Bu Blogda Ara

14 Temmuz 2013 Pazar

ALTIN VE GÜMÜŞÜ BİRİKTİRENLERİN VAY HALİNE!


“Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.
O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi, tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı”! Denilecek.”Tevbe:34-35
Bu ayetler, inşallah yüreklerimizdeki pisliklerin temizlenmesine vesile olur da, takva elbisesiyle kuşanırız.
Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, ifadesi tamamıyla kurumsallaşmış dini merkezleri hedef almaktadır. Bu kurumsal teşkilatların hemen hepsi insanların mallarını haksız yere yemekte yarış halindedir. Bu ayetlerde vurgulanan haham ve rahip ifadesini görünce, bu ayetin sadece onları kapsadığını düşünmek, Kuran'ı Kerim’in ayetlerinin evrenselliğine ve âlem şümul olma özelliğine aykırı bir davranış olur ve Allah'ın ahkamına hakaret içerir. Bu algı kirliliğini ortadan kaldırmak maksatlı, Rabbimizin bu ayetlerinden anladığımızı sizlerle paylaşmak için biraz sesli düşünelim dedim, umarım faydalı olur.
Dini kurumsal otoriteler, tarih boyunca insanlığın kanı üzerinden kazanç elde etmiştir. Bu kazançların yolunun tıkanmaması için, Hakkı tahrip etmede hiçbir sakınca görmezler. Geçmişteki inanışların tahrip olmasının nedeni, devam eden yaşamlarını önce benimsediler sonrasında bu hakka dayanmayan yaşamlarını kutsal kitaplarla desteklemek için, kutsal kitaplarının içeriğini değiştirmek zorunda kaldılar. Bu tahribatın temelinde, yine yaşanmakta olan dinsel dogmaların sarsıntıya uğramaması için, geliştirilen şeytanı kurnazlığın olduğunu görmekteyiz. Bu şeytanı kurnazlığı Rabbimiz, İman edenlere hatırlatarak aynı yanlışı yapmayalım diye bizleri uyarmaktadır. Yaşadığımız çağa bir göz attığımız zaman bu ayetlerde anlatılan hakikatleri daha iyi anlamış olacağız. Vatikan devletlerin en zengini ve dünyanın dört bir yanında kendi hegemonyasını oluşturmak için kullandığı parasal güce baktığımız zaman, geri dönüşümü katlanarak geldiği için harcamakta bir beis görmemektedir. Aynı durum Museviler için de geçerli, İslam dinine mensup olduğunu söyleyen kurum kuruluş ve dünyaya meydan okuyan cemaatler de bu açıklamanın dışında değildir.
Dinsel kuruluşların bir günde topladığı altın ve gümüşü, başka kurumların yıllarca biriktiremediklerine hepimiz şahidiz, Vatikan kredi olarak paralar dağıtmakta, Yahudiler ve Yahudililik dininin otoriteleri günümüzün en büyük faiz lobilerini oluşturmaktadır. İslam olduğunu söyleyen ancak İslami değerleri tahrip ederek, kitabına uydurmaya çalışanlar da bunlardan faklı değildir. Doğudaki mollalar kurumu, bulunduğu tolumda en zengin bir kurum olarak anılıyorsa, bizim ülkede cemiyet ve cemaatler dışında resmi ideoloji tarafından biçimlendirilen dinsel teşkilatlanma, en zengin kurumların başında geliyorsa, bu noktaların detaylı bir sorgulamasının varlığı gereklidir.
İnsanların mallarını haksız yollarla yiyen bu kurumsal otoriteler, kendi varlıklarını daim kılmak için dini değerlerin tahribatında bir sakınca görmedikleri için, insanları Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Dini yozlaşma tarih boyunca, bu dinsel otoritelerin elleriyle gerçekleşmiştir. Bu dini otoriteler, dinin tanınmasında ve anlaşılmasında tek adres olarak kabul edildiği sürece, iğdiş edilmiş bir din, insanları Allah’ın yolundan alıkoymak için, tüm maharetlerini ortaya koymada bir sakınca görmeyecektir.
Evet, Rabbimizin bu ayetleri şahıs ve kurumları vurgulayarak meseleyi daha anlaşılır anlattığı için, sadece o toplumla alakalıymış gibi yanlış bir algıya insanları zorlamak, bu ayetlere yapılacak en büyük ihanettir. Kuran’ı Kerim, Rabbimizin bize gönderdiği bir manifestodur, bundaki her anlatımdan bizler sorumlu olduğumuzu bilmek zorundayız, yoksa taksimata başlayarak, kitabi olarak değiştiremediğimiz bir hakikati yaşam alanımızdan kovarak, en büyük tahribatların öncüsü olur çıkarız.
Modern yaşamın sömürü sloganı, nasıl ki reklam ise, dinsel otoritelerin de sömürü vurgularının başında, duygulara hitap eden dini sloganlar gelmektedir. Dini motiflerle süslenmiş, en aşağılık sömürü tuzakları insanlara sunulduğu zaman baş tacı olur çıkarlar. Bu modifiyenin bir an önce dinsel hayatlardan kaldırılması ve insanların mallarını haksız yere toplayarak, Allah’ın yolundan alıkoyanların küstahlıklarının yaygınlaştırılması gerekir ki, tevhit ile şirk arasındaki ayrımı yapabilme imkânına kavuşabilelim.
Altın ve gümüşü toplayarak Allah yolunda harcadıklarını iddia eden bu dinsel otoriteler, söylediklerinde samimi olsalardı, yeryüzünde bu kadar aç ve bu kadar zulme uğrayan insanları görmek mümkün müydü? Sadece bizim ülkeden söz edersek, kurumsal dini teşkilat bu ülkenin neredeyse en fazla bütçesini alan bir kuruluş, her hafta insanlardan aldıkları paraları da hesaba katarsanız, Afrika’daki açların tükenmesi gerekirdi. Ancak bizim yaşadığımız topraklarda insanlar acından ölebiliyor ve günler sonrasında komşular ancak kokudan komşularının öldüğünü anlıyorsa, bunun aksini iddia eden, öncelikle kendi insanlığına ihanet etmektedir. Dini otoritelerin kıyısında ve köşesinde yer alanlar, dünyalıklarının miktarını sayabilecek özel müşavirler atatmayı gerektiriyorsa, altın ve gümüşün nerelerde tüketildiğini araştırmaya gerek var mı bilmiyorum…
Çağdaş dünya da din ve ilahların sayısı her geçen gün arttığı için, bu tahribatı sadece bu dini otoritelerle sınırlandırmak doğru olmaz. Her inanç şekli kendince bir sömürü yolunu, sömürdüğü insanlara tescilletmeyi ihmal etmemiştir. Bu sömürü belgesini halk onaylamadığı sürece, dini otoritelerin varlık gerekçeleri meşruiyet kazanmadığı için, yaşam alanları genişlemeyeceğinden, varlık kitabından adları çabuk silinebilir, ondan dolayı bu belge mutlaka sömürülenlerin onayından geçmek zorundadır.
Yuakırada anlattığımız olumsuz tablolardan yola çıkarak, tüm dini anlayışlar insanlığı sömürmek için mi yaşıyor sorusu sorulmadan ben bir dipnot düşeyim. Şuna inanıyoruz ki, sadece Allah yolunda harcamak ve sarp yokuşu çıkmak için mücadele eden tüm çalışmaları, gönülden kutluyor, yaptıkları hayır yarışındaki çalışmalarının önünde eğiliyoruz. Sarp yokuş, bir fakirin yardımına koşmak ve onun karnını doyurmaktır. Sarp yokuşun ne olduğunu bilen ve sadece Allah katındaki en karlı ticareti yapanlara saygımızın sonsuz olduğunu belirtelim. Rabbimizin ayetinde anlattığı bir kısım olanların yaşamlarını anlattığımızın bilinmesini isterim…
Altın ve gümüşü biriktirip, gizleyerek Allah yolunda harcamayanların vay haline… Burada altın ve gümüşten söz edildiği için, dünyalıklarının sayısını bilmeyenler kendince bir tevil yaparak, burada altın ve gümüşü biriktirenlerden bahsediliyor, oysa benim hiç altın ve gümüşüm yok, tamamıyla gayrimenkule yatırdım, paralarım hep orada; oh be ne kadar güzel yapmışım bu beni ilgilendirmiyor, diyen zavallı kendini aldatma… Bu gün harcama günüdür, dünya kan ağlıyor, komşun hasan, çocuklarına bir ekmek götüremediği için, iftardan sonra evine gidiyor, anne çocuklarına iftarda bir parça yemek koyamadığından dolayı, diğer odaya geçip kendini ipe asıyor, sen hala biriktirme peşindesin, elim bir azabın sana çok yakın olduğunu bilesin…
Ben çalıştım kazandım, onlarda çalışıp kazansalardı diyerek günah çıkarmaya çalışma. Sana Allah vermeseydi, bakalım kendini yırtsaydın onları elde edebilir miydin, insanları sömürmek için bastığın küçük kitapçıkları, din adına gerekli mercilerden geçirerek, oradan paraları cukkana aktararak, sahip olduğun imkânları sen kazandın öyle mi… Bunun hesabının sorulacağı vakitte karşına çıkacak olan sadece elim bir azap haberin olsun.
Kendiniz için biriktirip sakladıklarınız, size bir azap olarak döneceği gün gelmeden önce anlatıyorum ki, yarın benim bunlardan haberim yoktu diyerek bahanelere sarılmayasın diye… Allah’ım sen şahit ol ki, önce kendi nefsime sonra başka nefislere, emirlerini hatırlattım sen şahit ol Allah’ım! Bu hatırlatmaları hiçe sayarak bana ne ya ölürüz yaşarız ancak bu dünya var o halde şu dünyanın bir keyfini çıkaralım diye düşünenlere bu bir uyarıdır. Bu ayetlere İslam toplumunun ve kanaat sahibi zatı muhteremlerin iyi dikkat etmesi gerekir, yoksa yarın ki, bahaneler bizi kurtarmaya yetmeyebilir. Yanımızda sağımızda, solumuzda, gerimizde üç adım yakınımızda insanlar ve insanlık haysiyetsizleştirilerek katledilmektedir. İnsanların bir dirhemlik, fizyolojik isteklerini doyurabilmek için insanlığını ve onurunu pazarda satışa çıkardığı bir dünya da, sen hala insan ve Müslüman olduğundan dem vuruyorsan yazıklar olsun… Gayri remi yollardan fuhuş sektöründe gencecik kızların vücutları satılmaktadır, babalar analar çocuklarını kendi elerliyle teslim edip üç kuruş alarak, insanlığını satarak onunla karnını doyuracak bir dirhem malzeme alıyorsa, yazıklar olsun size ve biriktirdiklerinize… İyi bilin ki, o biriktirdikleriniz, sizin başınızın belası olacak, sizin gibi dini argümanları kullanarak kazanma imkânları olmadığından, ellerindeki tek imkânlarını sermaye edinerek insanlıklarını satmaktalar.
Benim gibi bir deli soruyor, dini kullanımlarından büyük kazançlar elde eden, insanların mallarını haksız yere yiyen ve insanları Allah’ın yolundan alıkoyan dinsel otoritelere, acaba siz mi daha çok ateşe yakınsınız, yoksa insanlık onurunu satmak zorunda bıraktığınız insanlar mı? Size söylediklerimi bir gün anlayacaksınız ancak o gün, dünyaya dönüp hakikate kavuşma imkânınız olmadığı için bir hatırlatmayla aranızdan ayrılacağım.
“O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.”Yasin:54
O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder. Yasin:65
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.”Bu elçilere uyun.” Yasin:20-21
“Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca ona döndürüleceksiniz.”Yasin:22
“Onu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.”Yasin:23
“O takdirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.”Yasin:24
“Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!”Yasin:25
“(Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi. Yasin:26-27
“Kendisinden sonra kavmi üzerine (onları cezalandırmak için) gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.” Yasin:28
“Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.”Yasin:29
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
14.07.2013  (10.20-12.24)


ÇENGELKÖY/İST

10 Temmuz 2013 Çarşamba

MENFAATLERİNİN KORUMASINI HAKİKAT OLARAK SUNANLAR!

“Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse ona ibadet edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.”Al-i İmran:51
“…Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.”Al-i İmran:101
“Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.”Nisa:175
İslam doğruluk ve hakka şahitlik dinidir. İslam, doğruluktan uzak kendi menfaatlerini korumak için İslam’ı, çıkarlarının önünde kalkan olarak gösterenlerin dini değildir. Emrolunduğun gibi dosdoğru olanların dini İslam’dır.
Allah hepimizin Rabbidir, ondan başkasına ibadet kastı taşıyan bir davranış içinde olmak, insanın kendisini kandırmasıdır. Dosdoğru yolda yürümek istiyorsak, Allah’tan başkaları hayatımızı Halaç pamuğuna çevirmemelidir. Heva ve heveslerimizin peşinden koştuğumuz halde Allah’ın ahkâmını yaşıyormuş gibi sevinçlerimizi anlamakta hayli zordur. Bu dinle olan irtibatımızın sulandırılmasının birçok nedeni olmasına rağmen, hiçbirini dikkate almadan, sadece kendi nefsimizle alakalı olanı düzeltirsek diğerlerinin yaşam hakkının ortadan kalkacağını düşünüyorum. Çünkü bizim dışımızda din adına bize giydirilmek istenen elbiselerin tümü, kendi boşluğumuzdan kaynaklanmaktadır. Bunlar ortadan kalktığı zaman, dini bir kalkan gibi isteklerimizin önüne çıkarmayacağız, din elbisesi ile kuşanmış olduğumuzdan, o kalkan zaten bizi koruyacaktır.
İslam’ın özünden hayatımıza akan kaynak olmadığı zaman, nefsin hoşuna giden her şeyi din olarak algılamaya mahkûm oluruz. Bu mahkûmiyet bizlerin hayatını dinamitlediği halde bulunmaz Hint kumaşı gibi kendimizi erişilmesi güç bir mertebe de görmekten de geri kalmayız. Hatta öyle bir duruma geliriz ki, “hayra dua eder gibi şerre dua ederiz.”Bu dualar gerçekleştiği zaman da yeryüzünde Allah’ın seçilmiş kulları olarak kendimizi görürüz. Bu yanlış ve bozuk algı kirliliğinden kurtulmadığımız sürece, dosdoğru yola iletilen kullardan olamayız.
Çok yakın günlerde İslami hassasiyetini anlatan bir grubun kanaat liderlerinden birinin anlattığını hiçbir ekleme yapmadan paylaşma gereği duyuyorum. Çünkü bu anlayışlar devam ettiği ve bunlarında dini hassasiyetler adı altında anlatıldığı bir ortamda daha ne kadar koyun gibi güdülen insanlar olacak doğrusu çok merak ettiğim için anlatacağım. Bu şahsı muhterem, Allah’ın samimi kullarını nasıl koruduğunu ve onları kesinlikle yalnız bırakmayacağını, yanlış referanslar evreninden örnekler vererek şöyle anlatıyordu. Ben de bu örneklere şahit oldum ve aforoz olma ihtimalini hesaba katmadım, ancak fitneci olarak damga yememek için bulunduğum ortamı terk ettim. Şimdi de sizlerle paylaşıyorum ki, dosdoğru olmaktan ne anladığımızı hep birlikte görelim diye.
Bu muhteremin işleri kötüye gitmeye başlamış, anlattığına göre, yani onun kötü dediği bizim yedi sülalemizi hayatımız boyunca besler, öyle bir kötüye gidiş. Böyle bir durumu yaşarken depolarında birikmiş ve satmaları gereken, defolu olarak adlandırılacak bir malzeme var, bir anda yabancı müşteriler gelir ve o maldaki defo anlaşılmayacak düzeyde olduğu için hiç söylemeden, normal bir malmış gibi fazlasıyla bir kar marjıyla anlaşırlar ve paketler yapılır. Bu muhteremin oğlu, dediğine göre rahatsız olur, müşterilere o malların böyle bir sorunu var dediği zaman, müşteriler malı almadan gidebilirler, endişesini taşımaya başlar ve durumu babasına anlatır. Baba ben bu işten rahatsızım ama söylersem de mal satılmaz ne yapmalıyım der. Bu muhterem kanaat sahibi babanın doğruluk kitabından inciler saçılmaya başlar ve oradakilerde ağlamaklı bir yutkunmayla, Allah mümin kullarına böyle yardım eder diyerek, iğdiş edilmiş bir dini hep beraber kurban ederler. Muhterem, mütevazı bir edayla, dilini eğip bükerek, yüz hatlarında doğal olmayan tebessüm goncaları patlatarak başlar konuşmaya. Muhterem kardeşlerim, Allah Mümin kulunun duasına icabet etmez mi? Ben oğluma dedim ki, evladım sen şimdi o malın kusurlu olduğunu söylersen, ticaretin durmuş olur, ama öyle yapma, sen dua et çünkü Allah onların gözlerini bağlar ve onlar o defoyu görmeden malı alıp giderler dedim. Başka yapacak bir şey yoktu, hep beraber dua ettik, iki gün sonra oğlum dedi ki baba; o mallar gitti ve paralar ödendi. Çok şükür bunu da böyle atlattık, görebiliyor musunuz siz doğru olursanız, Allah inanamadığınız yerden sizi destekler ve dualarınıza icabet eder. Sevgili kardeşlerim, bu doğruluğumuzu devam ettirdiğimiz sürece, kaybedenlerden olmayız diye konuşmasını sürdürürken müsaade istedim ve oradan ayrıldım. Bu yazıyı Ramazanın ikinci günü 2013 tarihinde yazdığımı düşünürseniz, takriben bir hafta önce yaşanan bir hadiseyi sizinle paylaşmış olmaktayım.
Evet, din adına yutulan bu zokalar devam ettiği sürece doğruluktan ve duadan ne anlaşıldığını anlatmak istemiyorum. Doğruluk, çıkarlarınızın, menfaatlerinizin en üst düzeyde korunması, dua ise hayatınızdaki şerlerin örtülmesi ve insanları aldatacak bir sermayenizin olması olarak anlaşılmaktadır. Bu kapitalist yaşam tomurcuklarının, doğruluk çiçeği gibi insanlara anlatıldığı ve hep bir ağızdan âminlerin yükseldiği, kafaların sallandığı, rakkaselerin yaşamının bir doğruluk kitabı olarak takdim edildiği bir dünyada ne kadar doğru ve Allah’a yakın kullar olduğumuzu sorgulamaya gerek var mı bilemiyorum.
Şayet dinden anlaşılan buysa ve insanlarda hep birlikte bunu sonraki nesillere sorgulamadan, yaşanılan manevi yardımların müminleri nasıl kuşattığını utanmadan anlatabiliyorsa, daha bu anlayışlarla çok derimiz yüzülecek, haberimiz olsun. “Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse ona ibadet edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.”(Al-i İmran:51 )Bu yaşamı anlattığımız için, müminlerin hataları örtülmesi gerekmez mi diye soru sorabilecek insanlara naçizane cevabım, doğru, hataların üstü örtülür, ancak bir yaşamın bu kadar çarpıklaştırılarak, sonrakilere din olarak aktarılmasının üstünü örtmek hakkı gizlemektir. Kim bunu yapmaya kalkarsa adı ne olursa olsun, onlar kâfirlerin ta kendileridir, zalimlerin ta kendileridir, en ehveni fasıkların ta kendileridir. Fasıklar için Rabbimizin beyanı da şudur:”Allah fasıklar topluluğunu asla hidayete erdirmez.”
Evet, dostlar bu ramazan günü bunlarda anlatılır mı, günahlardan arınmamız gerekmez mi denebilir. Günahlardan arınmak için hayatımızdaki yanlış algı ve din kirliliğini temizlememiz için bunlar zaten birer hatırlatmadır. Bu hatırlatmalar önce kendime, sonra benim dışımdakileredir. Doğruluktan ne anladığımızı iyi algılayalım, inandığımız din sahih olmazsa, amellerimiz Salih olmaz, amellerimiz Salih olmazsa, sade dini Allah’a has kılma gibi bir eylem vuku bulmaz. Ne zamandan beri aldatmanın adı doğruluk, şerri gizlemek için yalvarmanın adı dua oldu. Kimseyi kimseyi aldatamaz dostlar, insan ancak kendisini aldatır. Ali (ra)nin deyimiyle,”bahaneler, insanın kendisine karşı söylediği en büyük yalandır.”Bu yalanlar ve hurafeler üzerine kurulmuş bu dinin zulmünden, bu mübarek ramazan günlerinde rabbim bizleri kurtarsın ve hakiki dosdoğru kıldığı kullarından eylesin…
“Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.”(Nisa:175 )Rabbim bizleri bu ayetinde belirttiği kullar arasına katsın ve ayıpları araştıran değil ama Yezit’in din anlayışının kökünü kurutan yaşamı ortaya koyacak kullardan eylesin. Hakkın şahitliğini gereği gibi yapan ve yapmaya azmetmiş, çıkarların pençesinden kurtulmuş, özgür kullara selam olsun…

SOSYOLOG-EROL KEKEÇ- 10.07.2013(10.00-12.10) ÇENGELKÖY/İST

17 Haziran 2013 Pazartesi

ONURLU BAŞARI


       Ne yaparsan yap başı ve sonu konusunda dikkatli olmalısın. Dikkatlice davranılan bir işin sonunda, başarı kendiliğinden gelir. Dikkatten yoksun çalışmalarda sonuçlar hep hüsranla sonuçlanır. Açmak gerekirse reel yaşamdan örneklerle biraz izah edelim.

      Feodal anlayışlar, duyguların akılla çiftleşmemiş çocukları olduğundan, ilkeli olmayı ve belirli kurallara göre yaşamayı ahmaklık sayarlar. Ahmak bir yaşam tarzında dikkat aranmamalıdır. Anlık reflekslerin çok güçlü olduğu bu anlayışta, şartlandırılmış güdülere göre yaşamak, bir üstünlük alametidir. Koşullanmış varlıkların, yaptığı en iyi eylemin gramı ne kadar ki, kazandıracağı saygınlık ne olabilir. Akıldan yoksun, özgürlükçü bir anlayışı diskalifiye etmeye çalışan, kişi, toplum, yönetim, aile ve iş kolu ne olursa olsun hepsi, feodal bir yapılanmadan ibarettir. Bu feodal ortamlarda yetişen bireylerin, eylemlerinde baş ve son arasında bir dikkat aramak komik olur. Çünkü bunlar o an yaptıkları eylemden alacakları hazın miktarına koşullanmışlardır. Sonuçta kimlerin etkileneceği, ne kadar zararlarının olacağı, onlar açısından hiç önemli değildir. Bunun için verdikleri zararın ucu, doğmamış çocukların yüreklerini bile acıtabilir. Bu acılı tabloların oluşmasını istemiyorsak, dikkatte, aklı aktif hale getirmek zorundayız.

    Baş ve sonuç birbirinden ayrı algılandığı sürece, acılı gözlerden yaşlar asla kurumayacaktır. İnsanların akıttığı gözyaşlarını, bardaklarına doldurup, zevkle içenler, ama bir gün mutlaka o gözyaşlarında boğulacaklar. Evet, biz bu konuyu biraz sorgulanmamış alandan ele almayı düşündük. Onun için biraz başınızı ağrıtabiliriz. Şartlandırılmış ve aç bırakılmış, kobay farelere baktığımızda, karnını doyurmak ve haz almak için, normal insanların beğenmeyeceği her türlü davranışı yapabilirler. İşte adı insan olup da, insanlık mektebinin bir öğrencisi asla olamayacak, biyolojik iki ayaklı bu yaratıklar, kobay fareler gibi hayatta çok kullanılmaktadır. Bunlar kullanılırken, dikkatten yoksun, sadece salyalarını akıtarak, yiyecek toplamaya çalışırlar. Bunların hayatında baş ve sonu sorgulamak ahmaklıktır. Bunlar için ne baş ne de son önemlidir. Bunlar için önemli olan zevk almaları, enselerini kalınlaştırmaları ve kendi köşelerine yığılarak kıs kıs gülüp, göbeklerini şişirip oynatmalarıdır. Bu kadar basit yaratıkların at oynattığı bir dünyada, ne yaparsan yap, başına dikkat etsen sonuç karmaşıklaşır, sonuca baksan baş ayak olur. Çünkü baş ile son arasında kurulan kanalların suyu daima bulandırılmaktadır.
   
     Bu bulanık ortamda, dikkatli insanların dikkatini, cambazların ip atlamasına ayırması, onun için hayati bir kayıp olur. Çünkü bu insanlar, aktif enerjilerini, bu basit yaratıkların dalaverelerine ayırarak kendilerini yok etmezler. Bunlar koşullandırılmış denekler değildir. Bir denek grubunun karşısına çıkıp, onların seviyesinde bir savaş vermek istemediklerinden, bazı işlerin sonucunda başarıları, başarısızlıkmış gibi yansıyabilir. Ama onlar bilir ki, kişiliğini ve karakter bütünlüğünü kaybetmektense, maddi dünyadaki kayıp daha büyük bir başarıdır. Uyanık, zeki ve dikkatli insanların bu hareketi olmasa, lağım pislikleriyle yaşamlarını devam ettiren, lağım fareleri açlıktan ölebilir. Bunu bildiklerinden, tüm sahip olduklarını, işkembelerini şişirdiklerinde yaşamdan zevk aldığını sanan, lağım farelerine bırakıp, ruhlarından izinsiz, bedenleriyle geldikleri dünyayı terk ederek, bedenlerini diriltmek için ruhlarına hicret ederler. Çünkü ruhsuz beden doldurulsa da doymayacağından, ruhun gölgesinde yaşamayı, denek farelerle mücadeleye tercih ederler. Farelerin lağım savaşı bitmeyeceğinden, maddesel dünyada hep zarar etmiş görülürler. Ama bilmez ki, lağım fareleri, akıllı ve onurlu insanlar için, maddesel varlık, denize daldırılan bir parmaktaki nem kadar bir şeydir asıl hayatın yanında. Ondandır, akıllı uyanık insan, üretici yeteneklerini ortaya koyma ve insanlara yararlı olma hayalleriyle yaşarken, lağım farelerinin lağımları parçalayıp lağımdaki pislikleri zevkle yiyeceği anı hiç düşünmezler. Ama şunu iyi bilmek gerekir ki fareler ancak fareliklerini yaparlar.

     Evet, yolun başında ve sonunda dikkatli olunursa başarısızlık asla olmayacaktır. Farelerin her gün çoğaldığı bir dünyada, farelerle olan ilişkilere bir nokta koyup, faresiz bir yaşamı hedefleyen insanlar en büyük başarıyı kazanmışlardır; maddesel ekranlarda izlenebilecek herhangi bir oyunları olmasa bile…
Yıl:01.04.2004
Saat:17.55-18.40
Yer: Kadıköy(FBM)İST
Erol Kekeç

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!