Bu Blogda Ara

10 Ekim 2018 Çarşamba

ANLAYANLAR ANLATSIN ANLAMAYANLARA!



Yolların kavşak noktasında ya yollar dolanarak gider ya da birçok yavşaklar sizi kuşatır. Dolana dolana zorlukları aşıp dağların zirvesinde olmak mı, yoksa yavşakların kolları arasında can vermek mi, tercih senin, çünkü beyine bedava donanım yüklemiş yaratıcı, yazılımı doğru yerden almaktır senin görevin…
Bahane üretmek ve iblisin yolunu takip etmek her zaman kolay olanıdır, kimse Âdem olup, adam gibi yaşamak istemez, nedense böyle bir köleliği yazgı görür kendisine…Yazgı diye bir yalanla kendimizi aldatmayalım, beyinsel donanımları yaratan verdi, beynin çalışması için gerekli yazılımları bizim yüklememize bıraktı, bizim yazgımız yazılımlarımızla aynı fabrikadan gelir, o halde yazgı diye kendimizi kandırarak yükümüzü hafiflettiğimizi sanarak rahat bir nefes alıp koltuğa kurulmayalım. Kurulduğumuz koltuk İblisin danışma meclisi kurduğu danışma heyetinin dinlenme yeri olan, aldatılma ve aldanma numaralarının havada uçuştuğu yerin adıdır.
Yüreklere kement atılmadıysa, kulaklara kurşun dökülmediyse, gözlere perde çekilmediyse, yüreklerde şeytan hipodrom kurmadıysa, yollar her zaman açık ve gidilecek yer de çok yakın demektir. Bu yakın yolları uzak etmek ve yaklaştırmak insanın kendi dünyasında kurguladığı düğümlerin çözülme ve açılma ihtimaliyle doğru orantılıdır. Düğümlenen zihinsel bilgi formatlarının kutup başlarını biraz kazıyalım, yeniden bir kısa devre yapalım ondan sonra ateşleme var mı yok mu bir bakalım…Ateşleme gerçekleşiyorsa hala ümit var demektir, yok eğer kısa devre için hiçbir belirti yoksa, o zaman beyinsel donanımların çalışması için yüklenen yazılımların tamamıyla değiştirilmesi ve yeniden formatlanarak kullanılmamış bir yazılım alınmalıdır.
Arada bir zihinsel karışıklıklar ve eylemsel dışlanmışlar oluştuğu zaman karşımıza çıkan her kavşak noktasında postu yere atmış yavşaklar topluluğu etrafımızı kuşatır. Bu yavşaklar grubunun en belirgin yanları yavşayarak hep kavşak dönmeleridir, o halde kavşak noktası deyip geçmemek gerekir, çünkü tüm yavşama belirtileri buralara gizlenmiştir. Kuralsız yaşamın gizli tanıkları olan bu sınıf, hiçbir kuralın ne tarafında duracaklarını belli etmezler. Çünkü kural olduğu zaman genleşme katsayıları yükseleceğinden yavşamaları zorlaşır. Yavşamak hayatlarının rotasını belirleyen zavallı amipsel ve tek hücreli yavşaklar zebellasından seçilen bu zibidilerin korumak ve kollamak zorunda oldukları ilkeleri olmadığından aman ha kavşaklarda durduğunuzda etrafı iyi bir elekten geçirin yoksa kavşak dönmek isterken yavşaklar sizi kevaşeye çevirir.
Yıllardır ortaya çıkmasın diye gizlediğim yavşaklık haritasının kürre biçimini elime aldığımda almaz olaydım. Aynen bir küre gibi öyle bir dönüyorlar ki, ne taraftan hangi yöne döndüklerini de anlamıyorsunuz. Onun için tüm haritaları parçaladım ki, yavşaklar topluluğundan haritada noktalanacak hiçbir yer olmasın diye…
 Dolanda gel, dolanda gel, dağların zirvesinde kocaman bir soluk var, soluksuz kalanları bağrına basmış, Ana gibi bir gök kubbe yatar…Sen de kavşaklarda avlanmazsan yavşaklara, orada kucak açmış bir yatak var  
Erol KEKEÇ/09.10.2018


9 Ekim 2018 Salı

NEREDE NE ZAMAN HANGİ GENÇLİK!


Beyinleri geçmişin ve tarihi kalıntıların tortularını taşıyan bir vagon olan gençlik değilse amacımız, bugünden geci yok, ayağa kalkıp kendimizi bir yoklamak ve kendimize gelmek zorundayız. Gençlik sorunları sürekli konuşularak çözüme kavuşacak bir problem değildir. Gençlik çalışmaları, hayatın içinde inandırıcı eylemlerden, merhametten, sevgiden ve kuşatıcılıktan geçer.
Ülkemiz geneline baktığımız zaman, düşünce inanç ve ideoloji ayrımı yapmaksızın tüm sivil kuruluşların mutlaka bir gençlik çalışmalarının olduğunu görmekteyiz. Bu çalışmalar bu kadar geniş kitlelere yayılmasına rağmen, acaba neden istenilen doğrultuda bir sonuca gidilmemektedir. Bunların çok ciddi ve gerçekçi nedenlerine ulaşmak gerekir. Zihinsel kalıpların donanımları her uyarıcıyı çekmeyen ya da ne olduğunu anlamayan zihinler bu çalışmaların herhangi bir noktasına olumlu ve verimli katkı sunamazlar. Öncelikle yapılması gerekenler, bu çalışmaların herhangi bir noktasında bulunanların sahip olduğu bilgi eylem ve düşünce atmosferi irdelenmeli ve bu yaşamı ne kadar kuşatacağı ele alınmalı, ondan sonra kurulan doğru denklemlerle start verilmelidir.
Bir fizikçinin ya da kimyacının laboratuvar ortamında incelediği madde gibi gençliği algılamaktan çıkmalıyız. Çünkü gençlik dinamik bir yapıdır. Nerede ne zaman ne yapacağını kestirmek çok zor olan karmaşık ve bir o kadar da sade olan bir denklemdir. Karmaşıklığı onun anlaşılmaması ve onu anlamak için anlayacak bir hazırlığa sahip olmamaktan kaynaklanır. Sadeliği ise, çok rahat değişime açık olması ve ikna olacak değerlerle kuşatılmış olmasıdır. Gençliğin hayatında onu değişimde direnişe sokacak çok az sabiteleri vardır. Bu da gençliğin çok önemli yanıdır.
Hayatın doğasına uygun olmayan her çırpınış, çırpınanı kendi göletinde boğar. Bazı hayvanlar harekete duyarlıdır. Örneğin, bir kedinin bakışlarını nereye taşımak istiyorsanız onun hareketli bir noktaya yönelmesini sağlayın ve o hareketin kaynağını gösterin yeter. İnsanları, harekete duyarlı bir varlık gibi düşünerek nerede tıngırtı orada buluntu şeklindeki basit ve sıradan bir yaşamın kollarından kurtarmak zorundayız. Gençlerimiz, kendi dünyasını keşfeden, zaaflarını ve yetilerini bilen kavrayışla içten yanmalı bir araç gibi hayatın gemisine bir kaptan olarak yetiştirecek duruma gelmeliyiz. Öncelikle bu algıya sahip bir ekip oluşturmak gerekir. Her insanın işi değildir eğitim ve yönlendirme. Kendi hayatımızın olumsuzluklarını ve ideolojik saplantılarını hayatın olmazsa olmazları gibi bilen ve karşısına da bunları ideal bir değer gibi sunan, sıradan demode olmuş hayatların ve anlayışların kıskacından kurtulmak zorundayız.
İnsan üzerine bir projesi olanlar, İnsanın, anlama, kavrama, sevme, itibar kazanma, kendini ifade etme, özgürce yaşama gibi bireysel insani özelliklerini dikkate almak zorundadır. Çünkü insanın ferdi boyutu, toplumsal boyutundan önce gelir. Kişilik insanın bu özelliklerinin toplamından oluşur. Nasıl ki anne ve babalar çocuklarının kendilerinin bir kopyası gibi yetişmesini istiyorlarsa, sosyal oluşumlar da etraflarına topladıkları insanlarda kendi toplumsal kurumsal kimliklerini taşımalarını istiyorlar ve her tarafta o kimlikle ifade edilmelerine ağırlık veriyorlar. Bu anlayışlarla, insanların doğasına uygun olmayan ve “insana ancak emeğinin karşılığı var” buyruğuna aykırı uygulamalarla onları yönlendirmek ve bir kaptan olmalarını sağlamak imkansızdır. Her insanın doğasında olan, kendisini rahatlıkla ifade edeceği ortamda bulunmak onun en büyük arzusudur. İnsanın bu yönünü dikkate almayan bazı ebeveynler, iş ortamında hep kendisi söz sahibi olduğundan ve çocuklar da o ortamda bir gölge ya da uydu olarak kalmaya devam ettiğinden onların yeteneklerinin olmadığından yakınır durur. Oysa orada çocuklar kendi bilgi beceri ve donanımlarını istedikleri gibi kullanmadıklarından kendi dünyalarında çatışmalar yaşarlar, zamanla da bir anlaşmazlık başlar ya kendi işlerini kuramaya yönelirler ya da başka ortamlarda çalışmak isterler. Bunun en önemli nedeni gençler değil önceki kuşağın bilgiçliği ve dayatmaları olarak da görülmesi gerekir.
Yani diyeceğim odur ki, hayatın ortağı ve taşıyıcısı olacak gençlerimizi bir masal kahramanı olarak yetiştirmekten vazgeçelim. Masala dönüşen bir hayatın reel yaşamda karşılığı yoktur. Reel, inandırıcı ve bir bilgi doğrultusunda doğru adımlar atmadan, doğru bir yapılanma modeli oluşturmamız da düşünülemez. Söylemlerimizin içeriği ve hayatta görmek istediğimiz ekran boyutu ancak bizim çelişkisiz tutarlı ve güvenilirliği olan bir manifesto ile gerçekleşir. Bu hayat ekranının daima, yeni ve albenisi yüksek herkesi kuşatan bir boyutunun olmasını istiyorsak, tüm alt yapımızı ona göre oluşturmak zorundayız. Bir başlayalım bakalım nasıl olacak anlayışları çaresizliğin ve karmaşık bir zihin yapısının ifadesidir. Düşünceleri sağlıklı, hedefleri belli olanlar, belli bir yöntemle, zamana yenilmeden ve rüzgarların estiği yöne göre yön belirlemeden istikrarlı adımlarla az da olsa gidecekleri yola çıkarlar. Şunu unutmayalım ki, kervan yolda dizilmez, kervan yolda ancak büzülür. Kendi kabuğuna gömülür ve çaresizlik sendromları yaşar.
Düşünce ve eylem boyutunu tamamlayan gençlerle, aynı gök kubbenin altında farklı nefesleri soluyarak aynı yürek atışlarını oluşturmaya ne dersiniz…Yolunuz açık olsun, dağlar yoldaşınız olsun…
                                                                                                      09.10.2018/Erol KEKEÇ

GENÇLİK DEĞİŞİM VE DİNAMİZM



Gençlik ve değişim günümüzde çokça üzerinde durulması gereken elzem konulardan biridir. Gençlik bir nehirin coşkulu hali ya da gereğinden fazla su taşıyan bir sel suyu gibidir. Bu suların varlığından değil, nasıl ve hangi alana kanalize edilip edilmediğinden endişe duymalıyız.
Yetişkin kuşaklarımız ile gençler arasına kurulan sanal duvarların yıkılması zorunluluktur. Bu duvarlar, yanlış gelenek görenek, kültürel din algısı, mahalle baskısı, zihinsel karakollar, yeniliklere kapalılık, gelişen çağa ayak uyduramamak, dayatmacı aile kuralları ve negatif bir bilgi transferi, hayatın kanunu sanılan yanlış ve doğru olduğuna bakılmaksızın atalar dini vs. Bu duvarlar yıkılmadığı zaman gençlerimizle aramızda köprü kurulamayacak onlar ile bizim aramıza, elimizi uzattığımızda yetişme imkanımızın olmadığı derin sular girecek.
Nereden nasıl başlamak gerekir diye düşünmeye başlayıp hareket etmeyi beceremeyen bir kırkayak durumuna düşmeden en yakın yerden başlamak zorundayız. Bir toplumu değiştirmek istiyorsanız öncelikle onların kendi aralarında anlaştıkları kelime ve kavramları değiştirin toplum kendiliğinden değişir,” diyen Konfüçyüs’ün bu uyarısını dikkate alarak hareket etmek zorundayız. Gençliğin dili ile bizim delimiz çok farklı o zaman nasıl anlaşacağız diye hiç düşünme gereği duymadan, eski kelime ve kavramlarımızı dayattığımızda, iki farklı uyarıcı kaynak arasında iletişimin gerçekleşmediğini gözlemekteyiz. İletişimin kurulmasını engelleyen nedenler arasında da iletişim kanallarının ya tıkandığını ya da manyetik dalgaları iletemeyecek, iletken olmayan deforme olmuş kanalların olduğunu görmekteyiz, zaman durup düşünmek ve bir karar vermek gerekiyor ya kendimizi yenileyeceğiz ya da gençliğimizin ıslak elden kayan balık gibi avucumuzdan kayıp sulara karıştığını, hiç de müdahale edemediğimizi görerek ahlar ve vahlar çekerek dizlerimizi döveceğiz.
Dünya daima hareket halinde bizler de bu hareket halinde olan gezegende canlı varlıklar olarak hareketimizi devam ettirmekteyiz. Dün geçti gitti, yarın gelmedi oysa bugün elimizde o halde kalkıp bugün bir şeyler yapmak zorundayız. Dün yaşayan bizler bugün de varsak bugün bize katılanlara dün yaşadığımız hikayelerimizi anlatarak onları bunaltmadan kalan yolumuzda nasıl bizlere katkı sunabilirler, bizler de nasıl onlara birer ışık olabiliriz onun üzerinde kafa yormamız gerekmektedir. Gençlikle yetişkin kuşak arasındaki ilişki, bilimsel bilginin başlangıç aşaması ile şu an geldiği nokta arasındaki ilişki gibidir. Bilimsel bilginin geldiği noktanın ve devamlılığın ulaştığı aşamayı ilk başlangıç noktasından daha kötü ve sorunları çözmede eskisinden daha geride olduğunu iddia etmek ile, gençlik ile yetişkinler arasındaki ilişkide de daima eskilerin dediğinin ve sahip olduklarının daha ilerde olduğunu söylemek arasında hiçbir fark yoktur. Hayatın ve bilginin daima sona en yakın olanının daha iyi olduğunu anlayarak hareket etmek zorundayız.
Bir üretimin başladığı an ile bitime yakın olduğu an arasında bir kıyaslama yaptığımızda nasıl bitme aşamasında üretimin daha kompleks bir yapıya büründüğünü ve daha fazla bilgi barındırdığını, içleminin fazla olduğunu görüyorsak insanda da durum böyledir. Mantıkta terimlere baktığımızda en kompleks ve karmaşık terimin içlemi en fazla olan terim olduğunu görmekteyiz. Yani bir terimin özellikleri artıkça sahip olduğu özellikte ona paralel artış göstermektedir. İşte bu örneklerle anlatmak istediğim de, gençlerimize yaklaşırken onların bizlerden daha çok özellik barındırdığını ve bize göre daha fazla birikime sahip olduklarını bilerek hareket etmemiz gerektiğidir. Nasıl ki bir bitkinin kökü olmadan farklı türlerinin olması söz konusu değilse, insanın atası ecdadı olmadan da bu günlerinin olamayacağını ancak bugünün ise daima geçmişin gölgesinde bir yaşama mahkûm olmaması gerektiğini anlayarak yaşamak gerekiyor.

Yetişkin kuşağın üzerine düşen en büyük görev, nehir olarak coşkuyla akan gençlik enerjisinin heba olmaması için, nehrin yatağında suyun akışını önleyen ve kontrolsüz bir sel baskınına dönüşecek enerjinin yatakta amacına uygun akmasını engelleyecek, çör çöp yabancı ve zararlı olan ne varsa onları temizlemek ve gençlik enerjinin hedefinde akmasını sağlamaktır. Böyle değilde sürekli bentler kurarak ve duvarlar örerek suyu göl haline getirerek farklı alanlara çevirmek ve istediğimiz yerde kullanmak varsa hem kendimizi yok ederiz hem de gençlik enerjimiz boşuna heba edilmiş olur.
Ortaya koyduğumuz programlar değişimin yönüne uygun ise, o zaman değişimle programlar arasında bir uyum olacağından olumlu sonuçlar beklemek hakkımızdır. Ancak değişimin yönü ile programlar arasında yakından uzaktan bir ilişki yoksa ve de hep dayatmacı bir geçmiş gençliğin sırtına vurulmak isteniyorsa, orada yıkım kaçınılmaz olur. Gençliği bağımlı hale getirecek fiziki sosyal ve psikolojik uyuşturucuların etki alanından çıkarıp, hayatın bir parçası ve bağlısı haline getirmeliyiz. Bir hayatın bağlısı olmak için onun aktif oyuncusu olmanız gerekir, hiçbir figüran ve seyirci hayatın bağlısı olamaz, onlar ancak bağımlısı olur. Bağımlı bir gençlik geleceği teslim edemeyecek kadar hayatın ve dünyanın dışında yaşamaktadır. Siyasetten, eğitime, aileye, güvenlik birimlerimize kadar böyle bir gençlik tasavvurumuz var, bu anlayışlarımızın temeline dinamit koyalım gençliğimizle aramızdaki tüm engelleri kaldıralım ve onları hayat oyununda aktif katılımcı ve danışma kurulu üyelerinin merkezinde ve her yerinde beyinlerini kullanacak neferler olarak görelim.
“Su akıp gittikten sonra testi doldurulmaz” bunu bilelim, yıllara dayanan acı ve ıstıraplarımı sizlerle paylaşmak istedim. Yanlış yol ve yöntemlerle doğru sonuçlara gidemeyiz, gençlerimizi sahiplenmeyelim onları cidden sevelim. Biz sevgi ve yakınlığı, sahiplenmekle birbirine karıştırdık ve o şekilde onlara yaklaştık. Sahibi olduklarımızı istediğimiz gibi tasarruf etme yetkisine de sahip olduğumuzu düşünürüz. Gençlik bizim tasarrufumuzda olan ve istediğimiz gibi kullanılacak bir obje değildir. Öncelikle onların aktif bir süje olduğunu anlamamız gerekiyor. Süje kendi varlığını başka etkenlerden bağımsız ortaya koyduğu zaman anlam ifade eder ve kendini, kendisi ifade edecek donanıma sahiptir. Bu donanımlar yaratıcının yaratırken yüklediği donanımlardır. Bu donanımların yazılımlarını da o donanıma uygun yerleştirmek için yardımcı olmak bizim görevimiz, ancak bizler hep o donanıma uygun yazılımı değiştirerek kendimiz bir yazılım yüklemeye çalışıyoruz. Ey ebeveynler, eğitimciler, siyasetçiler, velhasıl-ı kelam bu alanda kendilerini yetkin ve etkin gören herkes aklımızı kullanmayı ve kendimizden başlayan değişimi geciktirirsek, şunu bilelim ki aramıza seller girdiği zaman, Nuh (as) gibi, ey evladım! gel sen de bu gemiye bin bizimle birlikte ol dediğimizde ben bu ağaçlara sığınırım onlar beni korur diyecek gençlerimizle baş başa kalacağız.
2015 Yılında “Gelenek ve Modernizm arasında Gençlik” araştırmamızın öngörü ve genel değerlendirme kısmında da bu konula ağırlık vermiştik. Gençlerimiz bir yere gitmiyor, acaba bizler neredeyiz bunun irdelenmesi gerekir demiştik. Bugün de ona benzer bir çağrı yaparak daha fazla ayrıntılara inmeden bu makaleyi burada noktalamak istiyorum. Bizim kendimizden uzaklaştırdığımız gençliğimiz, bir yere ait olmak ve sosyal bir aidiyet oluşturmak için farklı ortamlara gidiyor ve yaşamın orada daha iyi olduğunu anlatıyorsa, demode olan yaşam tortularımızı hayattan uzaklaştırmanın ve gençlerimize pragmatik yaklaşımdan uzak kuşatıcı merhamet ve ufuk açıcı kanatlarımızı açmak zorundayız. Vakit geçiyor sular akıyor bu testilerle bu nehirden su alınmaz testileri değiştirmenin tam zamanı şimdi….
                                                                                   Erol KEKEÇ/08.10.2018

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!