Bu Blogda Ara

27 Şubat 2021 Cumartesi

SARP YOKUŞUN NE OLDUĞUNU BİLİR MİSİN?

 SARP YOKUŞUN NE OLDUĞUNU BİLİR MİSİN?

” İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?”
Ey insan! sen kendini ne sanırsın, bir yaratılan olduğunu unutur her an ilmiğinden tutulup burnunun yere sürüleceğini bilmezsin…Yeryüzünün sahibi senmişsin gibi davranır gurur ve kibirden burnun hep havalarda gezinir ve kendi cinslerine karşı zalimce bir tutum içine sokarsın…Senden önce de nice imkanlar verilenlerin yerlerinde ancak bir rüzgar eser ve onlardan geçmişi andıran bir kalıntıdan başka bir şey bulamazsın…Gidip geldiniz yollar üzerinde onların yaşamlarından mutlaka bir belirti görürsünüz, o halde hiç mi akıllanmayacaksınız…Onlar kendi inatlarına ve sahip olduklarına güç yetirebilselerdi onlardan sonra size ikamet dönemi gelir miydi, bir gün sizlerde gideceksiniz ve sizden sonrakilere ikamet dönemi gelecektir. Bu yaşamın vazgeçilmez kanunudur. Çünkü her yaratılan mutlaka ölümü tadacaktır. Siz de onlardan biri olduğunuzu aklınızdan çıkarmadan yaşarsanız, belki akıllanırsınız, aksi durumda sadece yeryüzünde kötü iz koyacak bir firavun olarak hayatınızı noktalarsınız…
"Yığınla mal harcadım" diyor.”
Yığınla mal harcadım diyorsun ha, o malları sana verenin kim olduğunu bilmez ve kendini sınırsız tasarruf ve harcama sahibi olarak görürsen şunu bil ki, sana onları veren her an her yerden seni gözetlemektedir. Yığınla mal harcadın ha! Kimin mülkünde kimin mülkünü harcadığını söyleyerek kendi firavunluğunu açıklarsın…Rabbinin sana verdiği gibi sen de Rahmanın kullarını gözeterek onların haklarını vermelisin; bunu anlamadığın zaman kendini sınırsız yetki ve etki sahibi olduğuna inandırır böylece kendi harcamalarınla övünmeye başlarsın. İtibar ve izzetini de harcamalarınla ölçer ona göre bak bu kadar harcama yaptım bu kadar harcamayı yapabilmek için şöyle şöyle özelliklere sahip olmak gerekir diyerek, sürekli fitnenin kök salmasına öncülük ederken, kendini kurtuluş havarisi mi sanırsın yoksa?
Ey ahmak varlık sen nesin be! Kimin mülkünde kimin malını harcıyorsun da bu kadar gurur ve kibirle ortalığa çıkıp insanlara debdebenle hava atmaktasın? İnsan harcadığı zaman eli titremeli değil mi, acaba bana bunu verenin istek ve arzusuna uygun davranıyor muyum yoksa israf ederek yeryüzünde ifsatın kaynağı mı oluyorum diye…” Onlar verdikleri zaman cimrilik etmezler, kendileri harcadıkları zaman da israf etmezler” Uyarısının sanıyorum sana hitap ettiğini hiç anlamamış olmalısın ki, tüketiminde ve harcamalarında sınır tanımamaktasın. Bu sınırsız yaşama arzu ve isteği senin sonunu çok kötü hazırladığını bilmediğin sürece, dünyanın tümünü yesen doymayacaksın hepsini harcasan da asla itibarın ve izzetin artmayacaktır. “İzzet itibar şan şeref ve haysiyet ancak yaratanın buyruğuna uygun yaşayanların hayatlarına yuva yapar, diğerleri ise sadece itibar sandıklarının içinde itibara hasret kalarak gidecekleri asıl mekanlarına iradeleri dışında gidecekleri günü beklemek zorunda kalırlar.
“ Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?
Be hey yeryüzünün mütekebbirlikte sınır tanımayan Firavunun zürriyetinin taşıyanları, Nemrudun mancılıklarının tek sahibi olduklarına inanan tüm zavallı zalimler şunu biliniz ki, sizin kendinizi korumak ve kollamak için kurduğunuz rasathanelerin tümünün üzerinde gerçek rasathane sahibi her adımı her yerden gözetlemektedir. Onun gözlemciliğinde bir an yoktur ki yazılmamış olsun, oysa sizin kameralarınız istediklerinizin hayatını kaydediyor, istemediklerinizi de kapsam dışı bırakıyor. Oysa Benim Rabbimin kameralarında hayatı kaydedilmeyen hiçbir mahluk yoktur, orada hepimizin yaptıklarının önümüze döküleceği günlerin çok yakın olduğunu bilerek yaşa ve hayatın sonunda gideceğin yerde hesabın daha kolay geçsin… Yoksa yoksa ne olur onu ancak tüm rasathanelerin sahibi mutlak güç ve kuvvet sahibi hesabında hiç yanılmayan mutlak din gününün sahibi ancak bilir…Şunların şunların orada bulunduğu zamanın kameralardan çıkarılmasını ama bir zavallının hayatının en ince ayrıntılarına kadar böceklerle takibini isteyen yeryüzünün Firavunlarının köstebekleri şunu biliniz ki, bu köstebeklik mesleğiniz size buralarda bazı imkanlar sunuyormuş gibi görülebilir ancak şunu bilmeniz gerekir ki, Mutlak mahkemenin sahibi sizin burada doğruyu yanlış, yanlışı doğru olarak sunduğunuz tüm böceklerinize sizi kemirtecektir. Çünkü o böceklerin ne yaptığı Ana makinede toplanmaktadır bunu sizin o küçük, gördüklerinden başka yaşamın olmayacağına inanan, beyniniz ne zaman anlayacak… Seni her yerden gözetleyen ve görevlerinde asla bir uyku ve unutma olmayan Yerin ve Göklerin sahibinin nöbetçileri her şeyi kaydederken sen hangi koruyucuya sığınırsın bak zaman yaklaşıyor, dur kaptan inecek var diyen Azrail bir anda dünya trenini durdurmadan önce, varacağın istasyona varmadan istersen sen bu çağrıyı yap ve kendine gel…
“Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?”
İki gözü sana veren Yaratanı anlamadığın sürece, o bir dil iki gözün göremediklerini de hiçbir sınır tanımadan anlatacak…İşte o zaman sen hayatının hüsranla sonuçlanacağı hüsran kitabının manifestosuna tüm nefesinle imza attığını kanıtlarsın…Hüsran kitabının manifestosuna dört elle sarılan her bir mütekebbir şunu bilmeli ki, yaşamını devam ettiren iki göz bir dil ve iki dudak işlevsiz kalmıştır…İki göz şahitlik yapar iki dudak bunları alır harmanlar ve dile anlatması için sunar dil de bunu ancak anlatmakla bir görev üstlenir. Mesaj aktaran dili, sen gözden dudaktan bağımsız kendi başına bırakır, istediği gibi at koşturmasını istersen şunu bilmelisin ki, bu atın dizgini yoksa ilk savurup parça parça edip gittiği her yerde her parçasını bir yere bırakacağı sen olacaksın…Onun için neden iki göz bir dil ve iki dudak bunu anlayarak kendi idrak melekelerini bunlara uygun harekete geçirmelisin yoksa ne olur, son durakta her şey karşımıza çıkar…
Ey Firavunlukta yarışan yeryüzünün zalimleri, hiç bahane uyduracak bir zaman olmayacaktır. İki göz bir dil ve iki dudağın sana bahşedilmesi yeryüzünde avazın çıktığı kadar bağırarak zulmünü devam ettirmek için değil, hakikatin ne olduğunu anlayarak apaçık yola gelmen içindir. Fakat sen inatlaşarak hala kendini savunma derdindesin, bu bahanelerinin, senin hayatının iflas düdüğünü çaldığını ne zaman anlayacaksın…
“Fakat o, sarp yokuşa atılmadı.”
Sen sarp yokuşu çıkamadın o yol öyle kolay değil herkesin o yolu göğüslemesi mümkün değil…Dört çeker 4*4 araçlar o yolda sizleri geçirmez…Hani ya diyoruz ya dört çarpı dört mü diye, orayı çıkacak araçlar yüreklerinde merhamet ve sadece hakkın şahitliğini yapmak için atış yapan kalpler olacaktır.
“ Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?”
Nedir o sarp yokuş, bunu nereden bileceksin, hayatları yollar inşa etmekle geçenler tüm yolların sarp kayalıkların altından bir tünel açarak yolların kolay geçilmesini sağlayabilirler ama yüreklerin hangi yollardan geçeceğini bilmiyorlarsa o sarp yokuşu çıkamazlar.
Sarp yokuş, zavallı gariban fakirlerin mahallesinden kasabasından köyünden karyesinden geçmektedir. Sarp yokuşlardan gelen iniltileri ağıtları duymamak için düz ovada ya da koca dağların tepelerinde korunaklı surlardan kendilerine şato yaparak, oraya kendilerini hapsedenler sarp yokuşa yolları hiç uğramayanlardır. Sarp yokuşun ne olduğunu bilmeyenler nasıl o yolun çıkılacağını nereden bilsinler…Sarp yokuş, semt pazarları dağıldıktan sonra akşamın alaca karanlığında oraya dökülen malzemeleri toplayarak çocuklarına bir katık yapabilmek için göz yaşlarını siyah çarşafları ile örterek tanınmak istemeyen o insanların tanınan bilenen her tarafı acı ve çile içinde olan yürek haritalarından geçmektedir. O yüreklere dokunmayanlar sarp yokuşu nereden bilecekler…
İlmi ile faydalı olmak isteyip ama yeryüzünün yaşam prangalarına hapsedilmiş yüreği geniş ve ufku yüce olan insanların özgürlüğüne kavuşturulmasıdır sarp yokuş…
Bu köleliklerden bu insanları özgürlüğüne kavuşturup onların hayırda daha fazla mücadele edebilmeleri için, onları bağlayan bu kölelik surlarından onları kurtarmayı göze alamayanlar sarp yokuşun neresinden geçebilirler ki!
Yaratıcının doyurulması için verdiği fıtratın isteklerini doyuramayanların o isteklerin kölesi ve kulu olduğu o ortamlardan bu zavallıları kurtarmak için onlardan habersiz yaşayanlar sarp yokuşu nereden bilecekler…Küçücük yavruların açlıktan kırıldığı günde 25 bin insanın açlıktan öldüğü topraklardan habersiz yaşayanların sarp yokuşu tırmanmasını nasıl beklersiniz…
Sahip olduklarının hesabını ve sayısını yaparken, yeryüzünde acı çekenlerin acısına kulaklarını ve kalplerini tıkayarak her şeyin sorumlusu biz miyiz diye düşünenler hangi sarp yokuşu tırmanmayı düşünebilir ki,
Yeryüzünde barınacak bir evi olmayanların o acılarından kendisine haz duyacak bir yaşam oluşturmaya çalışarak gittiği her ortamda sahip olduklarını anlatarak yeryüzünde fitne ve fesadın kaynağı olanlar hangi sarp yokuştan geçebilirler ki,
Kendi cinslerinin kendisine değer vermesi için tüm çabaları heba olanlar bu değerlendirme ölçeğine göre kendilerine bir anlam vermeyi düşünürken acaba hangi sarp yokuştan gitmeyi düşünebilirler…
“O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir.”
Sarp yokuş, bugün dünyayı kendi egemenliği altına almış herkesin onun dışında bir şey düşünemediği dijital yaşamın köleliğinden insanlığı kurtarmaktan başka ne olabilir ki,
Megafonu eline alanların herkesi tek bir ağızdan bilgilendirerek tüm insanlığı köle haline getirdiği bu zilletten kurtarmaktan başka ne ki, sarp yokuş…
Tüm insanları hipnoz ederek yeryüzü Firavunlarının aktardığı bilgi aktarımının dışına tüm reseptörlerini kapayarak köleliklerini daha bir perçinleştiren insanlığı özgürlüğüne kavuşturmaktan başka bir şey midir ki sarp yokuş…
İnsanlığı ifsat eden tüm çağdaş ve muasır kölelik belgelerini imha ederek, insanların özgürce seçim yapabilecekleri ortamlara, onu götürmekten başka bir şey midir, sarp yokuş…
Çağdaş firavunluk yaşam algısını anlamadan, hangi köleliklerden insanları kurtarabilirsiniz ki, Bu gün kölelik yoktur diye laf söylemek için laf söylemeyi bir marifet bilenler köleliğin ne olduğunu idrak etmeden hangi kölelikten kurtulabilirler ki, kölelikten kurtarılacaklar da köle olduklarını anlamadıkları sürece sarp yokuşun yolu hep sarp olarak kalır…
Tüketim kültürü ve tüketim köleliğinin adının itibar ve şeref olarak görüldüğü bir çağda, marka patronlarının tüm insanlığın ruhunu köle haline getirdiği bir zamanda, bu ruhları kölelikten kurtarmak için yapılacak çabaların tamamı sarp yokuşu çıkmanın azmidir.
İnsanlığı dünya ve içindekilere ait olarak yaşamaktan kurtarıp onları sahip olma seviyesine getirebilmek sarp yokuşu aşmaktır. Çünkü sahiplik sizi özgür kılar, istediğiniz gibi onu size verenin istekleri doğrultusunda tasarruf edersiniz ama ait olduğunuzda, o varsa siz varsınız o yoksa siz de yok olacağınızı düşüneceğiniz için kendi köleliğinizi pekiştirirsiniz…
Bireysel kölelerin köleliklerini onlara kabullendirmek ne kadar kolaysa, kitlelerin köleliklerini de onlara anlatabilmek o kadar zor, çünkü alışılmış yaşamlar köle olmaktan öte bir yaşam değildir. Köleliğe alışmış olanların o köleliklerinden onları özgürlüğüne kavuşturarak sadece La ilahe İllallah diyebilecek duruma getirebilmek özgürlüğün zirvesidir. Bu zirve yarışında mücadele edenler sarp yokuşu çıkmanın verdiği hazzı aldıkları zaman hiçbir haz onları bu hazdan alıkoyamaz…
“ Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Beled Suresi:5-16
Yoksulu görebiliyorsanız yetimi elinden tutup kaldırabiliyorsanız, sarp yokuşu tırmanıyorsunuz demektir. Bu tırmanışın en önemli özelliği sizin kendinizin ön plana çıkmamasıdır. Yaratılanlara destek yaratandan dolayı onun isteği ve rızası olduğu için yapılır…Billboardlara şunlar şunlar yapıldı demek ve seçim dönemlerinde insanların gözüne sokmak için her tarafı görüntü kirliliği haline getirmemektir.
Ben Allah rızası için bunları yaptım dememektir sarp yokuşu çıkabilmek…Allah rızası için yapılan bir iş ve eylem neden anlatılır veya karşıdan bu eylemlere bir karşılık vermesi beklenir…her insan böyle bir beklenti içindeki duyguyu barındırsa da bu istekleri rehabilite ederek yol almak sarp yokuşu zorlansakta çıkabilmek bu olsa gerek…
İnsanlara yapılacak iyilikler onları ölüme mahkûm etmemek için olmamalı, sarp yokuşu çıkacaklar diğer insanların da insan gibi yasabilecek bir duruma gelerek insani seçim yapabilecek duruma gelmesi için ona kol kanat gerebilecek bir düzeye çıkarabilmek, Sarp yokuşu çıkabilmektir…
İçinde yaşadığımız bu salgın dönemi dikkate alındığı zaman hayatın tüm kademelerinde sınıfta kaldığımız ve sarp yokuşu çıkamadığımız tüm detaylarıyla ortada durmaktadır. Doksan dokuz kişiye bir pul, bir kişiye doksan dokuz pul veriliyorsa, orada tüm araçlar sarp yokuşta parçalanmış demektir…
Bu ayetleri, rabbimin bahşettiği akıl ve idrak noktasında anlamaya çalıştım ve anladıklarımı da sesli ve yazılı düşünerek sizlerle paylaşmak istedim…Anlatılacak çok şey var ancak onları herkesin kendi idrak mekanizmasına göre anlamasının daha verimli ve faydalı olacağını düşünerek sadece soru işaretleri oluşturarak o soru işaretlerinin cevaplarını aramada insanlara faydalı olabilirsem ne mutlu bana ….Rabbime sonsuz hamd ederek bu gün de bana bu ayetleri idrak etme rahmetini bağışladığı için selam saygı sevgi ve muhabbetlerimle…
Erol KEKEÇ/26.02.2021/15.05



26 Şubat 2021 Cuma

MARİFETİ KENDİNDEN BİLEN, EY İNSAN!

Marifeti kendinden bilenler yok olmaya mahkumdur. İnsanoğlu insan şunu bilmeli ki, kendisi sadece kendisi için belirlenmiş rolleri oynamak için o oyunun gereklerini en güzel şekilde yerine getirmek zorundadır. Zorunlu roller hakkı ile oynandığı zaman o rollerin sonucunun ne olacağını belirleme ve benimsetme gücü kendisinde olmadığını bilerek yaşaması gerekir. Böyle bir idrak ve düşünsel birikimle mutmain olarak yola çıkanlar, olağandışı bir durum olmadığı sürece sonucun bu çerçevede meydana geleceğini çok iyi bilmesi gerekir. Ne yazık ki insan çoğu zaman kendisini mutlak var eden olarak görüp, marifetin kendinden olduğuna inanmaktadır. Bu durum aslında insanın kendisini imha etme sürecidir. İnsanın kendi eliyle kendisini cehennem odunu haline getirmemesi için bu açıklamayı yapmanın elzemliğine inanmaktayım. Çünkü çoğu zaman yaratıcının gönderdiği uyarılar, uyarmak istediği amaç dışına taşınarak farklı anlamlarda da kullanılabilmektedir. “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” Uyarısının anlamını yörüngesinden çıkararak amaç dışında kullanıldığına çoğu zaman şahit olmaktayız. İnsan kendisini bile bile gözle görülen bir tehlikenin sarmalına sarmak istemez ancak akli bir dengesizlik ve bunalım durumunda karar verebilme melekelerini kaybettiğinde ve idrak mekanizması çöküntüye uğradığında böyle bir süreci yaşaması mümkün olabilmektedir. Ama tehlike olduğunu bilip bilmediği ve kendisi için daha iyisini isterken kendisini tehlikeye atabilir, işte bunları anlamak çok zor olmaktadır. Rabbimiz ondan dolayı insanları uyarmaktadır.
Marifeti kendinden bilenlerin istisnasız hepsi müstağnilik dehlizinden içeriye girince, bu dehlizin zirvesi olan yerlerde sürünmeye mahkûm olur ve kendi eliyle kendisini tehlikeye atar. Ancak o, hala kendisinin erişilmesi güç bir makamı işgal ettiğini sanır. Karun’a yapılan tüm uyarılar ve hatırlatmalar onun gurur ve kibrini az da olsa rehabilite etmeyi başaramadığı gibi aksine sadece onun tağutlaşmasını ve yeryüzünün ıslah edeninin kendisi olduğu vehmini onda uyandırdı. Bu Bilinçaltı depreşmesi nefis taşıyan tüm varlıkların genlerinde olmasına rağmen, bazen bu genler orada palazlanıp uygun zemin bulduğunda yaşadığını kanıtlamak için varlık evreninde galeyana gelebiliyor, bazılarında da bunlar orada derin bir uykuya dalarak o uykunun vermiş olduğu sersemlikten kendisine gelemediği için, varlık evreninde kendisine bir yer edinme derdinde olmayabilir. Ancak bunları bilsekte mutlaka tedirgin ve hassas yaşamak insanoğlu insanın en hassas noktası olmalıdır.
Ey marifeti kendinden bilerek yeryüzünün ilahlığına soyunan Karun’un torunları ve yeni CEO’ları şunu biliniz ki, ol dediğinde anında olduran mutlak güç ve tasarruf sahibinin mülkünde yaşamaktayız. Mülkündeki tasarrufu ne zaman kime niçin yapacağını, O çok iyi bilir, onun için hiç kimse yeryüzünde yaşayan canlı olarak mutlak sonucun kendi tekelinde olduğunu düşünerek yaşamaktan vazgeçmeli, yoksa tüm Tağutlar birer birer Mutlak nur sahibinin aydınlığı karşısında yok olacaktır. Nur sahibinin nurunu tamamlama döneminin arifesinde yaşadığımızı bilerek kalan ömrümüzü tamamlamaya çalışalım.
“Allah, İman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan alır ve aydınlığa çıkarır, küfredenler (hakikati örterek herkes tarafından hakikat olarak anlaşılmasının önüne geçerek onların anlaşılmasına engel olanlar)’e gelince onların dostu ise tağuttur, o da onları aydınlıktan alır karanlıklara götürür, onlar ancak ateşin arkadaşlarıdır ve orada ebediyen kalacaklardır.”
İman üzerine rabbimin bize bahşettiği idrakle biraz konuşmak isterim, İman gönülden katıksız şek şüphe endişe acaba, ne olur gibi tereddütler barındırmadan tüm gıdaları yaratıcıdan alacak şekilde kabullenmektir. İman, Kâğıt sayfalarında yazılı olan Allah lafzını kabullenmek değil, her an her yerden şah damarımdan bana yakın olan her an benim için tayin ettiği yaşamı nerede ne zaman noktalayacağını bilmediğim bir hayatı, her an sondaymış gibi yaşayarak kâinatın sahibinin önünde kendi küçüklüğünü ve bir damla su olduğunu bilerek canlı canlı bunları yaşayabilmektir iman!
İşte, Rahman olan Rabbimiz bu kulların dostudur, onları tüm karanlıklardan alır ve aydınlığa çıkarır. Tüm karanlıklar bunlar için Nurun nuru ile aydınlanır, doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak tüm kabiliyetleri bunlara bağışlar…” Allah yerin ve göklerin nurudur, Allah’ın Nur vermediği kimsenin nuru mu olur.” Marifeti kendinden bilenlerin hepsi dünyanın neresinde olursa olsun, isterse insanları duygusal olarak hipnoz etmek için bu değerleri kullansa da onlara inanmamak gerekir. Onlara inananların tümü kendi eliyle kendisini tehlikeye atar. Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın, Allah’ın adını kullanarak sizi hakikatten uzaklaştıranların tümü, hakikatin üzerini örtmeye çalışan ve hakkın üzerine oturarak sizi aldatan İblisin ordusunun insan tayfasıdır.
Neden İnsan yeryüzünde kendi bulunduğu ortamda insanlığını kaybedecek durumda olup, sadece biyolojik olarak varlığını sürdürenleri göre göre nasıl fildişi kulelerde yaşayabilir ki, Böyle bir yaşamın olduğu yerden Allah nurunu alır. İnsanların kendi yarattıkları ve dünyayı aydınlatacak sanılan ve bir üfürmeyle patlayacak sanal ışıklar, aslında sizi mutlak karanlığa gömmek için yapılan icatlardan başkası değildir bunu bilelim. Yani burada anlatmak istediğim temel yargı, marifeti kendinden bilenlerin büyüklenme kulelerinde giydikleri sihirli elbiselerle sizi büyüleyerek, Kızıl denizden geçeceğini sanan Firavun ve avenesinin durumunu insanlara reva görmek istemeleridir.
Her dediğimizi Allah bize verdi şükürler olsun diyerek kendimizi avutmaktan uyanmak zorundayız. “İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder…”İblisin, ”İnsanların yeniden dirileceği güne kadar bana mühlet ver” diyerek yaptığı duaya icabet eden Yerin ve Göklerin rabbi istenilen dualara karşılık veriyorsa, bu insanlığın hayrına verilen bir sonuç gibi algılanmasın…Verilenlerin Tümü tüm haklarımızı burada bize vererek ahirette herhangi bir payımızın kalmadığını göstermek için de olabilir…Ey sevgili ve değerli okurlarım bu yazımla ne grup ne kişi ne de herhangi bir anlayışı hedef alarak bunları anlatmıyorum sadece ve sadece hakikat ile hakikat olmayanlar arasındaki ayrımı doğru yaparak, ”kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmamak içindir.”
Yaratandan bağı kopanların, yaratıcıyı reddedenlerle, onların dünyalarında onlara galip geleceklerini hesaplaması sadece bir akıl tutulması ve zihinsel körlüktür. Bir akıl tutulması yaşayan ve Allah’a İman ettiğini iddia edenler, bu körlükleri ancak ve ancak Allah’ın nuru ile aşabilirler. Daha fazla uzatmak istemiyorum, aslında içimde söylemek istediğim o kadar çok içimi yakan kıvılcımlar var ki, o kıvılcımları siz ateşe dönüştürerek yeryüzünün her yanına “Hak geldi batıl zail oldu” meşalesini taşımanız için satırlarıma son vereceğim…
Allah’tan başka her şey yok olmaya mahkumdur. Fanilerin tüm güzellikleri kendinden bir marifet olarak bildiği tüm hakikat dışı yaşamları, Hakikatin aydınlığı ile aydınlatalım ki, Rabbimiz “bizi karanlıklardan alsın aydınlığa götürsün…” Bir kişinin dostu Allah olunca Tüm Alem size düşman olsa ne yazar…” Allah’tan başka veli dost edinenlerin durumu yarın kenarına ev yapıp ’ta bir rüzgârın esmesiyle savrulup giden örümceğin durumu gibidir. Şunu iyi biliniz ki evlerin en zayıfı örümcek evidir.”
Erol KEKEÇ/25.02.2021/22.32
Bir kuş ve doğa görseli olabilir

24 Şubat 2021 Çarşamba

“SİZE SÖYLEDİĞİMİ BİR GÜN ANLAYACAKSINIZ”

Çıkar iskelesinden deryaya açılmamış vapurlarda her anlayıştan, ırktan, renkten ve inançtan insan bulabilirsiniz, ancak belli bir çıkarı paylaşmak için iskeleden kalkan gemide ancak çıkardan payı olanları görürsünüz. Toplum yönetimine talip olan siyasal partilerde böyledir. Ya bir grubun çıkarlarını korumak ve onları daha üst düzeyde doyuma ulaştırmayı hedefleyerek iktidar olma arzusu içinde olurlar. Ya da tüm insanların menfaatlerini korumak ve toplumsal huzuru inşa etmek için daha iyi yönetim daha iyi paylaşım daha iyi yaşam ve adalet için yönetime gelmek adına örgütlenirler. Her iki örgütlenme de Demokrasilerde bir siyasi parti örgütlenmesidir. Belli bir grubun menfaatlerini korumak ve kollamak adına örgütlenerek iktidar olma hevesinde olan partilerin anlayış olarak yönetime gelmeleri çok zor olsa da pratiklere baktığımız zaman neredeyse üçüncü dünya ülkelerini yöneten tüm partiler, menfaat iskelesinden denize açılan bir vapuru andırmaktadır.
İktidara gelmeden önce tüm insanların menfaatini gözeterek iktidar olmak isteyen siyasal partiler, İskeleden açılmadan önce herkesi taşıyacağına söz verip denize açıldığında sadece çıkar birliği olanları taşıdığını gördüğümüz vapurlardan hiç de farklı değiller. Çünkü iktidar olmadan parti tüzüklerine yazdıkları manifestolara baktığınız zaman nerdeyse imrenecek duruma geliyorsunuz hele ki bir de seçim beyannamelerine baktığınız zaman ağzınız açık kalabiliyor, ancak o mazbatayı alıp da bir güven oyu aldıktan sonraki icraatlarına baktığınızda acaba acaba dedirtecek soruları sizlere sordurabiliyorlar.
Demek ki, sözlerle kendinizi olağanüstü güzellikler vadeden bir oluşum olarak tanımlamanızın karşılığı icraat alanında sağlaması yapılarak size bir sermaye olarak döneceğini bilmeniz gerekiyormuş. İcraatlarıyla denetimi sağlanmamış hiçbir anlayışın varlık sahnesindeki teorik vatlarının gerçek yaşamda karşılığı yokmuş. Benim şahsi kanaatim odur ki, düşünsel ve zihinsel insani gelişim sürecini tamamlamamış toplumlarda her ne kadar çıkar iskelesinden çıkmadığını iddia eden vapurlar görseniz de onlara binmekte biraz tereddüt etmenizdir.Çünkü,bu tarz siyasal oluşumlar ilkelerden yola çıkmazlar, kendilerince kurallar oluştururlar o kuralları da içinde bulundukları konjonktürel şartlara göre hemen harcamayı göze alırlar, çünkü bunlar daha çok taktiksel hareket ederler yani önceden uzun soluklu bir stratejik planlarına rastlayamazsınız. Stratejik dedikleri de kendi menfaatlerinin nasıl gittiğinin hesabına uygun olup olmadığıdır. Oysa zihinsel ve düşünsel gelişim evrelerini tamamlamış rasyonalite değeri yüksek olan toplumlarda, bu tarz örgütlenmelerin dikkate alındığını bile göremezsiniz, çünkü onlar daha çok yaşam standartlarını bulundukları ortamdan kimler daha yukarıya çıkaracak, sağlık güven ve nesillerinin korunmasında nasıl rol oynayacak, yaşadıkları yerin güvenliği için neler yapacak bunlara bakarak siyasal örgütlenmelere bir değer verirler. Bu durum iktidara gelmek için siyasal örgütlenme içine girecek oluşumların daha dikkatli ve titiz davranmalarını beraberinde getirmektedir. Çünkü bu örgütlenmeler ve liderleri şunu bilirler ki, toplumun onları desteklemesinin arkasında duygusal bağlar değil, daha çok akla dayanan pratik getiriler ön planda olacaktır. Bu da onların bu sorunların detaylı bir analizini yaparak manifestolarını onun üzerinden oluşturmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Biz ve bize benzeyen toplumlarda siyasal oluşumlar ya öncekilerin yaptığı yanlış ve olumsuzlukları tekrarlamayacağını anlatarak kendisini tanımlar, ya da ezilen hakları gasp edilen ötekileştirilen gruplar varsa onlara dayanarak varlık sahnesine çıkmaya çalışır ama beraberinde kuşatıcılık mesajları vermeyi de ihmal etmez. Ancak şunu anlayamazlar ki, bir gruba dayanarak varlık sahnesinde kendisini tescillettirmeyi düşünenler o mührü yedikten sonra biz şunları şunları da hesap ediyorduk gibi yaklaşımları onların gerçeklikten ve ciddiyetten ne kadar uzak olduklarını da gösterir. İfade edilmemiş hayali haklar ile ifade edilmiş korunaklı yaşamlar kesinlikle aynı terazinin kefesinde değerlendirilemezler. Korunaklı ifade edilenler daima yaşamın içinde hep 2-0 sıfır önde başlarlar yönetime yakınlık karşılaşmasında. Onun için bizim gibi ülkelerin yönetim kademesini işgal edenler her dönemde patolojik bir vaka olarak ele alınıp incelenmesi gerekir. Neden patolojik dediğimi merak etmiş olabilirsiniz, sözleriyle icraata dönüştürülmek istenenler birbirini desteklemiyorsa oradaki gözenekler her zaman virüslerle kuşatılır, virüslerin kuşattığı gözeneklerden faydalı bakteriler olduğunu iddia ederek ortaya koyacağınız yaşam tarzının mutlaka en ince ayrıntısına kadar detaylı tahlilinin yapılması gerekir. Bu tahlil bağımsız laboratuvarlarda olmalıdır.
Son bir yıl içinde ülkemiz içinde yeni kurulan siyasal partilere bakarsanız ya bir kızgınlık sonucu ya paylaşım problemi ya ikinci adam olmama arzusu ya da eften püften meselelerle topluma yenilik getireceğini iddia ederek ortaya çıkmış olduklarını görürsünüz. Onların Parti tüzüklerindeki beyannamelerinin hakikaten toplumsal yaşamın omurgasıyla ne kadar ilişkisinin olup olmadığını anlamak istiyorsanız, toplumun dilini ne kadar bildiklerine ve toplumda öncelikli çözüme kavuşması gerekenin ne olduğunu, ülkede sorun olarak görülebilecek temel ilk on sorunun öncelik sırasına göre ne olmalıdır deseniz, acaba ortaya ne koyacaklar doğrusu çok merak ediyorum. Bunu neden söylediğimi de açıklayayım, Siyasal oluşumlar devletin imkanlarından istifade etmek ve başkaları çok götürdü sıra bize ne zaman gelecek ya da bize bir şey kalmıyor tedirginlikleriyle Milletin alın terini hesapsız kullanabilmenin hesabının yapıldığı yerler olmamalıdır. Siyasal oluşumlar, bu alanda çok ciddi emek harcayan, yaptığı iş dışında oradan bir beklentisi olmadan, ülke insanının ortalamasının yaşam standardının dışına çıkmadan yaşamını devam ettirecek ve ülke insanını öncelikle mutlu etmek ve onlara güven duyacakları bir yaşam ortamı oluşturmak hedefli olması gerekir. Diğer tüm yapacakları bunların üzerine kurulmalıdır.
Yani Ülke yönetimine gelecek olanlar o alanda en hassas ve liyakat ehli, merhametli, duyarlı, kucaklayıcı, ötekileştirmeyen, tüm insanları vatana aitlik kimliği ile değerlendiren, verilen emaneti en şeffaf bir şekilde ve hassasiyetle kullanan ve hesabını da rahatlıkla verebilen emin olmalılar. Emanete ihanet edebilecek olanlar asla ve kat’a devlet
yönetiminin hiçbir kademesinde olmamalıdır. Bal tutan parmağını yalar anlayışında olanlar varsa, onların o parmaklarını acımadan kırabilmelidir.
Biz ve bizim gibi ülkeler eğer toplumsal huzur barış istikrar güven kardeşlik ve mutluluk istiyorlarsa, dışarıdan gelebilecek tehlike paranoyasından öncelikle kurtulmaları gerekir. Kendi içlerinde güven ve mutluluk olanları, dışarıdan gelebilecek tehlikeler teğet geçer ama kendileri olmayanlar ise bu korkuların esiri olarak kendilerinden habersiz reseptörlerini dışarıya çevirerek mutsuzlukta zirve yaparak paranoyak bir yaşamın sürekli taşıyanları olup çıkarlar. “Siz doğru yolda olursanız yoldan çıkmış olanlar size asla bir zarar veremezler…”
Yeni bir açılım olacaksa, Kuşatıcı, dikey, menfaat iskelesine asla yanaşmayacak, yönetimi bir hobi olarak yapacak ama buranın çıkar devşirme ve nemalanma merkezi olmayacağına inanacak ve bunu da yaşamında kanıtlayacak, oraya gelebilmek için milyonlarca paraları parti başkanlarına aktarmayacak sadece ülkesinin daha mutlu ve herkesin güven içinde yaşayacağı bir yer haline gelmesi için önceki konumuna farklı bir prestij yüklemeden bir hizmetkar olarak gece gündüz insanların içinde yaşayacak, insanlar olmaları gerekir. Dokunulmazlık diye bir zırhın arkasında kendini anlatmayacak herkesten önce oraya gelir gelmez kimsenin menfaatini gözetmeden herkes için faydalı olacak yasaların yapılmasında ve uygulanmasında önden koşacak adam gibi adamlar olursa yeni oluşumların varlık sahnesindeki yeri çabuk fark edilir aksi durumda gelen ağam giden paşam ne fark eder, biz zaten gideni uğurlamaya geleni alkışlamaya alışmışız; sizi de alkışlayacak kadar birileri elbet olacak…
“Bizim özlemlerimiz, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşamak bu sevda bizim,” bu sevdadan bizi ayıran ve bu sevdaya olan aşkımızı kurşunlayan kim olursa olsun hepsine birden “Ben sizi güçlü olan çok bağışlayan Allah’a çağırıyorum aşırı gidenlerin ateşlikler olduklarında şüphe yoktur, size söylediğimi bir gün anlayacaksınız, o gün keşke benim kavmim Rabbimin beni nasıl nimetlendirdiğini bir bilseydi…” Buyruğu ile noktalamak istiyorum… “Sen hatırlat! Muhakkak ki öğüt iman edenlere fayda verir…”
Erol KEKEÇ/23.02.2021/22.30
Bir 2 kişi ve ayakta duran insanlar görseli olabilir

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!