Bu Blogda Ara

26 Nisan 2021 Pazartesi

SONUMUZU HAYIR EYLE NE DEMEK?

Başında ışık olmayan tünelin sonunda ışık mı olur. Allah sonumuzu hayreylesin diye hep dualar ederiz ya, işte o dualarımızın anlam bulması için başının ortasının hayır olması lazım ki, sonu da hayır olsun…Sonumuzu hayır et demek kadar güzel bir dilek olamaz ancak bu dileklerimizin karşılık bulması için öncemizin de ne kadar önemli olduğunu anlamamız gerek.

Otu çek köküne bak derdi eskiler, biz bunları hep genetik bir benzerlik olarak anladık ve ötesini hiç düşünmedik. Oysa bir otun bitkinin kökü ne ise dallarında çiçek ve meyvelerde ondan başkası olamaz. Bahçesinin her tarafı portakal ekilmiş olan biri, bahçede elma arayıp bulamadığı zaman, neden elma yok her taraf ağaç dolu demesinin anlamı olmayacaktır. Portakal bahçesinde elma aramak ve onu ummak sadece bir bekleyiş olarak kalacaktır. Onun için tüm yaşamı şer odakları, haramlarla iç içe geçmiş tefecilerin kapısında sabahlamış, akşamları onların sobasında ısınacak bir ateş aramış ancak sonumuz hayır olsun diye yalvarmış. Ne kadar ciddiyetten uzak lakayt bir davranış olduğunu bizler de görmemize rağmen bundan nasıl öyle bir sonuç bekleme hakkına sahibiz.

Bu açıklama sonrasında rabbimizin şu ayetinin nasılda bizlerin imdadına hemen ulaştığını idrak etmeliyiz. “İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Emeksiz kazanım arzularının tümü bir tufanla yerini sükunete bırakır insanların ibret alması için…Rabbim sen sonumuzu hayır eyle demenin anlamını kavramamış ve o konuda gerekli ciddiyetten uzak eylemler, sahibine iade edilmesi gereken temenniler ötesine geçemez. Rabbim sonumuzu hayır eyle demek, bir mücadelenin başlaması için gerekli çaba ve gayretler harcandıktan sonra o mücadeleyle hayatları yoğrulanların sonuç konusunda, sonuca kendi güçleri yetmeyeceği için Rabbim sonumuzu hayır eyle, yani sana teslim olduk gereklerini yerine getirdik biz sorumluluklarımızı eksikte olsa yaptığımıza inandık sonrasını sana havale ettik sen de hayır eyle demektir. Bu algılar zaman içinde anlam kaymasına uğrayarak yeni algı biçimleri ortaya çıkarmıştır. Bu yeni algı biçimleri temelsiz ciddiyetten uzak olduklarının farkında olmadıklarından hep hüsranla sonuçlanan bir süreci beklediklerini de bilmezler.

Öncesi karmaşık olan yaşamların sonumuzu hayır eyle şeklindeki temennileri, anlamsız bir temenni olmanın ötesine geçmeyecektir. Burada aslında emeksiz bir kazanıma göz dikme vardır. Neden böyle bir algı oluşmuş olabilir, dünyada bazı yaşamlar hayatlarını başkalarının masumiyetine kendilerinin de sansar gibi pusu kurup punduna getirmesine borçlu olabilirler. Bu uyanık tavırlar, her zaman bu formülün geçerli olacağı vehmini onlara yaşattığı için, böyle isteklerde bulunmayı hayra ulaşacakları sonucuna onları kavuşturacağı beklentisini oluşturduğundan, böyle söylerler. Yani dünyalıklarını emeksiz kazanımlarla elde edenler, hayatın sonundaki hesap günündeki karşılığın da böyle olmasını istemektedirler. Bu aldanış insanları anlamsız bir hiçi beklemenin ötesine götürmeyecektir. Orada karşılaştıkları beklentileri olmadığı zaman da bu nerden çıktı diyecekler.

Dünya, doğru ile yanlışın ne olduğunu idrak edecek kadar bize bir zamanın verildiği yerin adıdır. Buradaki yaşamın anlamı, hangimizin hakiki bir yaşamı yaşadığımız, hangimizin bize ait olmayanları ele geçirmek için her türlü film fırıldak bir yaşamı benimsediğimizi ortaya koymakla anlaşılacaktır. Emeksiz kazanımlar peşinde koşanlar daima bir tufanla istek ve beklentilerinin savurulma ihtimaline hazırlıklı olmalıdırlar. Son günlerin önemli gündem maddesi olan soygun tufanı sonrasındaki insanların yaşadıkları psikolojik travmalara baktığımız zaman, nasıl da bir son istediklerine hep birlikte şahit olacağız. Beklentileri çok büyüktü bu mağdurların, ancak mücadeleleri hiç yoktu, mesafe çok kısaydı ve hemen zengin olacaklardı. Bu beklentiler doğrultusunda arzu ve isteklerinin de standardını yükseltiler, ancak karşılarına bir hiç ve bir daha kavuşamayacakları imkanları ve kaybettikleri zamanlarına şahit olunca, bu bunalımın vermiş olduğu acılarının etkisini hafifletmek için rabbim sonumuzu hayır eylesin demeye başladılar. Neden ve niçin kaybedilen bir şeyin ardından sonun hayırlı olmasını istiyor insan, oysa kaybedilmeden önce elinde imkanlar olduğunda kazanmalıyım diye yerinde hoplayıp dururken, kaybettiklerinin gelmeyeceğinden emin olunca, herkesin perçemini elinde tutan güce sığınma bir acziyet olsa da temizlenmiş bir yüreğin acziyeti olmadığı sürece sonuç hayırdan hep uzak gidecektir. Hayır bir beklenti olmaktan çıkarılıp, nedenleri yerine getirilmiş olan bir denklemin, sonuçlarını beklemek olmalıdır.

Ondan dolayıdır ki, yaşadığımız sürece kazıktan boşanmış at misali her otlakta otlanmaya çalışıp sonrasında güzel bir merada olmayı arzulamak öyle kolay olmayabilir. “En sevdiklerinizi Allah yolunda harcamadıkça kesinlikle iyilik yoluna hayra kavuşamazsınız…” Yolun sonuna gelindiği zaman tüm yollar tükendiğinde zorunlu seçenek önümüze çıktığı zaman, ona meyletmek bir tercih değil, zorunlu bir süreçtir. Ey insan hangi yoldan gidersen git muhakkak ki sen Rabbine varan bir yolda çabalamaktasın”. Yani insan yaşarken bu yollardan hangisine uyması gerektiğini kendi iradi seçimiyle ortaya koyması gerekir. Bu seçim yapılırsa kişi seçtiği yolun sonunun Allah’a varacağını bilerek yaşar. İyi olanı tercih eder hayatını o yolda tüketir ve hayırda yarışanlardan olursa, gönül huzuru ile rabbim sonumuzu hayır eyle biz sana ve senin indireceğin her hayra muhtacız deme hakkına sahiptir. Bu istek ve duanın karşılığı olacaktır. Ancak yaşamı dünyaya kazıklar çakmak ve yeryüzünde debelenerek insanlara gösteriş ve ifsatla yaşamış olanlar yolun sonuna vardıklarında, hesap görücü olarak Allah olduğunu anladıklarında başka seçenekleri de kalmadığı için rabbim biz sana geldik sonumuzu hayır eyle anladık ki her şey bomboş demeleri ne kadar sahici olabilir ki! Damarlardan kan çekildiğinde, ayaklar vücudu taşımaz olduğunda eller yerinden kalkıp bir şeyi almaktan aciz düştüğünde, baş vücuda yük olduğunda, seçenekler yok olup sadece önümüzde hesap görücü olanın muhteşem vadi gözle görüldüğünde ben de sana geldim Allah’ım beni affet dediğimizde, daha önce imkanların varken koşarken ele avuca sığmazken havada vurup tavada yerken neredeydin derse ne olacak halimiz…Onun içindir ki, rabbimiz sonumuzu hayır eyle demeden önce hayır üzere yaşayalım ki, rabbimiz bizi girdirdiğin hayata ve çıkardığın hayattan hayır ile çıkar ve bizi sonlarını hayır eylediğin kullarından eyle diyebilecek yüzümüz olsun…Yoksa diğerlerinden bahtımıza ne çıkar onu bilemem.

Yol yakın hayat kısa, zamanı boşa harcayarak çıkmayalım yaratanın huzuruna sonra avucumuzu yalamak çıkar bahtımıza…” İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. İsteklerin kölesi olarak yaşamış, o isteklerin emirleri doğrultusunda oradan oraya haydut gibi koşan bir mendebur olup çıkmış olanlar, emeğinin karşılığı olanlara sahip olmadıklarından hem burada hem de gittikleri yerde iflas bayrağını çekerler. Sonrasındaki hayıflanmaları onları kurtarmayacaktır. Yaşarken idrak edenlerden olmamız ümidiyle Rabbim sonumuzu hayır eyle diyebilecek yüzle bizleri huzuruna çıkarsın…Selam ve dualarımla!

Erol KEKEÇ/25.04.2021/19.12


25 Nisan 2021 Pazar

YAŞAM AŞINMADAN AŞANLARA ARMAĞANDIR

Bir çizelge var elimde zamanı gösterir diye almıştım; oysa zamanı kaçırdığımı çizelgeye baktığımda anladım. Zamanı yakalayana aşk olsun, o kadar hızlı gidiyor ki, tetikteki parmağımı nişan alayım diyene kadar kaybettim izini…Zamanla iyileşir, zamanla alışırsın, zamanla geçer derler ya, aslında geçen seninle ilgili olan değil, sadece zaman geçiyor. Bu ifadeler tamamıyla zamanla aramızı ayırmak ve bizi alıştığımız durumdan rahatsızlık duymayacak düzeye getirme masallarının giriş bölümünü oluşturmaktadır.

Hakikaten zamanla geçen bir şey yoktur, sadece zaman geçip gidiyor biz ise arkasından avunmuş bir çocuk gibi hayretle bakıyoruz sadece! Zaman geçiyor, peki zaman geçerken yerinde kalan başka bir şey var mı dersiniz? Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir demişti, E. Mach, ancak bakıyorum da değişmeyen hiçbir şey yoktur yaratılmışlar evreninde, hatta değişme de değişerek giderken zaman onu da kendi başına bırakmıyor öğütüyor her yandan…

Zamanı göstermeyen bir gece ve gündüzü imha etmiş bir ahtapot her koldan kuşatmış bizi. Bu kollar arasında her yanımızdan parçalanırken, birileri çıkmış zamanla alışırsın diyor, acının tanımını yapacak var mı hangi ilaç devadır ona…Acının bir tanımı yoktur acı acıdır rengi kokusu her yerde ve kişide aynıdır. Ondandır kimse başkasının acısından beslenerek ona da alışırsın diye öğütlerde bulunmaya kalkmasın.

Geçen zamanla birlikte acılarınızın şiddeti ve etkileme gücü artarak yayılış gösteriyorsa, kim diyebilir ki zamanla alışırsın diye. Acaba zamanla alışan biz miyiz yoksa törpülenen yanımızla o acıları duymuyor muyuz? Yani her alışkanlık aslında bizlerin duyum eşiklerinde bir farklılaşma oluşturmaktadır. Acıyla yoğrulan bir organizma öyle acılarla boğuşurken, yeni bir acı dalgasıyla karşılaştığında onun duyumu kolayca alınmaz. Çünkü çekilen acılar acı duyma eşiğini yükseltmiştir de ondan duymayız.

Zamanla alışırız ifadesinden oldum olası hiç hoşlanmam. Geçmişte aynı apartmanda oturduğumuz Rahmetli bir komşum vardı. Sohbet ederken benim keskin çıkışlarım için Erol Efendi sen şu an öğrencisin zaman geçecek sen bu söylediklerini ilerde söylemeyeceksin, çünkü böyle ateşli niceleri vardı bir makama geçtiklerinde onların esamisi bile yok ortalıkta, onun için çok keskin olma yarınlar böyle olmaz derdi. Oysa ben hep itiraz eder ve derdim ki Hacı dayı İnşallah bu irade bu akıl ve bu yürek bende olduğu ve inandıklarım da bu değerler olduğu sürece ömrüm yettiğince bu mücadelem devam edecektir. Söylediklerime sadık kalacağıma Rabbim şahittir derdim. Hakikaten bulundukları ortamları değiştirdikten sonra karşılaştıkları her ortama uyum sağlayarak kendilerini yavaş yavaş törpüleyerek tarih sahnesinden kalkan yaşamları gördükçe Rabbime Hamt ediyorum ki, zamanla alışanlar sınıfına bizi sokmadığı için…

Evet, tekrar ediyorum zamanla alışıyoruz demek aslında Allah’ın belirlediği duyum eşiği sınırlarımızın sonradan yeniden biçimlenmesine göz yumuyoruz demektir. Zaman insanı alıştırmıyor, zaman insanı alıp götürüyor ama biz zamanla aramızda bir mukavele yapmış gibi davranarak kendimizi aldatmaktan başka bir iş yapmıyoruz. Zamanın bize verdiği bir söz yoktur, siz benim peşime takılın belli bir süre sonra sizinle her hâlükârda anlaşırız diye…Peki neden tüm karşılaştığımız ve karşılaşacak olduğumuz zorlukları aşmamız gerekirken, kafanı takma zamanla alışırsın gibi doğruyu yamultan nasihatlerle karşılaşırız. Zamanla alışırız ifadesinin içinde öyle patolojik yönler var ki, bunları kelimelerle izahata kalkmak yeterli gelmeyebilir.

Zamanla alışırız ve herkes ilk anda tepkiler gösteriyor ama zamanla onlarda duruma uyum sağlıyor bu da doğal bir süreçtir ifadesi, olumlu değişimin önüne konulan en büyük engeldir. Zorluklarla ve problemlerle karşılaşanlara bu problemleri çözmek için kendisine verilen zihinsel ve akli melekeleri çalıştırarak, bunları aşabilecek iradi kararlar alabilecek bir yön bulunmasına rağmen bunları yok sayarak, insanın devinimini durdurmak insana yapılacak en büyük kötülüklerdendir. Zamanla geçen sadece zamanın kendisidir. Yani sizinle alakalı kısım ise, sizin geçtiğinizdir. Yani bir kavun nasıl ki vakti zamanında koparılmazsa içi geçmiş ve yenilmez hale gelmişse insan da böyle zamanla kendisi geçer ve insani özelliklerini kaybederek değersiz bir nesneye dönüşür.

Yani zamanla geçer ifadesinin arkasında ciddi bir aşındırma ve erozyona götüren bir yan olduğunu görmek ve anlamak gerekir. Zamanla alışırsın anlayışı yerine zamanla aşarsın diyebilseydik çok farklı bir atmosferde kendimizi bulurduk. Zamanla aşarsın demenin içinde, bir gelişme ve olgunlaşmadan söz edilir. Zihinsel bedensel, ahlaki, fiziksel ve bakış açısının genişlemesi ve mukavemet gücünün artmasını anlatır. Oysa zamanla alışmak demek, törpülenmek var olanları kaybederken biraz acı duysan da onları da unutursun yani kendini imha eder gittiğin her ortamın rengine ve şekline bürünürsün anlamı taşır.

O zaman insana nasihatte bulunurken zamanla alışırsın gibi, pısırıklığı ve kabullenmeyi öğütleme anlayışından çıkarak, zamanla aşarsın diyerek onun gelişimine ve kararlılığına katkı sunmak gerekir. Zamanla aşarsın dediklerimizin dünü bugünü ve yarını aynı olmaz. Onlar sürekli bir çaba gayret ve mücadele içinde yaşamlarını sürdürmeleri gerektiğine inanırlar. Çünkü aşabilmek için hayata her gün yeni değerler katılmalı ve bulunulan ortamlardan daha ileriye gidilmeli ki, aşabilecek duruma gelinsin…Aşabilecek olanlar, aşkın insanlardır. Aşkın insanlar toplumsal devrimler yapan tarihi kahramanlardır. İbrahim (as), Musa(as), Muhammed(as) gibi elçiler zamanla alışan insanlar değil, zamanla aşarak aşkın olan insanlardır. Bunların yaşamı hep daha fazlasını kaldırmaya aday olmuştur. Bulundukları kaynak gelişerek daha geniş alanları etkisi altına alabilecek düzeyde bir mesajın ağırlığı altında yorulanlar değil, her gün daha bir bilelenenler olmuşlardır. Ondan dolayıdır ki tarihe yön verenler olarak bunların isimlerini görürsünüz. Ama bulundukları ortamlara alışanlar ise, sadece değerlerini aşındırarak onların tahrifine giden yolları aralamışlardır.

Ülkemiz gerçeği dikkate alındığı zaman, politikaya karşı böyle bir algının yoğun bir hal aldığını görürsünüz. Ne kadar iyi insan olsanız da oraya girdiğinizde sizde oraya zamanla alışıyorsunuz ve eski savunduklarınızdan eser kalmıyor denmesi, hakikatlerin nasıl da tarumar olduğunu göstermektedir. Yani zamanla alışırsınız diye öğütlerde bulunanlar aslında seninde nasıl dejenere olduğuna şahit olacağız fazla kendini germene gerek yoktur, hayatın insanı neyle karşılaştıracağı belli olmaz. Karşılaştığın ortamlara uyum sağlamazsan yaşayamazsın şeklinde seni senden fazla düşünenleri gördükçe aslında nasılda tüm var olanların senin yokluğun ve imha olman üzerine görev üstlendiklerini görüyorsun…

Bu açıklamaları dikkate aldığımız zaman, zamanla alışan insan değil, zamanla aşan gelişen insan olmaya aday olarak yaşayalım ki, bir mücadele ve misyon sahibi olduğumuz anlaşılsın…” İbrahim’i ateşe atacaklarının haberini ona ilettiklerinde, Allah ne güzel vekil ve o ne iyi yardımcıdır demişti. Bunu üzerine Allah” Biz ateşe dedik ki, İbrahim’e karşı serin ve esen ol…” İşte bu hakikat bizlerin zorluklar ve barikatlar karşısında onlara alışan uyum sağlayan insan olmamızı değil, onları aşabilecek ve onların üstesinden gelebilecek iradeyi ortaya koymamız gerektiğini göstermektedir. Böyle bir yaşamın yardımcısı Allah’tır ve ona hemen Nusret’ini gönderir…Diğerleri ise şeytanla dans ettiği halde Allah’tan yardım bekler.

Rabbim bizleri aşınarak alışanlardan değil, mukavemet göstererek gelişen olgunlaşan ve aşan insanlardan eylesin…Onlar aşkın insanlardır. Hakikatler ancak aşkın insanların eliyle yeryüzünde devrimler yapacaktır. “Rabbim bizleri İmandan sonra topuklarımız üzerinde gerisin geriye tekrar döndürme…” Selam ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/24.04.2021/18.56


24 Nisan 2021 Cumartesi

HAYAT BOŞLUK KALDIRMAZ

 Eğer bir ülkenin kanunları suç ve suçluyu önlemeye yönelik önleyici tedbirler oluşturmuyor, sadece suç sonrası müdahale etmeye dönükse, orada suçlulara uygulanacak yaptırımların pek bir etkisi olmaz. Suçlular üzerinde caydırıcı etkiye sahip olmayan kanunlar, farklı suç örgütlerinin ve suç çeşitliliğinin artmasına sebep olur. Neden böyle bir iddia da bulunuyor olabiliriz. Kuralların önleyici etkisinin ve caydırıcı müeyyidesinin olmamasından dolayıdır ki, suç örgütlerinin biri, izini kaybettirip başka bir suçla ortaya çıkıyor ve bu durum devamlılık oluşturuyorsa, orada çok ciddi ve travmatolojik düzeyde kanuni boşluklar var demektir.

Henüz etkisi geçmemiş ve unutulmamış olan bir tosun vakası vardı ki, onun zedeleri kendilerine gelmemişken yeni ve farklı zedeler ortaya çıktı. Peki, burada sorumlu ve suçlu olanlar hep bu işten kar ederek insanları dolandıranlar olabilir mi? Bunlar elbet fiilin oluşmasında önemli bir yere sahipler, ancak bu fiilin oluşması için onun önüne su taşıyanlar ve bu suların o kanaldan akması için o kanalın yapılmasına ve legalleşmesine göz yumarak gerekli önlemi almayan ve kontrol mekanizmasını çalıştırmayan sistem de o kadar suçlu ve sorumludur. Bir toplumda insanların büyük bir çoğunluğu, mesafesi kısa ama ödülü büyük olan kulvarlarda dolaşmayı ve oradan otlanmayı düşünüyorlarsa, böylesi kapanlara düşmesi kadar doğal bir durum olamaz. Bu yaşamların reklam edilircesine bir toplumun gündemine girmesi ve herkes tarafından konuşuluyor olması, emeksiz kazanma yollarının da rağbet gören bir alan haline gelmesine neden olmaktadır. Emeksiz kazanç elde edenlerin kahramanlaştığı, günlük yaşamlarında olağanüstü sınıf atlamaların gözle görülür değişimler olduğu ortamlar, her türlü olumsuzlukların yaşanması için uygun bir zemine dönüşmüş demektir.

Soruyorum şimdi, bu zeminin oluşasında toplumsal yaşam mı etkili olmaktadır, yoksa siyasi sistemin ve idari mekanizmanın istikrarlı ve bağlayıcı ciddi bir hukuki yapılanmadan yoksun olması mı bunlara fırsat vermektedir. Burada öncelikli olan İdari ve siyasi mekanizmanın, emek ve sorumluluk ölçeğinde elde edilecek imkanlarla bir yaşam sürmenin insani ve toplumsal bir sorumluluk olma bilincini topluma kazandırmamış olması, çok ciddi emeksiz yaşam alanlarının oluşmasına katkı sunmaktadır. Bu ortamlar tamamıyla kuralsız ve kendi içinde illegal bir yapılanmayla toplumun kanını emecek duruma gelerek farklı bir dünya oluşturup o dünyanın albenisi, diğer insanların rüyalarını büyülemeye başladığı zaman çatışmalar ve karşılıklı ötekileştirmeler sonrasında ancak anlaşılabilmektedir. İşte o anlaşılma döneminin meyveleri de bugün ortaya çıkan koin dolandırıcılığı gibi olmaktadır. Koin Koine yatmak isteyenler sağılarak yataklarından uyanırlar.

Toplumsal hastalıkların oluşumuna, toplumsal kökenli olmaktan çok, siyasi ve hukuki sorunların yarattığı boşluklar ve olumsuzluklar neden olmaktadır. Toplumsal yaşamda ahlaki problemlerin oluşumunda genetik kodlarda ve kültür dokusunda bu eylemlerin övünülecek ve desteklenecek bir yaşam olarak destek bulması mümkün değilse, toplumsal yaşamla ilişkili olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak bireysel ve lokal düzeyde problemli yaşamlar oluşmaya başladığında bunlar sistemin yetkili birimleri tarafından denetlenmediği zaman genişleyerek legal bir ortam elde edebilir. Sonrasında da bu legalleşme süreci resmi kurumsal işletmelere dönüşebiliyor. Buradaki legaldik kurallara uygunluk anlamında değil, daha çok toplumsal ortamda yaşayabilecek düzeyde bir meşruiyet zemini oluşturmasıdır.

Bugün herkes ister istemez kendilerine zarar verenin, verdiği acıya bakarak, acıyı veren faile gözlerini çevirmişler. Yani bir yerden taş yiyorsanız taşı atanların o taş atmasına fırsat veren ve onları cezalandırması gerekenlerin bunları hiç dikkate almadan, toplumsal bunalım ve ekonomik problemlerin çoğaldığı bir zamanda, bunları ekonomiye katkı sunan ve insanları meşgul eden yapılar olarak görüp, onlara göz yumulursa geleceği nokta sanıyorum farklı bir yer olmayacaktır. Olumsuz her ortamın arkasında mutlaka bir göz yumma ve günü kurtarma çırpınışlarından dolayı denetimsizliğin yaygınlaşmasının olduğunu görürsünüz. Denetim, toplumsal yaşamda şarttır. Devlet kendisine ait olan görevleri değil de kendisini ilgilendirmeyen sularda kürek çekerse hep boşa kürek çekecektir. Devlet, denetim, akış ve kurumlar arasındaki eşgüdümü sağlayarak çok hızlı bir hizmet ağı oluşturmalı, hizmet ve mallarının kaliteli ve güvenli bir yolla tüketiciye sunumunu özel yapılara bırakmalıdır. Ancak günümüzde özellikle de bizim toplumda devlet, sanki denetimi farklı kurumlar yapacak gibi gayet gevşek davranmakta, âmâ patates çuvalını sırtlanıp vatandaşa dağıtmak için vali, kaymakam, müdürler sıraya giriyor ve boy boy fotoğraf paylaşımı yapıyor, bir fabrika açılışı yapar gibi…Oysa Devletin bu duruma düşmesi bir övünç kaynağı olamaz. Ancak bazı yorumcuların açıklamalarına bakılırsa devlet, vatandaşın evine patates bile götürüyor, malı satılamayan çiftçinin malını alıyor hem onlara yardım ediyor hem de aç vatandaş bırakmıyor ne ala memleket…(!)

Bir de diğer taraftan baktığımızda, Acaba devlet, sistemin işleyişinde nasıl bir tıkanma yaşadı ve insanların mallarının ellerinde kalmasına neden oldu diye düşünmek gerekmez mi? Bir ülkede insanlar patates çuvalına muhtaç duruma geldiyse bunun sorumlusu acaba kim ve bu insanlar bulundukları bu ortamdan nasıl kurtarılmalıdır diye düşünmesi gerekmez mi? Tüm bunlara baktığımız zaman Planlama, dağıtım, denetim ve eşgüdüm sorumluluğunu yerine getirmemiş bir sistemin, sosyal adaletsizliğin yaşanmasına giden yolda önemli payının olduğunun bilinmesi gerekmez mi?

Yani devletin asıl sorumluluk alanlarından kaynaklanan problemlerle ilgili yüzeysel bir vitrin değişimi yaptığını gördüğünüz zaman gevşeyerek kendinizden geçiyorsunuz. Oysa bunlar ihmal edilmiş sorumlulukların az da olsa anlaşılmış olunması olarak görülse belki biraz farklı bakılacak ama savunulacak bir eylemmiş gibi deklare edildiği zaman, kritik yapılması zorunlu hale geliyor…

Bunları, neden mi anlatma ve örneklendirme gereği duydum. Sorunların oluşuna neden olan asıl kaynak doğru tespit edilmezse sorunların çözülmesini bekleyemezsiniz. Dolandırıcıların her geçen gün daha fazla birikim elde ediyor olmaları, sistem ve hukuk sorunlarından kaynaklanır. Dolandırılanların da sürekli artış göstermesi, ahlak dışı bir yaşamın normal hayat gibi içselleştirilmesiyle alakalıdır. Yani emeksiz kazanım bir ahlak problemidir. Ahlaksızlığın yaygın hale gelmesi, ahlak dışı davranışlarla imkanlarını artıranların, sonrasında bey efendi ve hanım efendi olarak taktim ediliyor olması resmi ortamlarda, çok önemli iş adamları olarak öne çıkarılmaları ciddi bir ahlaksal erozyonun olduğunu gösterir. Dolayısıyla bu ahlaki problemli ortamda her an çok farklı dolandırıcılar tarafından dolandırılıyor olmak, olağan dışı bir durum olmaz. Ortam da teneffüs edilecek hava böylesi mikroplar üretir.

İmkânı kıt veya hiç olmayanların da böylesi tuzaklara rahat düşüyor olmalarının arkasındaki en önemli etken, bir umut ya olursa diye sarılmalarıdır. Sosyal adaletsizliğin olduğu ortamlarda suç ve suçlular hep çoğalır, hukuk caydırıcı olmakta yetersiz kalır. İdari yapı idare etmenin dışında kendi yaşamını korumayı idare ediyor olarak anlamaya başlar. Böylesi çarpık ortamlarda ne tosunlar ne koinler biter, her gün yeni bir dolandırıcı şebekenin haberini duyarız.

Sistem kendisini yenilemekten korkarsa, kaotik ortamların oluşması kaçınılmaz olur. Kaotik ortamların oluşumu sistemin zorunlu değişim sürecine yakın olduğunun da habercisi olur. Bu örneklemelerden sonra şunu ifade ederek bu konuyu burada noktalamak istiyorum. Suç ve suç örgütlerinin her gün yeni ve farklı dolandırma taktik ve teknikleri üzerine çalıştığı ve dolandırılacak kurbanlardan ne kadar bir birikim yapacaklarının hesabını yaptıkları dönemde, Sistem hukuken hiçbir açık kapı bırakmamalı ve çapraz kurallarla doğacak boşlukları dolduracak bağlayıcı kurallar ihdas etmelidir. Bu konuyla ilgili çok zeki ve her türlü yolları bilenleri belli ücretler mukabilinde toplayarak onların değerlendirmesine açmalıdır, uygulanacak kuralları…Yoksa bunları, bu parlamentonun yapacağı kanunlarla durduramazsınız. Parmakların kalkıp indiği bir yapı insanların sorunlarını sıfıra indirecek bir mekanizma icat edemezler. Onun içindir ki devlet üzerindeki yükümlülüğü azaltmalı, denetim dağıtım planlama ve koordinasyon dışındaki görevlerden elini çekmeli bu alandaki başarısı onu güçlü bir yapıya dönüştürür. Bunları yapamayan devlet, vatandaşı soyup soğana çeviren, iletişim telekomünikasyon ve enerji kuruluşlarının nasıl legal yollarla vatandaşın kanını emdiğinin farkına bile varmaz…

Uyanarak kendimize gelmek için bir kritik ve doğru saptamalarla problemleri doğru tespit edip doğru yöntemlerle kalıcı sonuçlara ulaşmak ümidiyle selam saygı ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/23.04.2021/23.31


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!