Bu Blogda Ara

22 Mart 2021 Pazartesi

NE SÖZLEŞMEYMİŞ AMA(!)

Aile Tüketim Bakanlığının uygulamaları devam ettiği sürece Kaç İstanbul Sözleşmesi yırtarsanız yırtınız, sadece siz yırtılırsınız kimse kimseyi aldatmasın...

Malum Bakanlık resmi olarak eşlerinden ayrılıp dul yaşayan bayanların çocukları kendisinde kalırsa, onlara set adı altında her çocuğa 1000-ile 1200 arasında bir para ödüyor. Üç tane çocuğu varsa bir bayanın, işi öğrenmişler neden birlikte olayım ki, zaten bu haklarım var diyerek erkeğe bir tekme vuruyor, adam babasını Şam'da ararken kendisini Bağdat zindanlarında buluyor, bir de etrafına sur çekiliyor, ondan sonra kuduz mikrobu taşıyan bir it gibi kadının mıntıkasına yaklaşması bile tehlikeli görülüyor, adam uzaktan uzağa boynunda tasması çocuklarının eve giriş çıkışını izliyor ama zaman zaman koca çocuklar(!)’ında eve girdiğini görünce, üstelik bunlar bir de yatılı misafir olunca Kuduz mikrobu taşıyan it gibi kontrolde olan adam, hiçbir kural tanımadan saldırıyor ve ne kadın ne çocuk gözü görmüyor, oracıkta parçalayıp atıyor bu defa bu mikrobun etki alanı yayılıyor kuduz olan olana...

O malum bakanlığın programlarını incelerseniz benim burada yazmaktan imtina ettiklerimi siz daha rahat bulursunuz. Üstelik bu sürecin hızlanması için teşviklerde eksik olmuyor, Evinde çocuklarının başında ana olanlar aşağılanıyor ama çocuklarını farklı ellere teslim ederek özgürlük (!)için köleliğini daha bir kanıtlamasına yardımcı olunarak, ek ödemeler yapılıyor. Ne için, kadının köleliğini daha bir pekiştirmek ve çalışmanın anne olmaktan çok daha kutsal olduğunu kanıtlamak adına(!)

He bu arada şunu da söyleyeyim, eşinden resmen ayrılmamışsa bir kadın perişan halde de olsa,5 tane çocuğuna da baksa bu setlerden yararlanamıyor, yani mesele aileyi ve çocukları korumak değil, kadının aileyi yıkmasının bedeli ödüllendirilmekte...

Sahiden bunlardan haberiniz vardı değil mi, bu da nereden çıktı yahu demezsiniz umarım, kendi iç dünyanız bu şekilde hallaç pamuğuna dönmüş, İstanbul sözleşmesi gitti diye neredeyse şükür namazı kılacaksınız...Eğer bir şükür namazı kılınacaksa Allah'ım bizden aldığın idrak ve akıl mekanizmalarımızı bize ver de bu zilletlerden kurtulalım diye secdeye kapanarak hakkın tarafı olmaya çalışın, yoksa helakin çok yakın olduğunu bilin derim...

Algı operasyonu, böylesi toplumlarda öyle bir gerçekleşir ki ruhunuz duymaz. Bu dediklerimin olmadığını anlatacak, böyle bir bilgi yanlıştır diyecek, Bakanlıktan en üst bir yetkili açıklasın da nasıl avutulduğumuzu kendi gözlerimizle görelim.

Yaşamın içinden bu uygulamaları onlarca örneklerle kanıtlarım, benim işim bu yardım alan ailelerin bakanlıktan hangi şartlar altında neden yardım aldıklarını, nasıl aldıklarını belgeleriyle incelemiş biri olarak konuşuyorum, fazla konuşmaya gerek yok ariflere tarif gerekmez, Arif olmayanlara da ancak bir Freud gerekir daha iyi hipnoz edip horul horul uyumaları için, o da benim işim değil ben rahatsız ederim...

Erol KEKEÇ/21.03.2021

 





17 Mart 2021 Çarşamba

KURBAN OLMAYI SİZ İSTERSİNİZ

 Beğeni yargıları, estetik beğeni ve fizyolojik hazlara dayanan yargılardır. Dolayısıyla haz alındığı için bir duygu ve fizyolojik istek her zaman doğru ve iyi kabul edilir. Oysa fizyolojik hazlar ve beğeniler ne iyi-kötü, ne de doğru ve yanlış kavramlarıyla izah edilen yargılarla anlatılır. İnsanlık içerisinde bu kavramların ve uygulamadaki karşılığı olan terimlerin anlamlarının ne kadar bilindiği ve anlaşıldığı da bir o kadar sorgulama konusudur.

Fetişlerin önünde hamuta kalkan ve o yaşamların kıskacında gözyaşı dökerek kendilerinden geçenler, duygusallıklarının kurbanı olarak her gün hayatlarından bir hücreyi kurban ederek dirhem dirhem idrak mekanizmalarını kaybederek bir nesneye dönüşürler. Nesneleşme sürecinin öncesinde aslında ciddi bir duygusal bağın olduğu ve bu bağlarla kazanılmış olan patolojik travmaların insan unsurunu tüketerek, sadece görünen bir kabuk kadavrayı bırakmasından kaynaklanır. Bu süreç önce insanın bilinç sürecinde ele alınıp sorgulanmalı, bu olmadığı zaman toplumsal yaşam kodlarını biçimlendirmeye başlar ki, ondan sonra bu sürecin etkisinden ve etkileme gücünden bağımsız bir hayat oluşturmak mümkün olmayacaktır. Peki bu sürecin, bir ahtapot gibi insani yaşamın insani olan kısmının tüm enerjisini çaldığı ya da sömürerek düşünsel kabiliyetleri tükettiği zaman, geriye kalan insan posasından yaratılan fetişlerin kıskacında can vermeyeceğini iddia etmek sizce ne kadar anlamlı ve gerçekçi olur.

Seçim imkânı ve idrak melekeleri dinamitlenmiş, tamamıyla yaratılan kutsallar üzerinden bir toplumsal değer algısı oluşturulmuş ortamlarda, her birey bir köle adayı olduğu gibi toplumlar da toplu olarak köle olarak yaşamalarına rağmen bunu anlayacak düşünsel mekanizmayı çalıştıramadıklarından kendilerine tanınan ömrü sömürülerek noktalarlar. Yaratılan kutsalların, yaşamın temel gıdası olarak algılandığı her toplum kendilerini imha planlarını kendi elleriyle imzalayarak sömürgecilerini ödüllendirerek yerde sürünmeyi adamlık diye tanımlayarak, bataklık bufaloları gibi temiz iklim ve oksijene hasret yaşarlar.

O zaman yeni bir ifadeyle, bu anlattıklarımızın üzerinde neden durma gereği duyduğumuzu hep beraber ele alalım. Duygusal anlatımların ardındaki dinamitleyici gücün bir sınır tanımazlığı göze çarpar. Çünkü düşünmeye sınır tanımak esastır. Serbest düşünme olarak ele aldığımız çağrışım, hayal ve rüya gibi düşünsel atılımlarda bile belirli bir sınır göze çarpar. Oysa Yaratıcı düşünme ve eleştirel kritiğe dayanan belli bir amaç doğrultusundaki düşüncelerde doğrudan bir hedef gözetilmektedir. Onun için de bu tarz düşünme kendi içinde kendi sınırlarını belirler, elde ettiği birikimin doğruluğunu değerini sınırlarını ve elde ediliş yöntemlerini sorgulayarak bu sürecin her aşamasındaki yargıları doğrulayarak ya da yanlışlayarak bir yargıya ulaşır. Bu yargı da doğrudan aklın ilkeleri gözetilir.Ör.1.Yargı: Bir insan konuşmalarında yalan söylüyor, uygulamalarında sadece kendisini düşünüyor ve kendi dışında kalanların onun hayatında bir değerinin olmadığını görüyorsanız; bu insan ahlaken bencil ve haz üzere yaşamı olan başkalarına faydasının olmayacağı yaşamındaki bu olumsuzluklardan yola çıkıldığında anlaşılmaktadır. O halde bu insana bu özellikleri devam ettiği sürece ahlaken güvenmek, ahlak dışı bir yaşamın sarmalanmış kobayları olunacağının göstergesidir. O zaman seçici ve ayıklayıcı olmak insan olmanın gereğidir. Çünkü insan aynı anda hem dürüst hem de dürüst olmayan bir kişilik ortaya koyamaz, koyarsa bu ahlaken çöküş ve çelişkiler ortamını doğurur. O halde bu eylemleri ayıklayacak ahlak değerleri ihtiva eden bir etik değer yargısına sahip olmak gerekir. Bu yargıdan yoksun ortamlarda her şey, duygusal beğeni ve fizyolojik haz debisinin şiddetine göre değerlendirilir ve bu ortamlarda her türlü toplumsal psikolojik ve ahlaki hastalıklar toplumsal omurgayı kemirir ve tüketir. Tükendikçe tükenişlerine sarılarak o tükenmişliği bir abideye dönüştürmek isteyen toplumlar da ancak kendilerinin bitmişliklerini yeni bir fetişe dönüştürerek onun önünde secdeye kapanarak kurtuluşlarının yakın olduğunu sanır dururlar. Sanırlar, çünkü sanının bir gerçekliği yoktur. Hiçbir uyaran ve gerçeklik yokken böyle bir tapınak oluşturmak ancak ve ancak kendileriyle alakalı idrakten çıkacak bir hakikatten yoksun olanların, karşılaşacağı halüsinasyondur. Toplumsal halüsinasyon yaşayan toplumların uyandırılması akleder duruma gelmesi ve kendisini sarmalayan bu sanrıların etkileme alanından çıkması ancak ve ancak, fizyolojik haz debisinde meydana gelebilecek düşüşle mümkün olur. Bu debinin gün geçtikçe daha bir düşerek kendi yatağında kaybolur hale gelmesi demek, debinin düşüşüne neden olan suyun başındaki bent kuranların oyunlarının tutmamasının olasılıklarının arttığının göstergesidir. Bu tutmayış belli bir düşünme ve kritik sonrası oluşan bulgular neticesinde kurulan denkleme göre ortaya çıkan sonuç olmadığı için, fizyolojik haz debi sahiplerinin ikna edilmesi imkansızlaşmış demektir. Çünkü bu ortamlar düşünerek karar veren ortamlar olmadığından bunlara göre bir şeyin doğru yanlış ya da iyi kötü olmasının ölçüsü, tamamıyla duygusal ve fizyolojik olduğundan bunları ikna yolu yeniden kazanayım demek gibi uğraşlar, boş bir çırpınışın ötesine geçmez.

Duygusallıkları ve fizyolojik hazları hedef alarak toplum mühendisliğine soyunanlar şunu bilsin ki, bu şekilde kazanılmış olanların kaybı da yine bu şekilde olur. Bu toplumlara akla mantığa ve eylemlere dönük verilecek mesajlar aynı şiddette geri döner.

Bu açıklamalardan sonra şunu ifade etmek isterim ki, ahlaki ve bilgisel yargılardan yoksun toplum yöneticileri şunu bilsinler ki, dijital çağın en önemli özelliği duygusallığın ve fizyolojik hazın doğrudan hedef olarak tanımlanmadığı çağ olacaktır. Bu çağın gözle görülür en belirgin yanı, önce akıl ve iletim sonrasında eylem ve zamanı kısaltarak hazzın zirvesine hızlı bir yolculuk yapmaktır. Birinci ve ikinci aşamayı dikkate almadan doğrudan haza yönelik uyaranlar karşılık bulmaz, çünkü bireysellik ve farkındalık çok hızlı, kendi dünyasında yaşamayı sizin tüm sahipliklerinize tercih edilecek bir yaşam düşlenmektedir. Böylesi bir çağın reaksiyona geçecek denklemi, sorunların çözüldüğü, mutluluğun yükselen grafik eğrisi çizdiği, toplumsal kaynaşmaya ihtiyacın olmadığı herkesin kendisine yetecek kadar bir dünya oluşturduğu, bu dünyanın içinde gözle görülür pozitif alandakilerin değerini kaybettiği ama dijital yaşamın gerçek yaşam olarak görülüp tüm hayallerin orada gerçek gibi yaşandığı bir yer olacaktır. Bu denkleme hitap etmeyen tüm mesajlar iflas edecek ve bu çağda reaksiyona girecek yolları kendi yüzüne kapatacak ve kendi ruhuna Fatiha okumak zorunda kalacaktır. Feodalitenin yıkıldığı çağın başında, feodal algı ve anlayışlardan uzaklaşmak kaydıyla yeni geleceğe yeni mesajlar ve yeni dillerle yeni yürekler gerekli, bunları taşıyan ve taşıyacak olanlara, dijital çağı temsilen merhaba diyorum…

Erol KEKEÇ/17.03.2021/00.20


12 Mart 2021 Cuma

AYAĞA KALKAN ADAM İÇİNDİR DUA!

 Bir çocuk tanıdım, tüm gökler üzerime çöktü, yer yarıldı yedi kat yere indim. Topraklar yol vermedi, sular bir damla suyu çok gördü, rüzgâr oksijensiz bıraktı, ruhuma bir darbe indi belim büküldü, bir tutam yürek avucuma konuldu, vicdan terazim bu sıkleti çekmez oldu, mezar bir metre karelik yeri çok gördü, kargalar leşime konmadı, aslanlar necis diye transit geçti murdar yaşayan bedenimi, hayvanlar bile ikram bilmedi…

Bir çocuk tanıdım, taksim edilen dünyayı bir buğday tanesine savurdum gitti, yediklerim ağzımdan burnumdan geldi, hıncım zalimlere yöneldi, mazlumlar önünde belim büküldü, annesiz bebeler gecemi gündüz gündüzümü gece eyledi, ben ne yaptım Allah’ım yaşadığım hayat üzerime bir dağ gibi çöktü…
Bir çocuk tanıdım, anamın saçlarımı okşamasını günahlarım bildim, babamın şefkatini bahtıma yazılan ezgi edindim.80’lik dedenin akşamın karanlığında zorlanarak, geri dönüşüm tezgahını çekerken dualar ederek sokak aralarında kaybolması, dualarımın anlamsız ve işe yaramayan bir söz cümbüşü dışına çıkmadığını bana söyledi. Hayasından yüzünü açamayan bir ananın çöp arabasından önce, çöp konteynerini karıştırması yüreğimi öyle bir karıştırdı ki, insanlık onurum o çöpler arasında kaybolmuşta bana haber verecek mi diye diz çökerek kalkamaz oldum. Ananın yanında duran o küçük kızın iki örmeli saçıyla göğün boşluğuna asılan yoksa ben miydim diye, gökyüzünde dalıp giden gözlerimle kendimi aradım.
Bir çocuk tanıdım, insan olduğunu iddia ederek yaşayanlara hayvanları tercih ederim. Fırının kapısında masum görüntüsüyle kasiyere usulca seslenerek, askıda ekmeğiniz varsa dört taneye çok ihtiyacım var diyen bir baba geçince önümden, alacağım ekmekler gözüme yüzüme sıvandı, buharlandı gözlüğüm, dünya bana dar geldi, boşandı göz yaşlarım içime sığmayıp sokaklara aktı. Sabah akşam demem her gün en az birkaç saatimi çeşitli yerlerde gezerek kararmış yüreğimdeki dumanları ve sisleri dağıtmak isterim, vicdan terazimi kimse bilmesin diye özenle gizlerim.
Otobüse binerken önümden geçen ve sonradan gelen yolcuları izlerim üç kuruşluk yol parasını temin edemediğinden gizlice kaptana yaklaşarak, bahanelerle parasının olmadığını söylemeye utanan ama bir neden göstererek yolcular arasına karışan adamın göz kapağında ve titreyen dudaklarında tüm zalimlerin defterlerinin dürüldüğünü gözlerimle izlemeyi, Oscar ödülü alan bir filmi, koltukları bomboş olan bir sinemada izlemeye tercih ederim. Bunlar beni ihtiyarlattı ihtiyar olan duygularımla delikanlı bir yüreğin sohbetinin nasıl mayalandığını, bana tanıdığım çocuk öğretti….
Bir çocuk tanıdım, feleğin, geçmediğim ve geçmekte zorlandığım, tüm çemberlerini öyle bir geçtim ki, hem de onların en küçüğüne sığacak kadar cüssem küçüldü, kendimi bir dev sandığım ben, küçülmekten bir daha toparlanacak mecali kalmadı. Bu çocuk bana, yaşarken yaşadığını sananların duymak görmek ve anlamak istemedikleri mesajın anlamını, kulağımı patlatırcasına öyle bir anlattı ki, kulak zarımı parçalayıp yüreğime saplandı. Bundan sonra elinde zurnası, megafonu ağaçta asılı solistin söylediklerini neden duymuyorum diye bana gücenmeyin, bu çocuk algılarımı çiğnedi kulaklarımı duyurmaz kıldı ben de yüzümü çevirdim, anladığım bu çocuğun diliyle herkese aynı mesafeden sesimi duyurmak istiyorum…Selam sana ey çocuk! seni tanıdım dünyam küçüldü ama ben büyüdüm, dünyaya sığmaz olup seninle aynı çadıra sığacak kadar da zerreye döndüm…
Erol KEKEÇ/11.03.2021/23.05
Bir 1 kişi, köpek ve açık hava görseli olabilir

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!