Bu Blogda Ara

6 Kasım 2018 Salı

BİZ KENDİ DAŞIMIZLA VURULDUK KİMİN DAŞI DİYE ETRAFA BAKTIK



Hayatımızı, hep kendi daşlarımızı yiyerek serüvenimizi tamamlayarak geldik. Kendimden başlamak istiyorum hayata, ilkokuldaydım nenemin bahçesinde çok güzel bir dut ağacı vardı, âmâ dut tek beden üzerine yükseliyordu, dalları ve tırmanma imkânı olmadığı için bir şeylerle vurup dutunu dökmeniz gerekirdi. Ben de etrafıma baktım bir sırık ya da değnek bulamadım, orada bulunan bir daşı kaptığım gibi duta attım ve dut beklerken kafama öyle bir darbe yedim ki anlatamam. Kendimden geçtim yarım saat orada oğundum ve kendime geldiğimde ağlayarak ve bağırarak etrafa saldırmaya başladım…Kim attı ulan bu daşı çıksın ortaya yoksa yakarım vs. diyerek küfürler savurmaya başladım ancak kimseyi bulamadım, sadece kendi sesimi dinledim. Oysa amacım oradan dut yemekti o iştahla oraya o daşı fırlattım kendi daşımın bana dönüp kafamı yaracağını ve beni ummadığım şekilde sinirli ve saldırgan yapacağını hiç düşünmemiştim.
Aradan yıllar geçti ve o dutun altına gittiğimde bu olay aklıma geldi ve anladım ki, o daş benim daşımdı ama ben faili hep dışarıda aradım, o gündür bu gündür de o acının kaynağını sorguladım, ne zaman ki kendi daşımı yediğime inandım işte o zaman rahatladım ve kendime geldim.
Şöyle bir bakıyorum da sanki ülkemizin kaderi de benim kaderim gibi hep kendi attığı daşlardan kafası yarılıyor ayağa kalkamaz hale geliyor ama kim bu daşları attı diye hep başkalarını arıyoruz. Yıllardan beri herkes dut yemek(!) için öyle daşlar attılar ki, dutları döktü taşlar, ama dut kalmayınca daş atmaktan da bıkmayınca, atılan daşlar dut dökmeyince, döndü kafalara çarptı o acılarla sinirli ve gaddar bir halde kim bu daşları atıyor, biz görmüyoruz ama birileri bu daşları atıyor diye bağırmaya başladık…Oysa yediğimiz birinci daşın acısı geçince kendimize gelsek anlayacağız hep kendi daşlarımızı yediğimizi ama nafile…
Ben anladığımda gençliğimin sonu, düşünmeye başladığımda güz mevsiminin sararmış ve yavaş yavaş dökülmeye başlayan yaprakları gibi yerimde durmakta zorlandığım zaman oldu. Neden kendi daşımı yediğimi hiç düşünmek istemedim diye hep hayıflandım, oysa kendi daşımın bana zarar vereceğini o gün anlasaydım belki daşın nasıl ve nereye atılacağının yolunu öğrenmiş olacaktım, ya da o işlerin daşla olmayacağını çözecektim. Ne bileyim hayat, insan anlamaktan bitap düştüğü zaman sanıyorum pişiriyor da, herhalde gideceği yere yaklaştığında kendi iç alemi ile hasbihalini yaparak vicdanen rahatlamasına sebep olabiliyor olabilir.
Neyse fazla uzatmak istemiyorum aslında, âmâ biz toplum olarak hep kendi attığımız daşlar, istediğimiz yemleri bize dökmeye gücü yetmediği zaman neden acaba neden, başımıza düşen taşların başkalarının attığı daşlar diye kendimizi avutuyoruz. Benden bir hatırlatma olsun istiyorum yaşadığım hayattan elde ettiğim tecrübemi paylaşıyorum, bilirsiniz tecrübe hayatta yenilmiş ve yaşanmış kazıkların bileşkesidir.
Yönetim mekanizması kendi menfaatleri için attığı daşları kafasına yedi, bu daşlar acaba nereden geliyor diye bağırıyor, toplumun attığı daşlar dut dökmüyor kendi kafasına geri dönüyor, bunlar da o dutun arkasında mutlaka sürekli bize daş atan biri var diye kendini avutuyor…Be arkadaşlar hala anlamayacak mıyız kendi daşımızla vuruluyoruz,  bu kafayla bu daş bizim beynimizi hep ezecek, bir kendimize gelelim; atmadığımız daş bize olumsuz dönmeyecek en azından kimden ne kadar daş atıldığını göreceğiz.
Ben kendi daşımla vuruldum o kendi daşıyla vuruldu, sen kendi daşınla vuruldun, biz kendi daşımızla vuruluyoruz, siz kendi daşınızla vuruluyorsunuz, onlar kendi daşlarıyla vuruluyorlar, Neden bu kadar daş yemeye alıştık…
Attığımız daşlar ürküttüğümüz kurbağayı değmeyecek ama kendimizi yok edecek neden bu kadar daşlamaya ve daş yemeye alışkanlık yaptık acaba bir görüşü olan var mı dersiniz…?
                                      Erol KEKEÇ/06.11.2018

3 Kasım 2018 Cumartesi

Müslümanca Yaşama Üzerine Bir Hatırlatma-6



Yaratılış özüyle iyice yoğrulmadan, üzerindeki toprağı atmaya çalışan bir tohumun o toprağın altından yeryüzüne filiz çıkarması nasıl ki imkânsız ise, insanın kendini tanımadan kendi yaratılış fıtratındaki kökleşme sürecini tamamlamadan bir duruş sahibi insan olması da mümkün değildir.Toprağa atılan bir tohum önce yerin derinliklerine kadar fıtratıyla hasbihal etmek için temlik, yani damarlar oluşturur, orada sağlam ve dayanıklı bir zemin oluşunca, onun verdiği güç ve kuvvetle, üzerindeki toprağı al aşağı eder ve yeryüzüne çıkar. Kainattaki bu dengeye bakın ki, onun gelişimi, kocaman bir beden, dal budak yaprak, derken, tomurcuk, çiçek ve meyveye dönüşüp ihtişamlı büyüsünü ortaya çıkarması için aldığı gıdaları sadece gövdesinde bırakmıyor, en uç noktalarındaki bir dalın ucundaki tomurcuğa kadar adil olarak görevini yerine getiriyor. Bu durum o ağacın bünyesine yerleştirilen fıtrat donanımına uygun adalet mekanizmasına göre tecelli etmektedir. Bu örnekten alacağımız ve çıkaracağımız önemli bir uyarı olduğunu bilerek yolumuza devam etmeye çalışalım.
İnsan kendi yaratılışını, nasıl böyle gelişerek, dünyanın yörüngesini değiştirecek duruma geldiğini görmeden ve kendisine bu donanımları yükleyen yaratıcı ile arasındaki muhabbeti kurmadan, atacağı her adımda yeryüzünü ifsat etmekten başka bir eylem ortaya koyamayacaktır. Nereden geldiğini bilenler, nasıl ve niçin yaşayıp nasıl bir sonuca hazırlıklı olmaları gerektiğini idrak edebilirler. Bu melekeleri gelişen insanın ancak yeryüzünde bir duruşu ve yaşamının anlamı olabilir. Yaşamı anlamlı kılacak insanların hayatlarında görülecek değerler tüm insanlığın yaşamına ışık olacak evrensel değerler olur.
İnsan yaratılmışlar içinde bir duruş ortaya koyacak tek canlıdır. Bu duruş onun akıl ve muhakeme vasıflarından kaynaklanır. Akıl insanın insani donanımına yüklenmiş insani bir yazılımdır. Eğer bu yazılıma uygun hareket etmezseniz, her zaman ve her ortamda zikzaklar çizen, nerede ne zaman nasıl parçalanacağı ve hangi kazalara sebebiyet vereceği belli olmayan bir yaşamın kurbanı olmaya hazırlıklı olmalısınız.
Müslümanca yaşamak, şahit olmaktır. Hakkı ayakta tutmaktır. Merhametli olmaktır. Adaleti ikame etmektir. İnsanların tamamını inanç ve düşüncelerine takılmadan yeryüzü ölçeğinde ahiretteki hesaplarını dürüyormuş gibi davranmadan aynı yakınlıkta ve aynı ölçüler içinde dikkate almak gerekir. İnsanları bu dünyanın varlıkları olarak değil de farklı bir atmosferin varlıklarıymış gibi ve kendimizi de oradaki bir hesap memuru gibi düşleyip, burada yapılması gerekenlere göre konumlandırırsak yanlış yapmaktan kendimizi arındıramayız. Doğamızla barışarak yeryüzünde bir omurga sahibi olarak yaşamak zorundayız. Omurgasızlık tamamıyla duruş belirleme disklerinin dağılmasından ve içindeki bilyenin taneciklerinin çarkın dışında kalması ve yaşamsal donanıma uygun hareket etmemesinden kaynaklanır.
Yukarıdaki ağaç örneğinde olduğu gibi, insanlar da yaşamın herhangi bir noktasında güç ve kuvvet sahibi olarak yer işgal ettiklerinde, kendi varlıklarının devam etmesi için, türlerinin varlığının devam etmesini de sağlamaları gerekir. Sadece ben var olayım ve herkes benim varlığımı gündem yaparak onunla meşgul olsunlar diye bir beyinsizlik içinde olursa, bunun bedeli kendisini imha etmek olur. Nasıl ki, bir ağacın tek başına bedeninin bir anlamı yoksa, insanlık aleminde bir varlığın odunlaşarak kendisini koruyacağını sanması da çok aşağılık bir tavırdır. Yeryüzünde yaşayan tüm cinslerinin varlığının devam etmesi için, yaratıcının kendisine bağışladığı imkanları kullanması, kullanmayı düşünmesi ve yakınında olanlara da harcaması kaçınılmazdır. İnsan ancak o zaman ne adına yaşadığını anlar ve omurgalı bir varlık olarak kendi duruşunu ortaya koyar.
Adil olan bir yaratıcının ruhundan üflenen varlığın hayatında adil olmayan yaşam belirtileri kök salmaya başlamışsa hayat kendi donanımlarının ötesinde, sahte, sanal ve yalancı bir dünyanın yazılımına göre işletiliyor demektir. Kendi köklerinden gelen ve ruhuna üflenmiş olan bir yazılımı hayatınızdan çıkarıp tamamıyla fesada gitmiş yaşamların size dikta ettiği programlara göre kendi duruşunuzu ve yaşamsal hareketliliğinizi belirliyorsanız, nereye ve kim adına yolculuk yaptığınızı yolun sonuna gelinceye kadar siz de anlamazsınız. Bunun en anlaşılır yolu ve tavır konulmasının şartı; insanın yaratıldığı öz ile, ruhuna üflenen yaratıcının yaratma gerekçesini anlamaktan geçer.
Kendi arkhesini anlamaktan aciz bir beyin, varlık evreninin içindeki yerinin neresi olduğunu ve hangi yörüngede yolculuk yaparsa bu varlık evreninde, o evrenin tevhidi bir yasaya göre hareket etmesine katkı sunacağını kavrarsa bir anlam ifade eder. Bu gerekçeyi anlamayan bir varlık, dünya zindanın daha da kararmasına kendisi de sadece katkı sunar. Bu yaşamsal paradokstan kurtulmadan hangi iklime ve coğrafyaya nasıl bir fidan dikeceğimizi düşünmek sadece geçen zamana biraz daha olumsuz katkılar sunmak olur.
İnsan yeryüzünün halifesidir. Burada halifelik makamında bulunmak yaratıcının yeryüzündeki naibi olmaktır. Yani yaratıcının merhametini, adaletini, şefkatini, Rezzaklığını ve kimseye zulmetmemesini, tüm canlıların haklarını gözettiğini bilerek, ona uygun bir görev üstlenmektir. Yeryüzünün halifesi olan İnsan! Senin bu durumdan aşağı yuvarlanmanın hangi yollardan geçtiğini bilmiyor musun? Bu kadar beynimi ve zihnimi zorlayarak kalp atışlarımdan gelen enerji ile zihnimden gelen oklar birleşince sana bir şeyler anlatacağımı bil. Bu anlattıklarım hakikatin kendisi, ancak sen hala reel yaşam farklı ama diyerek, amalarını çoğaltarak kendini temize çıkarma derdindesin. Reel yaşamda olsa, hakikatte olsa, yaratıcının yeryüzündeki naibi olan ve hilafet görevini üstlenen varlık, hakikatin sahibinin buyruklarını gönül kapısından içeriye koymalı, kendisinin bile anlamadığı amalar üzerine kurduğu bir hayatın sahte ve gaddar acımasız paçavralarını, bir zindanın giriş kapısı olarak algılayıp en derin çukurlara gömmeli. İşte o zaman yolculuk başlar…
Adalet mekanizmasının tüm kollarını açarak, benlik zindanından çıkıp, hakikat okyanusunda Nuh’un gemisinde bir yolculuk yapmak için, hep birlikte yeryüzü yaşamlarının ihtişamlı gemilerinden inmek için, ey kaptan! gelen limanı beklemeden durdur gemiyi, inecek var diyecek yürekliliği taşıyor muyuz…?
                                                             Erol KEKEÇ/02.11.2018


2 Kasım 2018 Cuma

Müslümanca Yaşama Üzerine Bir Hatırlatma-5



Kapitalizmin mezbelesinde leş peşinde koşmaktan yorulanlar,” Allah Katındaki Din İslam’dır” düsturunun içinde yolculuk yapamazlar. İslam yeryüzü ağırlıklarını sırtından endişe duymadan atan ve atabileceklerin güzergahıdır. Sırtına tonlarca ağırlık vuranlar, bu ağırlıkların altında mekânsal bir değişimin öncülüğünü yapamazlar. Değişim ve dönüşümü başlatıp, sürdürülebilir bir yaşamın öncülüğünü yapmak için ayağa kalkanlar, önlerine çıkacak her türlü yalancı ve sahte figüranların gerçek amaçlarını bilmek zorundadır.
Kapitalizmi, sadece yaşamın daha rahat etmesi için imkân ve koşulların iyileştirilmesi olarak algılayanlar, bu bataklık göletinde oluşacak girdapları bilmeden ve hangi noktasında nelerle karşılaşacağını da idrak edemez. Dolayısıyla onun bir kölesi olarak yaşayıp, farklı bir hayatın inşacısı olarak çığırtkanlıklarını sürüdür.
Dünya yaşamında en güzel mutlulukları sunacağını anlatan kapitalizm, evrenin her noktasında kendisinin olmasını arzular. Kapitalizm cismi ve cüssesi olan bir dev olarak düşünülmesin. Kapitalizm, sizi sizden alan ve kendine bağlayıp sadece kendisi için çalıştıran, yaratıcıya rağmen kendisinin vazgeçilmez olduğunu kılcal damarlara kadar dikta eden, görünmez ama hayata baskısı kaçınılmayacak kadar şedit olan dünya mezbelesinin adıdır.
Kapitalizm, önce ikna eder, sonra hayatın tamamını kendi arzu ve isteklerinle avucuna alır ve seni bangır bangır bağırtarak bağımlısı olduğun zevkleri yaşatmaya çalışır, diğer yandan da sende oluşturduğu korkularla, kendisini mutlak havari gibi sunar. Böyle bir yaşamla hangi hayatın neden ve niçin öncüsü olacağını bilmeyen, kendini tanımlamaktan uzak kobaylar, şartlandırılmış bir beyinle farklı ortamların mesajlarını aktarmaya çalışırlar. Ne kadarda kedisiyle barışık ama…(!)
Evet, Kapitalizmin gönüllü kölelerinden oluşan bir kervanla, “Allah katında din sadece İslam’dır. Yolculuğuna çıkılmaz. İstek, irade ve akıllarını peşinen Bila bedelsiz feda etmiş ve zamanlarını tecavüzcüsünün emrine vererek, sınırsızca kullanımına açmış, her gün tecavüze uğramaktan zevk alan bir maymun iştahlılıkla, acaba tecavüzcüsü dışında evlenecek kimsesi kalmamış bir beyin nasıl başka bir hayatın evreni kuşatması ve özgür fidanların yetişmesi için çaba sarf edebilir.
Alışkanlıkların kurbanı olmuş yaşamlar, yeni bir dünyanın oluşumundaki tuğlalar arasında bir harç olmayı asla düşünmezler. Alışılmış yaşamın gözü açık köleleri, yüreklerindeki körlüğü görüp tedavi etmedikleri sürece, hep uyanık olduğunu sanan köleler kitabının taşıyıcısı ve yayıcısı olmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Nesnel, herkesi kuşatan, herkes için doğru ve olması gerekeni düşünmekten zerre tereddüt etmeyen beyinler, sorgulama ve kritik alarmını başlattıklarında yeni bir dünyanın tomurcukları açılmış olacaktır. Zaten kapitalizmin korkusu, düşünme alarmını başlatanların korkusuzluğuyla kendi büyüleyici tılsımının bozulacağı endişesi ve korkusudur.
Zamanlarını feda edenlerin, feda edemeyeceği bir şeyleri kalmaz. Kapitalizm insanların zamanlarını ipotek ederek kendi belirlediği alanlarda manevra yapmalarını istemektedir. Siz zamanınızı bir ele teslim ettiğinizde o zamanın nerede ve nasıl kullanıldığını sorgulama hakkınızı da kaybedersiniz. İşte yaşadığımız evrende kapitalizm aslında bir rahatlık getirmedi, insanların rahatlığını ellerinden alarak onların ellerine yaladıkça sürekli susuzluğu ve iştahı açtıran bir elma şekeri verdi. Yaladıkça iştahı kapardı iştahı kabardıkça yeni şekerler peşinde koştu, daimî yolların kralı olmak için çabaladı, âmâ ne kıralı oldu ne de kendini anlayabildi. Misafir olduğu sinemada son perde kapandığı zaman filmin finalinin galasında kocaman bir hiç ve avucunu yalayan ensesi kalın, elleri tutmaz, ufku kararmış, yerinden kalkmaktan aciz zavallı hareket kabiliyeti imha olmuş bir saman çuvalıyla karşılaştı. Acaba bu ben miyim diye soramadan, kendinden utandı ve avucunu açtı. Ey yaradanım sana geldim beni affet diye yalvarmaya başladı…İşte o zaman alacağı cevabın, bugün mü, daha önce neredeydin, arzu ve isteklerin bir atın dört nala gitmesi gibi senden çok ötede koşarken ben hiç aklına gelmemiştim, oysa şimdi sen bana gelmedin, kimse seni kabul etmediği için zorunlu seçenek, zaten geleceksin derse işte o zaman ne yapmayı düşünüyorsun…
Özgür kulların omuzlarında, zihinlerinden yüreklerine akacak doğru kıvılcımlarla harekete geçmiş bir yüreğin vereceği kararlar olmadan, kapitalizmden bağımsız bir yaşam ortaya konulamaz. Ey insan! Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? Sualine dosdoğru cevap vererek ayağa kalktığında hemen seni görünmez rabbinin eli kuşatır ve seni kapitalizmin fosseptiğinden alır Kevser havuzunda yıkar, sadece mutmain kullar için özel tahsis edilmiş cennetine koyar…Genişliği yer ve gökler kadar olan rabbinizin cennetine koşun, çalışanlar bunun için çalışsın, buyruğunun tecellisini görmek için özgürleşerek kul olamaya var mısınız?
                                                         Erol KEKEÇ/01.11.2018

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!