Bu Blogda Ara

11 Şubat 2021 Perşembe

DİKKAT HASTALIK HANGİ HÜCRELERDE!

Hayatımız boyunca bize anlatılanlar olumsuz olan yerlerden uzak durmamız oldu. Çünkü iyi olduğu kabul edilen yerlerde yanlışların olması hiç düşünülmemişti. Baktığımızda doğru bir denklem gibi görülse de aslında biraz farklı boyutlarda sorgulamanın gerekliliğini insan bu yaşlara gelince anlıyor. Onun için ben az da olsa bu konuyu biraz sorgulama niyetindeyim.

İblîs dedi ki: "Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.”

"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın."

Allah buyurdu: "Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!"

Yukarıdaki ayeti dikkate aldığımız zaman kötülüklerin mimarı ve ilk asi varlık Allah ile sanki bir antlaşma yapıyor. Sonrasında da Andolsun ki senin doğru yolunun üzerine oturacağım diyor. Acaba neden yanlış yollar ve kötülüklerin içinde olacağım demiyor da özellikle doğru yolun üzerinde oturacağını vurguluyor olabilir. Şunu iyice anlamak gerekir ki hiçbir yanlış kendisinin yanlış olduğunu bile bile bunu yanlış olarak size sunuyorum diyemez derse baştan nakavt olur. Çünkü insan fıtratı bunu reddetme donanımıyla gelir ve doğru olduğuna ikna olduğunu da kabul eder. İşte Tüm yanlışlar doğru kılığında bir elbise ile yaşam alanında podyuma çıkar, insan da bunlar arasından kendisine uygun olanı seçer ve giyinir. 

Yanlışları hemen elinizin tersiyle itersiniz, âmâ yanlış olduğu her halinden belli olmasına rağmen üzerindeki örtü iyilik örtüsü ise bunu dışlayamazsınız çünkü içinizde bir acaba kalır. Bunu çok iyi bilen İblis Adem’in neslini saptırmak için yaşam sinemasındaki ikinci perdeyi bu cümle ile araladı, ancak kimse bunu dikkate almadığı için bu filmin seyircisi hiç azalmıyor ve her geçen gün bu film tüm dünyada gişe rekorları kırmaya gidiyor.

Hakikati anlamak onun özünde nelerin gizli olduğunu iyi idrak etmek gerekir. İdrak mekanizmaları dumura uğramış ve âtıl durumda olanlar hakikatin ne olduğunu ve hakikatin yerine göz kırpan batılın ne olduğunu anlayamazlar; ondan sonra da kendi yaşamlarındaki olumsuzlukları meşrulaştırmak için, ehveni şer gibi kavramlarla batılı hak gibi göstermeye çalışırlar. Oysa bilmezler ki şerrin ehveni olmaz hakikati örtme açısından. Allah:” Haktan sonra delaletten başka ne var ki?” demesine rağmen doğru yol üzerine oturan İblis ’in torunları batılı Hak gibi öğütlemede bayağı bir yol kat ederler. İşte insanlığın dirilip kendine gelmesini engelleyen ve onları kandıran en önemli ifsat odakları, doğru yol üzerine oturup Hakkı öğütler gibi içine Hak karıştırılmış doğal aromalı bir batılı hak gibi sunanlardır.

Acaba neden, doğrudan yanlış görülmesine rağmen, herkes o yanlışın yanlış olduğunu anlatmada gayet cüretkâr davranırken, kendisini gizleyen ama hak gibi gözüken, aslında insanlığı aldatma ve acı çektirme yönünden o batıldan daha tehlikeli olmasına rağmen kimse ondan bahsedemez. Asla bahsedemez çünkü Doğru yola oturmuş orada İblisin düdüğünü çalar ama herkes onun çaldığının hakkın düdüğü olduğunu sanır. Bu düdüklerin hepsi kırılmadığı sürece hep aldatılan insanlık olacaktır. İnsanlık aldatılmaya uygun hipnotize seanslarına düzenli giriyorsa o düdükler de hep çalacak siz de hep aldanacaksınız demektir.

“Ey beni Âdemoğlu İblis Sizin atanızı saptırdığı gibi sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin…” Diyerek uyaran Rabbimizin buyruğunu dikkate almaz da kendi görmek istediğimizi gördüklerimi kayıtsız şartsız hakkın temsilcisi olarak görürsek biliniz ki o yol, Hakkın yolu değildir. Neden neden insan hiç düşünmek istemez, Tarihin her sayfasını açıp okuyabilirsiniz, aldatanların hangisi kendisinin kötü biri olduğunu anlatarak insanlığı aldattı. Hepsi ya ıslah edicileriz dedi ya biz iyilik havarisiyiz dedi ya ben sizi en doğru olana götürüyorum dedi, daha da ileri giderek ben sizin rızkınızı veriyorum, ben olmasam siz acınızdan ölürsünüz dedi. Oysa Rabbimiz, onlar ıslah edicileriz demelerine rağmen asıl bozguncuların onlar olduğunu hep anlattı, bunun en açık örneği alim bir zat olan ve toplumun gözbebeği olarak bilinen Karun’un hayatında göze çarpar.

Allah’ın adını kullanarak her türlü çirkefliklerini gizleyerek, size olgun, münevver, doğru ve hakkı temsil eden gibi görülenlerin sözlerine asla inanmayın; onlar sizi Allah’ın adını kullanarak aldatırlar. Şeytanın aveneleri atlı, yaya, önden arkadan bize dost olarak yaklaşıp, bizi bizden daha çok düşündüklerini söyleyerek bizi uçuruma yuvarlarlar. İblis ‘in Âdem ve Havva (as)’a yaklaşım tarzını sanıyorum bilmeyen yoktur. “Muhakkak ki ben size öğüt verenlerdenim” Hiçbir yalan ve batıl, batıl olarak insana yanaşmaz. Şeytanın kurduğu bu düzen tüm boyutlarıyla Hakka bürünerek insanlığı idrakten yoksun duruma getirdi. Aslında konuşulacak çok şey olmasına rağmen kısaca bu açıklamalardan sonra şu hatırlatmayı yaparak noktalıyorum. Şeytan’ın askerlerini, kerih görünen ortamlarda aramayın, oralarda olanlar apaçık damgalı olarak göze çarpar, asıl aranacak yer sizi sizin değerlerinizle aldatmaya çalışan ortamlardır. Bunu anlamak çok zor çünkü Âdem ve Havva’da bunu anlamamıştı. Onun için Rabbimiz der ki,” Ey Âdemoğlu! İblis sizin atanızı saptırdığı gibi sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin, ancak bana kulluk edin işte dosdoğru yol budur…”

EROL KEKEÇ/10.02.2021
                          

10 Şubat 2021 Çarşamba

TALANİSTAN’DA HAYAT

 

TALANİSTAN; Talanistan beyliği diye bilinir, gerçek yaşamın maltazarları olarak tarihe kaydedilir. Talanistan yerkürenin en verimli topraklarında kurulmuş dört iklimi doyasıya yaşayan ama bir türlü huzura kavuşacak bir yaşam ikliminden yoksun toprakların karayazılı ismidir.
Talanistan küçük bir Beylik olarak kurulur dünyaya sesini duyurur,1900’lü yılların başında Cumhuriyet olarak kabuk değiştirir, ancak totaliter baskı dönemlerinin alasını, 1935’le başlayan 50 ‘li yıllara uzanan süreçte doruk noktada yaşar. Hep vaatler sıralanarak vaatleri gerçekleştirmek için gelenler, vaatlerinin yerine voyvoda kazıklarıyla halkını tanıştırmayı kendisine bir görev bilir.
Talanistan aslında bir fistanla iki göbek atıp bir kıvırmasyon yapanların rahatlıkla zirve yarışında ipi göğüslediği mekân olarakta bilinir. Bu yarış hep devam etmiş, tarih bunları yazmaktan imtina etse de biz bazen tozlanmış sayfalar arasında bu ülkenin yerini ve koordinatlarını bulmakta zorlanmıyoruz.
Talanistan Beyliği şimdilerde bir Beylik olmanın ötesinde dünya koordinatlarını değiştirecek bir güce sahip olduğunu söylemesine rağmen, kendi yaşam koordinatlarının ne olduğunu bilmeyecek kadar da gerçekler dışında yaşamaktadır. Bu belirsizlik onun tepeden tırnağa tüm müdahil olacağı alanların seyrinin kendi dışında cereyan ettiği izlenimini de beraberinde getirmektedir.
Talanistan ’da Hukuk hiç güven vermez, sürekli değişkendir bu değişim “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” anlayışına uyarak yenilenme ve insanların ihtiyaçlarını dikkate alarak düzenleme şeklinde olmaz. Hukuk tamamıyla gücün direktifleri doğrultusunda değişim geçirir, bu evrimde de daha çok Beylik içinde kök salmış olan ailelerin yaşam standartlarının bulunduğu durumdan aşağılara inme ihtimali tehlikesi varsa, hukuk hemen frene basar ve yeni düzenlemelere gider bu düzenlemeler de kanundan çok Kanun hükmünde kararnamelerle gerçekleşir. Yani anlayacağınız Talanistan Beyliğinde asıl korunması gerekenler asilzadeler olduğu için tüm kanunlar bunlara kurban olur; kanunların kurban olduğu yerde aşağı katlarda yaşamlarını devam ettirenler çifte kurban yerine geçer onun için onların yaşamasının gerekli olup olmadığı da zaman zaman tartışma konuları arasına girer. Hatta ekmek buluyorsa haline şükretmesi gerekir, çöplüğe atılan yumurtaları tuzlu suyun içine koyduğunda batıyorsa rahatlıkla yiyebilirler. Çünkü onların olup olmaması o kadar önemli değil, önemli olan Talanistan yönetim erki ve asilzadelerin yaşamlarında konforu sarsacak bir inişin olmamasıdır. Yani anlayacağınız hukuk gücü korur, tebaa güce tapar. Böyle olunca Talanistan’a beklenen cumhuriyet bir türlü gelmez.
Talanistan’ da kanuna uygun mevzuata aykırı olmayan ne yaparsan yap, yeter ki onu o dosyaya yerleştir, her şey helaldir. Din adına fetvalar çok çabuk piyasaya dökülür, bir fetva olunca akan sular durur. Birisi çıkıp tüm bütçeyi alıp götürse, beylik tebaası bir araştıralım acaba neden götürmüş olabilir, mutlaka bir sebebi vardır, belki de tüm dini mekanları yeniden yaptıracak içine halı döşeyecek ya da yeni haçlar dikecek diye hemen savunmaya geçer. Yani Talanistan ‘da talan yolları her zaman açıktır yeter ki siz tebaanıza uygun bir dil ve mevzuata aykırı olmayan parlayan bir cümle ile onu izah edin yeter. Talanistan olmak öyle kolay değil, her talanı açıklayacak mevzuata uygun bir cümleniz olmalı…
Talanistan ‘da kamuya ait mevki ve makamların dağıtımında çok fazla liyakat ehli olmak şart değil, güç merkezine yakın olduğunuzda ve bir uydu gibi etrafında döndüğünüzde sizin gelemeyeceğiniz hiçbir makam yoktur. Bu durum Talanistan beyliğinin en karakteristik yanıdır. Çünkü bu özelliği onu tanımlayan en belirgin kültürüdür. Talanistan’ da Yönetici erkin değişmesi ve yeni ideolojilerin yönetime gelmesinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur, gelenek asla bozulmaz yönetimler ve makamlar elde edilirken, her gelen yönetimle kuracağınız kan bağları sizleri paraşütle o makamlara atar.
Talanistan’ da yolsuzluk, yoksulluk, yüzsüzlük ve yasaklar kırmızı çizgilerdir, bunlara kimse dokunamaz herkes bunları ortadan kaldıracağını vaad eder, ancak daha bir kökleştirerek görevini halefine devreder. Gelen de bunların korunmasına inanmış olmalı ki, tebaaya artık bu kavramlar bir yaşam felsefesi gibi gelir. Aynen bizde olduğu gibi Talanistanın da kendilerine özgü deyimleşmiş atasözleri var…(!) “Bal tutan parmağını yalar, Devletin malı deniz yemeyen keriz, bizim Talanistan’a bir yolumuz düşse orada yaşamaya kolay alışırız, çünkü biz onların yaşam tarzlarına sanıyorum yabancı değiliz her ne kadar bunlar bizde olmasa da(!) zaman zaman bu tür kavramları duyabiliyoruz, çünkü bizler gayet zeki ve her telden saz çalabiliriz(!) her konuda mutlaka bir fikrimiz vardır ama tek kendimizle ilgili bilgi sahibi değiliz… O kadar da olsun,o kadar çok konuda fikir sahibi olurken kendimizle ilgili bilgi sahibi olmayı atlamışız bu kadar hata Padişah kızında da olmaz mı(!)
Talanistan hakkında konuşacağımız çok konular olmasına rağmen, ülkenin meridyen ve paralellerini tespit ederek gidelim ki sonra ufak tefek gördüğümüz kültür dokuları, ülkeyi anlatan gerçek bir yaşam öyküsü olabilir…Bugün burada duralım bir dahaki sefere Talanistanın aile yapısı ve değişim sürecini konu alarak yoğunlaşalım ve bizimle bir karşılaştıralım arada ne kadar fark olduğunu hep beraber görelim… Ne dersiniz?

Erol KEKEÇ/09.02.2021


9 Şubat 2021 Salı

FITRAT YAZILIMINA GÖRE KENDİMİZİ FORMATLAMA DÖNEMİNDEYİZ

 İnsanlık alemi diğer alemlerden bağımsız ve ayrılarak değerlendirilemez. Çünkü diğer alemler ile insanlık alemi arasında kopmaz bir ilişki ve bağ vardır. Bunları birbirine bağlayan temel bağ dengeyi sağlayan Adalet bağıdır. Adalet tüm kainatın omurgasıdır. Adaletin olmadığı her ortam da dengesizlik düzensizlik kargaşa ve kaos egemendir. Kâinatın adaleti, her gün kendisine takdim edilen ölçüler içinde yaşamını ve düzenini devam ettirmesidir. Bu düzenliliğin temelindeki adalet yani denge insan hayatına girmediği zaman bu dünya gezegeninin huzura kavuşması mümkün değildir.

İnsanın bu adalet kavramının esrarını anlayabilmesi için, tefekkür melekelerinin açık olması gerekir. Tefekkürün yaşamın tüm alanlarında üzerine beton döküldüğü ve beton çöplüğüne gömüldüğü bir çağda hangi tefekkürün filizlenip büyümesini ve etrafa koku salmasını bekleyebilirsiniz ki! Tefekkür adalete açılan kapıdır. Çünkü tefekkür insanın maddi boyutlu olarak algılanan  yaşamına manevi boyutun eklenerek insanın denge kazanmasıdır. İnsan hayatına dengenin girmesinin temel koşulu düşünme ve hayatın ne olduğu nereye gittiği ve nerede sonuçlanacağı ve sonuçlanan yaşamın avucunda nelerin kalacağı üzerinde derinlikli bir tefekkürün başlamasıyla ilişkilidir. Bu süreç yakalandığı zaman İnsan kendi ontolojik yönüne yönelerek, yaşamının üzerine oturduğu epistemolojik birikimleri de idrak ederek yaşamına anlam verecek bir harmanlama yapmaya başlar.

Tefekkürden yoksun ve sadece madden görünen isteklerini doyuran ve doldur boşalt bir boşaltım sistemi ötesine geçemeyen bu varlığın hayatının her geçen gün sürekli karanlıklara gömülmesi kadar doğal bir süreç olamaz. İnsan, kendi ürünü olan bir teknolojik aleti, kendi içine yüklenilen donanıma uygun olmayan bir yazılımla o aracı çalıştırmak istediğinde,o aracın sorunlar oluşturduğunu görmesine rağmen aracı yapacak bir mekanizmanın  kendi donanımına uygun yaşamadığında nasıl sorunlarla karşılaşacağını anlamayacak kadar da idrakten yoksun yaşamaktadır.

Burada aslında görülmesi gereken temel öz, tefekkürden uzaklaşan ve bir nesneye dönüşen insanın, yaşaması için gerekli olan tüm değer sistemlerini de nasıl parçaladığıdır. Değer sistemleri hayattan uzaklaştığı zaman, yaşamın üzerine oturacağı tüm mekanizmalar engin sularda yüzmek için açılan ama içinde hiç bir koruyucu unsuru kalmamış bir gemi müsveddesine döner. Neden böyle düşündüğümün alt yapısı, kendi ontolojik varlığını anlayamamış ve epistemolojik süreçlerden istifade edememiş bir varlığın bağlayıcı değer sistemlerinden kopuşu, onu anlamsız ve kaotik bir ortamın sadece yuvarlanan doyumsuz hız ve haz döngüsü içinde çırpınan bir hazmatik yapmasıdır. Hiçbir hazmatik kainatın üzerine oturduğu hakikatin bir adalet organizmasına sahip olduğunu idrak edemez. Çünkü onun öyle bir derdi ve o alanda düşünebilecek metafizik beyin dalgaları işlev görmemektedir. İşlevini kaybeden bir beyin ancak kendi artıları için yaşar bu artılar idrak mekanizmasını işlevsel kılan yaşamın, yaşam kalitesini artırmaya dönük değildir. O sadece ve sadece hedonist duygularına bir artının gelmesine göre hayatını sürdüren konumdadır.

Bunun ne zararı olabilir diyebilirsiniz, ancak şunu unutmamak gerekir ki, idrak mekanizmasının çalışıp çalışmadığı yeryüzünde o mekanizmanın varlık hedefine uygun ne kadar iş yapabildiğiyle ölçülür. Eylem mekanizması da idrak mekanizmasına nerede ne kadar yeni düşünme alanları oluşturduğuyla değer kazanır. Bu da gösteriyor ki hayatın iki veçhesi vardır. Birinden biri kendi donanımına uygun hareket etmezse denge bozulur, dengenin olmadığı bir yerde adalette olmaz; dolayısıyla insanlık omurgası yara alır bu yara bu insanlığı yok eder.

Yaratıcı, iki cins yaratmış aynı türden erkek ve dişi, birinden biri kendi donanımını değiştirmek istediği zaman, omurgaya atılan bir kurşun olur bu kurşun kimseyi ilgilendirmez diyemezsiniz, çünkü bu organizma insanlık organizmasıdır. O yaralar devam ederse yerde sürünmeye mahkum oluruz dolayısıyla birinin yapacağı, yaratılış amacı dışındaki bir eylem, tüm insanlık ailesini bağlayıcı niteliktedir. İnsanların yaratılışlarına ait özellikler sonradan tercih edilecek bir kimlik asla olamaz; onlar verilmiş ve doğuştan gelen statülerdir. Değiştirilmesi teklif edilemez edilirse ifsat başlar. "İnsanların kendi elleri ile yaptıkları yüzünden karada ve denizlerde fesat çıktı..."Tüm fesatların kaynağında dengenin bozulması vardır. Denge ADALETTİR!

Yeryüzünde açlık varsa, hırsızlık yalan, dolan, fuhuş, cinayet kin, nefret tüm olumsuz eylemlerin tohumları etrafa ekilir. Bir bakarsınız bu tohumlar filizlendi arkasından gelişti ve bir de bakarsınız çarşıda pazarda satışa çıkmış tüm tezgahlarda bunlar satılmaktadır. Peki neden ve niçin böyle oldu, bunun üzerine kimse kafa ve yürek yormak istemezse, bir gün olur ki, kimse önünü göremez ve bir sis perdesi bizi kaplar ve derken atmosferdeki sera tabakasıyla kuşatılırız ve nefes alamaz duruma gelir ve terki diyar eyleriz. Allah yaratılanların rızkına kefildir. Bu söz sıradan ve öylesine söylenilen bir söz değildir. Ancak insan dengeyi bozdu ve başkalarının rızkına da sahip olmaya başladı bunun için savaşlar yaptı kan akıttı diğer canlıların yaşam alanlarını daraltı denizleri kirletti, kıtalar aşırı gelerek başkalarının yaşamlarına son verdi niçin, kendi konforunu ve lüksünü artırmak için...Sonrasında da başkalarının rızıkları gitti ve insanlar açlıktan ölmeye başladı...Bu durumu da onların kaderi diye yedirmek dinsel bir fetva haline geldi...Tüm bunlar gösteriyor ki, ADALET ÇİĞNENDİĞİ ZAMAN AYAKTA KALMA İMKANINIZ DA KALMIYOR VE BİR SÜRÜNGEN DURUMUNA GEÇİYORSUNUZ,HER NE KADAR DERİ DEĞİŞTİRSENİZ DE BU SİZİN BİR SÜRÜNGEN OLMANIN ÖTESİNE GEÇEBİLME İMKANINA SİZLERİ KAVUŞTURMUYOR...

Tüm kainatla kardeş olarak yaşamak ve bir düzen kurmak istiyorsak, hayatımızı yeniden yaratılış fıtrat genlerine uygun formatlayalım, tefekkürle yola çıkalım ADALETİ DÜNYANIN ORTASINA İKAME EDELİM...İşte o zaman yapacaklarımız bir anlam kazanır... Anlamlı bir yaşam sürmek ve  insan olmak bizim de hakkımız değil mi ?

Erol KEKEÇ/08.02.2021

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!