Bu Blogda Ara

14 Eylül 2020 Pazartesi

PİSLİK SAHNESİNDE OYUNLAR BİTMİYOR!

Hakikat'ın üzerini örtmek için yanlışların kendi arasında hızlı bir yarışa tutuştuğu ortamlarda, hayatınıza konformizm egemen olur.Böylesi bir yaşamın yanlışlarını göklere çıkarmak için birbirlerine rakip olanların mücadelesinin temel etkileme gücü,sahip oldukları konfordan aşağı inmeme çırpınışı ve sahip olduklarını kaybetme korkusudur. Ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman hangi ideoloji ve parti taraftarı olursa olsun böylesi bir bataklığın göletinde battıkça batan su aygırı gibi sesler çıkarmaktadırlar.Bu sesleri de ağızlarından köpük ve salya akıtarak saldırı pozisyonlarında savururlar.Ne garip değil mi, Hakikatler yere batırılırken karanlık odakların yanlış düşünce ve eylemlerinin meşruiyyet kazanarak hakikati nakavt etmesi.Yeryüzünün melanet yaşamının görüntülendiği pislik sinemasının lağım sahnesindeki çukur oyununda, hep sonuç hakikatlerin karalanması ve ona karşı savaşan dinozorların alkışlanmasıyla, perde kapanır.Birazcık kendisini insan olarak gören ve yaratıcının kendisine bahşettiği insani donanımlarından haberdar olan varlıklar, ne pahasına olursa olsun bu sahnenin pisliklerinden beslenerek haz aldığını sanan yaşama,hiç faydalanmasa da kalıcı yaşamdan alacağı hazın vermiş olduğu sarhoşlukdan bunlara karşı kıyamında ve şahitliğinde asla kusur etmemeye çalışır.Ancak öyle bir alemde ve ortamda yaşıyoruz ki,görünen faydasız yaşam görünmeyen hakiki yaşama tercih edilmektedir."İnsanlar gözleriyle gördüklerine aldandılar da arkalarındaki büyük günü hesaba katmadılar ve unuttular."Yaratıcının bu uyarısının sahip olunanlar kadar ve fani olanların size yaptığı vaatler kadar etkisinin olmadığı zamanlar da hep sahnelerde karanlık yaşamın görünmeyen ellerinin sergilediği filmler gişe rekorları kırar. Sanırsınız ki bunlar gerçek yaratıcının vaadi bir film,oysa hep gerçek sandıklarımız ömrümüzü tüketen bir film senaryosu olarak sinemalarda oynamayı beklerken,perdeyi kapatmak üzere gerçek yaşamın son perdesini kapatmak üzere kendisine gelecek emri bekleyen Azrail baş ucumuzda bizi gözetlemekte!!! Ne yapalım, şimdi bu yaşadığımız hayatı yok mu sayalım diye içinden mırıldananların sesleri sanki kulağıma geliyor gibi;yok saymayın ama asıl var olanın yerine koymayın,onun yerine koyduğunuz için asıl ile filmi birbirine karıştırdık ve filmlerle boğuşurken dışarıda gürül gürül akan bir yaşamın kıyısında horul horul uykuya daldık... Daldığımız uykudan bizi uyandırmak isteyenleri de neden hep farklı ses çıkarıyorsun diye bir kaşık suda boğmak için elimizden geleni arkamıza koymadık ardında da bunlar neden başımıza geliyor biz şöyleyiz böyleyiz şanlı bir geçmişimiz var her yere bayraktarlık yaptık dünya da bizim gibi hayra koşanlar var mı vs. gibi canhıraş sitemlerle kendimizi aklamaya çalıştık,anlaşılan o ki biz bu filmlerin dışında gerçek bir hayatın olduğuna asla yüreğimizle inanmadık... Yürekte iz bırakmayan bir yaşamın görünene hükmetmesini beklemek tam bir ahmaklık olur. Yüreğe kim hükmederse yaşamda onun kanunları geçerli olur. Yaşamımıza hükmedenlere bir bakalım, bu konformizmin bataklığında can çekişenler acaba hakiki yaşama bu lağımları yutmadan ulaşabilirler mi? Hakikaten yaşam serüveni bir gün noktalanacak peki ne zaman nerede nasıl noktalanacağı üzerinde söz sahibi olmadığımız bu gerçek senaryoya,sahiplendiğimiz ve bizim kontrolünde olduğunu sandığımız eklemeler yaparsak senaryo daha mı kaliteli olmuş oluyor.Hayır asla ve kata ancak biz o senaryonun kalitesini önemini anlar ve o rollerimizi en güzel şekilde oynadığımızda o senaryonun çok önemli olduğunu idrak ederiz.O senaryoya önem verdiğimiz de atacağımız her adım yüreğe hükmeden gücün belirlediği sınırlar içinde devam eder.Burada önemli bir iş yapınca yarın ki hayatın çok değerli olduğuna inandığımızdan oradaki sahnede seyircilerin karşısında gala yaparken mahcup olmamak için provamıza çok dikkat ederek önemli bir iş çıkarmış oluruz... Benim naçizane tavsiyem prova yaptığımız hayatta gala yapacakmış gibi tüm maharetlerimizi dünyaya ait rollerde oynayarak asıl olacağımız yere bir şeyler taşıyamama endişesidir. Konformizm sinemasındaki batak sahnesindeki rolleri imha edelim,mütmain bir yürekle gerçek hayata hazırlıklı bir yaşam ortaya koyalım, yoksa hakikatler bizlerin elleriyle lağım çukurlarında ölecek!!! 
14.09.2020/Erol KEKEÇ 

4 Mayıs 2020 Pazartesi

MAYINLAR ZARAR VERMEDEN PATLATILMALIDIR!


Yahu arkadaş -DİB nını savunmayı bana bıraktınız ya size helal olsun.22 Tane STK, Başkan hakkında bildiri ve çağrı yaparak diyanetin eş cinsellerle ilgili dini görüş ve fetva verme hakkının olmadığını söylüyor, olamaz mı.Hakikaten söylüyorum bu anlayışta olanların biri ikisi demiyorum hepsinin beynini toplasınız benim evdeki kedimin %1'i etmez.Çünkü yürürken bile neyin zararlı neyin zararsız olduğunu koklayarak anlıyor.Bunların tüm tat alma duyuları da yok olmuş.Diyanetin kuruluş amacı ve varlık gerekçesi dini fetva vermek ve dini konuda bilgilendirme yapmaktır.Yoksa bu fetvayı Eş cinselleri koruma altına alma ve yaygınlaştırma (!) kuruluşu mu verecekti.Siz aslında bunun arkasında bir başka hinlik ve cinlik arayarak korku ve tedirginliklerinizi gizleyerek paranoyak tavırlarınızla halüsinasyonlarınızın tanımını yapıyorsunuz.Yani DİP bu konuda fetva verdiyse gelecek yaşamımız böyle şekillenecek tarzındaki kendi korkularınızın sebebini başka yerde arayacağınıza kendi bilinç altlarınızda aramayı hiç mi düşünmüyorsunuz? DİB KENDİ KURULUŞ AMACINA UYGUN VE KURUMSAL OLARAK KENDİSİ İÇİN KANUNEN YAPILMIŞ OLAN TANIMA UYGUN, BİR GÖRÜŞ BEYAN ETMİŞTİR.SUÇU, VAR OLMA AMACINA UYGUN DAVRANMASI İSE, ONUN SEBEBİNİ MUSTAFA KEMAL Atatürk'e soracaksınız,ben olsam yerinizde vakit geçirmeden hemen sorarım, alacağınız cevap, ben peşimde beni ibnelerin hatırlaması için bir vasiyet bırakmadım olur,bunu bilin...Toplumsal birlik olmanın ve beraber yaşamanın koşulu insanlık nehrinin içinden insanca akıp geçmektir.Birileri bu Nehire ne olursa olsun atalım bunlarda buradan geçmek zorunda derse ki öyle oluyor,o zaman ben o Nehire sızacak olan her türlü pisliği yok etmek için üzerine katran döker yok ederim.Çünkü Toplumsal yaşamın varlık sahnesindeki yerini korumasının yolu o katranın dökülmesinden geçer.Bir ahırda bulunan hayvanların tümü inek ya da koyun ise, oraya bir kaç tane azgın domuzun girerek bir çoğuyla çiftleşmesi sonucu melez bir varlığın dünyaya gelmesine tahammülü olmayıp, onu ortadan kaldırmayı göze alanlar çirkefliğin alasının meşrulaşarak yayılması için kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.Sahiden insan olmakla sizin aranızda çok ciddi bir uçurum var...Aynı cinslerin birbirinden haz alacak kadar insanlığın çukurlukta zirve yapmasının savunulması kadar alçakça bir şey olamaz.Bunun adı bilerek, insanlığın mutluluk hormonlarının azalmaya başlamasıyla ona farklı bir uçurumu haz kaynağı olarak sunmanın en aşağılık halidir. Allah'a rağmen Allah'tan bağımsız yeryüzünde oluşturmaya çalıştığınız tüm oluşumlarınız sizi ancak şeytan başı bir yiyecekle karşılaştırır ki, bunun asıl adı,ne kadar tadarsanız tadınız siz asla mutlu olamayacak ve kendi sonunuzu hazırladığınız bir bataklığın girdabında yok olunacaksızın adıdır.Bir toplumda aynı cinslerin birlikteliğini görmek oranın hayvanlıktan çok aşağıda olduğunun ispatıdır.Hayvanlar aleminde hiçbir hayvanın erkek erkeğe ya da dişi dişiye birbirinden haz aldığına dair şu ana kadar bir görüntüye şahit olan var mı? Peki bu durumun insan denen yaratıkların yaşamında görülmesinin sebebi nedir dersiniz? Kendisine verilen bir dirhem beyin ve iradeden dolayı her türlü kepazeliği yapacağını sanması,onun haddi aşarak bir yok oluş selinin tufanın her an patlamaya hazır olduğunu hızlandırmak olur.Kapitalizm 1960'ladan sonra insanlara aşıladığı mutluluk hormanlarının tükendiğini ve tüm sermayesini kaybedebileceğini görünce bu defa ilgi uyandırabileceğini düşündüğü bazı hayvani isteklerin çok altında olan eş cinsellik isteklerini kaşımaya başladı ve belli prototipler oluşturarak onları ciddi anlamda doyurarak, onlar eliyle piyasa oluşturmaya başladı hatta bu piyasanın oluşumunda bilim adamı ismiyle anılan satılmış bazı çukurların imzalarıyla bu durumun bir hastalık olmadığı bir tercih olduğu bu tercihlerine göre insanların yaşamaların meşru zeminleri oluşturulmalı gibi onaylar aldılar.Bu onaylarla sesleri daha fazla yükselmeye başladı çünkü istediklerine kavuşmuşlardı.Bu durum dalga dalga 1970'li yılların başından bu yana yayılmaya başladı.Alt yapısının da oluşturulmasını ihmal etmediler.Demokrasi zırtapoz-unun arkasına sığınarak, cinsel tercihler doğuştan verilemez insanlar bunu kendileri seçer gibi cibilliyetsiz söz demagojileriyle kıvırtan ayal moyol gibi laflar ederek sürekli insanların gözü önünde olacak karakterler oluşturdular.Çünkü biliyorlardı,cinsel haz istekleri belli olan bir dişinin esnemesi ya da öf ya demesinin altına binlerce dipnot düşerek azgınlaşan erkeklerin, acaba olmayan bir cinsiyet oluşturarak bunların ayollu mayollu laflarının parantezinde ne kadar çuval delecek fareler türeyecekti. İşte tüm bu cevapları belli olmayan denklemler hiçbir zaman masumane icat edilmemişti.Tümü Kapitalist pisliklerin bu varlıktan daha fazla faydalanmak için yeni ve farklı haz depoları oluşturarak onlara dönük yeni üretim alanları oluşturmaktı.Ama kendinden kaçan herkese özgürlük gibi yedirilen ve kendi fıtrat donatılarını parçalayan bir varlık, özgürlük arayışındaydı sahiden ne kadar inandırıcı değil mi? İnsanlığın bataklığın en dibine doğru düzgün doğrusal sürekli çakılan bu yaşam eğrisini savunacak ve bunların bir hasta değil de kendi tercihleri onlara saygı duyularak onlara yaşam alanları oluşturup yaygın hale getireceğiz demek, birlikte olduğumuz bu geminin okyanusun ortasında parçalanmasını istemektir.Hiçbir çıkar siyasi gelecek beklentisi birlikte yaşadığımız bu geminin patlatılarak parçalaması için bizden alkış bekleyerek onların bu çirkef arzularına destek olacağımızı ve onları yaratılış hamuruna uygun bir yaşamın olması gereken doğal istekleri gibi, kamusal alanda bu sapkınlıklarını yaygınlaştırmada onlara her türlü imkan ve koşulları oluşturacağımızı sanmasınlar.Eğer bir yerde insanlığın doğal yaşam biçiminin belli ellerle değiştirilerek farklı arzu istek ve haz haritasının donatıları yeniden oluşturulmak isteniyorsa, doğasına uygun yaşamak isteyen hiçbir fert bu farklılığın onunla sınırlı kalmadan bir Corona mikrobu gibi herkesi kuşatacağını bilir ve onun önlemini almasının gerekli olduğunu görür.Şuna ben en derinden inanıyorum,her canlı kendi fıtrat donatılarına uygun ona yüklenilen işletim sistemine göre çalıştığı zaman onun varlık ve yaşam hakkını korumak insan olmanın gereğidir.Ama buna aykırı ve ters olan insanlık dışı istekleri doğal bir hak olarak kimse bana yediremez. Fosseptik kuyusundan içmek için temiz su çıkaramazsınız, fıtrat dışı isteklerin hepsi bir fosseptik kuyusunun pisliğinden farksızdır.Toplumda şöyle bir algı var yahu çift cinsiyet olanlar var onlar ne olacak! O durum tamamıyla yaratılış doğasıyla alakalıdır.Eğer iki hormonda var ise onun en iyi çözüm yolu o alandaki sağlıkçıların vereceği bir kararla onların yaşam alanları garanti altına alınır.Ama eş cinsellik benim toplumsal ve ferdi tercihimdir diyen algı evrenini imha etmek için yeryüzüne mayınlar döşemenin adıdır.PKK nasıl kaçak mayınlar döşüyorsa bu anlayışın toplumsal yaşamda ortaya koyacağı yaşamın meşruluğu da ancak o kadar olabilir.Vesselam
03.05.2020/ Erol Kekeç

2 Mayıs 2020 Cumartesi

ACILAR ÇOCUKKEN YÜREĞE SAPLANIR!!! YAŞAMIMDAN BİR KESİT-2

Sabah saatlerinde Adana'dan otobüse bindim 2 saat gibi kısa bir yolculuktan sonra İskenderun’daydım. İlk işim eskiden Kırıkhan İskenderun arasına çalışan taksi dolmuşlar vardı onların garajına gitmek oldu. En önde eski uzun kanatlı impala bir taksi vardı sahibi başında Kırıkhan, Kırıkhan diye bağırıyordu, taksisinin başından ayrılıp insanlardan uzaklaştığı zaman yanına gidip durumumu anlatmak istedim. Arkaya dizilen arabalara baktığımda tüm Hacı Muratlar bir kervanın önüne dizilmiş küçük boylu Anadolu merkeplerini andırıyordu, arada bazı Renault 12 TS ve TSV araçlarda vardı. Birisi olmazsa birisi mutlaka beni arabasına alır diye düşünerek o yaşlı adama yaklaşarak amca, benim sadece 1 liram var, beni Kırıkhan'a kadar götürebilir misin orada sana paranı geri veririm dedim, âmâ o yaşlı adamın bir sinir ve haşmetle git ulan buradan e...oğlu eş..k diyerek, beni oradan kovalamak için peşime verdi, ben de ne söyledim ki diyerek utancımdan yere girseydim de bu durumla karşılaşmasaydım diyerek oradan uzaklaşmaya başladım. İskenderun’un ortasından geçen çevre yolunda Hatay'a giderken PAC garajına varmadan sanıyorum 500 metre önce, yolun sağında bir duraktı burası. Durağa 100 metre mesafede oturdum ve hangi arabaya sıra gelirse kaptanının durumuna bakarak durumumu anlayacak birisine anlatmak için biraz daha yaklaşıyordum, ama bakıyordum ki, hepsi birbirine benziyordu söylemeden oradan tekrar uzaklaşıyordum. Bu şekilde geçen zaman neredeyse 4-5 saati bulmuştu. Öğlen ikindiye doğru sarkmış ve Güneş yavaş yavaş batı tarafına doğru yol almaya başladığında midem bulanmaya başladı. Orada el arabasında simit satan bir tezgâha gittim bir ayran ve bir simit aldım onu güzelce bir yedim, baktım gözlerim biraz açıldı. Tam bir gün önce öğle yemeğini okulda yemiştim o saate kadar hiçbir şey yememiştim elimdeki son paramı da ona verdim ve böylece hiçbir imkânım kalmadı ne yapacağım diye derin derin düşünürken yeni bir fikir gelişti ve kendimi bir anda PAC garajında buldum. Garajın önünde kapıda 2.5 Ford Minibüs duruyordu sahibini bulup durumumu anlatmam gerekiyordu çünkü akşam yaklaşıyordu zamandan hafızamda kaldığı kadarıyla hafif sakallı 30 yaşın altında olduğunu tahmin ettiğim bir adam sağ dirseğini arabasının ön çamurluğuna dayamış Kırıkhan kalkmak üzere, son yolcu, son yolcu diye bağırıyordu. Ben ise utana sıkıla onun yanına yaklaştım, abi bu tarafa biraz gelebilir misin dedim, hiç kırmadı ve hemen geldi. Abi benim hiç param kalmadı Kayseri'den geliyorum orada okuyorum, beni Belen'i geçince Gediğe kadar alabilir misin dedim, ne demek abiciğim gel sen şoför mealine benim yanıma otur, nerede ineceksen söylersin, ama Kırıkhan'a gideceksen seni oraya da götürüm sakın utanma dedi. Ben, hayır abi beni oraya kadar götürürsen yeterli, orada yanımda okuyan bir arkadaşımın ailesi var onlara uğramam lazım dedim. Bu olay sanki dünyanın tüm ağırlığını üzerimden almış beni bir kuş gibi göğün en üst makamına çıkarmıştı. Gözlerindeki o merhameti ve sevecenliği bugün gibi anımsıyorum. Aslında benim Gedikte inmemin sebebi kimseye yük olmadan arkadaşımın ailesinden biraz para alarak köyüme gitmekti, çünkü arkadaşımın kız kardeşi de aynı zamanda sınıf arkadaşımdı. Ona durumu rahatlıkla söyleyebilirdim beş yıl aynı okulda aynı sınıfta uyku saatleri dışında neredeyse hep birlikte geçmişti zamanımız. İsmini yazmada belki bir sıkıntı olabilir şu an öğretmenlik yapıyor o kız arkadaşım, arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre...Ama benim yolum o acılı günlerimden sonra bir daha denk gelmedi. Bana Erol, akşam oldu ne olur burada kal, sizin köy uzak, şimdi gidersin köy arabası da bulamazsın demesine rağmen benim inadım inat der gibi köye ulaştıracak bir yol parası alarak asfalta indim ve gelen bir arabaya bindim Kırıkhan'a vardığımda neredeyse Güneş batmak üzereydi, köy garajında o yana bu yana koştum hiç araba kalmamış ancak bize uzak olan kısımdan bir araba vardı oda kalkmak üzere ancak benim köyüme en az 6-7 km uzaklıkta beni bırakacaktı. Olsun dedim ve ona binmeye karar verdim, araba diyorsam bugün sizin bildiğiniz gibi bir araba değil, altı yere yakın Skodalar vardı, tekerlerin üzerine tahtadan uzatılan bir oturak olurdu çift taraflı üstü çadırlı insanlar doldurulurdu içine o şekilde giderdiniz. İlk olarak iki takımın maçını izlemek için bir stada gitmiştim orada tezahürat yapanlar, eğer kendi takımları aleyhine hakemlerden bir karar görürlerse hemen bir küfür basarlardı. Orada ilk olarak karşılaştım yan hakemin bacakları içe doğru eğriydi, hemen bayrağı kaldırdı ve ofsayt kararı verdi. Bunu gören oyuncu taraftarlar ulan hakem hakem Skoda bacak diye hakaretler savurmaya başlamışlardı. İşte benim bindiğim aracında tekerleri içe doğru eğikti yattı yatacak giderdik.
Derken bizim araba kalktı her gaz verilişinde egzozdan çıkan o gazlar bizi sanki boğardı. Şoför arabada kim var kim yok bilmez sadece bir an evvel gideceği yere varma sevdasında gaza basardı köy bu köy derken yolları hızlı bir şekilde geçiyoruz ben ise oturacak bir yer bulamamışım üstteki çadırın altındaki koruması olan demirlere yapıştım kendimi korumaya çalışıyorum ama her an bir frenle ya öne ya arkaya savrulma ihtimali de var. Yavaş yavaş etraf kararmaya başladı, akşam ezanı okundu okunacak gibi, araba baktım tam virajı dönüyor Kürt nasır ile Çamsarı yol ayrımında, ben orada ineceğim diye bağırdım, arabadakilerde arabaya vurdular ben daha inmeden bir ayağım yerde henüz inmeden şoför hemen gaza bastı ben ise bir anda asfalta savruldum yüzüm gözüm toz toprak çeneme alnıma taşlar batmış kan akıyor o anda olayın etkisiyle sersemleyerek bir baygınlık yaşıyorum alnımda bir ağrı çünkü yüzükoyun düştüm. Araba kenara durmuş herkes çocuk öldü diye bağırıyor bu çocuk hangi köyden tanıyan var mı diye birbirlerine soruyorlar, ben bunları duyuyorum ama karşılık veremiyorum anda bir teyze beni dizine yatırmış vah yavrum vah yavrum bu da mı gelecekti senin başına diye, yüzümdeki kanları siliyor alnımdan öpüyor ve şefkatle eşarbı ile yüzümdeki tozu toprağı temizliyordu. Gözlerimi tam olarak açtığımda baktım ki Yusuflu Köyünden sıra arkadaşım Fatih'in annesi olduğunu fark ettim. Okula birkaç defa oğlunu görmek için gelmişti ben oradan hatırlıyordum ama o beni sanıyorum tanımadı tanısaydı beni asla bırakmazdı çünkü. Derken bir Jhondere traktör geldi bizim istikamete giden, onu durdurdular ve ona dediler ki Körpınara gidecek bunu gideceğin yere kadar götürebilir misin, o da ne demek tabi ki götürürüm dedi ve beni traktörüne bindirdi. Hemen sordu Sen Körpınarlı mısın evet deyince, Kimin oğlusun dedi, Ben Kilisli Cuma'nın oğluyum dedim, sen Cuma dayının o uzakta okuyan oğlu musun dedi, evet dedim.O zaman biraz duralım şurada dedi ve Kürtnasır köyünün kenarında duran derenin kıyısında durdu benim yüzümü gözü tertemiz yıkadı, üstümü başımı sildi, cuma dayı seni bu halde görürse tedirgin olur ve geri gelir o şoförü akşam akşam vurabilir, sakın ola ki ona böyle olduğunu söyleme yolda karanlıktı taşlara takıldım düştüm dersin diye beni de iyice öğütledi ve Traktöre tekrar bindik. Ben seni köyüne kadar götürüp Cuma dayıma teslim ederim, hem bir elini öper dönerim ondan helallik isterim, ben seni asla burada bırakamam onun bizde hatırı var, olur mu diye beni köye götüreceğini söyledi. Macerayla başlayan yolculuk başlangıcımız köyümün yollarına kadar maceramız eksik olmadan geldik, köy yolunda mezarlığa doğru döndük şimdi babamın yattığı asıl mekan orası, Mezarlık sonrasını görüşmek üzere inşallah...
Erol Kekeç/28.04.2020
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, yürüyen insanlar ve açık hava

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!