Bu Blogda Ara

24 Mart 2021 Çarşamba

AŞAĞIDAN YUKARIDAN YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR

 Üçüncü dünya ülkelerinde siyasal yönetimler birçok uygulamasını popülizme yönelik yaptığı için inandırıcılık yanı pek ilgi görmez. Ondan dolayıdır ki kendisini yırtsa da ne geçen zamanı ne de sarf ettiği enerjiyi geri toplayabilir. Toplum menfaatine ve insanların yarınları için alınacak kararlar ayak üstü ya da siyasal iktidarların sadece kendi istekleri ile yapılacak işler değildir. Ayak üstü ya da akşamdan sabaha alınan kararlar ve kanun hükmünde kararnamelerin tamamı günü kurtarmaya dönük çıkışlardır. Sosyolojik olarak değerlendirilecek bir gerçekliği ve hakikati de barındırmaz.

Yıllar öncesini hatırlıyorum da toplumun haberinin olmaması gerektiğine inanılan politik uygulamalar mesela zamlar gibi, ayrıca ihtilal yönetimleri ihtilallerini sabaha karşı geceden sonra duyururlardı. Hemen arkasından toplumu kuşatırlardı uymayanları da en ağır şekilde cezalandırırlardı. Gece baskınlarından bir örnek şu an aklıma geldi,12 Eylül’ün sonrası önümüzdeki yazdı, ilkokulu bitirmiştim o yaz köyümüzde pamuk tarlalarına gider gelirdik akşam erken vakitlerde herkes evine gelirdi. Bizim köy sınıra 6 km civarında ayrıca bizim köy ile sınır arasında sınır güvenliği için çok denetimler yapılırdı, o dönemde herkesin ürküp evinden çıkamadığı bir Yüzbaşı vardı Halk lakabını Gavur Hasan koymuştu…Gavur Hasan denen Yüzbaşının sınır boyundaki köylere çektirdiği işkenceleri bugün sanki yaşıyormuş gibi aynı hassasiyeti taşıyorum. Bir çobanın yanında cipi ile durur bu nedir ne işe yarıyor dedikten sonra, çobanın köpeğini kafasından kurşunlayan bir Gavur Hasan’dan bahsediyorum bunlar Hikâye ve masal değil çocukluğumuzda bu acıları iliklerine kadar hisseden biri olarak yazıyorum. Bizim sınır Bölgesindeki köyümüz tamamıyla akrabalarımızdan oluşur amcamlar ve biz. Âmâ sınır bölgesindeki köyler tamamıyla Kürt köyleridir hatta bizim köyün karşısındaki dağın adı Kürt Dağıdır. Kürt dağının etekleri bizim tarafta kalır yukarı kısımları Suriye bölgesinde uzanır. Bizim köy Türk Köyüdür Köyümüzün merkez mahallesinde bir iki aile var Kürt olan. Bunları neden mi anlatıyorum, Kürt köylerinden isimlerini burada zikretmeyeceğim bu köylerden bazılarında bu Gavur Hasan’ın yaptığı aşağılayıcı işkenceler dilden dile anlatılırdı. Hatta o köylerden Rahmetli Babamı ziyarete gelen çok insan olurdu çünkü bölgede bir kanaat sahibi kişiydi. Bir gün onlardan birisi, Lo vallahi Cuma dayı bizim köyde erkekleri soydular don atletle bıraktılar hep avratları sırtımıza yükleyip belli bir yere kadar götürüp getirmemizi istediler taşıyamayanları coplarla feci şekilde dövdüler her iki üç günde bir gelir Gavur Hasan bunları bize yapar. Şu kadar silah getireceksiniz, yahu bizde bu kadar silah yok nereden getirelim desekte laftan sözden anlamıyor, vallahi ben parayla silah alacağım onun istediğini vermek için, yoksa bizim anamızı ağlatıyor diyerek dert yanıp babama bunları anlatırken dinlediğim günü, sanki şu an gibi anımsıyorum…

Böylesi bir sürecin karanlık tezgahlarının neredeyse buna bazı yönleriyle benzerlerini günümüzde yaşadığımızı görünce içim sızlamaya başladı. Yıl 2021 ama kafa hala Orta çağ Feodalitesinin beynini taşıyor. Nedense bu toplumda bir gelenek olmuş her gelen yöneticiler, halktan gizledikleri ve halkın fazla haberdar olmasını istemedikleri konuların resmileşmesini hep gece vakti yapıyorlar. Bu da insanı ister istemez bazı düşüncelere götürüyor.

Yine Bu İstanbul sözleşmesini ele alacağım, bu sözleşmenin meclisten geçmesi için yapılan oylamada dört farklı partinin oy birliği ile bunu geçirdiklerini çok iyi hatırlıyorum…O dönemin iktidar partisinin grup sözcüsü tüm partilere ayrı ayrı teşekkür ederek çok büyük bir iş başardıklarını anlatıyor ve hepsine bu davranışlarından dolayı şükranlarını iletiyordu. Yani bunun üzerinde çok düşünüldüğü ve herkesin çok ciddi bir sorunu çözmek için hamle yaptığı söyleniyordu ve bugünlere kadar da yılmaz savunuculuğunu iktidar partisi yapıyordu. Hatta bundan dolayı bazı eleştirilerinden dolayı İktidar partisinin kadın kolları Ülke genelinde mahkemeye vermek için Abdurrahman Dilipak aleyhine mahkeme koridorlarında izdiham oluşturmuşlardı ve bunun üzerinden de bir yıl yeni geçiyordu ki, İstanbul Sözleşmesi olarak üyeliğimiz bulunan, kadına şiddet sözleşmesinden ülkemizin çekildiği, cumhurbaşkanlığı sözcüsünden yazılı bir açıklamayla beyan edilmişti. İster istemez insanın aklına çok sorular geliyor, üzerinde çok durulduğu çok araştırmalar sonrasında bu anlaşmanın onaylandığını söyleyen iktidar partisi sözcüleri şimdi bunun tersini söyleyerek bu sözleşmenin hükümlerinin geçerli olmadığını söylüyorlardı. Sahiden merak ediyorum bunu onaylayanlar sizseniz bunu rafa kaldıranlar kim, rafa kaldıranlar sizseniz, bunu yürürlüğe koyanlar kimdi…(!)Her ikisi de sizseniz biz sizin hangi eyleminize inanıp güvenelim, siz bile yaptığınız eylemin doğruluğuna inanmazken ben niye size inanayım…

Neden gece vakti sabaha karşı bu karar alınır, Merkez Bankası başkanı kaç ay oldu ki başkanlıktan alındı. Bir ülkenin milli varlığını yönetmeniz için oraya getirenler sizi, her şeyi hallaç pamuğuna çevirmeniz için oraya getirmedi. İstikrar, ekonominin güvencesi  diyordunuz, bu söze güvenen insanlar öyle bir görevi tevdi etti ise, Milleti canından bıktırmak için bu görevi vermedi…Geldiğimiz noktada canından bıkan bir toplum var, bir de fanatik bir eli balda bir eli yağda yukardan insanlara bakan işini çok iyi bilen bir koymadan birçok şeyi kökünden süpürüp götürenler, bir de gariban samimi ne dersen de onun kafasındaki sevgiyi kimsenin yıkamadığı ama yaşam sınırlarının çok altında yaşayan her şeyi bir kader olarak gören insanlar var…Ayrıca bunların dışında bir elinde ayna bir elinde cımbız her ortamda çalıp çalıp oynayan kapısında köpek bağlı olanlar var onlar her zaman asil ırktan gelenler olarak pastanın en iyisi bunlarındır…Her taraf kan revan olsa hiç ilgilerini çekmez ama sesleri o kadar yüksek çıkar ki, İğdiş edilmek istenen Merzifon merkepleri gibi t….kları iki taş arasına alınmış gibi öyle anırırlar ki sanarsın  bu ülkenin tek ezilenleri onlar; oysa bunlar her dönemin tek hücreli amipleridir. Bunlar belirleyici asla olamazlar belirgin bir kimlikleri yok ki belirleyici olsunlar. Âmâ şunu ifade etmekte fayda var, imkansızlıklar içinde bunalanların vereceği kararlar dağları bile yerinden oynatır. Onların sesinin tonuna iyi dikkat etmek gerekir. Onların sesine yürekten bakamayanlar, provokasyon olsa bile ananı da al git diyecek tavrı bunlara gösteremeyeceklerdir. Çünkü bunlara gösterilecek en küçük bir karşı refleks tüm dengeleri alt üst edecek büyük bir debiye sahiptir. Bugün geldiğimiz nokta da toplumsal iradi debi çok yüksektir. Önüne çıkacak tüm engelleri bir bir devireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın…En güçlü insan haklı olduğuna inanan ve öyle gören insandır.

18 yıl size destek verdik ki, Dinimizi Bayrağımızı ve devletimizi korumanız için…Biz size bu kadar fırsatı sizin güllük gülistanlık bir ortamda yaşamanız ve ülkenin biri rektör ve Biri Dekan olan iki bilim adamı olarak bilinen adamı sizin mahdumunuzun atının yularını tutarak poz versinler diye bu fırsatı vermedik…Diyen insanların çoğaldığı bir toplumda kurallar ve korkular yerini kuralsızlığa ve korkusuzluğa bırakır.

Yolların köprülerin yapılması çok anlamlıdır ancak insan yaşadığı zaman, insanın yerde süründüğü bir ortamda, insani değerlerin ırzına geçilmemesi için kaçacak delik aradığı bir yerde onlar hiçbir değer ifade etmez. Bunları yaptığınız zaman görevinizi yerine getirmiş olursunuz ama bunları, gelecekleri ipotek altına alarak yaparsanız insanlara şunu sorma fırsatı verirsiniz. Bir insan neden geçiş garantili bir iş yaptırır, öyle bir ticaret olur mu, ticaret ise bir tüccar bile bile zarar etmez, devlet yönetimi ise ben seçtim diye benim onayımdan geçmeden beni ve torunlarımı bana sormadan kim beni borçlandırma hakkına sahiptir. Eğer böyle bir durum yok ise o zaman şöyle bir durum ortaya çıkar, bu ödeme garantisi ancak fifti fifti olursa bir insan bu kadar zararlı bir iş yapabilir diye kafa yorar peki haklı olur mu, bilmediği ve tatmin olmadığı konuda kafa yormak en doğal hakkı olur…

Bugün sorgulamalar yapılıyorsa toplumda bunların mutlaka geçmişe dönük alt yapıları olduğundandır. Hiç kimse durup dururken her şey çok güzel ise böyle bir sorgulamayı yapmayı kendisine ihanet görür.

Peki ne oldu da bir anda insanların böyle bir rüzgâra kapıldığını anlatıyorum…Ben topluma ve toplumdaki insanların tepkilerinin öncesindeki güdülere baktığımda, herkesin kendince haklı ve tutarlı bir nedeninin olduğunu görüyorum, en azından bu nedenler yönetenlerin bahanelere sarılarak kendilerini yeniden aklama taktikleri türünden değil…Bir yönetim ciddi bir erozyona uğrarken bazı kuralları çıkardığını yeni anayasa yapacağını, gelecekte çok güzel günlerin geleceğini söyleyerek böyle bir sürece girmesi inandırıcılıktan çok uzak olacağı gibi sadece antipatik tutum ve eylemlerin çoğalmasını tetikler. Son dönemdeki çıkışların hiçbiri gelecek seçimlerde iktidarın oyuna bir artı olarak yansımayacaktır. Zaten öyle bir ihtimal olsa iktidar bugün erken seçime gider hem de gözünü kırpmadan…Ama şunu rahatlıkla söylemeliyim ki, ister erken ister vaktinde bir seçim olsun bu toplumsal kaosa giden yaşamda iktidar kaybetmeye aday olacaktır. Bu sürecin oluşumunda yerel yöneticilerden üst yönetime kadar herkesin payı vardır. Belediyecilik gönül işi diyerek başlanılan işler insanların gönüllerini yıktı ve geçti…Ben şahsen kendi adıma söyleyeyim açık ve net söylüyorum yaşadığım ilçenin Belediye Başkanı bana 10 kilo altınla gelse dese ki, bir oyla kaybedeceğim Allah’ım şahit olsun ki bu kafada oldukları sürece dönüp bakarsam namerdim…Yani anlayacağınız herkes benim gibi düşünüyor, sakın ortalıkta bağıranların çağıranların ve megafonu elinde tutanların çıkardığı sesler sizi aldatmasın söylediklerimi bir gün anlarsınız…Üçüncü yıl olmuş ben bu başkana oy vermek için ilçe değiştirmiştim acele olarak gibi ikametgahımı da buraya aldım. Ancak Başkanlıktan bu yana bir randevu alamadım, randevu sebebini de söyleyeyim nasıl bu bölgede daha güzel işler yapılır kültür sanat aile ve gençlere yönelik ihtiyacınız olursa her konuda bila bedelsiz destek olacağımızı söylemek için bir randevu almak istedim, özel kalemine kaç defa yazdırdım adımı ve soyadımı da ve beni de tanıyan biri olmasına rağmen, böyle bir durum gerçekleşmiyorsa böyle gönülleri alıp götürün kör kuyuya atın bize lazım değil…

Ondan sonra Hocam davaya ihanet olmaz öyle olur mu diye bir de kahve ağzıyla konuşmuyorlar mı işte ona bitiyorum…Hangi dava ne davası nerenin davası sizin yemenizin götürmenizin lüks yaşamanızın toplumun bir kesiminin can çekişmesinin adı dava bana böyle bir davadan gram lazım değil alın hepsi sizin olsun…Bunları ben yaşıyorsam ve böyle konuşuyorsam toplumun reflekslerini görmenizi hiç istemiyorum…Bu toplum Merhum Ecevit’in DSP’sini %21’lerden %1 çekmişti olur ki belki biraz düşünülür o kadar olmasa da öyle bir sonuç görünüyor…Yaşa padişahım çok yaşa, Bir peygamber gelseydi Peygamberimizden sonra Vallahi o RTE olurdu, peygamberimiz bile yanlış yaptı ama biz o yanlışları yapmadık,RTE Allah’ın tüm vasıflarına sahiptir diyenlerin dediği gün sesini çıkarmayanlar ev haydi oradan sen kimsin kaç kuruşluk bir varlıksın ben bir damla suyum bunu hala anlamadınız mı rabbim beni buraya olağanüstü olduğumdan değil, bir imtihan olarak getirdi inşallah o imtihanı başarıyla yarın huzurunda vereceğimiz hesapta mahcup olmadan bu görevi layıkıyla bize yapmayı nasip eder…Yanlışlarımız olursa ki olur biz bir insanız bilerek asla yanlışa yönelmeyiz bilmeyerek yaptığımız hatalarımız olursa sizden helallik istiyoruz ve rabbimiz de bizi bağışlasın deseydiniz bu gün bu endişeleri taşımayacaktınız…Ama o günler çok çafcaflıydı,herkes överek toz kondurmuyordu. Bir vatandaşın doğal isteklerine olan o şedit öfkeyi bu tuzak kurup göklere çıkaranlara göstermeyenler zaten kaybetmişti bugün sadece işin pratiği gözle görülür oldu…tam on dokuz yıldır yazıyorum hiçbir karşılık beklemeden sadece insanlığa faydalı olalım diye ancak uzaktan kaval çalar gibi çaldık bazen rahatsızlık verip karşılığının bedelini hakimlerden aldık…Bazen de  bizi yakinen tanıyanlar hocam Allah için uyarıyor herhangi bir beklentisi olmadığı gibi kimseye göbekten de bağlı değil diyerek bizleri savunmak zorunda kaldılar, herkese bu fedakarlıklarından dolayı teşekkür ediyorum…

Kocaman bir 18 yılın kavşak noktalarında iktidarın neden oraları rahat dönemediğini anlatmaya çalıştım…Kendi kurallarını kendileri koyanlar, toplum kuralları diye pazarlasalar da er ya da geç öyle olmadığını anlayacaklar. Toplum için oluşturulan faydalı eylemler oldu bittiye getirilerek gece vakitlerini seçmez…Şeffaf bir ortamda en uygun zamanda ve üzerinde detaylıca düşünülerek kritiği yapılarak getirecekleri ve götürecekleri hesaplanarak yapılır. Bunun dışında yapılanların tümü kendi bekalarını ve varlıklarını korumak ve bilinmeyen gizli yönlerinin açığa çıkmasını önlemek maksatlı yapılanlar olur. Bu da geldiğimiz nokta da ne kadar problemli bir anlayış olduğunu göstermektedir.

Çok zorlu bir sürecin kötü yönetiminin faturası hep başkalarına kesilmemeli, başkalarına saldırarak kendilerini temizleyeceğini sananlar bu tutumlarla her gün daha fazla kirli bir görünüm oluşturduklarını anlamak zorundadırlar. Çatışma kültürünün olumsuzluğu en üst ağızdan dile getirilmesi ve kardeşlik tohumlarının etrafa saçılması gerekli…Yoksa 12 Eylül ihtilalcilerinin yaptığı ile yapılanların farkının olmadığı dillendirilir ve yaygınlaşırsa bu taş çok kuş avlar…

Her konuda düşünsel birikimini aktarmaya çalışan birinin bu kadar acılı bir reçeteye şahit olması bunları dillendirmesini gerekli kıldığını herkesin bilmesinde fayda vardır. Ama bu da ya bu işler böyle olmaz diye saldırı okları kınından çıkarılırsa ne olacağını şimdiden söyleyeyim! Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor…”

Erol KEKEÇ/24.03.2021/00.35


22 Mart 2021 Pazartesi

HAZRETİ İNSANDAN HAZRETİ DEVLETE(!)GEÇİŞ


Dinin, siyasetin gölgesinde kaldığı ortamlarda siyaset kutsanır ve siyaseti temsilen yönetici konumunda olanlar kutsallaşır, farkında olarak ya da olmayarak tebaanın ilahı olup çıkar. İslam tarihine baktığımız zaman, Allah Resulü’ nün vefatından hemen sonra böyle bir sürecin başladığına şahit olmaktayız. Bunun en önemli sebebi de Yönetimde olanın dinle bütünleştirilerek, ona kutsallık atfedilmesidir.
Dört Halife dönemi dikkate alındığı zaman Halifelik diye adlandırılan makam, doğrudan bu kavramla da kendisine bir zırh oluşturmuştur. Allah’ın Resulü’ nün bir elçi olarak gelmesi Medine de yönetici olması da beraberinde gelince, Vahiyle yönetim aynı şeymiş gibi algılanmış, Resulullah’ın yaşamındaki devlet yönetiminden kaynaklanan olası yanlışlar da ilahi bir vahiymiş gibi değerlendirilmiştir. Hatta bunun en açık örneğini Bedir savaşı sonrası müşrik savaş esirlerinin fidye karşılığı serbest bırakılmak istenmesine hiç kimsenin ses çıkarmaması sadece Hz. Ömer’in itirazı, Ömer’in düşüncesinin ne kadar doğru ve isabetli olduğunu gelen ayet ve Resullulah’ın sonrasındaki açıklaması bunu ortaya koymaktadır.
Diyeceğim odur ki, Devlet yönetimi, Yöneticilerin bir dine mensup olması, onların yönetimlerinin de kutsallaştığı anlamını taşımaz. Oysa İslam Tarihi boyunca hep bu şekilde değerlendirilmiş ve yöneticiler önceleri Peygamberin Halifesi olarak adlandırılmış, daha sonra da Allah’ın halifesi olarak görülmüş ve yaptığı her eylem kayıtsız şartsız mutlak vahiy gibi ele alınmıştır. Böylesi bir düşünsel körlük ve düşünce üretebilme becerisinden yoksun idrak, günümüze nasıl bir model getirir dersiniz.
Yöneticilerin ve yönetimlerin kutsanması en çok Emeviler döneminde görülmüş, Abbasîlerle devam etmiş Osmanlı’da zirve yapmış, hatta Fatih’in Kanuni Ali Osmani ’deki beyanı tüyler ürperten türden olmuş, sonrasında da meşru bir zemin bularak legallik kazanmıştır.” Devleti Ali Osmaninin bekası için kardeş katli helaldir. İfadesi kim olursa olsun, “Bir insanı bir cana karşılık olmaksızın ya da savaş durumları hariç kıyarsa tüm insanlığı öldürmüş gibidir. Bu apaçık bir haramdır bu haramı çiğneyerek kim kendi kafasına göre helal ve haram diye kural koymaya çalışırsa Allah’ın sınırlarını aşmıştır. Allah’ın sınırlarını aşanlar da haddi aşanlardır. Burada hem yönetim mekanizması kutsallaşmış hem de yönetim mekanizmasının başında bulunanlar da kutsallık kazanmıştır. Böyle bir yönetim anlayışının egemen olduğu tarih ve bu tarihin devam eden anlayışları, bu yaklaşımları çocuklarını korur gibi hatta daha ciddi korumuşlardır. Çünkü bu anlayış yarınlarda olacak veya olabilecek bir devir teslim değişimlerinde gerekli olur diye hep korunmuştur. İnsanların bilinçaltlarına silinmez harflerle kazınmış ki, olası bir yönetim oluşturmada yanlışlar oluştuğu zaman, bu gerekçelerle kendisini korumak zorunda kaldığında kendilerini koruyacak ve savunacak canlı kalkanlar oluşturmak için hep gerekli olmuştur.
Bunları ele almamın temel sebebi, tarihi yanlışlar ve bunların kırılma noktalarının ne olduğu ve doğru yorumlamaları yapılmadığında o yanlışlar her dönemde dini bir kutsallık kazanarak zulümleri meşru zeminlere taşır. İnsanlığın böylece sömürülmesi ve kullanılması da daha kolaylaşır. Sürü psikolojisinin egemen olduğu yerde özgürlükçü sorgulayan beyinlerin ortaya çıkma ve yaşama imkânı olmayacaktır. Çünkü onlar zaten sürülerin baskısıyla yaşam alanlarından izole edilerek canlı canlı ölüme mahkûm edilirler.
Dinin kutsallığına ve ilahi olduğuna inanmak insanlarda Devletin kutsanması kadar etki bırakmaz. Devletlerin kutsandığı ve yöneticilere de kutsallık elbisesi giydirildiği anda akan sular bir anda tersine akabilir.
Devletlerin asla ve asla bir kutsallığı olamaz, hatta Allah’u Teâlâ” Malın mülkün paranın bir elde birikerek devletleşmesini kınamakta ve istememektedir. Böyle olunca Devletin kutsanmasına nasıl bakmak gerekir. Devletten maksat, İnsanlık için, huzur mutluluk, adaletin tesisi ve ahlaki değerlerin yaşanması için gerekli organizasyon ise bu olmak zorundadır. Çünkü İslam düzenlilik dinidir. Hak geldi Batıl zail oldu” Hak düzen denge, insicam ve ahenktir. Bu ahenk yoksa yöneticinin adı sanı inancı ne olursa olsun hiçbir değer ifade etmez. Onun değeri o düzenin devamlılığının olması için o sürece hizmet etmesidir. O sürece hizmet etmiyorsa onun varlığının orada olması bile bir düzensizlik ve hakkı tepelemektir. Hakkı tepeleyen, insanları mutsuz eden adaleti gözetmeyen yöneticiler kimlikleriyle varlıklarını devam ettiriyorlarsa, bunun temel nedeni tebaanın yönetimin dini üzere olması ve yöneticilerini bir ilah edinmelerindendir. İlahlaşmış yöneticilerin etkisi, yaptığı doğru işlerden değil bir ilah olarak onun koruyuculuk ve güçlü olduğuna inanılmasından kaynaklanır. Bu ilahın sözlerine uyulmadığı taktirde çarpılacaklarına inanırlar ve kendilerini cehenneme bilet almış bir yolcu gibi görürler. Bu anlatımlarımda insanların doğrudan yöneticilerine ilah dedikleri ve yöneticilerin de kendilerini bir ilah olarak tanımladıkları söylemi anlaşılmasın…Tamamıyla davranışlar ve yaşam kültürü böyle bir gelenek ortaya çıkarır. Bunun tarihteki en açık şekli Hz. Yusuf’a yapılanlarda göze çarpar.
Hz. Yusuf geldiği zaman ona inanmayanlar onu zorla kabullendikten sonra öyle sahiplendiler ki, onun vefatıyla birlikte işte biz bundan sonra asla kimseye inanmayız hatta Allah gönderecekse Yusuf’tan başkasını göndermez diyerek Yusuf (as) kendisinden sonra ilahlaştırdılar. Bu tutum Toplumsal yaşamın olduğu her ortam ve zamanda meydana gelebilir bunun bir sınırı yoktur. İnsanlar doğrudan yöneticilerine taptıklarını söyleyerek onu sahiplenmezler, çünkü böyle bir durumda karşı tepkilerin olacağı endişesini taşırlar hatta ölümüne diye kullanılan ifadelerin hepsinin, arkasında, önünde, sağında, solun da şirk kültürünün ve geleneğinin olduğunun bilinmesi gerekir…
Yönetimlerin kutsanması doğrudan bir batıl ve şirki yaşamın insanlık yaşamı üzerinde sera tabakası gibi varlığını devam ettirdiğinin göstergesidir. Sudi Amerika bugün İslam Aleminin kalbine saplanmış bir hançer gibi varlığını devam ettiriyorsa, bunun tek sebebi kendisini ve yönetimini kutsallaştırmasıdır. Kutsal yönetimler ve yöneticiler olduğu sürece insanlığın özgürleşmesi ve doğru ile yanlışı ayıracak idrak mekanizmalarına ulaşması o kadar zordur. İnsanların zihinsel karakollarının yıkılmadığı, La İlahe diyerek tüm kutsalları ayaklarının altına alıp, sadece ve sadece Allah’ın ve onun seçip gönderdiği değerlerin kutsal olduğuna inanmadıkça insanlık kurtuluş için hep kendi zincirlerini daha bir kökleştirecek ve düğümleyecektir. Onun için diyorum ki, Yöneticileri kutsallaştırarak farkında olarak ya da olmayarak, insanlığın kendi özgürlüğüne, tuzakları kendi eliyle kurmasının önüne geçmek gerekir.
İnsanların toplu olarak yönetenlerini kutsadığı ortamlarda aydınlık bir geleceğe kavuşmalarının imkânı olmaz. Çünkü gündemin karanlıklarını aydınlatacak tüm aydınlatıcılar aforoz edilir ve hemen potansiyel düşman olarak görülür. Dolayısıyla aydınlatıcı ışıkların söndürüldüğü toplumlara kendi içinden yansıyacak ışıklar olmayacaktır. Bu süreci yaşayan tüm toplumlar kendi geleceklerini ve nesillerinin aydınlık ufuklarını karartarak imha ederler.
“Sözü dinleyip onun en güzeline uyanlara selam olsun…”” Sözlerin en güzeli Allah’ın sözüdür. Genişliği yer ve gökler kadar olan Allah’ın cennetine koşun” “Çalışanlar bunun için çalışsın…”Rabbim bu uyarılarıyla insanlık için yaşam denkleminin bilinenlerini veriyor diğerlerini elde etmenin yolunu da bildiriyor, ”Siz günahlardan gereği gibi korunur Allah’tan hakkı ile ittika ederseniz hiç ummadığınız yerden sizi rızıklandırır ve doğru ile yanlışın idrakini da size verir (Furkan)”Bu beyanlar üzerine söylenecek söz tükenir kalemin mürekkebi kurur, “Siz doğru yolda olursanız yoldan çıkanlar size asla bir zarar veremez…”Allah hep doğru söyler selam ve muhabbetlerimle…
Erol KEKEÇ/21.03.2021/21.27
Bir doğa ve ağaç görseli olabilir

NE SÖZLEŞMEYMİŞ AMA(!)

Aile Tüketim Bakanlığının uygulamaları devam ettiği sürece Kaç İstanbul Sözleşmesi yırtarsanız yırtınız, sadece siz yırtılırsınız kimse kimseyi aldatmasın...

Malum Bakanlık resmi olarak eşlerinden ayrılıp dul yaşayan bayanların çocukları kendisinde kalırsa, onlara set adı altında her çocuğa 1000-ile 1200 arasında bir para ödüyor. Üç tane çocuğu varsa bir bayanın, işi öğrenmişler neden birlikte olayım ki, zaten bu haklarım var diyerek erkeğe bir tekme vuruyor, adam babasını Şam'da ararken kendisini Bağdat zindanlarında buluyor, bir de etrafına sur çekiliyor, ondan sonra kuduz mikrobu taşıyan bir it gibi kadının mıntıkasına yaklaşması bile tehlikeli görülüyor, adam uzaktan uzağa boynunda tasması çocuklarının eve giriş çıkışını izliyor ama zaman zaman koca çocuklar(!)’ında eve girdiğini görünce, üstelik bunlar bir de yatılı misafir olunca Kuduz mikrobu taşıyan it gibi kontrolde olan adam, hiçbir kural tanımadan saldırıyor ve ne kadın ne çocuk gözü görmüyor, oracıkta parçalayıp atıyor bu defa bu mikrobun etki alanı yayılıyor kuduz olan olana...

O malum bakanlığın programlarını incelerseniz benim burada yazmaktan imtina ettiklerimi siz daha rahat bulursunuz. Üstelik bu sürecin hızlanması için teşviklerde eksik olmuyor, Evinde çocuklarının başında ana olanlar aşağılanıyor ama çocuklarını farklı ellere teslim ederek özgürlük (!)için köleliğini daha bir kanıtlamasına yardımcı olunarak, ek ödemeler yapılıyor. Ne için, kadının köleliğini daha bir pekiştirmek ve çalışmanın anne olmaktan çok daha kutsal olduğunu kanıtlamak adına(!)

He bu arada şunu da söyleyeyim, eşinden resmen ayrılmamışsa bir kadın perişan halde de olsa,5 tane çocuğuna da baksa bu setlerden yararlanamıyor, yani mesele aileyi ve çocukları korumak değil, kadının aileyi yıkmasının bedeli ödüllendirilmekte...

Sahiden bunlardan haberiniz vardı değil mi, bu da nereden çıktı yahu demezsiniz umarım, kendi iç dünyanız bu şekilde hallaç pamuğuna dönmüş, İstanbul sözleşmesi gitti diye neredeyse şükür namazı kılacaksınız...Eğer bir şükür namazı kılınacaksa Allah'ım bizden aldığın idrak ve akıl mekanizmalarımızı bize ver de bu zilletlerden kurtulalım diye secdeye kapanarak hakkın tarafı olmaya çalışın, yoksa helakin çok yakın olduğunu bilin derim...

Algı operasyonu, böylesi toplumlarda öyle bir gerçekleşir ki ruhunuz duymaz. Bu dediklerimin olmadığını anlatacak, böyle bir bilgi yanlıştır diyecek, Bakanlıktan en üst bir yetkili açıklasın da nasıl avutulduğumuzu kendi gözlerimizle görelim.

Yaşamın içinden bu uygulamaları onlarca örneklerle kanıtlarım, benim işim bu yardım alan ailelerin bakanlıktan hangi şartlar altında neden yardım aldıklarını, nasıl aldıklarını belgeleriyle incelemiş biri olarak konuşuyorum, fazla konuşmaya gerek yok ariflere tarif gerekmez, Arif olmayanlara da ancak bir Freud gerekir daha iyi hipnoz edip horul horul uyumaları için, o da benim işim değil ben rahatsız ederim...

Erol KEKEÇ/21.03.2021

 





"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!