Bu Blogda Ara

6 Ağustos 2013 Salı

BEYİN FORMATLARI AYNI, ZAMANLARI FARKLI YAŞAMLARI BİR KALINTI!



“Yemin olsun, daha önce Yusuf da size açık seçik mesajlar getirmişti de onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.”Mümin:34
Her yeni mesajın karşılanma şekli anlatıldığı gibi,mesajı getirenin dünya değiştirmesinden sonra,mesaja karşı olan toplumların nasıl kendi ördükleri ağlara takılıp o ağlardan çıkamadıklarını bu ayette net olarak görmekteyiz…
Tarihin her döneminde, bu davranış şekillerine şahit olmaktayız. Yusuf (a.s) zamanında, Yusuf (a.s)’a karşı olanlar, Yusuf (a.s)’ın bu dünyadan göç etmesiyle hemen farklı bir oyun ve mantık tutarsızlığı ile sahnedeki yerlerini aldılar. Allah Yusuf tan sonra asla bir daha Resul göndermez. Nereden biliyorsunuz bir daha asla Resulün gelmeyeceğini, yoksa gelsin mi, gelmesin mi diye size sorduktan sonra mı, Allah Resul göndermeye karar veriyor?(!)
Bu saçma sapan davranış biçimleri, her dönemde yürek ve beyin kirliliği yaşayan ortamlarda çokça görülür… Bu hastalıklar öylesine söylenen ve sıradan bir eylem olarak algılanmamalıdır. Çünkü zamanla bu davranışların toplumların yaşamından sökülmesi ve bunların baskısından kurtularak bir yaşamın ortaya çıkması hayli zorlaşmaktadır. Seni kabul ettiğimizi düşün, ama gel bir anlaşma yapalım, aynı mesajı senden sonra birileri gelirde bizi bununla sorumlu tutarsa biz ona kesinlikle inanmayız, çünkü senden başka birilerinin gelebileceğine ihtimal vermiyoruz, diyerek hem haddi aşmaktalar, hem de eski dogmatik geleneklerini atmadıklarını onlara ne kadar sadık olduklarını bir daha kanıtlamaya çalışıyorlar…
Bu ayet bize, hakikatle savaşan insanların, hakikati getiren insanlarla değil de, hakikatin şahsından dolayı şahısları düşman ilan ettiklerini bize kanıtlamaktadır. Yusuf(a.s)’u zorla kabullenmelerinin sebebi, onun şahsından değil, onun bir hakikat meşalesini elinde taşımış olmasından ileri gelmektedir. Hatta zamanla onun şahsından dolayı, tamam biz seni ve getirdiklerini kabul ediyoruz, ancak kesinlikle Allah senden sonra yeni bir Resul göndermez. Bunu iddia edenler aslında Yusuf(a.s) zamanında da hakikatle ne kadar iç içe olduklarını anlatmaktalar. Çünkü burada Yusuf (a.s) şahsından dolayı zorla kabul edilmiş bir eylemi ve mesajı, onun dünya değiştirmesini bahane ederek, Allah ondan sonra kesinlikle bir başkasını göndermeyecektir derken, Yusuf’un getirdiği değerleri tahrif etmek için kendilerine bir yol açmaktalar…
Bu örnekte biz, topraktan yaratılan insanın hamuruna ne kadar yakın davrandığını da görmekteyiz. Toprakla çevrelenmiş kâinata baktığımız da, bu kâinatın hep aynı kaldığını ve değişimlere uğramadan sürekli varlığını koruduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette böyle bir söylemin içinde olmak çok zordur. Nasıl ki, bir rüzgârla yağmurla, sellerle toprağın aşınıp her zaman aynı özellikte kaldığını görmemiz mümkün değilse, özünde ve hamurunda toprak barındıran insan da, hayatının çoğu zamanında çamurlaşarak, etrafa sıçrayarak hem kendini yok ettiği gibi, çevresine de zarar verebilmektedir…
İnsanın yapısında olan bu özelliklerin, sadece o dönemle sınırlandırılmaması gerektiğini anlamak zorundayız. Bu itirazların mesajın içeriğinin iyi ya da kötü olduğuna bakılmaksızın, gelenekleri hedef aldığından bastırıldığını ya da dışlandığını görmekteyiz. Osmanlı sonrası Cumhuriyetin kurulmasıyla, devrim yasaları ile getirilmek istenen farklılıklara itiraz eden insanların çoğu canlarından olmamış mıdır? Erzurum ve Palandöken’de on binlerce insan şapka giymeyiz bu bizim yaşamımıza uygun değil, farklı bir hayatı sembolize etmektedir diyerek itiraz ettiklerinden dolayı kafalarından olmuşlardır…
O kadar canı, bir yaşamı savunmak için kurban veren insanlara baktığımız da, şapkayı benimsedikten sonra da, kesinlikle artık bundan başkası olamaz diyerek onu içselleştirip, daha sonra karşılaşacakları değişik mesajların yolunu peşinen tıkamaya çalışmışlardır… Hatta şapka kültürüyle ilgili yörelere göre farklı tarzların oluştuğunu ve bunlar arasında, Elazığ, Muş ve Erzurum tarzı dikilen değişik şapka modelleri oluşmuş bunlara itiraz edenlerde hainlik damgasıyla yaftalanmıştır…
Bu örneği vermekte ki temel esprimiz, toplumların yaşamıyla bütünleşen ve içselleşen kültürel motifli alışkanlıkların yıkılması ve sonrasında olacakları kolay kolay benimsedikleri görülmemiştir… Bu tarz davranışlar olsa da önemsenmeyecek düzeyde kalmıştır… Bu meseleyi günümüze taşıyarak yaşadığımız ortamla alakalandırarak yorumlamaya kalkarsak birçok olumsuzlukları ortaya dökmek zorunda kalabiliriz, ancak biz kısa ve öz olarak konunun izahatı açısından birkaç örnekle konunun anlaşılmasını siz okurlarımızın düşünmesine bırakacağız…
Bu gün meydanlarda zaman zaman ellerine bir bayrak alarak, kurulu sistemin devamını sağlayan iktidarın, yanlış ve farklı bir düşünceyle var olanı değiştireceği endişesini taşıyanların yaptıkları gösteriler, tamamıyla Yusuf (a.s)’a yapılan itiraz ve başkaldırılarının formatından farklı değildir. Bu eylemlerin aynısını 1923’ler de yapanlara itiraz edenler hayatlarını kurban vererek karşılığını aldılar. Ancak onlardan geriye kalanlar aynı eylem ve reformları içselleştirerek, kesinlikle biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz, ondan başkasının bu ülkeye kurtarıcı olarak gelmesi imkânsızdır, diyerek yeni bir boyuta kaydılar. Görebiliyor muyuz toplumların yaşamında ki tutarsız ve ne idüğü belirsiz eylemlerin kaynak noktasını…
Bu gün yaşanılan keşmekeşlik, ne Yusuf(a.s) döneminden, ne de 1923 sonrası cumhuriyet döneminde yapılan reformlara başkaldırılardan farklıdır… Farklılık sadece, getirilen mesajların kendisindedir. Ancak toplumları dinamitleyen ve aşırılıklara sürükleyen etkenler aynıdır… O halde toplumsal yaşamların hangi olaylar karşısında nasıl tepkilerde bulunduğunu anlamak için, her ne kadar pozitif bilimlerde olduğu gibi açıklayamazsak ta, belli öngörüler yapmak zorundayız. Bu öngörüleri yapmak için tarihsel bağları ve neden sonuçları yerlerine iyi oturmak gerekir.
Bu gün sokaklarda kendilerinin bile adını bilmedikleri eylemleri yaparak, ortalığı yıkıp döküp biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye nara atanların, bu eylemlerinin gerisinde ve önünde ki, etken sadece taşkınlık ve haddi aşmaktır… Belli bir zaman sonra aynı insanların bu yaşama alıştıklarını ve bu yaşamın birer savunucusu olduğunu göreceksiniz, ama bu gün kesinlikle yaptıkları, tamamıyla metabolizmalarıyla bütünleşmiş ve kabuk bağlamış bir anlayışın terkinin zor olmasından kaynaklanmaktadır. Yeni yaşama alıştıklarında da bu defa kesinlikle biz başımızdaki bu yöneticiden başkasını istemiyoruz, çünkü bundan başkasının gelmesi imkânsızdır, diyerek tepkilerini ortaya koyacaklardır…
Tarihsel yanlışlar, farklı algısal yanlışları beraberinde getirmektedir. Bu algı kirliliğinin ve yanlış algıların temizlenmesi için, öncelikle insanların özgür bir değer sahibi olması gerekir… Özgür değerden kasıt, tarihi bağların yanlış algılarının görüntülendiği bir beyin olmaktan çıkıp, ileriye dönük yaşamın mücadelesini üstlenmiş, bağımsız ve kararlı düşünme mekanizmalarını geliştirmektir… Bu anlayış, ne kesinlikle bundan başkası gelmez, ne de bunun dışındaki olmaz diye, karanlık dehlizlerin yaya yürüyücüsü olmak istemezler… Onlar bulunduğu şartlarda insanca yaşamak için ne gerekiyorsa şartsız onu destekler ve onun yılmaz savunucusu olurlar, ondan daha güzeli oluştuğunda da onun peşini bırakmazlar…
Adı, düşüncesi, inancı, ideolojisi ve gelecek beklentisi ne olursa olsun fark etmez, bundan başkası kesinlikle olmaz diyenler, ya da senden başka karşımıza gelecek adam yok mu diye geleni zorla benimseyip, sonrasında da ona taparcasına onunla bütünleşerek, bundan sonra kesinlikle bir başkasının gelmesi imkânsızdır diyen anlayışların tamamı, saçmalıklar üzerine kurulmuş haddi aşan zavallılardır…
Bu anlayışlar tarihin her döneminde farklı anlayış ve ideolojinin karşısında ya da yanında yer alarak, taraflarını belli ederek kurtulacaklarını sanabilirler. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, kurtuluşun tek yolu hakkı kabul ederek, aşırılıklardan uzak durmaktır… Kimin askeri olursanız olunuz, taptıklarınız Allah’ın dışında kalanlarsa, akıbetinizi tayin etmek için Azraillin gelmesini beklemenize gerek yoktur.”Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.”Mümin:34
Yaşam alanımızın hudutlarını Allah’ın buyruğu apaçık bir şekilde belirlemektedir… Bu hudutlara uymayanlar asla bir sınır tanımadan ilahlarının kim olduğunu bile bilmeyenlerdir…”Allah’ta bu sınır tanımaz kuşkucuları böyle saptırır…”Sapıkların buradaki hükmü belli ancak Allah’ın rahmeti geniştir orada ne olacak o bizim kapsam alanımızın dışındadır, onunla ilgili ne konuşma ne de hüküm verme hakkına sahibiz... Ancak bildiğimiz hakikat yine mutlak rahmet ve merhamet sahibin buyruğunu sizlerle paylaşmaktır.”Sakın aldatıcılar sizi Allah’ın affına sığındırarak aldatmasın…”
“Zandan sakının çünkü zannın çoğu yalandır, sizin yanınızda bir kitabınız var da oradan mı okuyorsunuz, Allah bundan başkasını göndermez diye, hayır siz sadece zannediyorsunuz ve saçmalıyorsunuz…”Allah haddi aşan hiçbir zorbaya yardım etmez…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
05.08.2013  (09.10-11.20)
ÇENGELKÖY/İST


                                                                                    

3 Ağustos 2013 Cumartesi

EY RAMAZAN! SEN BİZE ŞAHİT OL

“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185

Ey ramazan! Senin bir hidayet rehberi olduğunu beyan ediyor Rahman ve Rahim olan Allah’u Teâlâ, ancak öyle bir haldesin ki, tüm ruhun çalındığı için olsa gerek, ışık yaymadığından yollarımızı şaşırdık, sayende biriktirdiklerimizi koyacak yer bulamaz hale geldik… Bizim gibi sahtekârların arasına giren seni de asıl görevinden uzaklaştırdık ya, aşk olsun bize, böylece şeytanın mücadelesini de herhalde biz devir aldık…
Bir yandan düşünüyorum da, Âdemin cennetten kovulmasına neden olan şeytan gibi bizde sanki senin başına bir çorap örüyoruz. Ey ramazan sen sen ol, bu bedenle aramızda bulunursan biz daha çok haltlar yeriz, iyisi mi sen ruhunu çalan bizlere şu vakarlı yanını bir göster de, ruhundan ayrı olan kadavranı yeniden ruhuna taşı ki, belki bizlere de yolumuzu bulmada yardımcı olursun…

Ey ramazan! Bir kaç paragraf öncesinde seninle muhabbeti bayağı genişletmek istemiştim, ancak senin az kelimelerden çok şey anladığını bildiğim için, fazla ayrıntılara dalarak başını ağrıtmak istemedim. Günlerdir aramızdasın, seni alabildiğine ihmal ettik sen de bu durumdan rahatsızsın her halinden belli, ama şunu bil ki, bizim kurtuluşumuz da sana bağlı, yoksa sen kendine yazık eder boşa uğraşırsın, bizim gibi zavallılarda kaybettikleri yolda bocalayıp dururlar…
Ey ramazan! Ne olur içinde biriktirdiğin ama söylemekten kaçındığın hayâ ettiğin o hakikatleri bir haykır da kendimize gelelim, yoksa yok olacağız ne olur bizlere acı… Sen sana verilen görevi ve sana biçilen rolleri neden bize söylemekten çekiniyorsun, belki anlarız diye bekliyorsun, ama şunu bil ki, dünya ve içindekilerin süsü bizi o kadar büyüledi ki, gelinlik bir dilber gibi gönlümüzü fethetti, seni görecek basiretimiz kalmadı… Bu zavallı yaşadıkları hayatı doğru sanan ve basiretleri körelmiş, anlamaktan yoksun zevklerin zirvesinde yüzen bizlere acı ki, belki sayende hakkın şahidi oluruz, ne olur çok acele ediyorsun gitmekten yana… Ey ramazan bizi Bayramın kucağına bırakıp hemen uzaklaşma, Bayramı bilirsin sen, onun işi zaten hep tefekkürden uzaklaştırmak ve bizi bize unutturarak dertlerin arasından alıp göklerde uçurmak, eğer bu şekilde bizi ona teslim edersen, tekrar dönene kadar, inan bana emanetin yerinde kalmayabilir… Bayrama bıraktığın emanetin durumu, temmuzun sıcağında eriyen bir buz kalıbı gibi kaybolmakta, peki soruyorum, nasıl dayanır bu sıcağa bu emanet, geldiğinde bir eser kalmazda yalnız kalmayasın diye bir hatırlatayım dedim…
Ey ramazan! Şu asil görevine bir dön de, içimde yanan ama bir şey yapamadığım acılarım bir son bulsun“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185
Ey ramazan! Bin aydan hayırlı günleri içinde taşırsın, onun yüceliğini ve büyüklüğünü anlayacak yürekler bizde kalmadı, her yanımızdan iniltiler gelmeye başladı, rehavetten, işkembelerimiz hop hop hoplamakta, yapmacık gülüşlerden, dişlerimiz kapanmak bilmez, her an bir ayıyı parçalayıp götürecekmiş gibi gerçek çehremizi gizlesekte sen bilirsin bizi… Çok fazla anlatmaya gerek yok… Gündüzleri sansar gibi pusu kurar avımızı bekleriz, akşamları günah çıkarmak için karnavalın başında elimizde mendil sallayarak insanları halaya çağırmayı ihmal etmeyiz… Çünkü biz işimizi iyi biliriz, ondan olsa gerek, o karnaval sonrasında rahat ve huzurlu bir halde evlere dağılır ya da gecelere akar kaybolup gideriz, ama horul horul uykuların verdiği içsel huzurun, üzerimize yıkılan enkazından kalkıp bir secdeye varmayı beceremeyiz… İşte senden aldığımız bu güzellikler artık bizi bizden alıp gidiyor gibi geliyor bana, ondan seninle daha farklı konuşayım diye bu gün karşına çıktım, umarım beni sabırla dinlemeye katlanırsın…

Ey ramazan! İnsanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olan Kuran’ı kerim sen de indirilmedi mi? Peki bu kadar ağırlıkları ve sorumlulukları içinde taşıyan sen, bu azizliğine rağmen bizlerin seni ne zelil hale getirdiğimizi ve seni asıl özelliğinden ne kadar uzaklaştırdığımızı biliyor musun?
Ey ramazan! Dağların taşımaktan korkup kaçtığı titrediği o ağır yükü sırtına sararak bize getirdiğin o kitap, artık bizim için bir hidayet kaynağı ve hak ile batılı ayıran özelliğini kaybetti…O kitap aramızda olsaydı ve o ağırlıklar hala senin sırtında taşınıyor olsaydı,en azından birazcık da olsa bizi etkilerdi sanıyorum…Oysa o hidayet kaynağından bize bir ışık yansımamakta,nereden biliyorsun diye soracak olursan,”Bu kitap iman edenlerin imanını,küfredenlerin de küfürlerini artırır…”Buyruğu doğrultusunda baktığımız zaman imanımızı yenileyen bir hal üzere olmadığımız apaçık ortada,o zaman ben de soruyorum,o kitabı getirmedin mi, yoksa seni o kadar oyaladık ta o kitabın ışığını bizden ayana açmayı mı unuttun…?
Ey ramazan! Hakikaten senin sırtındaki emaneti, sana unutturmayı sağlayacak kadar seni ruhsuz bir kadavraya çevirdiğimiz için sana karşı ne kadar mahcubuz demeyeceğim, bakacak yüzümüz kalmadı… Ne olur acı bize, içinde getirdiğin o rahmeti bırak gitmeden önce, hem de bu gece yağdır üzerimize, hayırda yaptığımız dualar, seni gönderen Rahmanın çıksın katına ve zalimlerin soyunu kurutsun şu yeryüzünde…
Ey ramazan! Ne olur Allah aşkına, sırtında taşıdığın o Ağır yükü taşıdığını ve içinde ki sorumluluklarımızı bize haykırman için, tutsak ettiğimiz ruhunu geri almak için elimden ne geliyorsa emrindeyim, söyle bana nasıl yardımcı olabilirim sana… Sen o ruhunu tutsaklıktan kurtarırsan umuyorum ki, tarih boyunca Tevhidi dine karşı mücadele edip üstünlük sağlamaya çalışan şirk dinin tüm foyası ortaya çıkacaktır. Ne olur ey ramazan! Hak ile batılı ayıran o rehberi bize ne zorluklarla getirdiğini haykırmadan ve onu taşıyabilecek Allah’ın özgür kullarına emanet etmeden aramızdan gitme, yetim olan bizler hepten yetim kalırız…
Ey ramazan! Senden hemen sonra misafir olarak hanelerimizde üç günlüğüne ağırlayacağımız Bayrama çok selam ederiz, biz onu da çok severiz, ancak senin getirdiğin mesajın ağırlığını ve sorumluluklarını çarpıtarak yaşadığımız günün hemen ardından gelmesi bizi hepten bitirir… Cebrail(a.s)ile Azrail (a.s)’in taşıdığı mesajlara benzer sizin taşıdığınız değerlerin ortak yönü… Cebraillin getirdiği mesajı anlamadan hemen arkadan Azrail bir mesajla çıkarsa karşımıza ne anlaşılır bundan tabi ki, buyurun cehenneme bu gün hesap günüdür, diyerek bizim canımızı okur. İşte senden hemen sonra gelen bayramın mesajı da böyle bir mesajdır…
Ey ramazan!hoş geldin ancak biz senin gibi bir dostun hoşnutluğundan bir şey anlamadık,ancak sahip olduklarımızla hoşnut olduk,onları ortalıkta anlatarak baygınlıktan kendimizden geçtik…Peki sana soruyorum,bu halde sarhoş olan bizlere hemen, rehavet dağıtan ve gülücükler müjdeleyen bayram gelirse,bizi gaflet ve sarhoşlukla hepten bitirmez mi…? İşte şu ana kadar dost olamazsak ta seninle, ne olur bu halde bizi Azrail’e teslim eder gibi bayrama teslim etme, yoksa bir sonra ki yıla korkarım iğdiş edilmiş bir dinle karşına çıkacak yüzümüz kalmaz…
Ey ramazan! Yangın yerine döndük, bu halde terk etme bizi, dünyanın her yanında mazlum ve mahrumlar, kıvrım kıvrım kıvranırken, bizler kırıla kırıla topladıklarımız ve avlarımızla övünürken, bayramı nasıl ağırlarız bu halde, söyle ona biz bu acılar içinde onun adını unutmak istiyoruz, merhamet etsin gelmesin bizim yaşadığımız yere, tüm mazlumlar özgürlüğüne kavuşup, yeryüzünde bir aç kalmadığı zaman gelsin istediği kadar ağırlar başımıza taç yaparız onu…
Ey ramazan! Sakın kızma bizim gibi serserilere, seni nasıl ağırladık diye, bizim kendimizle sorunumuz, biz Allah’ı unuttuk, o da bize bizi unutturdu, kendimizi unutunca ne olduğumuzu şaşırdık hepten… Böylece kim gelmiş kim gitmiş anlamaz olduk bir elimizde davul birinde zurna çal çal oyna, işte böylece nasıl karşılanacağını ve getirdiğin mesajını unuttuk, bir karnaval da akıntıya verdik kendimizi kalabalık neredeyse oraya koştuk… En kötüsü de yaptığımız bu işi de sevmeye başladık ondan sonra da kendimize biçtiğimiz köyneğin kimseye olmayacağını anlatmada da mahirleştik… İşte bu halde o sırtındaki hidayet kaynağından bir onsalı tokatı suratımıza yapıştı ki, verdiği acıyı sorma hiç…”Size Allah’ın gazabına uğrayanları haber vereyim mi? Onlar tüm amelleri boşa gittiği halde hala kendilerini Salih bir yolda sananlardır..”İşte getirdiğin bu mesaj bizi mahvetti,onun için bir mühlet isteyelim de bayram biraz bizi rahatsız etmesin ne olur…Belki bu gece bin aydan hayırlı olan gecenin içinde saklı rahmetler üzerimize yağarda,kalplerimizin yumuşayacağı vakit gelir,böylece hakikate önder olan bizlere,”sevinin rabbinizin size vaat ettiği cennetle “diye bu mesajı vermek için gelirde,onu bağrımıza basarız bu halde gelirse,o bizi yakar inan bana bunları seninle paylaşırken yüreğim kan ağlayarak anlatıyorum ne yüreğim dayanacak durumda ne de ellerim tutabilecek güce sahip,bu halde yanız bırakma biz…Ey ramazan!
Ey ramazan! Ne olursun “İman edenlerin, Allah’tan inen gerçeğe gönülden bağlanacakları zaman ve kalplerinizin yumuşayacağı vakit henüz gelmedi mi”buyruğuna bizim adımıza Yerlerin ve göklerin rabbi Allah’a sen cevap ver… Ne olursun Bize şahit ol, Kalplerimiz bu gece o kadar yumuşasın ki, güneşin yaklaşmasıyla buzulların eriyerek yeryüzünü suların kaplaması gibi, kalplerimizin yumuşamasından oluşan kaynakların yeryüzündeki tüm zalimleri boğması ve mazlumlara da bir yudum içecek su olması için biz dua edeceğiz, sen de şahit ol…
Ey ramazan bu halimize şahit ol,”Ey rabbimiz, bizi ve içimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, bizden önce yaşamış mümin kardeşlerimiz için kalbimizde bir kin bırakma,” Ey Rabbimiz! Biz imana çağıran bir davetçi işittik ve hemen iman ettik, Ey rabbimiz mazlum mahrum ve müminler aleyhine zalimlere asla fırsat verme… Ey rabbimiz, resulü bize bizi de insanlara şahit olacak bir hayatı yaşamayı nasip et… Ey rabbimiz, bizi muttakiler için önderler kıl…
Ey ramazan! Bize şahit ol, Rahman bu gecelerin içindeki tüm hayırları üzerimize yağdırması için dua edeceğiz, bu günler zalimlerin sonu olsun, Müslümanlara da akıl, izan ve ince kavrayışlar versin…
Ey ramazan! Hoş geldin, hayırlara bizi taşıyarak menziline kavuşuncaya kadar bize şahit olarak git ki, haydi sana uğurlar olsun diyebilecek yürek bize nasip olsun…
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185

SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
03.08.2013  (09.10-11.25)
ÇENGELKÖY/İST

28 Temmuz 2013 Pazar

KANA KANA İÇENLER HELAK OLDULAR!


“Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” Bakara:24        
Şüphesiz Allah sizi dünya ve içindekilerle imtihan edecektir. Bu imtihanın galipleri dünyaya dalarak kana kana doymadan yiyenler ve içenler olmayacaklardır… İmtihanı kazanalar, ya hiç suyu içmeden karşıya geçenler ya da çok zorunlu olduğu için Allah’ın kendilerine müsaade ettiği bir avuçla yetinenler olacaktır…
Şüphesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir…
Bu ırmak akıyor, herkes onun içinde ne varsa toplama derdinde, akan bir su ikinci kez aynı şekilde akmaz diyerek, öyle bir koşuyorlar ki, anlamak ve anlatmak neredeyse imkânsız gibi…
Temmuzun sıcağında susuzluktan bunalanların dillerini sarkıtarak soluması gibi bir koşuşturma var; suyu ele geçirenlerde koşuyor, suya ulaşmak için çırpınanlarda koşuyor, sanki bir taraf karnaval meydanı öbür yan mahşer anı…
Yarlardan aşağı önüne çıkan ne varsa hepsini toplayarak tüm debdebesiyle akan bir sel ve bu selin içinde çırpınan dünyaya ait mücevherler arayan zavallılar. Hangisi galip gelebilir acaba, debisi güçlü olan sel suları olduğuna göre, onun kazanacağı kesin, peki bu zavallıların mücadelesine bir anlam vermek mümkün mü?
İmtihan alanı olan bu akıntı dünya ırmağını görmezden gelenler, imtihanın ciddiyetini asla anlayamazlar… Bu bataklıklara daldıkça dalanlar, üzerlerinde ve yüreklerinde çamurdan başka bir şey çıkarmazlar. Toprak insanın özü ancak onu çamurlaştırmak ve oraya yapışıp kalmak, onun bir seçeneğidir. Tercihiniz neye ise orada kalırsınız, acil bir durum vaki oldu ise ondan bir avuç almanızda ve yolunuza devam etmenizde bir sakınca yoktur… Ancak kana kana içerseniz, onun cazibesine kapılır ileriye değil, tadını aldığınız yerde saplanır kalırsınız…
Yukarıdaki ayetin dillendirdiği hakikati görebiliyor muyuz? İmtihanın doruk noktası kazanma ve kaybetme anı… Avuç avuç içenler korktular ve sen ve yanındakiler gidin savaşın, bizim Calut’a ve ordularına karşı koyacak gücümüz yoktur. İman edenler dediler ki, şunu biliniz ki, Allah’ın izni ile nice az topluluklar, çok topluluklara galip gelmişlerdir… Allah’a dayanmak bir iman işidir. Dünyaya ve içindekilere dayanarak kendini güçlü hissetmek, şeytanla Candaş ve yandaş olmanın kanıtıdır…
Şeytanla Candaş olan ve sarmaş dolaş yaşayan bir dünyanın zavallı bizim gibi ödlek yaratıkları! Şunu biliniz ki, imtihanı kaybettiniz, avuç avuç doymak ve dinlenmek bilmeden bu dünya ırmağının pislikleriyle ruhunuzu ve karınlarını doldurduğunuz bir ortamda hala kazananlardansınız öyle mi, yemezler Allah’ın sünnetinde asla bir değişim bulamazsınız, kendimizi boşuna aldatmayalım…
Dünyaya çaktıkları kazıkların sayısını bilmeyenlerin,hazinesinin anahtarlarını güçlü bir topluluğun taşımaktan güçsüz düştüğü Karun’dan ne farkı olabilir anlatır mısınız…? Dünyaya çakılan kazığınız ne kadar fazla ise, doyumsuzluğunuz da o oranda artar ve kana kana içmekten kendinizi alamazsınız. Bu dünya ve içindekilerden kana kana faydalananlar, Talut’un ordusunda dökülüp geride kalanlar olduklarını bilsinler. O bir dönemdi tarihi olayları bize örnek vermeye kalkmayın diyenler, şunu bilsin ki,”yeryüzünü gezin dolaşın sizden önceki yalanlayanların akıbeti ne oldu görün…” Kimse kendisine nefsin hoşuna gidecek gerekçelerle Hakkı yamultmaya kalkmasın, Vallahi ve Billahi Allah’ın yamultacağı günler çok yakındır. Allah günleri aranızda çevirip durur, sakın ola ki, hep dünya ve içindekiler sizi koruyacak sanmayın, gaflet bizi yedi tüketti ama hala savaşı kazanacağımızı ve havalar atarak başkalarına gözdağı vererek bu işler yürümüyor, haberimiz olsun… Dünyayı sırtında taşıyan ve en çamur ırmaklara ağzını dayamış kana kana içenler, hiçbir savaşın hiçbir yerinde galip gelemeyecekleri kesindir. Çünkü Allah’ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsınız…
Sırtında dünya, ağzında tüm çamurların hortumları, elinde kirman ip eğirerek, dilinde Yasin okuyarak, tribünlere oynayarak savaş kazanılsaydı, ben sizi en doğru bildiğime götürüyorum diyen Firavun, Musa(as)’in karşısında mutlak galip gelen olurdu…
Savaş kazanmanın yolu sandıktan çıkmaz, alkışlayanların sayılarındaki artıştan elde edilmez. Savaş kazanmanın Yolu, Ya suya dokunmadan geçmek ya da ihtiyaç olduğu için bir avuç tadımlıkla yola devam etmekten geçer. Kana kana içenler ve dünyayı sırtına sarıp altında inim inim inleyenler tarihin hiçbir döneminde hiçbir savaşı kazanmamıştır… Müslüman olduğunu söyleyenlerin bu alandaki imtihanları İslam olmayanlara göre daha çetin geçer. Müslüman olmak size bir ayrıcalık tanır, ama ne zaman hakikaten hakka gereği gibi şahitlik yaptığınız zaman… Uhut muharebesine bir göz atacak olursanız, Müslüman olmanın ne zaman bir ayrıcalık olduğunu göreceğiz.” Allah size zaferi vermiş iken ne zaman ki, içinizden bir kısmınız dünyayı bir kısmınız ahreti arzuladı, işte o zaman Allah yeniden savaşı sizin aleyhinize çevirdi… Görüyor muyuz Allah’ın sünnetinde bir değişme bulamazsınız savaşan Allah’ın Resulü de olsa durum aynı… Peki, biz kendimizi ne sanıyoruz.
Allah’ın yardımının kimlere indiğini size söyleyeyim mi, onlar sadece ve sadece Allah’a tevekkül eden ve adaletin mutlak gözeteni olanlardır. İbrahim (as)a, Nemrut ve avenesinin onu ateşe atmak için odun topladıklarının haberini verdiklerinde, İbrahim(as)’in tavrı :”Allah ne güzel vekil ve o ne iyi yardımcıdır…”olmuştur. İşte Allah’ın yardımı bu hayatlara hemen yetişir ve dünya size düşman olsa eğer siz istikamet üzere dosdoğru yaşayarak Allah’a dayanmışsanız, Allah sizin aleyhinize asla düşmanlarınıza fırsat vermeyecektir.”Biz de ateşe dedik ki, İbrahim’e karşı serin ve esen ol…”
Savaşı kazananlar, Ebubekir Essıddık(ra) gibi dünyanın tamamını Allah ve Resulü için harcayan ve susuzluktan çöllerde dili damağı birbirine yapışan ve karnına açlıktan taş bağlayanlardır… Ebu zer(ra) gibi dünyaya kazık çakanları terk ederek Reveze çöllerinde elini ve yüreğini Rahman’a açarak yaşayanlar olmuştur…
Günümüzde tıka basa götürenler ve üstlerine başlarına dökerek suya dalıp, kana kana içmekten kendilerini alamayanlar ve Allah dünyayı mümin kullarının üzerinde görmek ister diyerek çirkefliklerine meşruluk kazandırmaya çalışanlar asla savaşın hiçbir noktasında olamazlar. Kimse kendini kandırmaya çalışmasın…”Allah’ın sünnetinde bir değişme bulamazsın…”  
Birilerinin amuduyla götürdüğü bir dünyada, akşam iftar açacak bir parça ekmek bulamadığı için, çoluk çocuğuna karşı mahcubiyetten, evin bir odasında kendini ipe çeken insanların yaşadığı bir dünya da savaş zaten kaybedilmiştir… Savaşı kazanmak, tahammül edilmediğinden elindeki gücü kullanarak bastırma operasyonları düzenlemek değil, elindeki tüm imkânları seferber ederek insanları diriltme mücadelesi vermektir…
Sistemin nimetlerini tepe tepe horca kullanarak, işini iyi bilen insanlar zümresine adını kaydettirenlerin, koro halinde homurdanmaları ve şak şaklamaları hiçbir savaşın kazanılma yolu olmadığını bilmek gerek…
Savaşın kazanılması mazlumların ahından değil, mazlumların duasından geçer. Mazlumları görmek istemeyenler, ne kadar gerçeklerle aralarına duvarlar örseler de; Allah mazlum ve mahrumların yardımcısıdır… Bir kişinin yardımcısı Allah olunca ona hiçbir korku yoktur…
Savaşı kaybedenlerin kaybetme gerekçesini ben dilimin ve gönlümün onayladığı şekilde söyledim, Allah’ım sen şahit ol, bizi huzuru mahşerde bunların yaptıklarından dolayı sorumlu tutmayasın… Allah’ım kana kana içmekten doymayan bir ortamda yaşıyoruz, ne söylesek hepsi yok edilmeye çalışılıyor ve bir gerekçeyle mutlaka haklılıklarını anlatmaya çalışıyorlar… Sen şahit ol Allah’ım!” İçimizde sadece zulmedenlere erişecek olmayan o azabından bizleri koru…”
Ey Allah’ım durumumuzu ahvalimizi sana arz eyledik, sen her şeyi gören ve gözetleyensin, bizleri dünya ırmağından kana kana içerek, dünyaya saplanıp ahret yolculuğunu unutan zavallı perişan kullardan eyleme…
Savaşın meydanlarda, sandıklarda, afişlerde, billboardlarda, televizyon ekranlarında, yüksek sesle bağırmalarla kazanılmadığını bilmeyenler, savaşın ganimeti olarak paylaşılacağı günü beklemek zorunda kalırlar… Zalimlerin ellerindekilerle Müslümanların savaş kazanacağını sanması en büyük budalalıktır. Müslümanlar için onlar araçlardır, müslümanın mutlak sahip olması gereken, Allah’a gönülden bağlanmaktır. Suyu kana kana içmemektir.
Hüseynin Kerbela’da bir damla suya hasret gitme gerekçesini ve şahadetinin anlamını kavramamış, Yezitlerin yaşamıyla hiçbir savaş kazanılamaz…
Yezitlerin savaşı kazanma mantığı, güçlerine inanmaktan geçer, Hüseyinlerin zaferi Allah’a kulluktan geçer… Allah’a kul olmadan, debdebesiyle Müslüman olduğunu sanıp, zafer elde ettiğini sananlar, tarihin korkak zalimler Güruhundan oluşmaktadır…
Zalimler, tarihin her döneminde güce iman etmesine rağmen, Allah’a inandığını sanan korkak ve ürkek zavallılardan oluşur… Kana kana içenler imtihanı kaybetti…”Bu Allah’ın bir sünnetidir, Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik yoktur…”
Not: İnşallah nasip olursa Devam edecek…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
28.07.2013 (10.40-13.15)
ÇENGELKÖY/İST



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!