Bu Blogda Ara

21 Şubat 2021 Pazar

GELİN BU DÜNYAYI DEĞİŞTİRELİM!

Yönetenlerinin itibarlarını, israflarıyla tanımlayan toplumlar, helak olmaya mahkumdur.
"Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz."İsra:16
İslam toplumu olarak bilinen toplumların, istisnasız hepsinin, yöneticilerinin mal varlıkları araştırılsa sanıyorum dünyadaki tüm açları rahatlıkla o açlıktan kurtaracak düzeydedir. Bir günde Afrika’da 20 bin insan açlıktan ölürken, bu yöneticiler, nasıl bir İslam toplumları ise onların yöneticileridir.
Aşırı doyumsuzlukların temelinde bilinçaltındaki doyurulmamış aşırı isteklerin olduğunda kuşku yoktur. Zenginlikler içinde yaşayan toplumlara baktığınız zaman onların yöneticilerinin hayatları ülke insanın normal yaşam akışından farklı bir özellik göstermez. Nedeni ise aşırı doyumsuz olmamalarıyla alakalıdır. İslam dünyası olarak bildiğimiz ülkelerin tüm yöneticileri hem kendi ülkelerinin hem de dünyadaki zenginlikte ilk sıralarda yer alanların arasında bulunuyorsa ne taraftan ele almaya çalışsanız da mutlaka tutarsızlıklar ve ele avuca alınmaz yaşamlarla karşılaşıyorsunuz.
İnsan merak ediyor bu ülkelerin yöneticileri kendilerini dindar ve aynı zamanda Müslüman olduklarını söyleyerek böyle bir hayatın debdebesiyle varlıklarını kanıtlamaya çalışıyorlarsa, söyler misiniz itibarı ve izzeti insanlardan gasp ettikleriyle ne kadar elde edebilirler?
Allah şehirlerin anası olarak tanımladığı şehre, Medeniyetlerin beşiği olan bir şehir olarak isim vermiyor, kutsal bir şehir olarak adlandırılsa da medeniyetin beşiği olmada asla bir özellik taşımıyor. Medeniyetin ilk ve temel dinamiği adalettir. Onu tamamlayan unsurlar ise, hak, hukuk, saygı, sevgi,kardeşlik,dayanışma ve insanlar arasındaki iletişimin güçlü olmasıdır. Binalarınızın yere çakılarak gökyüzüne tırmanması, tüm doğanın beton çöplüğüne çevrilmesi, tüm sahilleri en debdebeli yalılar haline getirmeniz, kullandığınız arabalarınızın en lüks araçlar olması, uçakların en alasına sahip olmanız, yeryüzünde doymayıp gökyüzünü işgale başlamanız hiçbir zaman medeniyetin ölçüsü olamaz. Öyle olmuş olsaydı, Mekke Arap Yarımadasında en gözde ve tüm ticaret kervanlarının merkezinde bulunmasına ve hatta Rabbimizin şehirlerin anası olarak adlandırmasına rağmen medeni bir yer olmadığını görüyoruz. Çünkü kuralsızlık gasp başkalarının mallarını rahatlıkla alan Ebucehiller gibi bedeviler vardı ve adalet yaşamın kıyısında bile yoktu. Oysa Allah’ın Resulü Mekke’den Yesrib’e göçünce buranın ismi sonradan değişti ve Medine olarak adlandırıldı. Yani Medeniyetin temeli atıldı. Medine-tül Münevvere olarak yeni bir isim aldı…
Yesrib’te yeni bir hayat başladı bu hayatın temel dinamiği kimseye haksızlık yapılmayacak, kimden olursa olsun kabile ve dinine bakılmaksızın oluşturulan kurallara herkesin uyması gerekir. Herkesin kendi hukukuna göre, herhangi bir cürümden dolayı yargılanacağı ama oradaki hüküm neyse ona uyulacak ve asla kimseye iltimas tanınmayacak, açlar doyurulacak, ülke savunmasında tüm vatandaşlar ülkesini savunacak, yani herkes birbirinin hakkını gözeterek hukuk karşısında oluşturulacak ortak yaşam birliğine uymak zorundadırlar. İşte bu devletin, medeniyete giden ilk yol işaretleri belirtilmiş oldu. Allah’ın Resulü daha sonra O şehrin adını medeniyetin beşiği olarak Medine diye adlandırdı. Değerli okurlarım kıl çadırlarda da yaşasanız orada adalet varsa o yer dünyanın en medeni yaşam alanıdır. Ondan dolayı İslam dünyası diye bildiğimiz bu Hadari bedevi toplumların, kendilerini anlatmak için gökyüzüne uzanan gökdelenler sahibi olmakla Medeni olacaklarını sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü medeniyet Adaletle gelir. Adaletin olmadığı yerde Dünyanın tüm kazanımlarına sahip olsanız da, bedevi Hadari bir toplum olmanın ötesine gidemezsiniz.
Bu örnekleri vermemdeki gayem Medeniyetin kökeninden yola çıkarak İslam Dünyası olarak bilinen Bu Bedevi toplumların hayatını biraz tahlil etmektir. Kendi köklerinden habersiz ve hayatlarını uydurmaya çalıştıkları yaşamın üzerine oturduğu yaşam, bu değerlerin nasıl ortaya çıktığından habersiz ne olduğu bilinmeyen dünya mezbelesi üzerine oturuyorsa kalkıp kendimizi İslam’la İfade etmekten utanç duymak zorundayız. İslam Dünyası olarak bildiğimiz ve bizim de içinde olduğumuz bu dünyanın tüm yönetenleri istisnasız bedevi bir yaşamın sorgulamayan ve kendilerini tanımlamaktan aciz zavallıların akıllarını peşinen satın aldıkları bir mirasın üzerine oturduklarından, böylesi bedevi bir yaşamın yönetenleri olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. İslam’ın girdiği gönüller sömürülmek istemezler sömürmek isteyenlerin hipnotize seanslarına da asla inanmazlar. İşte, o zaman Allah’ın yeryüzündeki imaratına katkı sağlayacak, insanlığın huzuru ve mutluluğu için çalışan insanlık ailesi yeniden şekillenmeye başlayacaktır. Eğer bu oluşum gerçekleşmiyorsa, İslam toplumlarının kullanım sürelerini henüz tamamlamamış olmaları gerçekliğinin olduğunu görmekteyiz.
Allah’ın yolu bellidir da Huuktur.Hukuk ölçüdür o da kaderdir. Bu ölçüye dikkat edilmezse Allah bu yaşamları asla dikkate almayacak ve onların duası gökyüzünde bulut olmadığı halde yağmur bekleyenlerin durumuna dönecek. “Siz en sevdiğiniz (bağlandığınız kendinizi onunla anlattığınız itibarınızın şerefinizin o olduğunu düşündüğünüz ve o olmazsa bir hiç olduğuna inandığınız çok değer verdikleriniz var ya adı ne olursa olsun ister bir nesne ister bir süje olsun fark etmez, yani sizi siz olmaktan alıkoyup kendisiyle sizi tanımlayan her şey Allah’ın dışında)şeyleri Allah için(yani Allah’ın yeryüzünde istediği adil ve huzurlu bir yaşamın oluşması ve insanların hiçbir baskı olmaksızın doğrudan hak ile iradeleri arasına herhangi bir aracının girecek cesaretinin kalmayacağı şekilde mücadele edip insanlığın huzuru ve mutluluğu için)harcamadıkça kesinlikle birre iyiliğe hakikate kavuşamazsınız ”Bu uyarı, sanıyorum hayatımızın rotasının ne ve nasıl olması gerektiğini anlatmaktadır.
Ey İslam dünyası olarak bildiğimiz dünyanın karanlık yönünün hiç aydınlıkla yer değiştirmediği yerin, yaşayanları! Kural belli, Allah bizi yok etmek isterse, kimleri iş başına getirip bizi kimlerle imha edip azaba bizi duçar ettiğini daha ne zaman anlayıp bu karanlık dünyamızı ne zaman aydınlatmayı düşünüyoruz, yoksa bu karanlıkları Cebrail’in bize müjdeli haberi getirdiğini düşünerek mi sonlandıracağız?
Ama lakin fakat gibi bağlaçlarla kuracağınız her cümle hayatın tam ortasına atılan bir kurşun gibidir.” Kalk ve doğrul” herkes bu ayetin kendisine indiğini düşünerek yaşamı ve hafızasına doldurduğu tüm eskimiş yükleri atıp sıfır km olarak hayata başlamadığı sürece, hep Kaybedecek. Kaybedecek çok şeyi olanlar asla hakikat yolunun yolcusu olamazlar.
İnsanları münzevi bir hayata ve bir lokma bir hırka hayatına davet etmiyorum, Hayatın odağında adaleti tesis ettiğimiz bir hayatın yeryüzün her yanına yayılması için mücadele edelim o adaleti tesis etmeyen ve adil olmayan kim olursa olsun isterse Kum kentinden gelen yarım metre sakallı Ayetullah bir molla olsun asla dikkate alınmamalıdır. Yoksa sömürülmek kendi irademizle tercih ettiğimiz kaderimiz olur. İnsan bu kaderi değiştirecek güçte olduğuna inandığı gün dünyanın çehresi değişecek ve yeryüzünde yeni bir dünya kurulacak….
Gelin bu dünyayı değiştirelim…!
Erol KEKEÇ/20.02.2021/20.40-21.38
Fotoğraf açıklaması yok.
Beğen
Yorum Yap
Paylaş

14 Şubat 2021 Pazar

BEYNE VURULAN PRANGA

Onlara, “Allah'ın indirdiğine uyunuz” dendiğinde, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya ataları akıllarını kullanamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler de mi? /Bakara:170
Tarihin her döneminde insanlık ailesi çok ciddi bir akıl tutulması yaşamıştır. Kendi akıllarını kullanamamanın faturasını da çok ağır bedellerle ödemişlerdir. Bazıları yere gömülmüş, bazıları bir sesle diz üstü çöküp kalmış, kimisi toptan suda boğulmuş, kimilerini bir hastalık kasıp kavurmuş nihayetinde aklı kullanmamanın faturası hayli kabarık olmuş…
Aklın başkalarının yaşam alanlarının gölgesinde kalarak kendi varlığını hissettirmemesinin adının akıl tutulması olduğunu sanıyorum anlamayan olmaz. Yani kimin karanlığındaysanız onun baskınlığını yaşamak zorunda kalırsınız. Hiçbir tarih, üzerine basılıp geçilmesi gereken bir birikim ve kalıntı değildir. Olumsuz olanlardan ibret alırsınız fazla gaz pedaline yüklenmez ve arada bir frene basar bazen de vites değiştirir kendinizi doğru konumlandırırsınız. Doğru olanları kutsamaz ve onlara kutsallık gömleği giydirmeden istifade edilecek yanlarını kendi yaşadığınız dönemin içinde harmanlayarak size bir vitamin olmasını sağlarsınız. Böyle bir mantıkla hayatı değerlendirenler kendi akıl kalıplarının değirmeni içine, geçmişte yetişen ambarda kalmış küflenmiş buğday tanelerini koymazlar; kendi yetiştirdikleri ürünleri atarak un haline getirir ve eskilerin kullandığı doğru yöntemler varsa onlardan da istifade etme yollarına giderler. Böyle bir yaşamın doğru denklem kurucuları akıl tutulmasından uzak bir hayata öncülük ederler. Bunlar her dönemin içinde sesi kısık ama aydınlattığı ışık çok büyük olan nesilden nesle aktarılan insanlık değer sisteminin aynı zamanda hem inşasında hem de taşınmasında rol alan az bir topluluktur.
Akıl tutulması yaşayanlarda böyle bir değer mirasının aktarımına şahit olamazsınız, onlar ancak ve ancak yeryüzünü ifsat eden birikimlerin ve sellerin çoğalarak evrenimizi yağmalamasına öncülük ederler. Bunun en kötü örneklerine de yaşadığımız dönemde hep birlikte şahit olmaktayız. Korona illeti bir Laboratuvar virüsü olmasına rağmen akıl tutulması yaşayan insanlık ailesi korku ve tedirginlikleriyle bu korkuyu yayanların gölgesinde kalarak çok ciddi bir travma yaşamaktadır. Bu travma insanlığın kılcal damarlarına kadar nüfuz etti. Ancak bilmedikleri bir şey vardı o da laboratuvarda ürettikleri bu virüsün kendi kontrol alanlarının dışına çıkabileceğinin hesaplanamamış olmasıydı. “Mutlak galip ancak Allah’tır.” Tüm ifsat mekanizmaları tarihin her döneminde ıslah ediciler olduklarını ve onlar ancak geçmişten devraldıkları geleneklerini yaşattıklarını iddia ederek insanlık hanesine kara damga vurdular. Oysa Allah onların oraya vurduğu tüm damgalı müsveddelerin hepsini bir anda imha etti. Allah’tan başka kendisine dost veli edinip onların dediklerine göre yaşayanların evlerinin örümcek evine benzediğini yine Allah söylemektedir. Şunu biliniz ki evlerin en zayıfı da ancak örümcek evidir, demektedir. İşte, Sonraki nesillere bir geçmiş taşıyan ifsat sahibi müfsitlerin mirasının, bir örümcek ağı olduğunu bilelim ve ona göre yeni bir yaşam denklemi oluşturalım; aydınlık ufuklarda hayatın ve var olan tüm nesnelerin doğru tanımını yapabilmek için…
Anlatımlarım size biraz üstü örtük cümleler gibi gelebilir, çünkü alışılmış olan üzerine oturduğu temel dinamikleri sarsmadan hayatımız hakkında ne kadar doğru bilgi sahibi olabiliriz ki! Doğru bilgiler ancak doğru yöntemle elde edilir; doğru yöntem ise Rabbimizin bize uyarıda bulunduğu yukarıdaki ayette apaçık ortaya çıkmaktadır. Atalarımızı ne üzerinde bulduysak ona uyarız bizim atalarımız seçilmişlerdi onlar asla yanlış yapmazlar demek kadar budalaca bir hareket olamaz. “Ya ataları doğru yolda değilse…” Bakar mısınız Yüce yaratıcı bizi o kadar çok düşünüyor ki ben sana bir beyin verdim, hazır duruyor sen neden hazır duran sermayeyi kullanmıyorsun da ya tutarsa diye başkasının sana vaat ettiği hayali bir sermayeyle ticaret yapıyorsun der gibi bizi uyarmaktadır.
Buradan benim anladığım, insanların doğrudan doğruya bir hakikate yönelmelerini sağlamaya dönük vurgu yapılmaktadır. O hakikatte elinizde bulunan çalıştırdığınızda ve onun içindeki yazılıma uygun davranıp, idsel melekelerinizi ön plana çıkarıp libidonun doyurulması için sürekli hedonist dürtülerle koşan evrimleşememiş, elleri üzerinde dört ayaklı yürüme pozisyonundan çıkmanızla mümkündür.
“Allah’ın indirdiğine uyunuz…” Ancak Allah doğruyu söyler, Allah’ın sözünde bir değişiklik asla bulamazsınız, çünkü onun ilmi tüm olanları olacakları bilmediklerimizi zerreden kürreye ne varsa hepsini kuşatmıştır. Biz ise sadece bize uygun olanları fark ediyoruz ve onları yaşam alanına çekiyoruz. Bize uygun olanı derken yaşadığımız atmosferde gördüklerimize uyabilen tanıdık ve bize fazla enerji tükettirmeyi gerektirmeyenleri alıp onun gölgesine sığınarak yaşamayı kendimize bir hayat edinmişiz; oysa onun doğru bir hayat olduğuna dair destekleyici bir bilgi ve onların temellendirilmesini sağlayan bir formülde yok akla dayanan, buna rağmen onlar bizim hayatımızın vazgeçilmezleri oluyor ama yaratanın buyrukları, ya, veya ama gibi bağlaçlarla üzerinde tereddüte yol açacak şekilde değerlendiriliyor. O zaman Rabbimiz de soruyor “ya ataları akıllarını kullanamamış ve doğruyu da bulamamışlarsa…”
Naçizane, tüm insanlık ailesine bir çağrımdır. Kendi akıllarını kullanmaktan korkan ve ne ile karşılaşacağından endişe eden, kolaycılığa sarılan, efor harcamaktan kaçınan, hep dünyalık kazanımlarının peşinde koşup, yeryüzündeki imarat sorumluluğunu atlayan ve aslan gördüklerinde korkup kaçan yaban merkepleri gibi basit bir hayatın taşıyanları olmaktan kurtulmak istiyorsak…Yaratılış hamurumuza dönelim ve hayata yeniden başlayalım…Hayata yeniden başlamak için, Hakkın dışında hiçbir bağlayıcı referans almayalım, Yeryüzünde adaleti esas alalım, akıl ve yürek denklemini iyi kuralım, merhamet ile korkaklığı birbirinden ayıralım, günahsız, yaratılan sorumluluk sahibi olmayacağını bilelim, kendi kendine yeteceğimizi düşünerek müstağnileşerek haddi aşıp Tağutlaşmayalım.
Sahibimizin olduğunun idrakinde olup kendimizi yeryüzünün hamisi olarak göremeyelim. Tüm bunların gerçekleşmesinin yolu aklımızı doğru kullanmaktan geçer. Aklını kullanamayanlar nesiçtir. Aklı kullanmak ifadesini doğru anlamak lazım, şeytanın mantık yürütmesi aklı kendi kurallarından ve kalıbından çıkararak bir kıyas yapmasıydı, bu aklı kullanılması, gerektiği gibi çalıştırmak değil, aklı isteklerin kölesi haline getirip yanlış öncüllerden doğru sonuç çıkarma çılgınlığıdır. Bizim rabbimizin bizden istediği her şeyin kendi yaratılış doğasına ve hukukuna uygun olarak kendi kuralları içinde çalıştırılmasıdır. O zaman hepimiz göreceğiz yeryüzünün nasıl huzur gezegeni olduğunu. Huzur gezegeni demek herkesin ortak inanç sahibi olacağı anlamına gelmez, ancak herkesin yeryüzünde ifsat çıkarmadan evrensel ortak değer sistemine göre yaşayacağı anlamı çıkar…O günlere, ancak bizler akıllı bir varlık olduğumuzu idrak eder, kendi sorumluluk alanlarımızdan başlayarak iyilikte yarışmalar çoğaldığı zaman ulaşırız. Bu çok zor değil ama basitte değil bizden istenenler var, onları gözümüzü kırpmadan istenildiği şekilde hassasiyetle yerine ulaştırdığımızda olur. “Siz en sevdiklerinizi Allah için(yani onun yeryüzünde olmasını istediği huzurlu bir hayat için)vermedikçe kesinlikle iyiliğe kavuşamazsınız…”
Hep birlikte iyilik yolunda yarışı ötelemeyelim, “İnsanların hesabının görüleceği zaman çok yakındır ancak onlar daldıkları gafletle hala yüz çeviriyorlar…” Ne dersiniz dostlar bu bir aydınlatma fişeği olsun, gerçek mermileri hep birlikte kullanalım ama öldürmek için değil diriltmek için… Selam ve dua ile….
EROL KEKEÇ/13.02.2021/23.00
Bir yazı görseli olabilir

12 Şubat 2021 Cuma

TALANİSTAN’DA AİLE YAPISI VE DEĞİŞİM


Talanistanın aile yapısı ve değişim sürecine bir göz attığımızda, bizim toplumla ne kadar benzer yanlarının olduğuna hep birlikte şahit olacağız. Talanistanın çok köklü bir aile yapısı olmasına rağmen, küresel değişim süreci Talanistanın aile yapısını çok derinden sarsmıştır. Nesil ile aile arasında biyolojik bir bağ dışında neredeyse aile olduklarına dair görünürde herhangi bir bağ kalmamış gibi…
Bu beyliğin çok özel ve kendine özgü narin ve naif değerleri olduğu hep anlatılır ancak yaşadığı bu dönemde neredeyse eskiyi çağrıştıracak hiçbir benzer özellikler ortalıkta görünmüyor. Talanistan’ın ailesi tarih boyunca en çok anlatılan asil bir aile olarak göze çarpar, aynen Türk ailesi gibi; ancak bu değişimler onu çok kötü etkilemiş ve aile olmanın ötesinde her özellik göstermesine rağmen aileye dair bir özellik çöze çarpmıyor artık…
Ailede güven, sadakat, eşlerin karşılıklı birbirini koruma ve kollama eğilimleri tamamıyla erozyona uğramıştır. Bu beylikte eskiden kadına karı derlermiş erkeğede koca! Yani erkek bir dağ olarak tanımlanıyormuş, kadında dağın tepesinde dağı örten bir kar olarak biliniyormuş…Onun için erkek talip olduğu kadına benim karım olur musun diye hitap eder ve ona dağın tepesinde ona kimsenin erişemeyeceği, Tertemiz kalan bir kar anlamında benim karım ol diye içten duygularını anlatırmış…Kadın da ben senin karın olurum çünkü böyle bir dağın karı olmak bana mutluluk verir diye karşılık verirmiş; oysa günümüzde Talanistan ‘da öyle bir değişim olmuş ki, hayat arkadaşı kavramı onun yerini almış, ortak istek ve duygular için bedensel hazları tatmak adına buluşan bedenler ortalığı doldurmuş o bedenler birbirine aşina olup birbirinden bıkınca ortaklık bitmiş neredeyse çiftlerden her biri diğerini nasıl avutur ve uyuturum diye farklı yollar aramaya başlamış.
Sadakatin yerini, güvensizlik, eminliğin yerini aldatma, taşımanın ve taşınmanın yerini, terk etme, yamama ve örtmenin yerini afişe etme, fedakârlığın yerini kar etme, iletişimin yerini duvarlar örme almış ve aile yaşamında 9.9 şiddetinde deprem meydana gelmiş ve tüm fay hatları harekete geçmiş, tam anlamıyla gazı boşalmamış bu yapı tedirginlik endişe ve tereddütlerle yeni dönemini yaşamak istemiş, ancak geldiği nokta tamamıyla çiftlerin birbirini takip eden ve yaşamdan kopan, dedektif gibi bir hayatı ortaya çıkarmış…Yani anlayacağınız geçmişinden eser kalmamış…
Aslında bizim topluma ne kadar da benziyor değil mi? Bizde de buna benzer hadiseler çok fazla(!)Aile mahkemeleri boşanma davalarına bakmaktan yorulmuş, serbest ilişki diye bir hayat her tarafta kök salmaya başlamış,1+1 ya da 1+0 tarzında konutlar yok satmaya başlamış, firmalar en çok bu konutları sattıklarını söyleyerek bu konutlara yönelmiş, evli kadınların ücret karşılığı fuhşa yönelimi rekor düzeylere çıkmış, erkekler birliktelikte sınır tanımaz olmuş, yani alabildiğine idsel kültürün yaygın hale gelmesi göze çarpar olmuş. Diziler TV. Programları planlı ve programlı bir toplumsal değişim hareketinin en önemli simsarları olarak görevlerinde asla suiistimale yer vermemiş dolayısıyla dün hoş karşılanmayan her davranış, bugün alkışlanır olmuş…İşte, bizim toplumdaki bu hızlı değişim ne kadar da Talanistan’daki ailenin değişimine benziyor…(!)
Talanistan aile Bakanlığı bizim bakanlığı sanki yakından takip ediyor, bizim burada yapılan eylemleri aynen uygulamaktan zevk alıyor, kadınlar ile erkekler arasında ciddi bir pozitif ayrımcılığa gidiyor, kadınlara tanınan hakları erkeklere tanımıyor, hatta kadın girişimci olduğunuzda rakipleriniz erkekse maça her zaman 2 sıfır önde başlıyorsunuz. Sanki bizde de (!) buna benzer uygulamalar hatırlıyorum, hatta bizdeki uygulamalar çalışan ve çalışmayan kadınlar arasında türe dayalı statüsel ayrımcılıkta yapıyor. Çalışan kadınları ödüllendirip onlara pirimde veriyor, ama hiç çalışamayan ve çocuklarına analık yapanları insan yerine bile koyamıyor ve onları ödüllendirmeyi hiç düşünmüyor…Onlarda cinsel ayrımcılık var da, en azından türsel ayrım olmuyor, bizde ciddi anlamda türe dayanan adil olmayan ayrımcılıklarda aileyi çok etkiliyor olmalı…(!)
Talanistan Aile Bakanlığı aileye sadece bakıyor ve eşleri birbirine düşman edebilmek için elinden geleni arkasına koymuyor. Feminan bir bakışla aileyi koruyacağını sanıyor, oysa feminan anlayış doğrudan kadının üstünlüğünü öne alan ve kadını bir adım önde gören ve bunu kabul etmeyenlerle de şartsız çatışma ve savaşı öne çıkaran bir anlayış olmasına rağmen, bu beyliğin Aile Bakanı, aile yıkan bir Bakanlık olarak sonraki tarihçiler tarafından tarihe not düşülerek kaydedileceğe benziyor. Çünkü Talanistan beyliği, batıdan devşirme her geleni yaşadığında kutsal bir emir gelmiş gibi telakki ederek uyguladığı için, kendi toplumsal benliğini kaybettiğinden ailesini de kaybetmenin son çıkışına gelmiş görünmektedir. Bu çıkışı da kaçırmak üzere, eğer Talanistan bu son çıkıştan sapıp yeniden yol değiştirmezse, sanıyorum gelecek yaşamında şurada bir aile varmış onu ziyaret edelim; acaba aile olmak nasıl bir şeymiş gibi insanlar arasında anlatılacak bir masal gibi olacak. Evet, hakikaten Talanistan ’da yaşanan hızlı ve sürekli yükselerek artan bu çözülme sürecinin önüne geçilmezse, yakın tarih toplumsal kültürel ve toplumsal kimlik açısından çok ciddi bir imha sürecini yaşayacağa benziyor.
Talanistan’ın durumu ne kadar da bize tanıdık geliyor değil mi(!)sanki biz de onlarla yaşıyoruz gibi bu konulara aşinayız, nedeni ise bizim de onlara çok benziyor olmamız olabilir mi acaba?
EROL KEKEÇ/11.02.2021
Bir 2 kişi, çocuk ve yazı görseli olabilir

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!