Bu Blogda Ara

3 Nisan 2021 Cumartesi

KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA ÇAĞRI

 Çıkarlarına iman ettikleri halde Allah’a inandığını sananlar şirk dinine iman ettiklerinden Yüce Rabbimiz der ki,” Ey İman edenler Allah’a ve Resulüne iman edin…” Yeryüzünde iman etmeyen hiçbir insan yoktur, ancak iman ettikleri ilahları birbirinden farklı sadece…Kimisi hiçbir şeye inanmadığını iddia eder ancak doğaya iman eder, kimisi atalarının ruhunun aralarında yaşadığını ve kötü durumlarda onların yardıma geldiğini düşünerek ona inanır. Kimileri her şeyin sahibi bir ve tek olan yegâne güç ve kuvveti bir varlığa vermeyi kendilerinde bir kompleks edinerek kendi akıllarını kendilerine bir ilah edinirler…Kimleri kendilerini bir hiç kabul eder nesneleştirerek gören ve gözetleyen bir varlığa değil de köhnemiş onlarla birlikte oturan kalkan ama hiçbir işe yaramayan zanlarını tahminlerini yaratıcı olarak görüp, ona iftira atarak Yaratan Allah’a inandığını iddia eder. Yani yeryüzünde o kadar farklı inanış şekli ve türü var ki bunları burada anlatmaya gerek yoktur. Ancak bir ve tek olan yegâne güç ve kuvvet sahibi Mülkün tek sahibi zerreden küreye her şeyin ruhu elinde olan ve o istediği zaman o ruhları katına çağıracak olan Allah’a iman iddiasında bulunmak fazla olmasına rağmen, ona yakinen teslim olmuş inananlar o kadar hayatın ortasında göze çarpmaz…

İman, belleğe yerleştirilen bir bilginin tekrarlanması olmadığını bilmek gerekir. İman sadece inandık demek değil, o inancın hayatın rotasında yön tayini yapabilmesidir. Hayatın yönünü inanılan gücün istekleri doğrultusunda çevirememek inançtan uzak bir yaşamın göstergesidir. Bir aracın farlarının ampulü patlamış ise bu arabanın bu karanlıkları rahat gideceğini nasıl ki iddia etmek mümkün değilse, hayatın içinde yön buldurmayan iman, iman olamaz ondan dolayı insan, inandığı gücün ne olduğuna iyi bakması gerekir. Karanlık bir yaşamın kurbanı olan varlıklar Allah’ın nurundan yararlanamamış nesnelerden başkası değildir. Allah’ın nuru hayata yön vermiyor ve yaşamı aydınlatmıyorsa orada hayata Hükmeden bir yaratıcı yoktur. Hayatın ipleri başka ilahların eline geçmiştir. “Allah, İman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan alıp aydınlığa götürür. Küfredenlerin (hakikatin üzerini örterek o hakikatin ortaya çıkıp insanların ondan etkilenmesini istemeyenler) dostu da tağutur. Onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür. Onlar ateş ile arkadaşlar, sarmaş dolaş birlikte yaşayacaklar ve onlar orada ebediyen kalacaklardır.” Bakara:257

Bu uyarı hakikaten ben Allah’a iman ediyorum diyenlerin yürek duvarlarını param parça etmesi gerekir, etmiyor ve orada hala isteklerin ve arzuların spermleri kuluçkaya yatmışsa yeni yavruların oluşmasına ve büyümesine hizmet ediyorsa, iman iddiası o yüreği patlatmamışsa O da Allah’ın acıması ve rahmetinin bir eseridir. Ey insan! Kerim olan, Yerin ve Göklerin rabbi ve tüm kâinatın ruhunu elinde tutan Mülkün tek sahibi Allah’a karşı seni bu kadar duyarsız ve hissiz yaşatan ve kendi pisliği içinde boğan nedir. Yarınlar çok yakın dünler çok uzak, bugün yaşamın önünde yaptıkların ortada bunlara rağmen hala kendini masum kılarak bahanelere sarılmak en büyük meziyetin olmuş. Hesap çok çetin…

Yaratıcı Allah’tan başkasına inananların inandıkları, onların önünü aydınlatmaktan uzaktır. Nur ancak Allah’tandır. Allah’ın nur vermediği kimsenin nuru mu olur. Allah nur üzerine nurdur. O hep aydınlatır ve neyin doğru, neyin yanlış, neyin ne olduğunu ancak onun ışığı tanımlar. Onun ışığının yansımadığı yaşamlar, karmaşık kaos denklemlerine göre kendilerine bir yaşam formülü icat ederler ancak bu formül onların sorunlarını çözemediği gibi, sadece var olan sorunlarının kapsamının ve ağırlığının artarak devam etmesini sağlar. Bu inancımdan dolayı diyorum ki, Yaratıcının hesaba katılmadığı hiçbir düşünce ve uğraş, ne kadar iyi ve güzel ambalajlanarak sunum sahnesinde yerini alsa da içi kurtlanmış bir cevizden farsızdır. Kimse kimseyi aldatmasın demeyeceğim, çünkü bu hususta ancak herkes kendisini aldatır. Kendimizi aldatmayalım, o kendimiz bizim irademize teslim olmuş irade, mutlak iradenin isteklerine göre eğitilmiyorsa, onu eğiten onun rabbidir. O halde herkes kendi rabbini sorgulasın acaba benim mürebbim kimdir diye…

Parayla mutlu olup sükunete eriyor ama Allah’ın buyruğu senin damarlarında bir kıvılcımlama meydana getirip seni senden almıyorsa, Allah senin nasıl mürebbin olabilir ki…Hesapsız yaşamak ne olursa olsun gelsin haneme, “ne olursa olsun ver Allah’ım, haram helal demez bu kulun yer Allah’ım” diyen yaşamların hangi noktasına acaba Allah’ın hükmettiği söylenebilir. Allah Kitap sayfalarında inanılması gereken bir söz dizimi değildir. Allah yaşama hükmeden hayatın sınırlarını kendisinin belirlediği merada en üst düzeyde mücadele ederek yeryüzünden zulmün yok olması için çalışan ve herkesin adil yaşaması için öncülük yapan biri olarak mukaveleye karşılıklı anlaşarak imza atmamızı isteyen, merhamet sahibi mülkün tek sahibidir.

Donanımı Allah’tan olan bir yürek ve beynin yazılımını, yeryüzü firavunlarının yaptığı yaşam, asla Allah’a iman üzere devam etmez. Dünya ve içindekilerin önemini bize anlatan Rabbim, ahiretin de kıymet ve değerini en ince noktasına kadar anlatırken, dünyayı değerli bilip son da sanki burada olacakmış gibi dünyaya tapanların, Allah’a iman iddiası sadece ve sadece kendisiyle alay etmesidir. En büyük zulüm insanın kendisini aldatmasıdır. Çünkü kendisini aldatan varlık doğrudan Allah’a şirk koşan varlıktır. Allah’a şirk ise en büyük zulümdür. Şirkin kapısının aralanması insanın kendisini avutmasıyla başlar, avutulan bu varlığın hayatındaki bu avutucu isteklerin çoğalmasıyla şirk kapısı sonuna kadar açılır, açılan bu kapı ancak dünyalıkların üzerinde yatan kalkan bir müşrik ortaya çıkarır. Müşrikler mümin değildir. Mümin olduğunu sanan dünyaperestlerin hayatına şirk mi daha fazla kök salmış, yoksa Allah’ın ışığı mı bunu ayırt etmenin yolu, değerli olanın önemli olan dünya hayatına feda edilip edilmemesiyle çok rahat ortaya çıkar. Ahiret bizim için çok değerli diyen varsa, bu dünyaya hiç önem vermeyip kendisini münzevi bir yaşama adamış ve dünyanın imaratındaki rollerini yerine getirdiğine şahit olmuyorsanız, inanmayınız çünkü yalan söylüyordur. Dünyanın imaratının önemi, yeryüzünde kulluk mukavelesine attığımız imzanın bize yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu bilerek imzalamamız için tüm insanlık adına, ben sizin Rabbiniz değil miyim diye, bize soru sorulduğunda, hep birlikte Rabbimiz biz şahit olduk sen bizim rabbimizsin dedik…İşte o gün bir sözleşme yaptık, rabbimiz bizi atalarımızın yaptığı hatalardan dolayı sorumlu mu tutacaksınız demeyesiniz diye hepinizden kendi iradenizle yaptığınız sözleşmeye uymanız gerekmez mi…Hayır hayır, siz arkanızdaki değerli bir günü bırakıyorsunuz ama önünüzdeki görülenlere iman ediyorsunuz…Peki gördüğünüz dünyalıklara iman ettiğiniz halde bir de Allah’a iman ettik demeye utanmıyor musunuz? Allah’a imanın olduğu yerde huzur sükûnet, kardeşlik Barış, hakkaniyet adalet, insanların sadece ecelden öldüğü, ailelerin dağılmadığı, çocukların beyinlerinin yüreklerinin öldürülmediği, yaşlılarının baş tacı yapıldığı kurdun kuşun dağdaki bir arının hakkının verildiği sükûnet yurdu olmanız gerekmez miydi? Bunlara rastlamıyorsanız o zaman acaba neye inanıyorsunuz hala mı sorgulamayacaksınız…

“Size Allah’ın gazabına uğrayanları haber vereyim mi de: Onlar tüm amelleri boşa gittiği halde hala kendilerini Salih bir yolda sananlardır…” “Ey İman edenler! Allah’a ve Resulüne iman edin…

Erol KEKEÇ/03.04.2021/01.24


30 Mart 2021 Salı

DİJİTAL ÇAĞIN AKLA BÜYÜK İHANETİ

 Aklın kızağa çekildiği duyguların kazıktan boşandığı ortamlarda insan seçenek aramayı bırakır, duyguların çekim merkezinden kendisine bir post edinmeye bakar. Duygular çok mu kötü, insanlarda estetik bakış ve hayranlık istekleri oluşturabilir diyebilirsiniz…Doğal ortamında yaşayan varlıklar için bu dediklerinizin doğruluk payı çoktur. Ancak kendi doğasıyla savaşan bir canavarın yaratıldığı ve o canavarın zincirlerinin de karanlık dehlizlerde avını bekleyen yırtıcı timsahlarda olduğu çağda bunların hiçbir geçerliliği kalmaz.

Aklın korkusu o kadar etkili ki, çekim alanına giren herkeste korku nöbetleri oluşturmakta…Bu korku nöbetlerinin geleneksel paranoyak bir sürece dönüşme endişesi, bu nöbet yaşayanlarda ciddi arayış ortaya çıkarmaktadır. İşte, bu arayış sonrasında verilen kararlar, aklın kızağa çekilmesi hatta kullanım alanı ve kendisine yeni manevra alanları oluşturmaya çalışırsa, kızak daha şiddetli boyut kazanarak bir kazığa dönüşebiliyor. Kazıklar da etkisiz kaldığında küresel bir mikropla uyuşturularak işlevsiz kılınarak, duyguların esiri olan bir yaşam baskın duruma sokuluyor. Son iki yıldır, Corona muhabbetiyle yaşadıklarımız tamamıyla dizginlenemeyen ve sonrasında bağlanılan kazıkları söküp atan aklın yeniden bir tuzağa çekilerek işlevsiz kılınma mücadelesi olduğunu bilmek gerekir.

Bu kadar uğraşlar, Rasyonel çağda yaşıyoruz herkes aklı kullanmalıdır diye dillendirilen solo şarkılar yalan mı peki diyeceksiniz biliyorum. Ben yalan veya yalan değildir demiyorum fotoğrafın bu olduğunu bu fotoğrafı yorumlama ve kritiğini insanın kendisi yapması gerektiğini düşünüyorum. Bu fotoğrafı yorumlamaktan aciz ve fotoğrafın üzerindeki resmi nasıl görmek gerekiyorsa o beklentiler doğrultusunda anlıyorsanız fazla söze gerek yok, zaten kendi aklınızın imha olduğunu kendiniz ortaya koyuyorsunuz. Eğer insan kendisine sunulan herhangi bir konuda ne isteniyorsa o doğrultuda beyanda bulunuyor, bağımsız kendi içgüdülerini konuşturup akıl süzgecinden süzerek görüş beyan edemiyorsa, aklının işlevsel olup olmadığını yaptığı yorumlardaki debi gücüne bakarak kendisi karar verebilir.

Çağımızda duyguların işlevi daha çok toplumsal davranış kalıplarıyla kendisini ortaya çıkarıyor. Toplumsal davranışlar genellikle sürü psikolojisinin yansımalarıdır. Bu ortamların en karakteristik yanı aynılaşma ve farklılıkların giderek azalması hatta zamanla tamamıyla ortadan kalkmasını beraberinde getirir. Aynılaşma, yaşamda, görmede, konuşmada, giyimde kuşamda yemekte evlenmede, çocuk yetiştirmede vs. aklınıza gelebilecek topluluk yaşamlarındaki her türlü özelliklerde kendisini gösterir. Bu ortamlarda ortak uyaranlar çok etkileyici bir güce sahiptir. Ferdi ayrışmalar yok denecek kadar azalır, hatta bunlar bir tehlike olarak görülür. Ferdi farklılık gösterenler kendi yaşamlarıyla ilgili rehabilitasyonu kendileri yaparak topluma bir an evvel uyum sağlamaya çalışırlar. En parlak sloganları da toplum sana uymuyorsa sen topluma uyacaksındır. Böylesi zihin uyuşturmanın salgısı insanın kendi içinden gelen bir salgıya dönüşmüşse, aslında orada akıl komaya girmiş demektir. Peki aklın komada yoğun bakım ünitesinde kendi kaderine terk edilerek cenaze merasimleri hazırlıklarının yapıldığı dijital bir çağda, onun yerini alacak başka mekanizmalar geliştirilmesin mi? Elbette geliştirilmelidir hatta geliştirilmiştir de…

İçinde bulunduğumuz dijital çağın en belirgin yanı, duyguları depreştirmesi, aklı ölüme mahkûm etmesi, âmâ aklın insanın hayatında ne kadar önemli olduğunu anlatarak, kendisinin küresel bir din ve yaşam tarzı olduğunun açığa çıkmasını gizlemeye çalışmasıdır. Dijital çağ, sürüleşen varlıkların duygusal refleksleriyle yaşam alanlarında, hızlı yaşa ve çabuk haza ulaş, gerisini sorgulama ye iç yat ve önündeki ile mutlu ol, zamanı hep benim belirlediğim sanal diye sunulan, aslında gerçek olan o yaşamın vazgeçilmez uyuyan bir neferi olmanı istemesidir. Bu süreci başardığını söylemek mümkündür, bu süreç başarıldığı zaman geriden gelenlerin daha çabuk sindirilmesi sağlanır. Bugün dünyanın her yanında uyarıcılar aynıysa, insanların akıl alanında aklın belirlediği rotada yaşam sürdürdüklerini söylemek mümkün müdür?

Dijital çağın etkisinin gelecek kuşaklar üzerinde daha yoğun olduğunu hepimiz konuşmaktayız ama neden öyle bir ortamın oluştuğunu ve sebeplerini ortaya çıkarmak için tutarlı ve kararlı adımlar atmada da bir o kadar başarısızız. Gelecek kuşaklar aslında sürü psikolojisinden uzaklaşmak isterken, farkında olmadan teknolojinin yönettiği ve soru sorduklarında karşılığını alamayacakları bir gücün elinde sürü haline gelerek paçavraya dönmüştür. Teknoloji dediğimiz yapay zekadır. Yani insanın zekasını esir alarak insan için kararları kendisi vermekte hatta onun adına düşünmekte, nerede hangi hamleyi yapacağını o karar vermektedir. Böylesi basit ve sıradan bir nesnenin canlı varlıktan da öte insan hayatına hükmederek, herkesi aynı hizada buluşturup hepsini kendisine boyun eğdirdiği bir ortamda insan kendi başına kararını verdiğini söylese ne kadar inandırıcı olur. İnsanın insanlığını kaybettiği çağın giriş kapısındayız, ya bu kapı herkese açılacak herkes nesnenin kulu kölesi, ekranları da kendi cenneti sanarak cehenneme yuvarlanacak, ya da bu kapının dışında farklı seçeneklerin olduğunu ortaya çıkarıp insanlık için o alanları daha cazip duruma getirip, insanların bilinçli ve idrak ederek o alana yönelmelerini sağlayacağız. Zaman çok hızlı geçiyor, yarınlar geç olabilir demeyeceğim, saniyelerin çok önemi var; bu konuda her sorumluluk sahibi bilim adamının fizyolojik yaşam mücadelesinin ötesinde, insanlık için faydalı bir adım atmasının zorunlu olduğu çağda yaşıyoruz. Güneş batmadan vakti değerlendirmek elimizde, gün battıktan sonra herkesin horul horul uykuya dalarak, daldıkları uykunu
n hazını çıkarırken onları çuvaldızla uyandırmak bile güçleşebilir.

Bireysel tercihler yaptığını zanneden nesil, aslında seçeneksizleştirildiğini bilse kendisine gelecek ama o da elinden alındı. Tüm insanlığın ekran başına taşındığı bir zamanda hala insanlar için farklı seçeneklerin olduğunu söyleyenler varsa bu iddialarını yaşam alanlarına taşımaları ve bir yaşam tarzı olarak örnek oluşturmaları zorunludur. İnsanlığın ekranlarda sevgili, dost, eş, aş, oyun haber vs. aradığı ve buradan aldığı bilgilerle mutlu olup, başka alanlara kendini kapayarak bir yumak kirpiye döndüğü ortamda size kalan ancak kirpinin dikenleri oluyor. Yani anlayacağımız tek bir uyaran dünyayı ayağa kaldırıp tekrar oturtuyor rahat ve hazır ola geçiriyor. Böylesi güçlü bir uyarıcı ancak ve ancak duygulara hitap ederse kazanır. Akla hitap ettiği zaman kritik sorgulama ve analizlerle hem zaman kaybeder hem de akıldan geri dönebilir. Onun içindir ki dijital çağın tüm araçları aklı kızağa çeken ama duyguları son hızla yarış alanına iten ve çeken araçlardır. Yani bu çağın, dünyanın bir köy haline getirilerek itirazsız, bir tuşa dokunmayla emir komuta kademesindeki gibi bir yaşama insanlığı sürü olarak taşıdığı çağ olarak tarihe damga vuracağı kesin.

Aklın yerini duyguların aldığı ve freni patlamış bir araç gibi önüne gelen her şeyi ezerek geçen, bu nesli yeniden istikamet üzere dosdoğru ayağa kaldırmanın yolu önce kendimiz olmaktır, sonrasında kullanılmayan kızaktaki aklı, o kızaktan alıp hayatın rotasına yeniden oturtmaktır. Bunu başarabilenler tarihin yönünü değiştirecek enerjiyi yenden yaratacaklar, diğerleri tarihin akışı içinde yok olup gidecekler…Dünyanın nüfusu kendiliğinden dijital çağın patronlarının isteğine uygun hale gelecektir. Bu süreci delmek için hep birlikte aynı uyarandan etkilenen bir kitle tortusu olmaktan çıkıp, akli idrak ile yeni ışıklar ve yeni yolla insanlığa umut saçacak bir yaşamın aydınlığına şahitlik yapacak duruma gelelim.

Erol KEKEÇ/30.03.2021/01.24

29 Mart 2021 Pazartesi

SAVUNMA SENDROMUNDAN SAVUNMASIZ YAŞAMA

 Liyakatten ne anladığımızı sorgulamaya gerek yok sanırım. Çünkü her anlayışın liyakat anlayışı kendisine destek veren eş, akraba ve yakınlarını milletin sahibi olduğu kurumların başına getirmektir. Böyle olunca da devlet, devlet olmaktan çıkıyor, her siyasal partinin arpalıklardan istifade etmek için bir an evvel devir teslimin kendisine gelmesini bekliyor. Ülkenin politikası ülkenin nasıl daha iyi yönetileceği üzerine fikirler geliştirme ve halkı mutlu etmeyi amaçlayan motivasyonu yüksek fikir ve eylemleri barındırmaktan çok uzaktır. Bir kurumun yönetimine gelenlerin ilk icraatları yolda birlikte nasıl götüreceklerini hesap ettiği adamlarını yanına almak oluyor. Dolayısıyla her gelen bu süreci iyi takip ediyor ve kimse kurumların hakkını verecek ehliyet sahiplerini oralara getirmeyi asla düşünmüyor. Böyle olunca orada arada bir ehliyetli kalmış olanları görürseniz o işi ondan başka çözecek biri olmadığından zorunlu kalış ya da o ortama uyum sağlamıştır.

Mekke’nin fethi sonrası dışarı çıkınca Abbas ve Hz. Ali’nin Kâbe anahtarlarının kendilerine verilmesini istemeleri üzerine Resûl-i Ekrem, Osman b. Talha’ya dönerek bir zamanlar Kâbe anahtarları konusundaki konuşmalarını hatırlattı. Ardından da Kâbe anahtarlarını ona ve amcasının oğlu Şeybe b. Osman’a verip bu anahtarların kıyamete kadar kendilerinde kalacağını söyledi. Bu örnek Allah’ın resulünün emaneti ehline verirken yakınına değil, o işin ehline nasıl teslim ettiğini anlamayanlar, liyakatin ne olduğunu asla anlayamazlar.

Yaşadığımız bugünlerde ülke gündeminden düşmeyen şahsın bulunduğu konum dikkate alındığı zaman ne kadar da ehliyetli kişilere makamların teslim edildiğini görmekteyiz(!)Bu olayın açığa çıkması sonrası şahsın kendini savunurken söylediği bu Kokain değil, pudra şekeri ifadesi tam liyakatsizliğin dip noktasıdır. Bu durum olamaz mı elbette olabilecek hadiseler, insanoğlunun olduğu yerde her şeyi söylemek mümkün, ancak işin ehli ve liyakati dikkate alınarak bu makamlar teslim edilseydi, bunları görmek ve sonrasında savunur durumda olmak mümkün değildi. Ülkenin yönetim alanları ve hiyerarşik yapılanmalardaki mevkilerin dağıtımında horca kullanılan bir anlayışın olduğu inancındayım. Bu işlerden sorumlu olanlara kendi firmalarında bu insanlara bir makam verir misiniz diye sorduğunuzda asla bu adam o işleri nasıl yönetecek, özel sektör farklı diye cevaplar alabiliyorsunuz. Milletin emanetinin bir önemi olsaydı bu makamların nasıl daha hassas korunması gerektiğini görürdük. Liyakat ehlinin söz sahibi olmadığı, ehliyetsiz ve güvenden yoksun olanların kamu alanlarının sorumluluğuna sahip olması demek o toplumun başka bir kötülük aramasına gerek yok demektir çünkü bir toplumun ifsatı için ehliyetsiz ve güvensiz kişiliklerin mevkilerde söz sahibi olması yeterlidir.

Öyle zamanlar oldu ki, bu ülkenin meclisinden vekil olan bir şahsın,” Allah demiyor mu akrabalarınızı ve yakınlarınızı koruyun” diye biz de ayete uygun davranıyoruz farklı davranmıyoruz diyecek kadar pişkin ve yüzü kızarmayan laflar edenlerine şahit olduk. Bu anlayış toplumsal bir gelenek oluşturdu. Ülke yönetimine gelen her politik anlayış, kendi doğruluğunu kendisinden öncekinin yapmış olduğu olumsuzlukları göstererek kanıtlamaya çalışmakta. Bu tür basit ve sıradan anlayışlar çok karmaşık bir toplum yapısı oluşturmaktadır. Yani toplum, her gelen politik anlayış kendi yakınlarını iş başına getirecek liyakatli olsun olmasın fark etmez bu bir kaderdir şeklinde bir anlayışa bürünmektedir. Böylesi karanlık bir yaşam örgüsü o toplumu öyle bir kuşatır ki doğru ve güvenilir olanların gelmesi mümkün olmaz, gelenler olursa da onlar yaratanın bir rahmeti ve mucizesi olarak bilinir. Hatta gazetelerde boy boy gösterilir, geçmişten bugüne, bugünden yarınlara bir efsane gibi anlatılır durur. Nedeni ise, olumsuzlukların bir kader olduğuna teslimiyet, iyiliklerin ise bir mucizeye bırakılmasıdır.

Eğer bir toplum olumsuzlukların ve kötülüklerin bir kader olduğuna inanacak kadar kendi tarafından bir yanlış olduğu zaman onu nasıl gizleyeceğini ama farklı taraftan aynı yanlış olduğu zaman üzerine katarak büyüterek anlatmaya devam ediyorsa, o toplumda yaşam, karanlık oyun kurucuların istek ve beklentilerini çok kolaylaştırır. Çünkü kendilerini içselleştirmiş bir halk olduğundan, yanlışları doğru gibi tüketecek beyin fukaralarının, bunların yaşamalarına kendilerini feda edecekleri zamanlara gelinmiştir. Bu sürecin doğru bir ölçekte değerlendirilmesinin yapılmadığı ve gece ile gündüz arasındaki o keskin çizginin ayırt edileceği bir ortam yakalanamayacağı için mazlum olduğunu söyleyenler, mazlum olma vasıflarını kaybeder ve kötülüklerin yayılmasına katkı sunan bir taşıyıcı zalim durumuna geçerler.

Ülkemiz gerçekliğini dikkate aldığımız zaman, karanlıkların tarih boyunca bu ülkenin insanlarının bir kaderi olarak sunulmasındaki en etkili ve belirleyici faktör, yanlışları onaylayanın halk olmasından kaynaklanmaktadır. Halk, kendi arasında rekabete girişmiş ise, karanlık oyun kurucular galibiyete çok yakın demektir. Her oyun kurucu kendi taraftarını oluşturmadan sahaya inip aktif oyununu oynamayı düşünmez. Onları destekleyen ve yalnız bırakmayan hatta sadece bağırmak ve küfrederek cinnet yaşamaktan başka bir kazancı olmasa da onların arkasından gittiklerinde psikolojik bir rahatlama yaşıyor ve kendilerini terapi olmuş gibi hissediyorlarsa, bu toplumlar hep ezilmeye mahkumdur. Çünkü onların rahatlaması, toplumsal terapi gösteri sezonunu arada bir atlatmalarına bağlıdır. Bu kaotik yaşamdan onları kurtarmaya çalışırsanız, onları çok ciddi bir travmayla karşı karşıya getirirsiniz ve sizin mesajınıza alışamazlar. Alışamadıkları için de sizlere bir kulp takarak doğmadan sizi imha etmeyi de bir görev ve sorumluluk bilinciyle yaparlar.

Toplumsal algılar değişmeden liyakat ve ehliyet gibi değerlerin de yerine oturması mümkün değildir. Doğru-yanlış, iyi -kötü, dürüst-sahtekâr, güvenilir-güvenilir olmayan gibi kavramlar fıtrat genlerinde tanımlandığı şekliyle tanımlanarak herkesin buna ortak bakışını sağlamak ve ortak eylem birliği oluşturmak gerekir. Bu gerçekleşmediği zaman, ortaya çıkacak olan sadece herkesin kendi menfaatini doğru diğerlerini yanlış olarak bilmesi olur. Yaşadığımız toplumda maalesef böyle bir körlüğün yaşandığına aklı başında olan herkes şahit olmaktadır. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için yapılması gereken en önemli ve sürekliliği olan güç Allah’ın ayetinde belirtiği gerçekliğin yaşam alanlarında karşılığının olmasıdır. “Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah sizin durumunuzu değiştirmez.” Rad:11

Yani bireysel değişim ve dönüşüm sağlanmadan toplumsal dönüşüm gerçekleşmez. Toplumsal dönüşüm gerçekleşmezse yönetim sistemi düzelmez, yönetim sistemi düzelmezse toplumsal huzur olmaz. Toplumsal huzur olmazsa barış kardeşlik ve selamet olmaz, bunlar olmadığı zaman da paranoyak yaşayan ve sürekli tedirgin ürkek ve ne olduğu belirsiz varlıklar ortalığı doldurur. O zaman da ne mi olur, karanlık oyun kurucuların bu tür toplumları denek olarak kullanıp deneylerini gerçekleştirmesi kolaylaşır. Deneyler bizim üzerimizde gerçekleştirildiği sürece etimizden sütümüzden ve kanımızdan faydalanacak olanlarda tükenmeyecektir.

Bunları iş olsun ve insanlara laf saymak için anlatmıyorum kendimiz olalım kendimize gelelim, tencere senin dibin kara, kazan senin dibin benimkinden daha kara, diye birbirimizin lüzumsuz seciyelerimizi ortaya koyup onunla bazılarının istek ve beklentilerine uygun davranarak kendimizi yok edeceğimize, ana bileşene yönelelim görelim asıl etkileyici ne imiş…Ana değişkeni bulamayanlar yan değişkenlerle vakit geçirirken, ana değişken yüreğinizi deler ve geçer…Bakalım hayırlısı neymiş demeyeceğim toplu çıkan sözler gibi, görelim ki, Rabbimiz hayırlı olan bir yaşama gözlerimizi ve yüreklerimizi açsın…İşte o gün, liyakat ehli ehliyetiyle karşınıza çıkar, orada kimseye haksızlık ve zulüm olmaz, yoksa bu basitlikleri konuşa konuşa kendimizi mezarlara kadar taşırız hatta herkes kendi ecdadının ne kadar asil ve şecaatle olduğunu anlatarak hayata son noktayı koyar. Son gelmeden önce, aklını başına alarak ilk adımı atanlardan olmak dileğiyle herkese selam ve hürmetlerimle….

Erol KEKEÇ/28.03.2021/22.17


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!