Bu Blogda Ara

29 Nisan 2013 Pazartesi

“YAŞAM AYISI”ARANIYOR(!)


Toplumun yavaş yavaş kendi sarhoşluğunu yaşamaya başladığı ve rehavete daldığı bu dönemde,”Yaşam koçları”diye adlandırılan bir meslek oluşmaya başladı. Bu koçların ortaya çıkış serüveni ile hakiki koçlar arasında bir bağ olabilir mi diye düşünürken bayağı meraklandım bir araştırayım dedim bakalım nelerle karşılaşmış olabilirim..
Köy yaşamına yabancı olsanız da, çevrenizdeki insanlardan kırsal kesimin hayatıyla ilgili birçok malumatlara sahip olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Bir koyun sürüsünü otlatan çobanın yaşamına baktığınız da ne kadar rahat bir hayat yaşadığını görürsünüz; çünkü çobanlar işlerini çok iyi bilir, kendileri için sürüden belli koyunları miryah (öncü) olarak seçerler. O koyunlar da genellikle koçlardan oluşur, o koçları iyi beslerler, arpasını tuzunu buğdayını, kısaca peşinden gelmesini sağlayacak hiçbir gıdayı eksik etmezler. Boyunlarına öyle bir çan takarlar ki, koç adım attığında o çan tüm koyunların rahatsız olmasını ve yaşam koçu olan miryahın peşine takılmasını sağlar. Çoban eşeğine biner, yazın sıcağında rehavetten koyun sürülerinin kafasını birbirinin altına sokarak ayılmak istemedikleri bir anda, dörtnala eşeği sürer, bizim koçta onun peşinden koşmaya başlar, koç koştukça çan sesi bir zılgıt gibi acı acı inler, bu iniltiyi duyan her koyun üzerlerine yıldırım düşmüşçesine yerinden kalktığı gibi koşmaya başlar. Anlayacağınız bu koçlar çobanların işini rahatlatır, ondan olsa gerek günümüzde de rahatlatmak için yeni oluşan meslek grubunun adı “Yaşam koçluğu”.
Yaşam koçu deyip geçmeyin, bunların öyle hünerleri var ki, sizin yerinize düşünürler, cenazede, düğünde, törende nasıl davranacağını size çok iyi öğretirler, dişlerini açarak gülmenin ve etrafınıza gülücükler dağıtmanın pozitif insan olmanın en önemli belirleyicisi olduğunu yüreğinize kaydederler. Bu koçların giyim kuşamları farklı olsa da, ellerinde taşıdıkları ve sizi uyarmak istedikleri çanlar aynı fabrikada üretildiği için hepsinden aynı ses çıkar, bir anda sizde şaşırırsınız, yahu demek bu koçluk evrensel bir değermiş, herkes aynı çanı kullanıyor diyerek, onların tılsımlı ellerine kendinizi bırakır, bir anda hipnoz olur horul horul uyku çekmeye başlarsınız. Sizin bu horultularınızdan çıkan sesler “yaşam koçlarınızın”nemalanması için arpalıkları oluşturur. Koç olmak kolay, haydi varsa cesaretiniz bir ayı olun da görelim, o yürek ister. Çünkü koçlar, standart yaşam felsefeleriyle insanların doğallığını bozarak yapay bir yaşamla, belli aralıklarla uyutarak rahatlatma derdindeler. Öyle varlıklar gördüm ki, tam dört tane koçu varmış, koçların ayrı ayrı görevleri olduğunu söyledi, biri giyim kuşamına bakıyormuş, biri nerede nasıl konuşması gerektiğini öğretiyormuş, diğeri, sesler arasında bir harmoni oluşturarak nasıl konuşulması gerektiğini ve sesinin ritimlerini nasıl ayarlaması gerektiğine bakıyormuş, dördüncüsü ise üçünün yaptığı işleri ne kadar isabetli yaptığını kontrol ediyormuş.
Etrafınız koçlarla kuşatılmışsa orada biraz düşünmeniz gerekmez mi, acaba ben ne oluyorum diye, ben sizi bilmem ama uzun zamandır düşünüyorum herkesin bir koçu var benim neden ayım olmasın diye. Yaşam ayısı olmak öyle kolay değil, herkesten ve her şeyden biraz anlamanız gerekmektedir. Hatta okuma ve yazmayı da bir o kadar iyi bilmeniz, cesaretinizden de hiç taviz vermemeniz gerekir. Şimdi kalkıp gazetelere bir ilan versem”Yaşam ayısı” arıyorum diye herkes kendi üzerine alınıp beni aforoz bile edebilir. Neden çünkü ayı olmak kimsenin hoşuna gitmiyor da ondan, oysa ayılar düşünerek bir eylemi yapar. Koçlardan en önemli farkı, mektep medrese bilmezler, medeniyet bunların mıntıkasından geçmez, nasıllarsa öyle yaşarlar, gidecekleri yere paldır küldür, herhangi bir yapay davranış göstergesine ihtiyaç duymadan hareket ederler. Bunun için de etrafınız da çok duyarsınız “o ha ayı nasıl davranış bu ya”sözlerini. Hiç kimse o ha koç demez çünkü onlarda bilir ki, koçlar tek ses ve davranış ortaya kor, o da batıdan devşirilmiş kişisel gelişim davranışları olarak lanse edilir. Bu batı patentli eylemler bütün bir insanlık için evrensel genel geçer bir kaide olarak kabul edilir ve koçlar başlar, kurt gibi içinde gizlediği o beynine bir koç pottu geçirmeye, ondan sonrada elinde çan, bir o çobanın peşinde, bir bu çobanın peşinde, çan üreten çancının çanlarını iyi pazarlamak için…
Biz ne koçlar gördük, bu çan üreten çancıların çanlarını onların dile ile pazarlamaya çalışan, ancak sonunda şunu anladık ki, tüm çanlardan aynı sesler geliyor, bu çanlar bizim içinde yaşadığımız toplumu rehabilite etmede yeterli değil. Onun için bu topluma yaşam ayısı lazım diye düşünmeye başladım, bu düşünceye ulaşıncaya kadar hangi kuyuları kazdığımı söylesem diliniz tutulur. Öyle kuyuların başında durdum ki, içindeki suda ne görülüyor diye, baktım baktım hiçbir şey göremedim, sonunda yanımdan geçen bir falcı kadın yardımcı oldu da öylece bir sonuca gidebildim. Sen Burya ne bakıyon, ben şimdi sana, orada ne olcağını bir söyleverim de bir iki spali bara ver olur mu beyim dedi ve başladı kuyunun dibine bakmaya, baktı baktı ayakta bir sıtmaya tutulmuş gibi titredi sonra ben burada ayıdan başka bir şey göremiyom dedi. Ben de oradan anladım, bu toplumda rahatsız edecek ayılara, yani “yaşam ayılarına” ihtiyaç olduğunu yoksa nerden bilecektim.
“Yaşam ayısı”olmak o kadar kolay değil, cesur olacaksın, aldırmayacaksın, olduğun gibi davranacaksın, herkesi aynı kalıba koymayacaksın, insanlara anladıkları ve benimsedikleri dilden konuşacaksın, yarınlarda nelerle karşılaşırım diye hesaplı davranmayacaksın, doğruları doğru olduğu için söyleyeceksin, kimsenin kuklası olmayacaksın, klişeleşmiş batmakta olan batının komplekslerinden arınacaksın, nazik olayım diye nezaketten uzaklaşarak gülünç duruma düşmeyeceksin. Yani kısaca “Ayı”olacaksın, ayı olduğun için kimse sana güç yetiremeyip burnuna halka takacak ama sen yine aldırmayacaksın. Burnunda halka olsa da bildiğin oyunları oynamaktan zevk alacaksın, göreceksin o zaman herkes şunu söyleyecek, ulan benim “Ayım”başkasının beni kandırmaya çalıştığı kurt postundaki koçtan çok iyi, hiç olmazsa bizi rahatsız ederek kim olduğumuzu bize öğretti diyecekler ve senin için yazılan destanlar Tarih sayfalarında baş desten olarak okunacak. Sen sen ol”yaşam Ayısı” olmaktan korkma.
Hiç okunmayan gazetelere ilan verdim yaşam ayısı aranıyor diye, okunan gazetelere vermedim ki, yaşam koçları ilanı yanlış okurlar endişesiyle, karışıklık olmasın diye okunmayacak gazetelerde “Yaşam Ayısı” aramaktayım diye yüksek paralarla ilan verdim.”Yaşam Ayısında” aranan en önemli özellik okuma yazmayı çok iyi bilmesi ve her dilden anlaması, standart yaşam tarzlarını öğrenen yaşam koçları sakın bizi “Yaşam Ayılığını da çok iyi yapabilirim diye aramasınlar. Onlara ayıracak zamanım yoktur.
28.04.2013
Saat:21.40-22.50
Çenegelköy/İST
EROL KEKEÇ

25 Nisan 2013 Perşembe

AYDINLANMAYLA GELEN KARANLIKLAR!


Aydınlanma dönemi olarak tanımlanan dönemler, hakikaten karanlıkların eksik olmadığı dönemlerdir bu da böyle bilinsin. Karanlık dönem olarak tanımı yapılan günlere baktığımızda, tarih bize o günlerin bu günlerden daha aydınlık olduğunu göstermektedir. Toplumların kimliksiz yaşadığına ve toptan sömürüldüğüne rastlamıyorsunuz. Ya bireyler bazında gücü yetenler güçsüz olanları ortadan kaldırmış, ya da topraklar parsellenmeden herkes özgürce kâinatın tüm nimetlerinden yararlanmak için sınır tanımadan istediği gibi özgürce yaşamıştır. Özgürlüğümüzü aydınlanma döneminden sonra ve toplumların kendi kaderlerini tanımlama dönemi olarak takdim edilen 1789 Fransız ihtilalının gösterilmesi tam bir yutturmanın kanıtıdır.
Milliyetçilik akımları ile beraber, toplumlar kendileri için çizilen çizgilerin içinde bir mahkûmiyete maruz kaldılar. Bu mahkûmiyeti ulusların özgürlüğüne kavuşması olarak tanımlamak, tüm ulus devletlerin ipini elinde tutan cambazın bir oyunudur. Bu sömürgeci emperyal cambazlar, uluslar için bu farklı sınırları belirleyip onları o sınırlara hapsetmeseydiler, istedikleri emellerine kavuşamayacağını çok iyi biliyorlardı. Sömürge mantıklarını gizlemenin ve o insanları sömürmenin en güzel oyunu, sömürülen toplumlarca benimsenen bir masalla işe başlamaktı o tuttuğunda çok kolay istenilen hedeflere varacaklardı, bunu da başardılar. Başarı, Milliyet temeline dayalı dünyayı parselleyerek her parsele farklı bir ulusun adı ile kurulan zindanlar olursa, ancak o zaman aydınlama olarak adlandırılabilirdi. Aksi takdirde toplumlar, özgürce yaşanılan topraklardan bir kısmına gidememeleri ve özgürlüklerinin ortadan kalkmasından dolayı buna karşı durabilirlerdi. Bunu bilen sömürgeci zihniyet bu hain tuzaklarını gizlemek için Milli devletlerin kurulmasını ve sınırların çizilmesini, büyük bir ilerleme olarak tanımladı. Her parseli sahiplenen uluslar bu parsellerini koruma adına yeryüzündeki kan ve gözyaşının debisini arttırdı, o gündür bu gündür bu debinin artışı çok büyük bulanık göletleri oluşturdu.
Geldiğimiz döneme bakarsanız hep kan üzerine kurulmuş devletler ve insanların gözyaşları ile çizilen haritalar görürsünüz. Bu haritalar, sanal dünyada oyun oynayan kişilerin, ekran kapandıktan sonra oyunlarının sona ereceğini bile bile, o oyunu sahiplenmeleri gibi bir kuruntu komedisinin adıdır. Bu komediye son verilmezse tüm insanlığın yaşamı sanırım farklı yaratıklarca bir komedi oyunu olarak bizden sonra yeniden sahnelenecektir. Bu kâinatın sahibi “sizi farklı kabilelerde yarattık ki, birbirinizle tanış olasınız” derken, sizin için belli sınırlar çizdik her ırk(kabile-ulus)o sınırların dışına çıkmasın yoksa helak olursunuz diye bir tanımlama yapmamıştır. Allah’ın yapmadığı bu paylaşımı, yaratılanların kendisini hangi hakla bu paylaşımı yapma görevinde gördüğünü doğrusu çok merak ediyorum. Allah yerlerin ve göklerin tek hâkimidir. Tasarruf yetkisi sadece ona aittir. Hiç kimse aydınlanma adı altında yeryüzünde yaşayan halklarda yanlış bir algılama oluşturarak, Vatan, Devlet ve toprak gibi yeni putlar yaparak onlara tapmasını sağlayamaz.
Görüyor musunuz adı aydınlanma olan dönemlerin, insanların algı dünyasını nasıl karattığını ve hayatlarda ne kadar çok putlar oluşturduğunu. Sınırları belirlenmiş her ulusun bir defa vatan diye bir putu var, ondan sonra ki putlar bu putun zihinlere yaptığı basınç oranında değişmektedir. Vatan putunun etkisi çok yüksekse, bu büyük putun korunması için küçük ölçekli, satrançtaki piyonlar, at vezir gibi birçok farklı putlara da ihtiyaç duyarsınız. Bu putlarla boğuşurken bir de kalkar insanlıktan dem vurursunuz, sonra modern aydınlanma döneminde yaşıyoruz diye horon tepmeye başlarsınız. Ama göremediğiniz bir gerçek var ki, o da horon teperken, çıkan tozlardan gözünüz görmez olur, bir ışık tutanı kovalarsınız, havayı temizlemek isteyeni keyfinizi bozuyor diye, hain ilan der peşine takılırsınız, engizisyon mahkemelerini yeniden kurarsınız, neden biliyor musunuz, hayatınızdaki keşmekeşlikten kurtulmanız için size bir uyarı yaptığı için…
 Evet, Ulus hapishaneleri o kadar çok zindan oluşturdu ki, bu zindanların tamamı insanlığın yaşamına yönelik tehdit içeren dinamitlerle döşeli, bu dinamitleri kaldıramazsınız, olur ki, F hücresinde ki bir mahkûm bir gün E tibi yarı açık ya da yarı kapalı bir cezaevine geçmek isteyebilir. İşte ulus devletler için çizilen çizgiler ve oluşturulan haritalar tamamıyla böylesi bir manevranın içyüzünü gizlemek için ortaya atılan karanlık tuzaklar olduğunu bilmek gerek. Bu karanlık tuzaklar şu anda Adı İslam âlemi olarak bilinen zavallı topluluğun yaşamının olmazsa olmazlarındandır. Hiçbir Müslüman Allah’ın ayetlerinin tahrip edileceğini savunmaz, peki ne oluyor da yeryüzünde tasarrufu sadece kendisine ait olan kevni ayetleri kendi aramızda parçalamışız sonrasında da herkes kendi yanında olanın en iyi olduğunu savunarak, Allah’ı ilah olmaktan çıkarıp, yerine toprak ilahını koyuyoruz. Bunu anlayan biri varsa anlatsın da anlayalım.
Aydınlanmanın kazandırdığı kazanımlara bakarsak, şayet bunun adı bir kazanımsa, öncelikle insanların hayatındaki korunmaz kalelerden ilahları kazandırdığı(!) muhakkak. Her Müslüman hangi ırkı temelden gelirse gelsin, yaşamlarımızdaki bu ilahların mutlaka hayattan çıkarılması gerektiğini bilmeli, Allah’ın arzında herhangi bir sınır tanımadan, Allah’ın sınırlarını tanıyarak herkesin Allah’a kul olacağı özgür bir dünyanın oluşumu için mücadele etmelidir. Bizim bu yaklaşımımızı çok uç olarak görebilirsiniz, ancak bu anlayış bir uç olsaydı Allah’u Teâlâ”Yeryüzünde gezin dolaşın, sizden önceki yalanlayanların, sonu nasıl oldu bir görün “der miydi. Demek ki, ulusal korunaklı duvarlar yok rahatlıkla gezebiliyorsunuz, yoksa Allah Kuluna zulmeder mi? Yine başka bir ayeti kerime de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: Melekler onların canlarını almak için sırtlarına vurarak, neden siz Allah’a yönelmediniz dediklerinde, bizler zayıf kullardık, gücümüz kuvvetimiz yoktu, biz sadece bu kadarını yapabiliyorduk,(diyerek gerekçe ileri sürdüklerinde)Melekler onlara derler ki, Allah’ın arzı geniş değil miydi, evet genişti, o halde sadece rabbinize kulluk yapacağınız bir yere gitseydiniz derler ve onları yüzün kuylu cehenneme atın denir.”
Fazla sizleri yormadan sorgulamalarımı burada keserek bir gerçeği dile getirip bu satırlardan ayrılacağım. Allah Kâinatın kimse tarafından parsellenmesini istememektedir. Öyle bir durum olursa, Allah’ın bazı toplulukları yaşattıkları ortamlarda buz dağlarının olduğunu, kimini yaşattığı yerde sıcakların beyni parçaladığını görürsünüz, bu da Allah’ın adalet sıfatına ters olur. O halde Allah mutlak adil olduğuna göre, Yeryüzünü parsel parsel dağıtarak kendisine şirk koşulacak yeni ilahların oluşmasını beklemek, bu dinin özüne en büyük bir ihanet olur.”Yerlerin ve göklerin tümü Allah’ındır, onlar Allah’ı hakkı ile takdir ederken, bizim gibi zavallılar Allah’ı hakkı ile kadir edemediğimiz gibi, onun adına konuşmayı da marifet sayarak, yeni ilahlarımızla avunmayı kendimize bir marifet biliriz…
Bizleri karanlıklara gömen, bu aydınlanma döneminin gayri meşru doğan fikirlerine elveda ederek, tüm bünyeleri saran algı kirliliğinden kurtulmak dileğiyle, sizleri rabbime emanet ederek ayrılıyorum…
24.04.2013-(15.10-16.40)
Sosyolog-EROL KEKEÇ
ESENEVLER/ÜMRANİYE-İST

22 Nisan 2013 Pazartesi

İŞTE BUNLAR ADAM!-2


Tüm ampuller patladığında, yaşamı aydınlatmak için, hiçbir beklenti içinde olmadan, bir yıldız gibi insanlığa ışık olmak, adam olmaktır.

Bu güne yetecek maişeti varken, yıllar sonrasının hesabını yapmadan diğer insanların bu gün nasıl yaşadıklarına bakarak onlara bir umut olmanın acılarını taşımaktır, adam olmak.

Her türlü çıkardan düzenbazlıktan, torpilden, muhafazakârlıktan uzak, haktan başka hiçbir şeyin korunmayacağına canı pahasına inanan ve kralların çıplak olduğunu korkmadan haykırmak, adam olmaktır.

Zamanın ve zeminin rengine bürünmeden, kendi renginden rahatsız olanlar olsa da “Allah’ın ben kulumu hür yarattım “fermanına uygun yaşamaktır, adam olmak.

Ekini ve nesli yok etmeden, yeryüzünde Allah’ın yarattıklarının fıtratını değiştirmeden, o fıtratlara uygun yaşama imkânlarını temin etmek, gücü yetmese de o yolda mücadele etmek, adam olmaktır.

Tüm kurşunların hedefi olsa da, gideni az olan yollarda zorlukların ve meşakkatlerin daima olacağını bilerek yürüyen ve dimdik yaşamanın bütün bir insanlığı dirilteceğini bilerek yaşamak, adam olmaktır.

Bir hayatın etki tepki doğrultusunda, Pavlov’un davranışçı kuramından uzak bilerek ve tanıyarak, içinde herhangi bir kompleksi barındırmadan, kendisi olmazsa hayatın bir anlamsızlıklar yığını olduğunu bilerek yaşamak, adam olmaktır.

Kendisinin ebedileşmesini istemeden, doğruların hayata egemen olması için, tüm çabaları korkusuzca veren, hak ve hakkaniyet terazisinin korunması için ilk kalkan olarak kendini seçmek, adam olmaktır.

Hayatın içinde bir seyirci olmayı değil, daima hayatın hem forvetinde, hem defansında, hem de tam ortasında bir oyuncu olmayı hedef edinmek, adam olmaktır.

Bireysel hazları toplumsal hazların yerine koymadan, tüm insanlığın yaşamdan haz alması için, küresel sera tabakasını delerek, temiz oksijen alınmasında ilk nefer olmayı kendine hedef edinmek, adam olmaktır.

Adaleti kendi bünyesinde uygulamadan, kendisiyle barışık yaşamadan, başkalarına adil davranmanın ve onlarla barış içinde yaşamanın imkânsız olduğunu bilerek yaşamak, adam olmaktır.

Tüm hesaplaşmaları unutup, bu günden sonra nasıl mutlu olunabilir diye yepyeni yaşama, mangal gibi açılan yürek olmak, adam olmaktır.

Fikir sahibi olmadan değerlendirme ölçüsünün olmayacağını bilen, fikir sabi olmak için doğru bilgiye sahip olan, sözlerin tümünü dinledikten sonra onların en güzelini tercih edip, ona göre yaşamak, adam olmaktır.

İnandığı yaşam biçimini basitleştirerek, tüm insanların gündeminde bir alay konusu yapmadan, vakarlı, izzetli ve başı dik yaşamak, adam olmaktır.

Dikleşmek ile dik durmayı birbirine karıştırmayacak kadar, selim bir akılla her etkiye ani tepkiler vermeden, bir okyanus gibi tüm akarsular ona aksa da, okyanusta onların varlığının olmayacağını bilerek yaşamak, adam olmaktır.
21.04.2013
18.05-18.55 
Çengelköy/İST
Sosyolog-Erol KEKEÇ

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!