Bu Blogda Ara

2 Mart 2021 Salı

HER GELEN ANAYSAYLA GİTTİ(!)

 Hukuk toplumsal yaşamın olmazsa olmaz omurgasıdır. Bu omurgayı hiçe sayarak toplumsal yaşamı devam ettirme arzusu, bu arzuda olanların gizli emel ve beklentilerini de karşılamaktan uzaktır. Çünkü Hukuk arzusunda olanlar öncelikle, doğru ya da yanlış uygulamada olan kuralları herkesten daha çok içlerine sindirmedikleri sürece yeni arayışları sadece insanların zamanlarını alarak onları biraz daha oyalamanın ötesinde bir taktik olmayacağı muhakkaktır.

Yıl 1994 yerel seçimlerin yapıldığı dönem, seçim sonuçları açıklanırken Gaziantep  seçim kurulunda oylar sayılıpta,resmi olmayan sonuçlara göre durum ortaya çıkıp, Kahraman Emmioğlunun başkan olduğu anlaşılınca, refah partisine mensup tüm arkadaşlar davul ve zurnalarla o mekanı terk ettiler seçim kazanma sarhoşluğuyla…Ancak o süreç henüz kapanmamıştı, dönemin Adalet bakanı Mehmet Moğultay’dı sanıyorum, o gece vakti Gaziantep’e damladı ve ilçe seçim kurulundaki hakimler ve savcıları tehditle seçimin dönderilmesini istemişti ve de yeni sayım yapıldı sabaha karşı çok az bir farkla 500 gibiydi yanlış hatırlamıyorsam, Celal Doğan yeniden başkan seçildi. Bunun üzerine orayı terk etmemiş olan ülkücüler ortalığı birbirine kattı ve ciddi bir kavga oldu. Oysa Refah Partisi taraftarları ve görevlileri zafer sarhoşluğuyla davullu zurnalı halaylardan sonra gece uykusuna dalmışlardı…Sabah piyasaya çıktıklarında baktılar ki, Yeniden Celal Doğan başkan, kendilerini yırttılar ama sonuç değişmedi…

O gün Hukukun tarumar olduğunu gücü elinde bulunduranın kendi çıkarlarını korumak için hukuk dedikleri kuralları hiçe saydıklarını döne döne anlatarak zulmü telin etmiştik. Ancak aynı durum kendi tanıdığımız ve aynı düşüncede olduğumuzu sandığımız kişi grup ve partiler tarafından yapılmaya başlanınca bunları saklamak hatta koruyarak kimsenin duymaması için elimizden geleni yaptıktan sonra yeni bir de isim bulduk, kol kırılır yen içinde kalır diye…

Geçen zaman sürecinde geçmişteki olumsuzlukları ve hukuksuzlukları telin ettik, hatta onlarla alakalı destanlar yazmayı bile göze alıp meddahlara bu destanları belli günlerde okumasını bir ibadet aşkıyla yapması için uygun zeminler ve ortamlar oluşturduk…

Neden böyle olmasını istiyorduk çünkü o hukuksuzluklar bizlerin karşı olduğu düşüncelerini hiç tasvip etmediğimiz, din düşmanı dediklerimiz tarafından yapılıyordu onun için onları, ülkenin her yolu üzerine kamu spotları gibi göstermemiz bir farz hükmündeydi ve öyle de yaptık…

Belki doğru bir iş yapıyorduk veyahutta doğruların ortaya çıkması için bunlar gerekliydi ne bileyim öyle inanmıştık…Ancak şu anlayışa asla inanmamıştık,bizm dışımızda bizim düşünce ve inancımızı paylaşmayanların da doğruları olabilir ve o doğrunun yanında bir sütun gibi devrilmeden kıyam edeceklerini hiç aklımıza getirmemiştik…Rachel-Coley gibi bir İnsanın Filistinlilerin haklı davaları için kendisini tankların altına atarak şehit olduğu güne kadar…Öyle olsa da o günün için belki bizlerde bir düşünme alarmı başlattı gibi göründü ancak geldiğimiz noktadan baktığımızda sadece kendi çıkar ve menfaatlerini bayraklaştıran ve onun dışında başkalarının meşru olamayacağını düşünen oportünist ve Kapitalizmin kölesi olmuş yaşamlar ortaya çıktı. Bu yaşamlar da hukuka bakarken objektif herkes için insani bir yaşamın gerekliliği olarak hukukun gerekli anlayışından hareket etmedi…Hukuk sadece belli kişi ve lobileri zenginleştirmek için çıkarılan kurallar veya var olan statükonun yanlış ve doğrusunu sorgulamadan onun varlığını her ortamda daim kılabilmek için oluşturulan duvarların hukuk adamlarıyla meşruluğunu oluşturmak olarak anlaşıldı.

Hatta bu uygulamaların yanlış olup olmadığını insanların sorgulamasına fırsat tanımadan hemen geçmiş uygulamaların olumsuzlukları anlatılarak bu tarz anlayışlar servis edilerek kök salsın istendi. Aslında bu durumlar rastgele ve sıradan bir anlayış olmanın ötesinde, ciddi bir algı yönetiminin planlı ve programlı olarak hayata uygulanarak kendisine sağlam zeminler oluşturma sürecinin rahat bir şekilde kökleşmesiydi. Neden böyle söylediğimi ve iddia ettiğimi merak edenler olabilir ve sorgulayabilir tabi ki, sorgulanmazsa zaten biz doğruya ulaşamayız. Nice kuralların çıkarılma süreci ile uygulama aşaması orasında kimlere hizmet ettiğini ve ne amaçlı olduğuna yakinen şahit olmuş ve konular hakkında çok iddia eleştiri ve kritikler yaparak hakikate endekslenmemiş yaşamların hepsinin kendi kendisini yiyerek yaşamını noktalamak için  gün sayacaklarını anlatmıştım ve onda da hala iddialıyım…Son dönemlerde Boğaziçi Üniversitesine rektör atamasıyla ilgili herkes bir yorum yaparak aydın geçinenler de ortalığı biraz daha karartmak için yaşa padişahım sen çok yaşa davullarını çalmanın ötesinde bir söz edemediği gibi, Üniversitenin geçmiş tarihi ile ilişki kurularak oranın nasıl olduğu ve bunun, aslında orayı o şekilde devam ettirmek isteyen dış güçlerin etkisiyle elde tutmak için bir çırpınış olduğu anlatıldı durdu. Yani anlayacağımız aynı saz ekibi, solistler ve vokalistler hiç değişmeden farklı ortamlarda aynı müzik dillendirildi anlaşılmayan dilde ıslıklar çalınarak insanların beyni hep cimaklanmak istendi. Sahiden bu yapılan uygulamaların haklı gerekçesi olabilir miydi, yani devlet kendi halkı ile karşı karşıya gelerek inatlaşma gibi bir lükse sahip olabilir miydi, bunu kimse ne görmek istedi ne de bu konuda bir çift söyleyecek sözü oldu…Herkes ötekilere(!) bir söz söyleme ve küfürlerin havada uçuştuğu yarışta acaba ringde ipi göğüsleyebilir miyiz diye canhıraş şekilde koşturmaca içinde oldu…

Ancak rektörlük atamalarında belli kurallar gelenek olarak da olsa hala devam ediyordu…Bu kurallar benim isteğime uygun olmadığı için hemen bir hülle yaparak değiştiriyordum ve arkasından atamaları hızlı bir şekilde yaparak derin bir nefes alıp arkasından kuralların eski haline dönmesinde sakınca olmadığını düşünerek, tekrar kaldığımız yerden raydan çıkmış treni aynı raylarda yolculuk yapması için zorluyordum; peki bu mümkün olabilir miydi dersin? Neden olmasın ki çıkardık ama tekrar raya koyduk ne var bunda diyecek kadar da pişkin davranmakta bir sakınca görmüyorduk…Hukukçular atamak için, Hukukçular hep Fetocu çıktı onların yerine acilen Hakim ve savcılar atamalıyız diye iki ayağımızı bir pabuca koyarak, belli bir süre avukatlık yapmış olanları il ilçe ve mahalle teşkilatlarının öngörüleri doğrultusunda görevlendirdik, oysa bunların bazıları babasının dükkanını işletmekten aciz iken insanların sorunlarını çözmek için birer hukuk adamı olup çıktılar… Ancak ÖSYM’nin yaptığı yazılı sınavlarda 100 tam puan alanlar ve ilk yüze girenler mülakat denen ötekileştirme tekniğin kıskacından geçemedikleri için hep boşta kaldılar. Çünkü bizim yaptıklarımız bir erdemdi(!) Biz yapıyorduk yanlışta olsa biz yapıyorsak mutlaka anlamlı ve mantıki bir yönü vardı, bir sorun bakalım biz neden ilk yüze girenleri almadık onları mülakatta eleyerek neredeyse hiç puan alamamışları hukukçu yaptık…(!) Çünkü siz bizim bildiklerimizi bilmiyorsunuz bunlar devlet sırrı onlarda her yerde konuşulmaz bir gün anlayacaksınız dedik ve herkesin sesini kesmesine neden olduk. Hayır ben bunları anlamak istiyorum hukuk böyle olmamalı diyenleri de, elimizde hazır bekleyen terör ölçer olduğu için hemen kalp atışlarını kontrol ederek vatan hainliği damgası ile oldu yere oturtturduk…Bak bir daha bu sözleri sarf edersen sana bir Antep karası çalarım ki, “ne Alleben’in suyu ne de Arap’ın sabunu seni temizleyemez” diyerek beş kuruş etmeyenlerin kucağına bunları attık onlarda zaten görevleri belli olduğunda o aldı diğerine diğeri aldı o tekine bu insanların itibarını beş kuruşa satarak onları da imha ettik, sonuç kendi varlığımızın arkasındaki gizemli gücü korumak ve insanların gözünde hala efsanevi bir yanımızın olduğuna herkesi inandırmak için()!

Hatta öyle hallere girdik ki, bir anda sıradan bir Cumhuriyet savcısını başsavcı ardından Yargıtay ardından Anayasa Mahkemesi üyeliğine bir paraşütle atadık, ama kurallarda olan ve onların bu alanlarda yapmaları gereken mesleki yeterliliğine ve liyakatine hiç bakmadık, yani yarın benimle ilgili dediğimi yapar mı yapmaz mı diye bir değerlendirme kriterine göre tüm bunları yaptık, ama abana sorarsanız aslında hepsini sizin için yaptık…(!)

Hukuk dediğiniz ne ki, istediğiniz zaman alaşağı edilebilmeli, Mesela başörtüsü problemi çözüldü diyerek herkesin de rahatlıkla sindirildiği bir konuya da kısaca değinelim. İnsanların giyim kuşamları inançları yaşam alanları Anayasal güvenceyle bir devlette garanti altına alınır ve kimseye anayasal haklarından dolayı da ayrımcılık yapılmaz. Bu haklar güvence altına alınmış olsaydı hangi iktidar gelirse gelsin insanların bu haklarını çiğneme hakkı asla olamazdı. Ancak Bu dönemde böyle bir hukuki hak oluşturulmadı ve sadece yönetmeliklerle kurumlarda insanların bu eğilimlerinin sınırlandırılmaması ve rahat hareket etmeleri sağlandı ve insanlar da keyfinden horon tepmeye başladı…Peki bunu soruyorum şimdi, bu yasalar insanları koruyucu olmadığından yarın iktidar değişse bu yönetmelikleri kaldırsa insanların kılık kıyafeti yeniden sorun olmaya başlayacak…O halde neden bu insanlar bu sorunu kalıcı olarak ortadan kaldırmamış olabilirler bu kimin işine yarar, tabi ki bu değerler üzerinden seçim kazananlar, yarın yine ellerinde kullanacak bir seçim malzemesini kucaklarında bulacaklar bu da her dönemde kullanılacak değeri düşmeyen bir akçe olacak…İşte Hukuka bakışlar böyle çıkarları koruma adına olursa, hangi hukuku getirirseniz getiriniz hangi anayasayı değiştirirseniz değiştiriniz yaşanacak durum bunlardan daha iyi olmayacağına tüm kalbimle imza atarım…

18 yıl iktidarda kalmış olan ve istediği işleri yapabilecek meclis çoğunluğuna sahip olan bir iktidar her yönüyle kan kaybederken, ekonominin dibe indiği, toplumsal yaşamın kutuplaşarak herkesin birbirini kemirmek istediği, aile gençlik gibi toplumsal değerlerimizin taşıyıcısı olan bu özelliklerimizin imha olduğu,1+1  ya da 1+0 dairelerin bizzat devletin kendi kurumları eliyle yaygın hale getirilerek toplumda sınırsız ve kuralsız cinsel yaşamları teşvik ettiği ve o alanda zirve yaptığı hatta jübile yapmayı hiç düşünmediği, Aile mahkemelerinin boşanma davalarına bakmakta yetersiz kaldığı,devletin vatandaştan toplayarak elde ettiği gelirleri har vurup harman savurduğu, itibarda tasarrufun asla olmayacağı bir anlayışın övünülecek bir malzemeye dönüştüğü, devletin imkanlarını her türlü kullananlar ile kullanamayanlar arasında patlamaya hazır bir toplumsal çatışmanın her an alevlenmek için bir kıvılcım beklediği zamana gelmiş bir iktidar, anayasa değişikliğinden bahsediyorsa, bunun lügatlerde bir tanımı yapılamaz. Ben şahsen kendi adıma söylüyorum Tüm seçimlerde gözünü kırpmadan desteklediğim bir anlayışın gözümün içine baka baka hala beni ve değerlerimi ne hale getirdiğini sorgulama durumuna getirir beni…

Devlette Şahıslar ön plana çıkıyor ve onlar olmadan olmayacağız deniyorsa o zaman olsanız ne olur olmasanız ne olur demek içimden gelmiyor değil…Oysa devleti yaşatan ve devam ettiren Hukuktur. Hukuk öyle olmalı ki hangi inanıştan anlayıştan ve ideolojiden gelirse gelsin insanlar kendileri için faydalı olan bu hukukun uygulanacağına inanmış olması gerekir. Hukuk hiyerarşik mekanizmanın hareketini sağlamalı, bireyler sadece o kuralların aksamaması için manuel işler yapanlar olmalıdırlar. Oysa bizde kurallar anlamsız kişiler anlamlı bu da her dönemde herkesin çıkarlarını koruyan birileri gelir ve bunlar da sürekli el değiştirir…

Aydınlar, yeni bir algı yaratmak istiyorlarsa öncelikle feodalite mantıklarından kurtulmalı, kişileri değil, sistemi ve sistemin faydalarını öne çıkarmalı, bu sistemde insanları yaşatmak ve onları huzurlu ve mutlu etmek için çabalamalıdır. Sözleşmeye dayanan ve bu sözleşme maddelerinin herkesi bağlayacağı, evrensel insani değerleri dikkate alan bir sistem kurulmalı…Bu sistem içinde kimsenin ne bir ayrıcalığı ne aşağılanacak bir tarafı olmayacaktır. Özgürlük esas alınacak ve adalet yönetimin omurgasını oluşturacaktır. Kuralları, belli bir siyasi tarafın adamları değil, toplumun her kesimi oluşturacaktır. En çok sahiplendiğimiz bu iktidar döneminde herkesi kuşatan bir tane bana insani yasa gösterin hakikaten ayakta alkışlayacağım…Bakarsanız hep torbalarla yasalar çıkıyor, neden çünkü içine başkalarının istemediklerini de atıyorsunuz zaten okuyan yok herkes orada niçin bulunduğunu biliyor orada bulunma sebebinin dışında bu nedir diye soran olursa onlar da bir elin parmaklarını geçmiyor sahiden nasıl bir yasa olsun istersiniz…

Kendi sahiplendiklerinin hatalarına hata diyemeyenler, başkalarının hatalarını anlatırken aslında mangal kömürü gibi içerden yanarak dumanların dışarıya çıkamadığı için, çok yakında ağaç sandığımız o çatılan odunların bir kömür yığını haline geldiğine hep birlikte şahit olurlar.

 O halde yapmamız gereken hakkın ve doğrunun şahidi olarak herkes için hukuk, herkes için yaşam, herkes için Adalet, herkes kendi değerlerine göre yaşamalı ve kimse kimsenin hakkına tecavüz etmeden kurallar karşısında başına ne geleceğini bilerek kuralların yaptırımının ciddiyetini bilerek yaşayacağı ortama yolculuk yapmalıdır. Diğer yolculukların tümü raydan çıkmış trenin hangi tünelde kalacağını bekleyedursunlar…

Çıkar iskelesinde vapur bekleyenler için hangi vapurun geldiğinin önemi yoktur. Önemli olan o iskeleye kimin geldiğidir. Oysa biz hangi vapura niçin ve ne amaçla bindiğimizi bilerek hareket etmek zorundayız…Aydın aydınlatır, karşılığı kalemdardır. Yani üzerine yemin edilen bir kalem olarak kalemi kullanır. Oysa çıkar iskelesinde hangi vapurun geldiğinin önemi yoktur diyenler birer kalemşordur…Kalemşorlar kalemlerinden ancak şer akıtarak hakkı daha bir örterler. Hangi tarafın kalemşoru olursa olsunlar fark etmez hepsi kalemlerinden şer akıtır…

Kalemlerinden sadece Hakkın ve adaletin şahitliğini anlatan ve üzerine yemin edilen kalemlerden olmamız dileğiyle Rabbim yar ve yardımcımız olsun, herkesi gönülden selamlıyorum, merhametle saygı ve selamları gönderiyorum…

EROL KEKEÇ/02.03.2021


1 Mart 2021 Pazartesi

GELECEK SEFİLLERİN Mİ NESİLLERİN Mİ OLACAK, EĞİTİME BİR DİPNOT

 Okulların, okul olmaktan çıkıp, süslü ve teknelerinin son derece lüks ve şatafatlı olduğu günlere gelebilmek için sanıyorum çok çaba harcandı. Fiziken güzelleşenler aslında içerik olarak çürüdüklerini göremediklerinden çok yol aldıklarını sanıyorlar. Oysa şunu iyi idrak etmek gerekir ki, kendi iç dünyaları karmakarışık olan ve ruhen bir çıkmazın içinde olanlar, fiziki görünümlerine önem verdiklerinde kendilerini bir şey sanırlar. Yani anlamsız olan yaşamlar kendilerine anlam yüklemek için gözle görülebilen bir durumu güzelleştirerek fark edilmek isterler. Bu fark ediliş, aslında olmayan bir varlığın, böylece varlık sahnesinde kendisi için bir yer belirleme savaşıdır. Ancak şunu bilmek gerekir ki, bu savaş kaybedilmiş bir savaştır. Eğitim kurumlarımızın verdiği savaşta böylesi bir savaşın kalıntıları gibi geliyor bana…

Bizlerin ilkokulda okuduğu yıllar ile bu günlerdeki eğitimi karşılaştırıyorum inanın hiçbir noktasında karşılaştırılacak bir yön bulamıyorum. Karşılaştırmanın olabilmesi için denk bir durum olması gerekir. Eğitim müfredatı belki çok cafcaflı değildi, içinde her şeyi barındırmıyordu ama en önemlisi insanı ve insanın eğilimlerini ve uğraşlarını barındırıyor ve kapsıyordu. Ondan olsa gerek, çocuklar daha cesur, kararlı, özgürlüğe önem veren, sorumluluk sahibi, katılım göstererek her işin ucundan tutabilecek kadar aktif bir kişiliklerdi. Oysa şimdiki neslin içinde bulunduğu acınası durumu dikkate aldığımız zaman bu saydıklarımızdan ne kadar uzak olduklarını sıradan bir gözlemci olanlarda fark edeceklerdir.
İlkokulumuzu kısaca anlatmayı düşünüyorum, biz hayatın gelecekte karşılaşacağımız tüm özelliklerini neredeyse oradan aldığımız eğitimle biçimlendirdik. Derslerimiz hem teorik hem uygulamaya dayanırdı. Tarım, İş ve teknik derslerimiz harika bir uğraş alanımızdı, resim dersimiz bambaşkaydı, Müzik Beden eğitimi ve Din dersimiz vardı her birinin apayrı bir güzelliği ve önemi vardı. Bu saydığım derslerimizin hepsine ayrı öğretmenlerimiz gelirdi, ayrıca bir de sınıf öğretmenimiz vardı ki, tüm pozitif bilimlerle ilgili derslere o öğretmenlerimiz girerdi. Bunları biz ilkokul üçüncü sınıftan itibaren yaşadığımız hayatta karşılaştık, peki bugün ilkokulda öğrenci kaç tane öğretmenle muhatap doğrusu ben de merak ediyorum…
Okulumuzun alt tarafında büyük bir bahçemiz vardı okulumuzun tüm sebzeleri oradan gelirdi bazen uygulama amaçlı oraya gider turpun, havucun, marulun soğanın, patlıcanın, domatesin salatalığın nasıl yetiştiğini gözlerimizle görürdük hatta bazı zamanlarda havuç söktüğümüzde olmuştur. Bahçıvanın olmadığı zamanlarda da hırsızlık için giderdik ama bunun çok kötü bir eylem olduğunu anlayınca izinsiz onlara asla elimizi sürmezdik yani değerlerimizi pratik hayatın içinde kazanırdık kitaplarda okutularak bize anlatılmazdı. Yatakhanemizde mescit olarak kullandığımız odamız vardı o dönemde namaz odası olarak adlandırılırdı, Derslik binamızda ayrı namaz odalarımız vardı. Ailelerimizden uzak kaldığımız için hep hüzünlü bir halimiz vardı ve bize en yakın olan o odanın sahibi Allah’a yönelirdik kendi kendimize bir şeyler öğrenmeye çalışır namaz kılar, hatta sabah namazlarında okuldan çıkar okula en yakın köyün camisine gider orada cemaatle namazlarımızı kılardık onun verdiği huşu ve huzurla güne başlardık…O haleti ruhiyemeyiz bizleri sanki gökyüzünde uçuruyormuş gibi bir yaşamı bizlere armağan eder hep mutlu sevecen, arkadaşlarımızla şarkılar türküler söyler, oyunlar oynardık birbirimize asla yanlış yapmazdık…Hatta şunu da belirtmeliyim o dönem ideolojik kamplaşmalar vardı, arkadaşlarımızın üniversite okuyan abileri ya da ailelerden gelen bir eğilimle siyasi görüşlerimiz de olurdu mesela ben sol görüşlüydüm en yakın arkadaşım ve sıra arkadaşım canım ciğerim ayrılmaz ikili olduğumuz arkadaşım da ülkücüydü. Herhangi bir kavga gibi farklı kişilerle bir olumsuzluğa karıştığımızda ayrılmaz ikiliydik. Biz üçüncü sınıfı bitirip Dördüncü sınıfa geçtiğimiz yılda İran’da devrim olmuştu, o bana Dini Lider Ayetullah’u Humeyni bizim en sevdiğimiz kişi yeryüzüne İslam’ı getirecek diye bana anlatırdı ben de ona ne dini adamı görmüyor musun herkesi kesiyor, ancak Karaoğlan bu işleri çözecek diyordum. Bazen böyle konuşmalarımız olsa da birlikte gider kantinden bir şeyler alır çamlığa gider orada yoldan geçenleri izlerdik.4.sınıf bittiğinde Milli Selamet Partisinin anahtar amblemi olan o bayrağı evde buldum rahmetli babama baba bu nedir dediğimde, oğlum Bu bizim Erbakan hocamızın partisinin bayrağı demişti. Yani ondan sonra artık biz Erbakan hocayı mı savunacağız demiştim o da evet çünkü Bu Müslüman adam demişti. Ondan sonra, televizyon zaten bir tane var okulda radyo dinlerdik bizim zil odasında anfi vardı orada haberleri dinlerdik ve hiç kaçırmazdık. Babam rahmetliyle görüştüğümde baba Bizim hoca her gittiği yerde namaz kılıyor bu göstermelik değil mi arkadaşlarımda öyle diyorlar dedim ve babamda oğlum öyle değil insanlar sadece o anları alıp karalamaya çalışıyorlar diyerek hocayı savunuyordu. Bunları neden anlatıyorum dersiniz ilkokuldaki çocukların bilinçlenme düzeylerine sizlerde benim gibi şahit olasınız istedim.
Okulda yataklarrımızı düzeltmeden dışarı çıkmazdık, yemekhanede yemeklerimizi kendimiz getirirdik karavanayla sonra tabaklara pay ederdik. Bu konuda ilkokuldan başlayarak arkadaşlarımın bir teveccühü vardı yemeklerin dağıtılmasını ve herkese paylaştırılmasını benim yapmamı isterlerdi, Allah’ım şahit ki herkesin yemeğini bir anne gibi paylaştırırdım…Tavuk ve balık çıktığı zaman ayrı bir özen gerekirdi hatta tavuğu parçalardım herkese etin en iyi yerinin gelmesine dikkat ederdim sonra kalanları tabaklara pay ederdim…daha Sonra Lise yıllarında İmam Hatip yıllarında da bu davranışımız fark edilmiş olmalı ki, yemeklerde tavuk çıktığında en az üç dört masanın yemeklerini ben dağıtırdım, oysa ben o yıllarda tavuğun murdar olduğuna inanarak ağzıma vurmazdım ama arkadaşlarımın yemeklerini özenle dağıtırdım…Şükürler olsun ki, rabbim bizlere böyle bir özelliği çocukluğumuzda bağışlamış… Bizler hayat hakkında yapmamız gerekenleri o küçücük yüreklerimizle öğrendik ve o sorumluluklarımızı hala taşıyoruz, çünkü hayata veda ile onların son bulacağına inandık.
Okul nöbetlerimiz, yemekhane nöbetlerimiz yatakhane nöbetlerimiz hatta kalorifer deposunda da nöbet tutardık…okulumuzun bir tavuk kümesi vardı orada hem tavukları izler onların yemlerini verir ve orada nöbet tutardık. Yani yaşayarak öğrenme…Okulumuzun traktörü okul bahçesinde sürek yaparken bizler bazen gider sürülen yerlerdeki kökleri toplar dışarıya bırakırdık, bahçıvanımız da oradan alır bunları götürürdü. Ayrıca okulumuzun büyük bir tarlası vardı oraya hep mercimek ekilirdi, önce o taşlı tarlayı taşlardan temizledik, daha sonrasında oraya mercimek ekildi biz ise her hasat mevsiminde o mercimekleri yolar toplardık. Limonluk vardı o limonları da bizler ekmiştik bazı zamanlarda da dağlara orman fidanları ekmeye giderdik…bizim okullarımız hem yaşam hem doğa hem hayvancılık hem de o günün şartlarında teknolojik birçok araç gereçlerle bizleri buluşturuyordu. Ayrıca derslerimiz de çok başarılıydı, dershane diye bir şey hiç yoktu zaten öğretmenlerimiz onun alasına bizleri ulaştırırdı. Diğer gündüzlü okullar dikkate alındığı zaman bizim başarılarımız gözle görülür durumdaydı. İlkokul 4. Sınıfta iken bir şiir okumasında 23 Nisan da birinci seçilmiştim.
Öğrenci arkadaşlarımızdan birinin tıraş makinesi vardı ve tıraş odası vardı orada herkesi tıraş ederdi, en iki üç tane boya sandığı vardı onlar da ayakkabı boyardı bunlar içinde en şanslısı bendim çünkü ikinci sınıftan itibaren bir boya sandığını sahiplendim ve okulun neredeyse tüm öğrencileri özellikle bana boya yaptırırdı. Yani Biz Erol’a ayakkabımızı boyattık havasını atmak için…Bu da bana bir kazanç olarak dönerdi. Hafta sonunun gelmesini iple çekerdim, o topladığım paralarla çarşıdan alışveriş yapardım ve getirir arkadaşlarıma dağıtırdım; onun tadı hala damağımda ve o arkadaşlarımı sevinçli ve Güler yüzlü gördüğümde dünyanın en mutlu insanı hissederdim kendimi işte bizim okul böyle bir okuldu…
8. sınıfta okuyan abilerimiz vardı onlar beni çok severdi çünkü bizim akrabalar arasından ilk olarak köyden ben okumak için böyle bir yere gelmiştim yalnız başıma hayata tutunmaya çalışıyordum onun için herkes beni çok severdi ben bu sevgileri asla suiistimal etmedim onların sevgisi beni daha vakur ve ağırbaşlı yaptı…Hatta ilkokul 5. Sınıftayken okul başkanı seçilmiştim. Ortaokulların derslerinin başlaması bize göre bir ay kadar daha geç başlardı o süreçte başkan seçildim ve onlar başladıktan sonra da 2 ay başkanlık yaptım baktım onlar daha büyük başkanlık onların hakkı gittim öğretmenimize söyledim öğretmenim ben ayrılmak istiyorum dedim, onlar da beni azat eyledi yani diyeceğim o ki, başkanlık benim hakkım değil, daha ileri yaşlarda olanlar olmalı, çünkü onlar asayişi ve sorumluluğu daha fazla yerine getirebilecek güçteydiler; okulun tüm anahtarları sende oluyor bir aksilik olduğunda sen bunlardan sorumlu oluyordun…
Bizim hayat liyakate göre insanların bir mesleğe getirilmesinin gerekliliğini ilkokulda öğretti…Bugüne geldiğimiz de üniversiteyi okumuş gençlerimizin hala çocuk olduklarını düşünüp onlara nasıl davrandığımızı hepimiz çok iyi biliyoruz, nedeni ise eğitim sistemimizin içeriğin nesillerimizi olgunlaştıramadığını yakinen biliyor olmamızdır. Onun için diyorum ki başkalarının bulduğu ve bizim de olağanüstü bir şey bulmuş gibi topluma dayatmaya çalıştığımız Finlandiya eğitimi, montessori gibi zekâ seviyesi düşük çocuklar için uygulanan bir anlayışı topluma giydirmenin kimseye bir faydasının olmayacağını bilerek yeniden eğitim sistemimizi düzenlemek olmalıdır.
Okulların hepsini yeryüzün en şatafatlı binaları haline de getirseniz içerik ve anlayış bu olduğu sürece, yerlerde sürünmekten asla ve asla kurtulamayacağız. Onun için duyarlı ve sorumluluk sahibi memleketini seven ve kendi milletine âşık olan biri olarak biz bunları hak etmiyoruz Allah rızası için kendimize gelelim hesabımız çok ağır olur.
Tüm Mücadelem, Yeryüzünde hiçbir beklentisi olmadan sadece huzurlu yaşamak isteyen ve herkesin güler yüzlü, anlayışlı, saygılı, sevecen ve birbirine merhametle yaklaşan, düşene müsaade etmeden kucaklayan, herkesin çocuğunu kendi çocuğu gibi gören ve öyle davranan insanlar olmamız ve her gün cinayetlerin, gaspların tecavüzlerin son bularak yaşayacağımız örnek bir yaşam oluşturmamız içindir. Bu günlere kavuşmak ümidiyle herkesi bağrıma basıyorum ve selamlarımı yolluyorum…Selametle Erol KEKEÇ/28.02.2021/21.10
Bir açık hava ve ağaç görseli olabilir

28 Şubat 2021 Pazar

28 ŞUBAT ANISINA!BU GÜNÜN SAVRULAN YAPRAKLARI

Kızgınlıklarını başkalarının mizaç ve karakterleri belirleyen toplumlar yok olmaya mahkumdur.28 Şubat tarihte ne bir ilkti ne de son oldu…Nice 28 şubatları yaşamamıza rağmen, o günün 28 Şubatını yapanlar sadece belli bir ideolojiyi ve dayatmayı tercih ettiklerinden sadece onların ismi bugünlerde hatırlanır oldu…Oysa şöyle bir hafızanızı yoklarsanız, Refahyol iktidarında Merhum Şevket Kazan’ın Adalet Bakanlığı yaptığı zaman nice Müslümanların en katı şekilde cezalandırıldığını çok iyi hatırlıyorum da o gün var olan anlayışa uygun olmadığından sindiriliyordu. Dönemin Adalet Bakanı kendisine gelip durumu anlatanlara o konuda hiçbir kapı aralamıyordu.
Meşhur 28 Şubat’ı bunlardan ayıran ve gerçekten lanetlenmesi gereken o kadar çok özelliği var ki neresinden tutsan elinde kalıyor. BÇG’nin çalışmaları, tüm inandığını söyleyen kesimleri tedirgin ve ürkek yaşatmaktaydı ama sorarsanız bugünden daha huzurlu muyduk kesinlikle evet…O dönem, Merhum Necmettin Erbakan Hocanın şahsında bir değer sistemini imha ederek tarihe gömme operasyonuydu. Bir sistemin kendi koyduğu kuralları istediği gibi kullanarak meşruiyetini yok ettiği zamanlardı. Bunların tamamı, Demokrasi Cumhuriyet, Laiklik ve Çağdaşlık adına yapılıyordu. Yani anlayacağınız Laiklik kendi tanımını yapamamış bu dönemdeki bazı omzu kalabalıklar onun tanımını yeniden yaparak, kendi kuralları içinde seçilmiş olan bir Başbakanı, zorla bulunduğu makamından indirmeye çalışıyorlardı. Sebebi ise Sistemin kurallarının işlemesini engelleyerek sistemi korumaya çalışanların kural tanımaz çıldırmışlıklarını,bir değer sistemini gözleri dönmüşçesine parçalamaktır.O yıllarda Öğretmenlik yapıyordum ve bir üniversite de Araştırma görevlisi olarak başlamak için çabalıyordum, çünkü Hocam bana Erol bu iş senin işindir sakın ola ki bunu yapmamazlık etme, yoksa yeni nesiller böyle bir değerden mahrum kalırlar diye sürekli beni o ortamlara çekmeye çalışırdı Rabbim ondan razı olsun hayatımda en çok sevdiğim hocalarımdan biriydi çok çatışırdık tartışırdık birbirimize kızardık beni odasından kovardı sonra gelir tekrar boynuma sarılırdı. Azizim gel bana sürekli nasihat et diyecek kadar gönlü alçak ve mütevazi biriydi. En son YÖK yönetim kurulundaydı 4 yıldır haberleşemiyorum sanıyorum emekli oldu ancak adam gibi adamdı. İşte o yıllarda ben Üniversitede çalışmak için sınavlara müracaat ettiğimde, beni tanıyan hocam bana şu ifadeyi kullanmıştı, sen müracaat etme seni kesinlikle almayız onun için hiç müracaat etme. Hocam ben bu ülkenin bir vatandaşıyım benim babam vergi veriyor abim askerliğini yaptı sıra bana gelecek diye karşılık verdiğimde, evladım sen laf anlamıyor musun, Böyle radikal dincileri üniversitemize alamayız demişti ve beni odasından kovmuştu. Dönemin Milliyetçi Hareket Partisi il Başkanı devreye girerek bu kardeşimiz vatansever demelerine rağmen başımıza bela alamayız demişlerdi…O günden sonra onlar beni isteseler de ben artık böyle basit sıradan komedi bilim kiliselerinde çalışamazdım ve de öyle oldu…
Bunları neden anlattım dersiniz, işte o 28 Şubat diyorsunuz ya onlar bu arpalıkları kaybetmemek için öyle bir savaşı başlattılar ve acısı o günün şartlarında çok ağır oldu ama bizleri sadece daha tutarlı entelektüel ve kuşatıcı anlayışlara sevk etti…Bizleri bilelendirdi ve örnek bir yaşam nasıl olur, bizi imha etmek isteyenlerinde güven duyacağı bir yaşama kendimizi hazırlamalıydık ve öyle yola çıktık…Hiçbir ayrım yapmadan herkesi layık oldukları yaşamda görmekti arzumuz ve kimseyi ötekileştirmeden herkese insan olduğu için evrensel bir değer sistemine dayanan yaşamı sunacaktık…Hiçbir çıkar menfaat için şöyle şöyle iş yerlerimiz olmalı herkese hava atarak kendimizi anlatacağız diye bir sevdamız asla olmadı ve hala da öyle devam ediyor…
Fazilet partisi genel başkanlık seçimlerinde RTE o zaman aday değil, yeni kuşaktan Abdullah Gül aday yapılmıştı, Önceki kuşaktan da benim çok değer verdiğim insan olarak saygı duydum Recai Amca adaydı. (Rabbim sağlık sıhhat versin ona) O seçimde otobüslerle öğrencilerim gitmişlerdi orada Abdullah Gül ve Bülent Arınçlara karşı çok nahoş hareketler olmuştu hatta onlar davayı parçalayan bölen kişiler olarak görülüyordu. O yıllarda benim o gençlere tavsiyem farklılıkları kuşatacak kadar kendilerini yenilemeyen ve mutlak doğrular sadece kendisiymiş gibi başkalarını dinlemeye tahammülü olmayanlar yok olmaya mahkumdur demiştim ve o gençleri sükunetle bu yolda mücadele eden o abilerine karşı saygılı ve edepli olmaya davet etmiştim. Ne yazık ki o gün ki statükocu kafalar tarafından hep yanlış yolda olduğum ve bölücülere çanak tuttuğum gençleri ayarttığım söylenmişti. Olsun dedim ve ben inandığım ve temellendirdiğim bilgi doğrultusunda kendi yaşam felsefemi kurgulamıştım.
Fazilet Partisi kapatılınca Millet vekilleri mecliste bağımsız olarak kaldıklarında dedim ki, bu anlayış böyle giderse RTE bir parti kurarsa gece gündüz demeden çalışmazsam insan değilim dedim, Hatta Rahmetli Mesai arkadaşım aynı zamanda Hocam Necmi Polat (Rabbim rahmet eylesin) bak bu sözünü unutma o gün bunu sorarım sana demişti…İnşallah göreceğiz dedim.
2001 yılı Ağustos ayı gibi resmi kuruluş süreci başladığı dönemde hiç ismi duyulmadan en ağır şekilde koşturan hatta onun için şehir değiştirip yeni iş kurarak gelecek günlere hazırlık yapmak için mücadele etmeye çalıştım. İş yerinden çok sosyal çalışmalara ağırlık verdiğimden neden işimin başında değilim, hep geziyorsun sen ne yapıyorsun kimseler bilmiyor diyerek çatışmalar yaşadığım Kurum genel müdür ile aramız bozulmuştu.2002 Seçim döneminde O vilayeti bırakarak İstanbul’a taşındım ve tüm telefonlarımı kapattım. Böylece üzerimdeki külfet hayli hayli artmıştı. Biz ise hep geleceğin çok iyi olacağını yeni bir dünya kurulacağını insanlara söyleyerek, Ak Partinin çok güzel bir sayfa açacağını ve o sayfanın üzerinde geçmişten kalan hiçbir iz olmayacağını, herkesin o sayfada kendine bir yer bulacağını ve kendi yerini belirleyeceğini anlatıyorduk…2002 3 Kasımında büyük bir farkla Ak Parti seçim kazanmış ve tek başına iktidar olmuştu bizlerin sevinci anlatılamazdı çünkü emeklerimiz pratik sahnede yerini almıştı…Hatta eşime eğer Ak partiye oy vermeyeceksen seni sandığa vallahi götürmem diyordum, çünkü onun fanatik bir Erbakan Hoca hayranlığı vardı ve Bulunduğumuz ilde bayan gençlik kolları başkanlığını yapmıştı…Yani söz aldıktan sonra sandığa gidiyorduk ve böyle Ak partiye oylar topladık…Bu süreç tam üç dönem sorgusuz sualsiz devam etti yanlışları bildiğimiz halde bu inşallah değişecek umutlarıyla hep yaşadık…2011 Yılında Hatay’dan Milletvekili Aday adaylığı için başvurdum ve çok büyük çalışmalar da yaptık hatta o bölgenin aşiret lideri iki yıl önce rahmetli olan İnayet Açıkgöz amca, aynı zamanda Ak partinin Hatay kurucu yöneticilerindendi.S.Ergine doğrudan şunu söyledi, biz hocamın ilk üç sıra içine konulmasını istiyoruz bizim aşiretimiz Şanverdi de aday çıkarmayacağız bizim adayımız hocamız olacak bunu yapmazsan bu şehre ihanet edersiniz dediğine ben şahidim ancak S.Ergin ihanet etmeyi tercih etti biz nal toplayarak İstanbul’a geri döndük…O süreçlere birlikte RTE’ye Parti içinde dönen dolapları çıkar gruplarının menfaat ortaklıklarını alenen mektup olarakta yazdım e devlet üzerinden de bir çok defa beyan ettim…Akimi arayarak Yerel yönetimlerden sorumlu Başkan YRD. Teşkilattan sorumlu Başkan YRD.’larıyla defalarca telefonla da görüştüm bana dilekçeler vermemi istediler onları da yazdım ancak gördüm ki siz bir şeyleri doğru anlattığınız zaman kurulmuş şebekelerin işine gelmiyor ve siz damgayı yiyorsunuz…
2011 Sonrası süreçte iki tane internet haber sitesi kurdum, Bu site tamamıyla objektif haber ve insanları doğru bilgilendirip yönetimin yol güzergahına dökülen taşları önceden haber vererek onlara dikkat çekmekti…www.akfikir.com,www.v-haber.com,burada en az 50 tane köşe yazarı arkadaşımız yazılar yazdı sabahlara kadar haberler yaptık ve uykusuz kaldık kimseden bir dirhem destek almadık tüm bunları imkansızlıklar içinde kendi emeklerimizle yaptık…O dönemde CIAMEAT ile iktidar çatlaklıklarına o kadar yer verdik ve bunların geleceği süreci anlattık ki anlatamam,hatta,Hüseyin Gülerce’nin o günlerde kaleme aldığı “Günah Bizden Gitti ”yazısını yerden yere vurarak aba altından değil doğrudan iktidarı tehdit eden yazısına sadece ben cevap vererek yazılar yazmıştım…Peki neden neden bunları yapmıştım hakkın ortaya çıkması ve adil bir yönetime toplumun kavuşması için…17 Aralık öncesi 17 aralık süreci üzerine yazdığım tüm yazılarımın toplandığı bir kitabı inşallah imkanım olursa bastıracağım. Hazır bekliyor 180 sayfa…Çıkar ve menfaat gruplarının mı yoksa hakikaten idealist ülkesini ve milletini seven insanlar mı bu ülkeyi yönetiyor onları daha yakından görelim diye bunları anlattım…Gülerce’nin şimdi ne yaptığını benim anlatmama gerek yoktur siz zaten bilmezsiniz o günleri hiç hatırlamazsınız yat kalk yat kalk bugün değil mi…(!)
Tüm bu olumsuzluklara rağmen dedik ki, bakalım inşallah değişecek bu durumlar belki belki…gibi kendimizi avutan duygularla hep sabrederek bu günlere geldik, he şunu da bu arada hatırlatayım aslında bu ifadeyle karşı karşıya kaldığım gün kafamda bitmişlerdi ama yine de sabır dedim…Bir gün Kuzguncukta oturuyoruz, ben de o yıl yeni bir operasyon olmuşum kalpten işe de ara vermişim ama sosyal faaliyetlere devam,İBB’de üst düzey yönetici olan ve aynı zamanda başkan danışmanı olan ……Hocam sen neden Belediyeye girmiyorsun bak orada özellikle Külttür AŞ.de senin gibi biri ne yapmaz ki dedi…Seni oraya hemen alalım, peki bana ihtiyacınız var mı dedim tabi ki ne demek biz insan arıyoruz. Ne yapmamız lazım bunun için dediğimde ben size söyleyeceğim, Teşkilata üyemesin bu arada hangi teşkilata dedim yahu partiye üyemesin yok öyle bir ihtiyaç duymadım dedim olur mu hocam bu işler öyle olmaz önce git hemen Üsküdar’a üye ol ondan sonra iş tamam dedi…Ben öyle olduğunu zaten biliyordum da etkili ve yetkili birinin ağzından bunları duymam beni şaşırtmadı doğrusu, burası umuma ait bir konuşma ortamı değil siz anlarsınız onu….Bunun üzerine ben sert bir şekilde ben oraya üye olduğum için beni alacaksanız benim işim olmaz ama ben o işe layık olduğum için ve benim liyakatime inanıyorsanız beni oraya almanızı beklerdim…Ben ne üye olurum ne de o işe girerim dedim ve o sinirle beş dakika sonra ayrıldım çayım bile yarım kaldı…Bunların tümüne bu fani şahit olmuş biri olarak bugün 28 şubatla ilgili bir şeyler söylerken,28 Şubatın bunalttığı insanların hayatımızı ne kadar bunalttığını da anlatmasam bu bana yakışmaz…
28 Şubat’ı hiçbir gerekçe ve şart olmadan lanetleyen ve o dönemin pisliklerini alenen yaşayan Üniversite sınavına kız kardeşimi götürdüğümde polis kapıda alamayız diye diretince bana bak memur bey senin görevin buradaki insanlara herhangi bir zararın gelmemesi için onları korumaktır. Sana kılık kıyafetinden dolayı şunları şunları sınava almayacaksın diye bir görev vermediler ve ben vergileri verirken de benim kardeşimi sınava almayasın diye sana maaş vermeleri için vermedim, çekilir misin kardeşim, bu sınava bu insan girecek ve telefonumda bu, çıkınca beni ararsınız ben gelir alırım herhangi bir olumsuzlukta olduğunda bilgilendirirsiniz, dediğim günleri hiç unutmuyorum…Peki ne oldu dersiniz o sınava o kardeşimi ben soktum kararlı duruş farklı bunu da bilmekte fayda var…
Evet dostlar 28 Şubat böyle bir hatıra bıraktı yaşamlarımıza ve o travmanın bu gün bile etkileri yok değil, âmâ kimler üzerinde derseniz değerlerine sadık olan insanlarda…Bugün Partiler kapatılmak isteniyor peki soruyorum bunu hangi adalet denklemi içinde ele almak lazım terörist bunlar diyeceğinizi biliyorum ben öyle değildir öyledir gibi bir yorum yapmıyorum sadece sorguluyorum…Terörist bir öğüt olduğuna inandığınız bir örgüt liderinin bir seçim öncesi mektubunun TRT ekranlarından okunarak haber konusu yapıldığını dikkate aldığımız zaman, örgüt liderinin kendisi meşru ama devletin resmi kuralları çerçevesinde kurulmuş olan bir partinin seçilmiş Milletvekilleri gayrimeşru öylemi benim bunu aklım almaz bunlar bana birkaç numara küçük geliyor…Çözüm süreci adı altında yürütülen bir çalışmanın başarıya ulaşması için iktidarla danışıklı ve bilgisi dahilinde terör örgütüyle görüşmek için bu partinin bazı vekillerini dağa ve örgüt merkezlerine gönderilecek o dönemde çekilen fotoğraflar bu gün parça parça manşet yapılarak piyasaya sürülecek ve bir partinin gayrimeşru ve terör örgütü olduğuna dair gerekçeler oluşturulacak…O zaman adama sormazlar mı 28 Şubatta gazete köşelerinin yazıları ve fotoğraflarıyla Vural Savaşın yaptığı icraatlarla bunlar arasında ne fark var diye…İşte bundan dolayı diyorum ki,28 şubatlar bu ülkenin makus talihi olmaya hep devam edecek…
Hukukta suç, ferdidir. Bir ferdin yaptığı eylemlerden dolayı bir başkası cezalandırılamaz. Bu feto olayları öncesi ve sonrası bu örgüte en şedit karşı duranlardan olduğum halde Hukuki olarak yapılan ve KHK ile insanların yaşam haklarının ellerinden alınarak açlığa mahkûm edilmelerini bir insan olarak asla ve kata onaylamıyorum…Çünkü Ben Müslümanım. Müslüman adil olmak zorundadır düşmanımın da adil yargılanmasını isterim hangi hukuk sisteminde insanların malları ve mülkleri talan edilir ben bunları anlayamıyorum anlayan olursa izah ederse sevinirim…Bazen duymuyor değilim en yakın arkadaşlarımdan hocam sen bunlara bakma sen hep insani düşünüyorsun bunların çocuklarına bile bir damla su vermeyeceksin bunlar hep hain diyen arkadaşlarım var…Ben soruyorum, İslam’ı geçelim yeryüzünde hangi hukuk sisteminde böyle bir uygulama örneği varsa, anlatan olursa sevinirim…
Değerli dostlar gelelim 28 Şubat’a işte o süreç bazen mart bazen 12Eylül bazen başka bir şey olarak karşınıza çıkabilir onu anlatmak istiyorum sadece bu Şubatların uygulayan zatları değişir zulüm kimden olursa olsun adı zulümdür….
Ülke olarak bizim böylesi zillet ve acınası yaşamlardan kurtularak herkesin birbirine saygı duyduğu ve hukuk çerçevesinde yaşamlarını devam ettirmelerinin yolu, İnsani bir hukuk ve onun da bağlayıcılığından geçer. Bu anlayışa kavuşamadığımız ve herkesin kendi yandaşına sunduğu hayatı kutsal diğerlerini sömürmesini meşru olarak görüp onu meddahlarıyla göklere çıkardığı yaşamlarda 28 Şubatlar hep devam edecektir. Kafalarında 28 Şubata karşı olmayanlar gerçek yaşamlarını hep 28 Şubat mantalitesine farklı bir ideoloji ve inanç yükleyerek devam ederler…Bu da birileri için 28 Şubatlar devam ederken birilerine ise 21 Mart olur yani çatışma üzerine kurgulanan bir topuma da hiçbir zaman mutluluk ve huzur gelmez; huzur ve mutluluk kapılarından içeriye girmek istiyorsanız, ”Kendiniz için istediğinizi bir başkası için de istemedikçe “Müslüman olamazsınız anlayışını hayata oturtmak gerekir yoksa tüm çabalar habitat ameluhum olur…
Erol KEKEÇ/28.02.2021/14.30
Bir bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!