal travmalar yaşıyoruz bunun neresi basit…

“Yeni dünya düzeni ”açıklaması bu işte neredeyse toplumun tamamının kendisinden haber beklediği ve onun söyleyeceklerinin toplumda rahatlama, korku ve endişe yönünde bir karşılığının olacağı kişinin böyle bir cümle sarf etmesi hiç de öylesine değildir. Bu söz içinde çok sular barındırır. Yani bu hamur çok su çeker.Aylardır,dünyada yeni bir sistemin kurulması için önce bir kaos ortamı oluşturarak bu kaos ortamının insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin aynı zamanda ölen ve daha ne kadar öleceği belli olmayan insanların ölümleri üzerinden ciddi bir korku yayıldı. Bu korku aslında planlı bir algı yönetiminin parçasıydı. Korkuyla bağışıklık sistemleri zayıflayan insanların, bu korkunun etki alanından çıkarılması için onlar üzerinde her türlü isteklerinizi gerçekleştireceğiniz ortamlarda oluşmuş oldu. Aşı sürecinde, aslında yaygın hale getirilen ve tedirgin yaşayan insanların bir an önce bu karanlıktan kurtulmak için, üzerlerinde denenecek her türlü denemeye açık hale geldiklerini görmekteyiz, yani bir denek olarak kullanılmayı korku ve ölümle iç içe yaşamaktan daha eftal görmeye başladılar. Bu sürecin oluşumuna katkıda bulunanlar, kurumsal ve statüsel prestiji olanlar tarafından gerçekleştirilmeli ki ölümler ve hastalar olsa da süreç acılı ama isyana dönüşmeden atlatılmalıdır. Bu sosyolojik bir dönüşüm sürecinin alanda uygulanan planlama modelidir.

Hiçbir çağdaş ve dijital planlama şekli, bundan böyle doğal ve kendiliğinden gerçekleşen bir serbest süreç şeklinde olmayacağı ortaya çıkmıştır. Dijital çağ hem dönüştürme aracı olduğu gibi, dönüştürmek istediklerinin de istenmeyen farkındalık oluşturmalarına neden olduğu için, kontrollü dönüşümler sürecine girmiş bulunmaktayız. Bundan önceki süreçler daha çok bölgesel ulusal ve lokal düzeyde gerçekleştiği için kontrollü bir kaos ortamına gerek duyulmadan, etkileşim ve medya yoluyla serbest bir süreçle istenilen hedeflere varılmıştır. Ancak Global bir değişim ve dönüşüm söz konusu olduğu zaman bu sürecin tamamıyla kontrollü bir yolla yapılması gerekiyordu. Ondan dolayıdır ki, her ülkenin kendi yönetimleri bu süreçte aktif ve etken rol üstlenmiş gözükmektedir. Sayın Sağlık Bakanının yukarıdaki açıklaması da bu söylemlerimizi kanıtlar boyutta söylenen bir sözdür.

Bilim adamlarının Yeni dünya düzeninde ikna edici bir rol üstlenecekleri hiç aklıma gelmezdi. Algı yöneticileri, amaçlarına ulaşmak için, Okullar, dini mabetler ve medyadan çokça istifade ederler. Dünya baron yeni dünya düzen kurucuları, ulusal yöneticilerin ağızlarından çıkan mesajlardan önce, medya yoluyla ortalığı karıştırdılar ve insanları korku travmasına soktular, sonrasında böyle bir travmanın gerçeklik olup olmadığını alanındaki uzman bilim adamlarıyla teyit ettiler, bilim adamları siyasal erkin önünde gibi bir algı oluşturuldu ve siyasiler, sorumluluklarını hafifletmek için, karar öncesinde dosyayı Bilir kişiye yollayan Hakimler gibi davrandılar. Karar verdiklerinde de doğrudan sorumlu olmaktan uzaklaştılar ve bilim adamları topluluğunun görüşüymüş gibi topluma lanse ettiler. Böyle olunca bilim doğruyu söyleyen tek kurum olarak kabul gördüğü için, program bilim adamları eliyle altın tepside insanlara sunulan bir zehire dönüştü. Yani algıları yönetmek ve onları biçimlendirmek belli kayıplar vermeyi ve ortamı kaosa çevirip arkasından aydınlık bir sürece sokuyormuşsunuz gibi algılanması gerekiyor.Coronalı süreçte bu saydıklarım aşama aşama uygulandı ve böyle bir sürece insanlar hazırlandı. Biz çocukken çeşitli taktiklerimiz vardı hayatın içinde amaçlarımıza ulaşmak için…Mesela bir göl veya göl gibi birikinti oluşturan sularda balık yakalamak istediğimiz zaman, önce o suyu iyice bulandırırdık içine girer o yana bu yana koşardık ve su iyice bulanınca dışarıya çıkar balıkları izlerdik. Balıklar teker teker baygın halde suyun yüzüne çıkarlardı bizde onları tutar tutar alır karaya atardık. Yani önce karıştırırdık sonra istediğimiz amacımıza ulaşırdık. Oysa balıklar o bulanık sudan kurtulacaklarını sanarak ellerimize gelirlerdi, oysa biz onların baygınlığından ve zaaflarından faydalanarak onları soframıza götürürdük. Biz 10 yaşın altında köyde bunları düşünerek yapabiliyorsak, dünyaya yeni düzen vermek isteyenler insanları bir balıktan daha mı değerli görüyorlar sanıyorsunuz…

Dünya yeni bir düzene doğru gidiyor, Bakanın dediği gibi bu süreç bizleri ciddi anlamda baygınlaştırdı, kimileri bilerek bu işi yaparken geniş halk yığınları ise bu işin sadece kurbanları olmaktadır. Peki insanların biyolojik olarak yaşadıkları bu virüs yok mu diyorsunuz diyeceğinizi biliyorum. Ben virüsün olup olmadığını sorgulamıyorum bu oluşumun bir planın uygulaması olarak kaos ortamları oluşturarak insan beynini uyuşturduklarını ve her an tehlikenin kendisini yakalayacağını düşünerek, insanları birbirinden uzaklaştırma ve bireyciliği zirveye çıkarma çabası olduğunu söylüyorum. Bu virüsün laboratuvar kökenli olduğuna inanıyorum. Çünkü kontrollü dönüşüm için gerekli olan kaos ortamının etkileyicilerini siz oluşturmak zorundasınız. Yani bağımsız değişkenin, doğrudan Yeni Dünya düzeni kurmak isteyenlerin avucunda olduğuna inanıyorum. Bu değişkene karşı ortaya çıkan davranışları yönlendirmek için, tüm zeminler, algı yönetimi aracıları eliyle uygun hale getirildi. Bugün yaşadığımız temiz oksijen soluyamama mağduriyetimizin arkasında bu güçler var. Sizler seve seve bu işe evet demezseniz sizi böyle bir maskeye hapsederek istediğimiz havayı size soluturuz. Yani yaşamınız bizim elimizde diyecek kadar müstağnileşen Yeni dünya düzeni Baronları, İnsanlığın varlığının devamı üzerine bu oyunu kurmaktadır. Bill Gates’in aylar önce ”Bu hastalık ne zaman son bulacak bir takviminiz var mı sorusuna, tüm insanlık aşılandığı zaman sona erecek ”diyen bu açıklamasının hiç de öylesine söylenen bir söz olmadığına inanıyorum…Her şey Planlı ve programlı yeni bir dünya düzeninin oluşumuna hizmet etmektedir. Buna aykırı davranacak yönetici ve bilim adamlarının nasıl bir baskı ile karşı karşıya olduklarını doğrusu düşünmek bile istemiyorum.

Yeni dünya düzeninin programlanmış yeni kodlama sisteminde, önce medya ile propaganda yapacaksın ve tüm evrene tek bir kanaldan yayılan bilgiyi aktaracaksın, arkasından oluşacak korkuların şiddetine göre kaos ortamları oluşturacaksın, kaos ortamlarının getirdiği karanlıklar şiddetlendiği zaman bu karanlıklardan insanlığı kurtarmak adına, amacına hizmet eden araçlarını kurtuluş reçetesi gibi sunarak herkesi bir taşıyıcı durumuna getireceksin…Bunlar olmazsa ne yapacaksın uymayanları ya uluslarının kanuni dayanaklarıyla suçlayacaksın, ya da uluslararası dolaşım yasağı gibi korku senaryolarını yayarak ufaktan ufağa razı etmeye çalışacaksın… Her durumda insanlık üzerine oynanan oyunlar hümanizm ve hoşgörü adıyla dünya sinemalarında sahnelenecek ve seyirciler koltuktaki yerlerini alacaklar…

Oturduğumuz koltuklar, bizlerden hıncını almaya çalışan cellatların yüksek voltajlı elektrikli sandalyeleri olduğunu unutmayalım…Yeni dünya düzeni, İnsanı düşünmeyen sadece İlahlaşma yarışında olanların firavunluklarını kanıtlama düzeni olacaktır. Yeni düzen değil, biz kendimiz olarak yaşamak istiyoruz…

Erol KEKEÇ/29.04.2021/00.13


27 Nisan 2021 Salı

EKONOMİK SİSTEM KAPİTALİZMİN DIŞINDA ARANMALIDIR

Şom ağızlardan düşmeyen bir söz, günün koşulları neyse ona göre yaşayacaksın. Günün koşulları ne ise derken, üzerinde düşünülmüş ve kritiği yapılmış bir sözden bahsedilmiyor. Tamamıyla acziyetin bir ifadesi olduğunu iyi anlamak gerekiyor. Birilerinin kurduğu herkese dayattığı kalıbın adı günün koşulları olarak anlatılıyorsa, bu bir yenilginin ifadesidir.

Yaratıcının bağışladığı ve nasıl yaşanılacağı hususunda ciddi hayat denklemleri ortaya koymasına rağmen, bununla alakalı hiçbir yorum ve gelişme sağlayamamış olanların, efor sarf etmeyi hiç düşünmeden günün koşulları ne ise ona göre yaşayacaksın şeklindeki iyi niyet gibi gözüken yaklaşımları doğrudan yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi yok etmenin dolaylı çabaları olduğunu bilmek gerekir. Bu yaklaşımların tümünün temelinde korku, rahatı tercih etme, haram helal gibi bir değerden yoksunluk bulunmaktadır. Eğer bir ortamda mevcut olan yaşam biçimlerine angaje olmak öncelikli tercih olarak kabul görüyorsa, o toplum sömürülmeye ve kendisi için hazırlanmış olan kapanlara zorlama olmadan kendi tercihleriyle girmeyi hak etmiş demektir.

Günün şartları ne ise diye yavan bir ifadeyi yaygın hale getirerek ona meşruiyet zemini oluşturanlar şunu bilsin ki, bu söz bir yaşam biçiminin tercihlerini ve üretkenliklerini imha ederek, bu yaşamları, sürüler için oluşturulmuş sadece tüketime endeksli sömürü yaşam çarkının içine taşımak olur. Eğer bu ifade idari sistemi yöneten ve planlama erginin tavsiye ve dayatmaları sonrasında oluşuyorsa, toplumların ayağa kalkması, kendi yaşam biçimlerini ve kendi ortamlarını dikkate alarak, tüketici olmaktan çok üreten bir toplum haline gelmeleri neredeyse imkansızlaşır. Mevcut kalıpları yaşamın olmazsa olmazları olarak dayatmak kadar insan beynine atılan daha tehlikeli bir atış olamaz. İnsan beynini imha ettiğiniz zaman ona yaşamı boyunca kabulleneceği ve o çemberden çıkmayı hiç düşünmeyeceği kölelik kurallarını da benimsetmiş olursunuz. İşte, kapitalizm ’in ve onun günümüzdeki çağdaş çocuğu liberal kapitalist ekonomi diye bildiğimiz ve tüm yönetimlerin ona ulaşmak için canhıraş savaşı böylesi bir zilletin beyinleri kuşatmasının kanıtıdır. Neden Liberalizm diye sorma şansımız yoktur, insanın özgürlüğü ve ardından özel mülkiyet ve serbest piyasa gibi birkaç sihirli kavramla sizin beyninizi hemen istila ederler. Sizler de kafa sallayarak, önünüzde ürettiğiniz bir değeriniz olmadığı için, onun hegemonyasına girersiniz. Üretici dinamikleri canlı kalan ve sürekli hareketlilik hayatlarının vazgeçilmezi olan toplumlar, hayatlarının devamını kendi dışlarında oluşturulan kalıplara hapsederek devam ettireceklerine inanmazlar.

Ancak eldeki imkanları işlemeyi ve üzerinde değişimler yaparak farklı ürünler elde edecek zahmeti göze alamayanlar, kaynaklarını satarak yaşamlarını devam ettirdikleri için, güdülen sürüler haline gelirler.Sürüler,yaşamlarını belirleyecek ilke ve kuralları kendilerinin belirleyeceğine inanmazlar. Çünkü onlar hep yönetilmeye ve tüketime endekslenerek böyle bir yaşamın getireceği mutluluğu yeğlerler. Bu mutluluk alanlarının dışında daha kalıcı olan mutluluklara ulaşmaları için biraz çaba gayret ve efor harcamaları gerektiğini söylediğiniz zaman, eski köye yeni adet mi gelecek. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur diye sizin de önünüzde en büyük engel olurlar. Oysa bilmezler ki, savunma her zaman yenilginin başlangıcı değil, savaşın kazananlarının verdiklerini özümseme ve geviş getirme dönemidir. Geviş getirmeye alışmış olanlar, sağlıklı ve taze ürünlere ulaşacak imkanlarını da kaybederler.

Bu örneklemelerden sonra anlatmak istediğim savımızın hayatımızdaki karşılığına bakmakta fayda olur umarım. Müslüman toplumlar olumsuzluklar açısından neredeyse yaşamları birbirinin aynısı. İnsanı Allah’ın yarattığına inanırız ve hayatımıza hükmeden ilke ve kurallar koyduğuna da inanırız, ancak bu ilkelerin hayatlarımızdaki yerine baktığımızda utancımızdan elimizi yüzümüze kapamak zorunda kalırız. Bu evreni yaratan ve içinde iradi kararlar verecek olan insanı yarattıktan sonra, onun hükmüne uygun olmayan bir yaşamı oluşturması için insanı hiç bilgilendirmemiş olmasını düşünebiliyor musunuz? Allah’ın sınırları bellidir kim bu sınırları aşarsa işte onlar haddi aşanlardır, haddi aşanlar için elim bir azap vardır. Ülkemiz ekonomisine kapitalizmin babalarının damga vurduğu muhakkaktır. Bunların hayat damarlarına su taşıyan ve ülkenin vergi rekortmeni olan bankalar, paylarının başka alanlara aktığını gördüklerinde, hemen o kanalları tıkamanın yollarını araştırıyorlar. Hatta İdari yönetime dayatmalar yaparak kanuni bağlayıcılıklarla bunların önlerini kapamayı ihmal etmiyorlar. Devletin gelir kalemleri arasında, vergi almak ilk sırada bulunuyorsa, devletin bu kuruluşların isteklerini dikkate almamasını düşünebilir misiniz? Kripto para ve bunlardan kaynaklanan usulsüzlüklerin gündemin ilk sıralarında yer alması, farklı finans kuruluşlarının ev,araba,kredi gibi kapsam alanlarını genişleterek yeni ve farklı açılım yapabilecek düşünce ve eylemler geliştirmeleri ve bunları da kurumsal kimlikle reel yaşamda hayata sokmaları beraberinde ciddi sorunları da başlarına getirdiği muhakkak. Neden mi, insanlar yatırımlarını daha çok bankalar üzerinden yaparken içlerinde duyarlılık açısından az bir kırıntı olanlar, bu yeni kuruluşlarla iş birliği yaparak nakit kaynaklarının adresini buraya yönelttiler. Bu süreç kapitalizmin aracı ve taze kan taşıyan kuruluşları olan bankaları rahatsız etmeye başladı ve idari mekanizmaya karşı lobi baskıları kurmaya çalıştılar ve de başardılar. Çünkü Son dönemdeki, BDDK’nın bu kuruluşlar üzerine yoğun olarak gitmesi ve onları denetlemesi sadece bir denetim olarak görülmemesi gerektiğine inananlardanım. Eğer sadece bir denetim olmuş olsa, neden bir kurum elde ettiği karının %30’unu infak müessesesini geliştirerek kuracağı vakfa aktarmayı tüzüğüne koymasına rağmen, buna müsaade edilmez ve ancak%2’ni aktarabileceği sınırlamasını getirir. Çünkü böylesi bir uygulama İslam’ın Karz-ı Hasen müessesesinin yeniden dirilmesine sebep olabilir. Dolayısıyla yardımlaşma dayanışma ve insanlar arası yeni bir ekonomik model oluşturulup hayata geçirilebilir. Bu korku Bankaların yüreğini hoplatmaya başladığı için, bu müesseselerin lobi grupları, idareyi etkileyerek, bu kurumları daha doğmadan bunaltma yoluna gitmektedir. Yani başlamadan bunaltmak ve yanlışlar yapmaya zorlayarak kanun dışı eylemlere yönelmesi için üstten baskıyı fazlalaştırarak, bu kuruluşların toplum nazarında itibarsızlaştırılarak olağan bir durum olunca üzerine çökerek meşru bir zemin oluşturma eylemi olduğunu düşünüyorum.

Müslüman olduğunu söylediğimiz bir toplumda tefeci faiz kuruluşlarının en çok kar getiren kurumlar olması, hiç mi içimizi acıtmıyor. Eğer insanlar bu faiz müesseselerinin dışında daha karlı ve insanlara zulmetmeyen ve ,insanca yaşayacakları ekonomik kurumları canlandırırsa kapitalizmin yegâne ekonomik sistem olma büyüsü bozulacaktır. Bu büyünün bozulmasını isterler mi, onun için idari yapı bu oluşumların gazıyla, farklı oluşacak kuruluşları potansiyel suç makinesi olarak görmemeli ve bunların canlanması ve hayata yeni kanları aktarması için yardımcı olmalı ve denetlemeyi, zulme dönüştürmemeli diye düşünüyorum.

Bizim gibi toplumların kurtuluşunun en önemli yolu, ekonomik bağımsızlık elde etmeleridir. Ekonomik bağımsızlık, Kapitalizmin piyasasının dışında ticari ilişkilerin kurulacağına inanmaktan geçer. Piyasaya kapitalizmin kurallarının egemen olduğu ortamlar bu kurallara göre ekonomik faaliyetlerini yürütürken ekonomik bağımsızlık beklentileri sadece bir hayal olur. Kapitalizmin oluşturmaya çalıştığı yaşamda, dünya cennettir, onun için ekonomik yaşam en değerli olan yaşamdır. Tüm ilişkiler bunun kazanılması için gereklidir dolayısıyla önemliler ama değerli değiller. Oysa İslam’ı bir yaşamdaki ekonomik ilişiklilerde ekonomi yani ihtiyaçları karşılama ve yaşamı kolaylaştırma faaliyetleri önemlidir ama en değerli olan değildir. Değerli olan bu yaşamın sonrasında karşılaşılacak olan ödüldür. Yani cennet bu hayatın sonunda bir armağandır. Dolayısıyla kapitalizmin dünya cennetine karşılık İslam Ahiret cennetini vaat ediyor ama o cennet için buradaki imaratın çok önemli olduğunu anlatıyor, hayatı rahat kazanabilmek için, buradaki ilişkileri kolaylaştırıyor ve insanlara zulmetmiyor, borç batağında insanları inim inim inletmiyor. Borçlanmayı kolaylaştırıyor ve insanlar arasında güven unsurunu yaygınlaştırıyor ancak güveni sözle anlatmıyor onun bağlayıcı alt yapısının da kurulmasına önem veriyor ve ahitleşerek yazılı sözleşmelerin olmasını şart koşuyor. Yani insanların içinde olumsuzluk olmadığı halde onları olumsuzluğa sevk edecek açık kapıların bırakılmasını asla istemiyor, şartların kötüye gitmesinden dolayı vaatlerini yerine getiremeyenlere baskı kullanılmasından menediyor ve onların genişleyeceği döneme kadar mühlet verilmesini ve bu mühlet içinde sorumluluğunu yerine getiremeyenlere bağışta bulunmanın daha hayırlı olduğunu anlatıyor. İşte İslam Nesneye mala değil, insana ve onun huzuruna değer veriyor. Çünkü toplumsal ifsatın önüne geçebilmek için insanların huzurlu ve mutlu bir hayatı yaşamaları gerekir. Kapitalizm insanların mutluluğunu ve huzurunu alarak onları psikomanyak duruma getirdi. Bu hal üzere yaşayanların dünyalarını cennet yapmaktan uzaklaşıp, ahiret cennetine yönelmeleri mümkün değildir. Kapitalizmin dünyaya pompaladığı bu sistem, tüm insanlığı yok oluşun kıyısına getirdi, dünyanın her yanı zulüm göz yaşı ölüm ve açlıkla boğuşurken, bulunduğumuz dönemin şartlarına uyacağız diyerek şerri hakikat gibi öğütleyerek,hakikatın ne olduğu üzerinde kafa yormayı ve bu hususta gerekli çabayı harcamayanlara yazıklar olsun demek geliyor içimden…

İslam Dünyasının ve mazlum milletlerin kurtuluşunun tek yolu tefecilerin insanlığın kanını emen ekonomik sisteminin büyüsünün bozulmasına bağlıdır. Bu büyünün bozulması da Yaratıcının yarattıklarına bağışladığı sistemi ortaya çıkarıp hayatımızı ne pahasına olursa olsun ona dayandırmaktan geçiyor. Bu sistem yepyeni ve farklı bir ekonomik sistemdir. Bu sistemin temeli, üretime dayanır,ilişklileri helal ve haram sınırlarına göre biçimlendirir.Zulmetmez,herkesin yaşaması için malın âtıl olarak belli ellerde toplanmasını asla istemez. Üretime ve istihdama dönüşmeyen malların bekçiliğini yaparak fesada yol açan malları korumayı istemez. Adalet omurgasıdır. Asgari yaşam diye bir rezaleti insana reva görmez, azami yaşamın ve israfın sınırlarını belirler. İslam’da insani ücret ve insani yaşam vardır. Bunları gerçekleştirecek sorumlu aydın bilim adamlarına ihtiyaç hasıl olmuştur. Bu konuda zihin ve yürek eforu harcamayan ve sistemli bir yaşamı gelecek kuşaklara gelenek olarak bırakma sevdası taşımayanların hesapları çok kabarık olacaktır. Kapitalizmin mezbelesinde yem arayan bir amip olmaktan çıkarak omurgalı duruşla örnek bir yaşamı bizlere armağan etmesi için tüm içtenliğimle rabbime yalvarıyorum ve tüm kardeş ve dostları da bu duanın fili kısmında yer almaya davet ediyorum…Selam saygı ve muhabbet dileklerimle….

Erol KEKEÇ/27.04.2021/00.08


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!