Bu Blogda Ara

18 Aralık 2018 Salı

HANGİ DİN?



İslam, evrensel ve ilk günden günümüze insanlığa gelmiş yegâne dindir. Yani Tevhittir, Hanif din üzere Allah’a yönelmektir. İnsanların Haniflikten çıkmasının temel nedeni sadece Allah’a yönelmemektir. Önceki toplumlara gönderilen Tevhit dininin neden lagv edilip onların yerine yeni elçilerin gelme gerekçelerini anlamayanlar, tarihin her döneminde kendilerince yeni dinler ihdas etmede yarış halinde olmuşlardır.
Âdem bir beşer olarak yaratılıp insani özelliklerden yoksun cennette yaratılış gayesine uygun yaşarken, yeryüzüne işlediği bir hata nedeniyle gönderildi. Bu gönderilme süreci yani sürgün yaşamına uyum sağlaması için ona yeni bir yazılım yüklendi. Bu yazılımın temel noktası insani özellikleri bünyesine alan bir yaşamı oluşturmasıydı. Rabbim en iyisini bilir, o güne kadar yeryüzünde başka canlılar var mıydı yok muydu o tartışmalara girmeyeceğim ancak ben aklımın sınırlarını zorladığımda Allah’ın kitabındaki bütünlükten anladığım, ondan önce bugün kü insani donanımlarda olmayan, ama beşer özelliğini barındıran bir donanıma sahip canlılar vardı. Âdem(as) ile birlikte bunların donanımları da yeniden değişti ve yeni yüklemeler yapıldı. Âdem (as), işte böyle bir ortamda uyarıcı olarak geldi. Onun getirdiği din de tevhit dinidir. Yani İslam’dır, o günden günümüze Allah’ın gönderdiği tek din vardır onun adı İslam’dır.
İslam olan bu dinin içeriği ve yaşam alanlarındaki anlamları değiştirilerek her toplum kendi inanmak istediği gibi dinler ihdas ettiler. Onlar sapıttıkça yaratıcı yeniden onları uyarmak ve hakikatlerle yüzleştirmek için elçiler gönderdi. Her elçinin mesajı sadece Tevhit olmuştur. Bu tevhit dininin sürekli toplumsal çıkar ve menfaatlerin gölgesinde bırakılması için, onun asli yapısında tahribatlar yapılmıştır. Bu tahribatlar hayatın sürekliliği haline gelipte insanlar yaratıcıyla ilişkilerini şirki bir yaşam üzerine kurduklarında mutlaka onları uyaran elçilerle karşılaşmışlardır. Bu durum Allah’ın yarattıklarına karşı ne kadar lütufkar ve rahmet sahibi olduğunu da göstermektedir.
Son elçi Muhammed (as)’ın gelmesiyle eski tevhit inancının bozulduğu bir kez daha anlaşılmış oldu. Peki Muhammed(as)Önceki Haleflerinden farklı bir anlayış mı getirdi asla, tüm elçiler aynı uyarıyla gelmişlerdir. Bu da bir olan Allah’a iman ve ona hiçbir konuda şirk koşmamaktır. Dini sadece ona has kılarak onun gönderdiği halis dinle ona yönelmektir. Onun gönderdiği dine herhangi bir karışım olduğunda onun aslı bozulduğu için son nebi Muhammed (as) ile birlikte Allah “Dinini kemale erdirdiğini ve nimetini tamamladığını” söylemektedir. Bu çok önemli bir uyarıdır aynı zamanda, yani bu kemale erdirilmiş dine herhangi bir karışım yaparsanız sizler de önceki toplumların uğradığı sondan farklı bir sonla karşılaşmazsınız.
“Ey İman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat verecek şeye çağırdığı zaman ona koşun…” Yani Allah Resulü İnsanları Allah’ın kitabına çağırmaktadır. Allah’ın Resulünü Kitabın dışında bir mesajla sorumlu tutarak Allah Kitabı tamamlamadı onun için Resul da bunu tamamlamak için sözler söyledi bu sözleri de inanç olarak kabullenmezsek demek ile, önceki toplumların anlayışı ve dini arasında hiçbir fark yoktur. Onun için dikkat edilmesi gereken, Hayat verecek şey dışında Allah’ın Resulü insanları başka bir yaşama çağırmaz. Bu ince noktayı anlamayanlar ve idrak kabiliyetinden yoksun olanlar, saf arı duru ve muhlis olan dine yönelmek isteyenleri, Resulü inkâr etmek ve sadece Kur’an diyerek insanları dinden çıkarmaktadırlar diyerek şirk dininin hegamonik yönünü harekete geçirirler. İşte, tüm Tevhit dinlerinin aslı esası ve muhtevasındaki çarpıtmalar böyle başladı. Şayet Allah, Muhammed (as) dan sonra bir elçi gönderseydi bugün Müslümanım deyipte Allah’ın kitabı dışında kaynaklar oluşturanların tüm Müsveddelerinin, şirk dinlerinin yeni versiyonları olduğunu söylerdi. Ey İman edenler Allah’a ve Resulüne İman edin diyen bir ayet, hemen Allah’tan sonra Resulün zikrini gören birinin bu kadar basit ve sıradan algılarla damgalanması elbetteki şirki unsurların hakikatle yüzleşmesindeki korkularından kaynaklanır. Müslümanların yeniden kendileri ve hayatlarına hükmeden bilgi kaynaklarıyla yüzleşmesi kaçınılmazdır. Bu kaynaklar Allah’ın kitabının dışında insan müsveddeleri olursa, tam anlamıyla tevhidin aslından uzaklaştırılması olur.
Tevhit dini İslam, Tüm elçilerin getirdiği dinin ortak adı olduğu için, öncekilerin katkıları dinin aslını değiştiriyor da Muhammed (as)’dan sonrakilerin yaptığı katkılar dini pekiştirmiş mi oluyor. Bu ahmaklık bırakılmadığı sürece şirk dinine göre toplumlar can verecekler.
Kim Allah’ın elçisinin getirmediği bir şeyi Allah’tan gelmiş gibi görür ve öyle anlatırsa, Allah’a ve elçisine iftira etmiş olur. Allah kolaylaştırır zorlaştırmaz. Allah’ın dininde karmaşıklık ve anlaşılmazlık yoktur. Oysa Allah’ın Resulüne atfedilerek söylenen sözlerin tamamı dini karmaşıklaştırmakta ve insanları çok aşırı uçlara götürmektedir. Uçlarda gezinen, şirk bataklığında yüzenlerin de bir araya gelmesi ve vahdet sağlaması imkansızlaşmaktadır. İşte, İslam birlik dirlik kardeşlik ve farklılara tahammül ederek yaratıcıya yapılan katıksız yolculuktur. Bu yolculukta yol kenarında görülen her sudan içmek olmuyor, olursa Dinin kaynağı değiştirilmiş olur.
“O kendi heva ve hevesinden bir şey söylemez, diyen Rabbimizin bu sözüne karşı şunu Allah’ın Resulü söyledi diyerek Resule İftira edenleri, Kuran havuzunda gıdalanmaya davet ediyorum. Resule tabi olmanın tek yolu var o da Allah’ın vahyine bağlanmaktır. Çünkü Resul, bize vahiyden başka bir bilgi getirmedi. De ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta sizi sevsin…Ben kendim için bir şey yapamam şayet öyle kendi kafamdan bir şey yapabilseydim kendimi cehennem azabından uzak tutardım diyen bir Resule İftira atarak, Dinin genetiği üzerinde tahribat yapmaktan hiç mi utanmıyoruz…
Zulümlerini devam ettirmek ve insanları daha fazla sömürmek için Allah’ın Resulü böyle dedi diyerek Resulün darul bekaya gitmesinden 150 yıl sonra onun adına sözler uydurarak yeni ilim dalları adı altında insanları Allah’ın dininden uzaklaştıranlar Allah’ın huzurunda nasıl hesap vereceklerini hesap etsinler derim…
Erol KEKEÇ/17.12.2018

17 Aralık 2018 Pazartesi

VAR MISINIZ!



Siyasal iktidarlar varlık gerekçelerini, toplumsal huzur, barış, adalet, can, mal ve nesil emniyetini sağlayarak, toplumsal düzenin kaosa gitmemesi için oluşan bir organizasyonun halk tarafından bu görevleri yerine getirmek için oluşturulan bir otorite olduğunu anlamadıkları sürece, zulümden başka bir yaşam ortaya koyamazlar.
Bir siyasal yapıda görev alanların adının kimliğinin dünyaya bakışının ideolojisinin ve inancının toplumsal yaşamın devamında rol aldığını görürseniz, oranın geleceği daima karanlık demektir. Ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman bu oyunlar her dönemde sergilenmiş ve de olması gereken tek kıstasmış gibi halka lanse edilmiştir. Bu Ülke insanının ayağa kalkması ve toplumsal huzurun her evden yükseldiği bir yaşamın oluşması için, alışılmış var olagelen temelsiz ve sadece günü kurtarmak isteyen politik oyun kurucuların tilkinin oyununu oynamalarının tasallutundan kurtulmaları gerekir.
Omurgası insan olmayan, donanımı adalet olarak inşa edilmemiş ve huzura yolculuk yapacak bir yazılımdan yoksun tüm politik cambazlıklar sadece gözyaşı zulüm ve ötekileştirme oluşturur. Adı, inancı ideolojisi ve yaşam tarzı ne olursa olsun herkesi kuşatacak bir siteme acil ve ivedilikle ihtiyaç hasıl olmuştur. Bu hakikati kavrayacak ve idollerini bir cennet bahçesi gibi sunmayacak sadece ve sadece herkesin insani özelliklerini dikkate alan, yetkinlik, liyakat ve evrensel ahlaki değerlere göre hiyerarşik yapıda görev dağılımını yapacak insanların toplumsal birlik ve bütünlük oluşturmaları ve gelecek nesillerimizin ve Milletimizin varlığının devamı için şarttır.
İçinde bulunduğumuz süreç, tamamıyla çatışmalardan beslenen politik cambazlıkların sahnelendiği ve tek kişilik komedi filminin oynandığı bir film galasının gösterimine dönmüştür. Bizim beynimizle dalga geçen politikacıların bu ülkenin geleceğine verecekleri hiçbir katkılarının olmadığına inanıyorum…Her gün söylediklerini kendi konuşmalarında yalanlayanlar, bizlerin o vaatlerine nasıl inanmamızı bekliyorlar.
Bu ülkenin her karış toprağının, bu toprakların vatandaşı olan her bir ferdinin sahibi olduğu unutulmamalıdır. Kimse bu ülkenin topraklarını ve imkanlarını babasından kendisine kalan bir miras gibi har vurup harman savurarak hoyratça kullanma hakkına sahip değildir. Yönetici olarak seçilenler, toplumsal huzur ve barış için ülkenin daha iyi şartlarda yaşaması ve herkesin insani özelliklerini ortaya koyacağı bir yaşam alanına getirmesi gerekir. Bunları yapmadıkları gibi kendi beka sorunlarını bütün bir insanlığın temel sorunu gibi lanse ederek bütün beyinleri kitlesel iletişim kanallarıyla tek bir megafondan işgal etmeye kimsenin hakkı yoktur. Farklı düşünenler aynı toplumda potansiyel düşman ve hain özelliğini hep taşıdı bu topraklarda. Neredeyse 100 yıl geçti bu sistemin imkanlarına sahip olanlar o nimetleri tepe tepe kullanacakları koşullara gelince imkanları korumak için kendisini onaylamayan herkesi potansiyel düşman ilan etti. Bu anlayış bizim bir kaderimiz olamaz. Biz insan gibi yaşamak istiyoruz.2000’li yıllara kadar Kemalizm’in arkasına sığınan ve her türlü kepazeliği meşrulaştırmak için kendisine bir “Atatürk” kalkanı edinenler ne yaptılarsa bugün geldiğimiz nokta açısından aynı koşullar fazlasıyla ve de daha da katlanarak devam etmektedir. Sadece imkanlar ve koltuklar değişti. Biz ülkenin nimetlerinin el değiştirerek yeniden istenildiği gibi har vurulup harman savrulması için 16 yıl bu iktidarı desteklemedik. Biz herkese adalet, özgürlük, kırmızı çizgilerin tamamıyla insanlık ve evrensel ahlaki değerlerden oluşmasını istedik, huzur mutluluk, devletin insanların dinlerini biçimlendirmesini ve kendince yeni bir din oluşturmasını istemedik. Mustafa Kemal’in kaldırdığı uydurma mitolojik dinlerin toplumun vazgeçilmez temel din anlayışı olarak her ortamda dayatılması için değil…
Burada anlattıklarım sadece iktidar sorunu değil, Son 16 yıl parlamentoyu işgal edenlerin hepsi bu günahın ortağıdır. Biz sorumluluklarımızı verdiklerimiz o makamları işgal ederek sadece çıkar menfaat ve gelecek bekalarının hesabını yaparak, yiyenlerin şükrettiği, götüremeyenlerin sabrederek kendisine sıra gelmesi için hazır kıta beklediği yöneticiler ve anlayışlar istemiyoruz.
Siyasetin son yüz yıllık dili bu Milletin sorunlarını çözen ve insanları mutlu edecek bir bakıştan ve anlayıştan yoksundur. Fazla uzatmak istemiyorum ve Kimseyi suçlayarak bir sorunu çözdüğüne inananlardan değilim. Ben ülkemin ve Milletimin arasında hiçbir ayrım yapmadan herkesin adil ve barış kıvılcımlarının artarak patladığı bir ortamda yaşaması için gece gündüz düşünen ve bu düşündüklerini de siz dostlarla paylaşarak hakikate sadece bir katkı sunmaya çalışan erdemli bir insanım.
Konuşmalarımda ve yazılarımda bir kişi grup kurum ve anlayışı hedef alarak konuşan ya da onlara yamanarak konuşan biri değilim. Hakikati Hakikat oluğu için anlatırım ve Hakkın dışında da hiçbir Hak tanımam. Gelin hep birlikte bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşayalım. Sadece iyiliklerde yarışalım ve Hakka şahitlik yapmak için ayağa kalkalım. Var mısınız kardeşlik hakkaniyet ve adaletin kök saldığı bir ortamda kimseye yaranmadan ve sadece hesapta görülecek hesabı yaparak yaşamaya….

 EROL KEKEÇ/17.12.2018

9 Kasım 2018 Cuma

Yönetim mi, Hangisi?

Bu güne ait bu yazımın herkes tarafından dikkatlice okunacağını ümit ediyorum...

Yönetim sistemleri merkeze insanı yerleştirmiyorsa, insanın hesaba katılmadığı bir yönetim yönetme gücünü işin başında kaybetmiş demektir. Merkeze İnsanı yerleştiren bir yönetim algısı, Uygulama ve felsefi teorisini de adalet düsturuna göre biçimlendirir. Adaleti esas almayan hangi yönetim olursa olsun sadece zulmünü devam ettirir. Devlet yönetimi hiçbir ideoloji, etnik köken, dinsel anlayış veyahut ta cinsiyete dayanan bir algıyla yönetilemez.
Belli bir ideolojik temel üzerine kurulan yönetim anlayışları, halka hizmet etmekten çok kendisinin kökleşmesiyle uğraşacağından insanları mutlu edemez. Kendisini benimsemeyenleri de daima potansiyel düşman ve tehlike olarak görür, onlara yaşamı çekilmez kılar. Dünyanın neresinde olursa olsun, ideolojik bir algıya dayalı toplum yönetmeye çalışan anlayışlardan hangisi varlığını sürdürmektedir. Nazilerden, mussoloni'ye, Stalin’den, Çavuşesku’ya, oradan Saddam’a, Kaddafi’ye kadar daha nice örnekler gösterebiliriz. Demek ki, ideolojik yönetimler dayatma ve baskı unsurunu kendi genlerinde taşımaktadır. Bu anlayışlarla ne kadar da kendi dışınızdakileri mutlu ettiğinizi sansanız da bunu gerçekleştirmeniz mümkün değildir.
Osmanlı Devletinin 600 yıl ayakta kalmasının en önemli nedeni, eleştirilecek haddinden fazla olumsuz yanları olsa da, bünyesinde kısmi bir adalet anlayışına sahip olmasıdır. Bu algı her ne kadar paylaşım ve maddi açıdan olmasa da en azından farklı anlayışların ve dinlerin rahatlıkla yaşadığı belli bir özgürlük alanını oluşturmasında görmek mümkündür. Bunun en açık örneklerini de Fatih’in İstanbul’u fetih etmesiyle batıdan birçok bilim adamlarının ve Yahudi haham ve Hıristiyan papazlarının yaşamak için İstanbul’u tercih etmelerinde görmekteyiz. Ancak Cumhuriyet ideolojisiyle birlikte savaştan çıkan bir devletin geride bıraktığı mirası üzerinde yeniden dönüşen devlet yapılanması, batıdan devşirme bir ideolojik algıyla, sonrasında Kemalizm’le bütünleşerek zorla kendisini kabul ettirmeye zorlaması 100 yıl içerisinde defalarca, kendisini özümsemeyenleri tehlikeli görerek onları sindirmeye çabalamış ya da imha etmiştir. Yani diyeceğim o dur ki, sadece adalet üzerinde yükselmiyorsa kuracağınız devlet, her zaman tehlikede demektir. Dine dayandırılan devletler de böyledir. Günümüz İran’ına baktığımızda İnsanları dinsel kimlikle tanımlayarak onları sınıfladı. Yönetimin din algısına sahip olanlara, tüm imkanları sunarken, bu anlayış dışında kalanları sadece yaşayan bir canlı olarak görüp onlara dışlanmışlık psikolojisini verdiği için kendi içinde bile her zaman tehlikededir. Buradan yola çıkarak şu gerçekliği vurgulamaktır amacım. Bir yönetimde Adalet, bir şemsiyenin açılmasını sağlayan onu kuşatan tüm çıtaların eşit oranda açılması için, şemsiyenin tüm çıtalarının ona dayandığı ortadaki direk gibi olmalıdır. Eğer böyle bir adalet direği değilse toplumsal açılımı ve yaşamı devam ettiren, oradaki anlayış ve inancın adı ne olursa olsun o toplumun huzurlu ve insan gibi yaşamasını düşünemezsiniz.
İslam Devleti ve şeriat algısını da bu açıdan bakarak sorgulamak ve kritiğini yapmak gerektiğini düşünüyorum. Müslümanız diyenlerin hepsinin kafasında reelde olmasa da idealde böyle bir anlayışın olduğunu düşünüyorum. Bu anlayış hiçbir zaman bizi hakikate götürmeyecektir. Her Müslümanım diyenin yürek hücrelerine ve beyin dağarcığına kendisi dışında olanların da insan olarak yaşama haklarının olduğunu kaydetmesi gerekir. O zaman Devletin şekli ve ideolojisi değil, nasıl bir devlet olması gerektiği sorgulanmaya başlayacaktır. Nasıl bir devlet dediğimiz zamanda karşımıza adaleti ihya eden devlet olmalıdır algısı gelecektir. Bu algının geliştiği ortamlarda, devlet hiçbir zaman endişe ve tehlike var mı yok mu diye bir paranoyak düşünceye kapılmayacaktır. Çünkü herkesin insan gibi yaşayacağı hakkaniyet ölçülerini dikkate alarak adil uygulamalar yapacak ve toplumda sadece evrensel etik değerler ve adalet, devletin özünü oluşturacaktır. Böyle bir devlette, yasalar tamamıyla objektif kriterlere göre oluşacak, insanlar dinlerini ve kendilerine has yaşamlarını en özgür şekilde başkalarına dayatmadan yaşayacaklar, kılık kıyafet belirleyici olmaktan çıkacak, herkesin inanca dayalı yaşamları devlet tarafından korunacak ve güvence altına alınacaktır. Devlet, hiçbir dini, toplumun resmi dini haline getirmeyecektir. Dileyen dilediği gibi kendi hüviyetine kendi dinini ekleyebilecek ve bunun ne bir ayrıcalık ne dışlanacak bir eylem olduğuna inanacak. Çünkü insanların dini inanışları onların kendi yaşam alanlarıyla ilgilidir. Dolayısıyla devlet mekanizması, devletin yönetim hiyerarşisinde memurlar sınıfını oluştururken, sadece etik ve liyakat esaslarını dikkate alacaktır. Böyle bir devlette, ideolojik ve inanca dayalı fevri eylemlerde bulunup toplumsal karmaşaya yol açacak olanları da, hukuk karşısında bununla ilgili hüküm ne ise onunla cezalandıracaktır. Yani anlayacağımız, Devlet kesinlikle nötr olacaktır. Sadece Hak ve adaletten yana taraf olacaktır. Bunun dışındaki tüm uygulamalar ancak insanları canından bıktırır, yaşamı zorlaştırır ve cinnet toplumu oluşturur. Cinnet toplumu olmak istemiyorsak diyemiyorum, ancak bu cinnet ve psiko sosyolojik travmalardan kurtulmak istiyorsak böyle bir yola girmek zorundayız. Ne olursak olalım düşüncemizi, ideolojimizi, dünyaya bakışımızı yaşam tarzımızı kimseye dayatmadan, devleti tüm bunlardan arındırarak evrensel insani hukuk normlarına göre adalet temelinde yeniden yapılandırmak gerekir ve hatta zorunludur. Yoksa, senin adamların onun adamları, diğerinin dini grupları vs. derken hayat yaşanmaz olur ve kendimize yaşadığımız hayatı zindan ederiz.
Hep birlikte İnsan gibi yaşamak istiyorsak, adaleti esas alalım, bu adalette, birilerinin belirlediği değil, ortak insanlık değeri ve ortak aklın yeryüzüne yansıması olsun…Bunun tek bir yolu var, evrensel mahkemede aklanarak böyle bir yola çıkmak, bu da ancak herkesin kendi vicdan muhakemesinden aldığı gerekçeli karar sonrasında gerçekleşecektir. Hazır mıyız böyle bir yaşama ben sabırsızlıkla bekliyorum ve diyorum ki;” Sabah yakın değil mi”
                                                               Erol KEKEÇ/08.11.2018

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!