Bu Blogda Ara

3 Haziran 2013 Pazartesi

ÇIĞLIK KÖTÜ YÜREKLERE AİTTİR!


Yılanlar ve kaplanlar, şahin ve akbabaların düşmanı değildir. Şahin ve akbabalar onları izler ve çığlık atar. Neden? Çünkü kötü yüreklidirler. Çığlığı basanlar doğruluklarını anlatamazlar, onlar yüreklerindeki kötülüğü gizlemek isterler. Dünyada olduğu gibi görünen çok az varlık vardır, onlar da kendilerini değiştirecek özelliğe sahip olmayan cansızlardır.
 Neden böyle oldu diyerek kendinizi fazla yormanın anlamı yoktur. Her şey olacağına varır. İnsanın gerçek bir dostu yoktur, yanından hiç ayrılmayan bir gölgesi var, o da sürekli birlikte olmak için Güneşli günleri bekler. O halde aldanmadan yaşamak gerekir. Sanal düşmanlar üretenler, hayatları boyu kötü ruhlar taşımaktadır. Bu benim kötülüğümü istemektedir, benim yerime hep göz koymaktadır, nereden çıktı bu, bir an önce bundan kurtulmanın yollarını aramalı, yoksa batacak her şey diye düşünenlerin, akıllı uyanık, zeki işini iyi bilen kişiler olduğunu sanmamak gerekir.
 Bu tip varlıkların içlerine kötülük yuva yaptığından, kalpleri kötülükten başka bir şey pompalamaz. Bundan dolayı da, asıl olacakların bir gün mutlaka anlaşılacağını bildiklerinden, yarattıkları sanal düşmanlarını, reel hayatta birileriyle özdeşleştirerek, yok etmeyi denerler. Yoksa bunlar korkularının esiri olmaktan kurtulamazlar. Cenap Şahabettin’in dediği gibi:”Sinsi sinsi oturup bekleyenlerin çıkardığı ses, yürüyenlerin çıkardığı ayak seslerinden daha fazla duyulur.”Hem fiili yapıp, hem de avazı çıktığı kadar bağıranların bağırdığı bir dünyada elbette hiçbir şey dengede olmayacaktır.
Çağıranlar ve bağıranlar şehrini ellerim cebimde anlaşılmayan dilde bir ıslık(!) çalarak geçerken, okuma merakı sardı beni. Anlamasınlar belki ürkerler diye de ıslığımın sesini olanca tonuyla düşürdüm. Yabancı dilde ıslık çalmanın yasak olduğu Patagonya da zaman zaman bu işi yapanlar engizisyon mahkemelerinde yargılansalar da,ben özgürlükler ülkesi bir dünyada yaşadığımdan,umarım benim ıslığımdan rahatsızlık duyanlar çıkmayacaktır.Yöresel değişimi dikkate alarak çıkar ağzımdan ıslık,farkında olmadan çatar bazen,kaygan iklimler gibi,güvensiz toplumlara!…
 Coğrafyanın ve iklimin biçimine göre şekillenen kültürler dikkate alınırsa, insanların ve diğer canlıların hayat mücadelesi, bu coğrafik faktörlerinin izini taşır. Bu faktörlerin birçok boyutu var, ancak bunların bizim açımızdan en önemli yanı, karakterleri etkilemedeki rolüdür. Coğrafya ve iklim karakterleri bazen olumlu bazen olumsuz etkileyebilmektedir. Ve bazen de iklimin değişkenliği ve korku dolu şiddeti, bu yapıya uygun karakterler ortaya çıkarır. İşte bu korku dolu dönek karaktere sahip varlıklar, yumuşak, hoşgörülü ve evrensel değerlere ve kuşatıcı özelliklere sahip insanları kendileri için bir tehlike olarak görürler. Her yerde bu insanların birçok olumsuzluklara sahip olduğunu anlatır dururlar. Bunlar ortadan kalkmadığı ya da pasifsize edilmediği sürece, işleyen sosyal nizamın her yıkılacağını, bir gün de dönüp diğer insanları ortadan kaldıracağını anlatıp dururlar. Zavallı yönlendirilmiş, muhakemeden uzak deneklerde bunların doğruluğuna kayıtsız şartsız teslim olabilirler. Böyle bir teslimiyet gerçekleşirse, oradaki tüm toplumsal potansiyel boşa heder olur.
                Neden böyle yaşanır hep,oysa bu evren yaratılmış olan her şeyi bağrına basacak kadar geniş olmasına rağmen,çığlıklar atarak birilerinin kendi haklılığını zoraki kanıtlamasına gerek var mı?Şayet doğru ve kötülüklerden uzak ise,…Ne yazık ki,yaşayanlar evreni,kötü yüreklere sahip bir çok varlığın şamatasıyla yankılanırken,hoşgörülü ve evrensel doğrulara sahip kişilerin, doğruluğunu anlamak çok zordur.Doğrular,kendilerini kanıtlamaya ve bağıranların kötü yürekli olduğunu  anlatmak için tartışmaya ihtiyaç duymazlar.Onlar bilir ki onlara cevap verilirse,bütün bir insanlık aralarındaki farkı ayırt edemez.Sesleri ise kısılmıştır zaten,çünkü kargalar ve bülbüller aynı kafeste,bülbülün sesinin neden kısıldığını aramaya gerek yok,zaten ortam kargaların sesi ile inliyor…
Yıl:01.04.2004
Saat:11.50-12.30
Yer: Kadıköy/İST

SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

NOT:GEZİ PARKI EYLEMLERİNDEN NEMALANIP TOPLUMU GERMEYE ÇALIŞANLARA İTHAF OLUNUR...(2004 yılında korkusu olanların korkuları devam ediyorsa kendilerine bir baksınlar..)

30 Mayıs 2013 Perşembe

YOLLARIN KAVŞAK NOKTASI SONA BİR KALA!


“Ey insan! Hangi yoldan gidersen git muhakkak ki Rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın, nihayet ona varacaksın…”İnşikak:6
Herkesin yaptığına şahitlik yapacağı ve irade dışında tüm uzuvların konuşmaya başladığı gün gelmeden önce, nasıl bir yolda gidiyoruz diyerek sorgulamamız gerekmez mi? Sorgulanmayan kritikten uzak hayat yaşanmayacak kadar bayat. Akılla donatılmış varlığın hayatı sorgulamalar süzgecinden süzülerek, yollara zincir halkaları gibi dizilmek zorundadır. Böylesi bir hayat tüm zorluklara rağmen katlanılmaya değer, yoksa boşu boşuna cefa çekmenin anlamı nedir bunu anlamakta bayağı zorlanırım…
Her gördüğün açıklığı yol olarak sakın görme, yollar uzar da gider dağların tepelerinden kıvrıla kıvrıla aşağılara iner, bir karayılanın kıvrılması gibi. Ne kadar gözünü korkutmaya kalksa da sakın ola ki, kolay olan yolları tercih etme yürümek için. Gidişi çok kolaydır, ancak sonucuna katlanmak çok zor, insanı helak eder. Tüm yollar Rahmanın kanatları altındadır, son durak ona çıkar. Ne fark eder nereden gidersen git, sonuçta Allah seni hesap görmek için karşılar. Sakın ola ki bana sıra gelinceye kadar kırk türlü bahaneler oynarım diye düşünme. Allah hesabını çok seri görendir, yanılma olasılığı olmayan tek gün Allah'ın hesap günüdür.
Tartılar bozulmaz, kantarın altına bir demir monte etme şansınız yok, bir geç iki fiş al, yemezler, ben gelmesem de her gün bir defa geçti göster beni, bu düşünceler varsa bilinçaltı derinliklerinde. Onları bir an evvel temizle, yoksa hipnozla uyutulduğunu anlayıncaya kadar, sen mutlak teraziye çıkarsın… O terazinin sahibi, rüşvet yemez, arka cebi yok, tüm ciltlerde ne yazdığını bilir, cihandakilerin tümü avucunun içinde, o halde nereden gidersen git, nereye gittiğini biliyorsun sanırım. Bilmediğin bir yolda bu kadar aşk ve şevkle seni coşturan ve koşturan nedir? Bunarı anladığın anda hangi yolda tehlike var, hangisi güvenli onu da anlamış olacaksın.
Güvensizse yollar bir bilene sor derim, sormadan gitmek dönüşü olmayan bir karanlığa dalmak olabilir, ancak sormak, varsa yanlışlar onları ortadan kaldırmaya yardım eder. Yardıma ihtiyacımız olduğu halde bizi bu kadar mütekebbirleştiren nedir acaba? Benim gittiğim yolda tüm trafik kuralları yerli yerinde diye sakın düşünme, birileri isterse, ıslak zemin için yavşak levhası, solama yapılmaması gereken yere, durma bas gaza levhası, yavaşla okul ver yerine, hemzemin geçit levhası koyabilir. O zaman seni görmek isterim, elin ayağın birbirine karışıp ne yapacağını bilmediğin zaman anlarsın nasıl bir yolda gittiğini ancak vakit geçmiştir. Kaygan zeminle karşılaşırsın basarsın frene yavşak levhası birden iner beynine ve anlarsın o zaman kafanın ortadan ikiye ayrılmasının nasıl gerçekleştiğini…
Duramıyorum yerimde aldım kalemi elime birden yoldaki levhaların yanlış yerleştirildiğini fark edince, çabucak haykırayım da bu yolu kullananlar bir kaza ve belaya sebebiyet vermesinler diye çırpınıyorum. Ben, bir taş atılsa yola onu kaldırmadan rahatlamam, bir ağaç yıkılacaksa onu hemen söylerim ki, birilerine zarar vermesin isterim. Bu duygusallık bende olduğu sürece, yapamıyorum işte nedeyim. Konuşmayayım diyorum yine konuşuyorum. Yollar çatallanmış hangi yoldan gidileceği bilinmediği zaman bir kelam etmek elbette sorumluluklarımız arasına girdiğinden yazıyorum.
Ey insan! Hak ve delalet yollarından hangisini tercih edersen et fark etmez, nihayet sonuçta Allah'a varacaksın, hesabını da Allah görecek.Hak yolda gidenlerin yanlış yapma ihtimali olduğu gibi,delalet yolunda olanların da doğru yapma ihtimali unutulmamalıdır.Yol Hak olduktan sonra sehven yapılan yanlışların tedavisi için tövbe ve dua etmekten başka çare yoktur.Ancak delalet yolunda gidenler ne kadar doğru eylemler yaptıklarını düşünseler de, yol delalet olduğu için, sonuçta avucunu yalamaktan başka bir seçeneği olmayacaktır.Çünkü küfredenlerin amelleri habitat a’meluhumdur. Bu uyarılarımızı hatırlattıktan sonra, vermek istediğimiz mesajımızın anlaşılması temennisiyle satırlarıma son vereceğim.Bir yolun doğruluğunu  belirleyen, o yol hakkında bağıranların ve çağıranların fazlalığı değildir.Hak yolda yürüyenlerin ayaklarından çıkan sesler bir acı sessizliğin çığlını andırır.Bu durumları biz hatırlattık umarım yolların ayrılış noktasında vicdanın ve fıtratın sesi galip gelir ve hak yolda ilerleyenler bir anda kenetlenir.Çünkü sonuç çok yakın ve sondan bir an evvel hatırlatıyorum,sona bir kala yolların kavşak noktasındayız…
“Ey insan! Hangi yoldan gidersen git muhakkak ki rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın, nihayet ona varacaksın…”İnşikak:6

29.05.2013(18.30-19.30)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

İFTARDA KOLBASTI!





 Güneşi kovalıyorum, ancak o beni kovalıyor gibi geliyor bana, ben hangi tarafa yönelsem benden önce bakıyor yüzüme, o halde bu işte bir yanlışlık olmalı, ben değil de o beni kovaladığı kesin… Nasıl da bir konuşma bu diyenleriniz çıkacak biliyorum, ancak şuna inanın ki, ben de Temel gibi, birini sevdiğim de ya da sevmediğim de onun suretini karşıma alır ya onunla konuşurum ya da ona küfrederim, yoksa kimse yokken konuşuyor bu diyerek bana deli diyebilirler. Neyse yine sizler nasıl bilmek istiyorsanız öyle bilin ama ben bildiğimi okumaya devam edeceğim…

     Bilirsiniz, ”Bir ülkede cisimlerin gölgeleri boylarından uzun ise, orada Güneşin batışı yakın demektir.” İşte ben Güneşin bu topraklarda yavaş yavaş batmaya doğru, yol aldığını sizlere söyleyerek, sizleri bir anda periktirmek istemediğim için, ben mi Güneşi kovalıyorum yoksa o beni takip ediyor diye başladım ki, biraz rahat olasınız diye. Çünkü birileri kalktı elinizdeki imkânları doğru kullanın, yakında çok kötü günlerle karşılaşırız diyerek insanları nefes alamaz bir duruma getirdi. Bende bu tecrübelerden yola çıkarak fazla nefes darlığına yol açmamak için, yumuşata yumuşata söyleyeceğim o zamana kadar alışmış olursunuz, neye alışmadık ki, onlara da alışacağız zaten.

           Çok afaki konuştuğumu düşünenler çıkabilir tabi ki, afaki konuşacağım, afakta Var olanları herkes görmeye ve söylemeye cesaret edemez onun için söyleyeceklerim, hep afaktan çaldıklarımdır, haberiniz olsun, sakın kâhin olduğumu ya da gaybı bildiğimi sanmayın, sadece pozitif dünyada görünüp te bazılarının görmek istemediklerini anlatıyorum yeter ya ne söyleyeceksen söyle de, fazla uzatma kısa kes aydın havası olsun diyeceğinizi tahmin edebiliyorum, Vallahi biz ne zeybekler, ne aydın havaları oynadık ama kimsecikler bizim ne oynadığımızı düşünmedi ve bizden yana bakma gereği bile duymadı, çünkü onların çok işleri vardı hep meşguldüler, bizde şimdi horon tepmeye başladık, korkarım yakında toplum olarak kolbastı oynamaya başlayacağız.

           O zaman ne Giresun ne Trabzon ne Ordu ne de Rize bu oyun bize ait biz onun patentini alacağız diye düşünmesin, çünkü patenti tüm ülkeye ait olacak rahat olun… Bir bayram öncesi insanlar çocuklarına ne alabileceklerinin ya da bir bayramı güler yüzle geçirebilir miyiz diye düşünürken birileri, fazlalıklarından Mısır piramitleri gibi kuleler yapmaya çalıştığı ve sokaklarda iftar adı altında insanlara şirin görünmek için masaları caddelere pazarlara sokaklara dizdirip yahu senin sokaktakiler mi kalabalıktı yoksa benim caddedekiler mi diye s…d…k yarışına girdikleri ve bunun adını da insanları kaynaştırma çalışmaları olarak birilerinin cebine cukkayı aktardıkları bir ortamda Güniz rekorlar kitabına girebilirsiniz, ancak şunu unutmayın ki, insanların kalbine giremezsiniz o zaman da ne olur bilir misiniz, kolbastı oynamak bu toplumun geleneksel oyunu olur. O zaman hangi mahallede oynayanları durdurabilirsiniz ki, ben Güneş batmaya yakın batı da sallanmaya başlamadan uyarayım belki birileri, binanın içinde Güneşin aşağılara doğru sallandığının farkında değildir, olur ki, bir faydası olur umuduyla, aydın havasından ziyade değişik oyunları tercih ederek ayak seslerim biraz fazla duyulsun istedim.

      Ya aslında bu satırlarda dolaşmak hakikaten beni de sıkıyor ama ne yapalım, bazen mecburiyetten insan pasta bile yiyebiliyor işte mazur görün(!)son günlerde ortalıkta dolaşan fısfısı gazetelerinden tutun küresel medyaya kadar herkes bizim ne kahramanlıklar yaptığımızı tarih boyunca hep savaşlarda galip geldiğimizi NATO’nun en güçlü ordusuna sahip olduğumuzu anlatıp durmakta. Bizler de bu kadar övmeler karşısında şimdi bir iki marifetimizi göstermesek olur mu, elbette maharetlerimizi sergileyeceğiz, nerede olmalı bu diye merak etmeyin, İspanya arenalarında hep matadorlarla boğalar marifetlerini gösterecek değil ya, bazen bizim gibi kahraman boğalarda, Libya’nın kızgın çöllerinde, Suriye’nin Gulam tepelerinde bir iki marifetimizi göstermek zorundayız boğalardan korkacak halimiz yoktur, menajerimiz ABD hep arkadan bizi desteklemekte, hiç kazanamayacağımız güreşlere bizi sürer mi, hem kendisi de bahis oynadı o kadar para koydu bir koyacak yüz alacak, yani bire yüz bu kazançlı oyunda bizden daha iyi matadoru kim bulabilir, iki şişirmeyle kendimizi jet hızıyla Libya’ya para taşıyan konuma sokar, hatta Kaddafi’nin kafasını getirecek matadora milyon dolarları ikramiye olarak verebiliriz, ancak dikkat etmediğimiz bir gerçek var boğanın boynuzu matadoru çenesinin altından takıp bir anda havada salladığında, Bizim menajer hemen yan çiziP ben paraları boğaya yatırmıştım derse şaşmayın…

         Yukarıda ayrıntılara dalmadan kısaca anlattığım oyunda boğamayız, matador mu, yoksa boğa bakıcısı mı bunu anlamakta biraz zorlanıyorum, her ne kadar afakta olanları iyi görsem de bazen oluyor işte, gözlerim iyi seçemiyor. Şu doktorlar yok mu onlar da çok fazla bir şey yapamıyorlar, aslında bunun sorumlusu ne benim ne de matadorlarımız, tüm suçlu doktorlarımız benim iyi görmemi sağlayacak düzeyde tecrübe sahibi olsalardı, işlerini iyi yapsalardı, ben de sizlere her şeyi anlatırdım. Yani ben masumum bunu bilin(!)Ben masum olduğum içindir ki, işini iyi yapmayan hastalıkların hangi virüslerden kaynaklandığını bilmeyen, ameliyathanede operasyon yaparken elektrikleri söndüren Şar telleri indiren tüm doktorların işine son verdim, neredeyse ben doktorluk yapacağım, yeni cerrahlarımız yetişene kadar, zaten gittiğim her yerde neredeyse ülke de tek cerrah ben varmışım gibi davranılıyorum… E öyle olmasa herhalde insanların öyle davranacak halleri yok ya…

     Ya nereye gidecektik hangi yola saptık, hakikaten sapmak çok kötü bir şey, Allah kimsenin basiretini bağlayarak saptırmasın. Matador, boğa, NATO derken şimdi bir de yolumuz İran’a doğru giderse şaşmayalım, çünkü ışık doğudan gelirmiş, bizde bir bakalım güneş yeni mi doğuyor yoksa batmak üzere mi, onu anlamak için yoldan çıktık bir anda kendimizi İran’ın kebir çöllerinde bulduk ve de, ramazanın son günleri bayağı yorulmuşuz açlıktan ölmek üzereyken bir yerde mola verdik iftar saatini beklemeye koyulduk… Bekliyoruz da çölde ne s,u ne yiyecek olmadan nasıl iftar edeceğiz ki, birden kendimize geldik ve tekrar yola devem ettik, tam istediğimiz bir iftarlık, menajerimiz karşımız da bana gel bana gel bak sizler için ne kadar güze iftar sorası hazırladım, sizi o kadar çok seviyorum ki, sizin peşinizi hiç bırakmadım nereye gittiyseniz arkanızdaydım deyince biz kendimizden geçtik vay be biz de yalnız sanmıştık kendimizi diye hayıflandık, dakikalar yavaş yavaş iftara bizi taşırken sofra kuruldu, siz çok yorgunsunuz önce iftarınızı açın bizim inancımız her ne kadar sizinle aynı olmasa da size hizmet etmek bize şereftir diyerek bizi sofraya oturtup, sizin için bir çay demleyelim birazdan biz de geliriz diyerek menajerimiz yanımızdan ayrıldı. Biz de açlığın ve susuzluğun verdiği hararetle birden saldırdık, sofranın ortasında çok güzel görünen tandır kebabına elimizi uzattığımız anda içinden bir bomba patlayıverdi, hepimiz param parça bir oyana bir bu yana savrulduk, gülerek menajerimiz yanımıza geldi, ne oldu ya kesinlikle bunu bu çölün ortasına koyan Farslılardır. Onların size ne kadar düşman olduğunu biliyorsunuz diyerek bizim dost sandığımız menajerimiz yaralı bizi, farsların kucağına attı, ikimizi birden güzelce azgın boğanın karşısında ayakta duramayan yaralı matadorlar olarak bir boynuzunu bize diğerini farslara takarak kaldırdı siz kendinizi ne sanıyorsunuz, işte iftar böyle açılır öyle değil diye bize bir zokayı daha yedirmiş oldu. Tilkinin oyunlarını oynayan menajerimizin aldatmalarına takılırsak gölgelerimizle boyumuzu birbirine karıştırırız dikkatli olalım. Tilkiden bir kurnazlıkla aydın havası yapalım keselim, kolbastı oynayacak mecalimiz kalmadı.
      
         Tilki bir gün bir ağacın altında ağzını bıçak açmayacak şekilde oturur vaziyette yatarmış, ancak karşındaki ağaçta asılı duran bir geyik budu vardır. Tilki çok aç olmasına rağmen ona hiç dokunmaz, orada bir tuzak olduğunu düşünür, birazdan açlıktan kıvranan bir kurt gelir tilkinin yanında durur. Tilkiye bu ne der, her halde bir buttur peki görmedin mi, gördüm, o zaman neden yemiyorsun, ben bu gün oruçluyum der… Buna tam kanaat getiren kurt buda yaklaşır, dişleriyle parçalamak isterken içinden bir bomba patlar ve kurt yara bere içinde on beş yirmi metre savrulur yerinden kalkacak hali kalmaz. Biraz önce yerinden kalkmayan tilki yavaş yavaş kalkar ve budu yemeye başlar, bunu gören kurt dayanamaz sorar, sen oruçlu değil miydin, evet oruçluydum, ancak biraz önce patlama oldu top atıldı ya işte iftarımı açıyorum der ve kurnazlığını bir daha kanıtlamış olur. Evet, dostlar biz kurt gibi yara bere içinde can çekişirken, bize menajerlik yapanların, Ortadoğu ve kuzey Afrika da iftar açacakları günler geliyor diye endişe ediyorum, inşallah bizim matadorlar, bu boğa güreşinde ya da iftar açmak için topu patlatan kurt pozisyonuna düşmezler, ancak afakta bunları görüyorum ve biraz olsun afakı okuyalım merak edenleriniz olmuştur dedim…
EROL KEKEÇ-26.08.2011(16.35-17.20)
ÇENGELKÖY/İST
 NOT:ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA'DA TÜRKİYE GEMİSİNDE BİR YOLCULUK....

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!