Bu Blogda Ara

18 Nisan 2013 Perşembe

YALAKA MERDİVEN BASAMAKLARI!


                  Düşünce hamalı ve bilgi dilencisi olduğumu hissetmeye başladım. Bunu anlamak öyle kolay olmadı, bilirsiniz “tecrübe hayatta yenilen kazıkların bileşkesi “olduğu için; hayatımız yediğimiz kazıkları saymakla, zamanımızda bu kazıkları çıkarmakla geçtiği için, bunları azda olsa anlayabildiğimizi sanıyorum.
                Zaman materyali ele geçirme zamanı, kurtlar vadisi pusu dizisindeki Zaza’ya şimdi daha çok hak vermeye başladım”ben parayı çok sevim ha… Cevher bunlar bizden ne istiler, Sikender Beyle ortalığı karıştırmamızı istiler dayı, peki bunun karşılığında ne verilermiş, dayı Sikender beg tüm piyasanın kontrolünü bizim yapmamızı istimiş. Demek piyasayı biz kontrol edik ha, anlaşılan bu da para demek, ben de parayı çok sevim o halde hemen hazırlanın sikender Begi ziyarete gidik”.Zazanın bu yaklaşımlarını geçmişte izlerken bir anlam verememiştim, ama şimdi çok daha iyi anlam verebildiği söyleyebilirim.
                Evet, zaman öyle bir zaman ki, materyale sahip olan, çakalların reisi olsa, hemen dağların kralı aslan olup çıkıyor piyasaya, her gün bir başkasının hayallerini süsleyen dişiler bir cinsel motif olmasına rağmen parayı ele geçirdiğinden, onlara yeni isim bulmakta zorlanmıyorsunuz ve ayrıca onlara herkesin saygı duyması için, yerel idarecilerce birçok yerde seminerler ve konferanslar verdiğine de şahit olabilirsiniz. Yani anlaşılan bu toplumda meşru olmak istiyorsanız sınır tanımadan materyali her yolla ele geçireceksin ondan sonra adın zaten bir beyefendi, ya da hanımefendi olarak billboardlara çoktan asılır. Zaman bu zaman dediğimizde aforoz olma ihtimalimin yüksek olduğunu biliyorum, ancak topluma ve insanlığa faydalı olsun insan, neden yaşamakta hayatının bir anlamı olup olmadığını en güzel şekilde anlamak için neler yapılmalı diye, hem bir yürek işçiliği yaptığımızı ve aynı zamanda da onları kanlarımızla sulama pahasına göze almışken, materyal sahiplerinin rüyalarını süsleyen bir cinsel nesne kadar değerimizin olmadığını gördüğüm zaman, kaleme yeltenmemek elde mi dayanamıyorum yazıyorum işte.
                Biz yürek topraklarında gönül pınarından sulanmadan hiçbir düşüncenin gelişim sürecini tamamlamadığına inanan insanlar olarak, gözyaşlarımızla her satırını yazdığımız bu değerlerin değerlendirilmesi için idari yönetimlerin kapısında bir dilenci pozisyonundan da öte, sakınılması gereken kuduz mikrobu taşıyan bir… t gibi kendimizi görmek ne kadar acı değil mi? O zaman ben de sormadan edemiyorum işte, meşru olmanın zemini önce her türlü haltı yemek sonra da büyük materyal sahibi olmak için idari mekanizmaların özel davetleriyle halkın gözünde meşru olmak için onların onayını almaksa bunun yolunu çok iyi biliriz, ancak hesabın görüleceği vakit çok kısa olduğundan öyle bir yaşamı, helal olmayan materyalleri meşrulaştırmaya çalışanlara armağan etmeyi tercih ederiz.
                Şu an toplumsal patoloji olarak her gün yaygınlaşmakta olan ve toplumun geleneği haline gelecek eylemleri daha farklı yorumlamaya başladım. Demek ki, Bisiklet kazanacak imkânınız yoksa ya da bir bisiklet almanızı istemeyenler daima size engel oluyorsa, siz de bisikleti çalıp ardından tövbe etme yolunu tercih ediyorsunuz. Şu an toplumda yaygınlaşan hastalıkların bu virüsleri taşıdığına şahit olmaya başladım. Bu şahitliğimiz umarım başkaları da şahit olmadan, iyi bir doktor gelir de bunların bir tedavi yolunu bize gösterir diye hep bekledik, ancak gelen doktor da kendine gelen röntgenlere bakarak sonuca gittiği için sanırım bizim bu hastalıklardan kurtulan topluma kolay kolay kavuşma imkânımız yok gibi görünüyor.
                Sen kimsin ya, sen sus, ne yapacağımızı bize kimse hatırlatamaz, biz bu işlerin en iyisini biliriz diye, yanlışlara ve hastalıklı bünyeleri koruma adına direnen nice cambazlar gördük, hepsi tarihin karanlık sayfalarında yazılı olduğundan şimdi hiç okunmuyorlar. Umarım bizim yaşadığımız dünya bu yanlışlıları hayatında barındıracak kadar aciz ve zavallı değildir. Yanlışları kazanabilmenin yolu yanlış adımlardan geçmez. Hayatta yanlışlar çok fazla, bu yanlışları ortadan kaldırmak gerek, her şeyi ve herkesi dışlamanın anlamı yok bağrımıza basalım derken sanırım o bağırlara, nice daha nice zehirli voyvoda kazıkları saplanacak gibi geliyor bana. Şu yanlış toplumsal algıyı ortadan kaldırmadan yürek işçileri dilenmeye, materyal bedenler ve kirli yürekler de meşrulaşmada koca bir halkın onayını almaya devam ederler.
                Gezdiğim gördüğüm her yerde bu tarz davranış şekillerini ve yalaka merdiven basamaklarını gördükçe, o merdivenleri temizleyen paspasları aramaya başladı gözlerim. Biz yanlış olsa da insanları kucaklamayın demiyorum, ancak yanlış davranışları ve bu davranışları meşrulaştırmak için bir yığın ödüller vererek eylemleri onaylamanın toplumsal dokunun geleceği açısından çok büyük tehlikeler yarattığını görmekteyim. Yanlış eylemlerin ödüllendirildiği bir davranışı gösterecek literatür var mı insanlık tarihinde. Evet, biraz fazla irdelediğimin farkındayım ancak yürek ve beyin emekçilerinin düştüğü acınası durumu gördüğüm zaman gittiğiz her yerde bir dilenci gibi karşılanmaktan utanç duyduğum için bazı hatırlatmaları yapayım belki herkes kendi payına düşeni alır diye…
                Düşünce hamallığına ve bilgi dilenciliğine son vermeden umarım birleri, bu insanları dilencilikten kurtarır da toplumda ödüllendirilen eylemlerin başarıya bağlı olduğunu ve topluma değer katan düşünceler olduğuna şahit oluruz. Bu yaşama geçtiğimizde benim de gözlerim açık gitmez, o zaman gelecek yaşamı doğrulara armağan ederek bu satır aralıklarından çıkıp bir anda buradan uzaklaşıyorum, haydi hayırlısı…
17.04.2013-(16.45-1730)
ÇENGELKÖY/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

8 Nisan 2013 Pazartesi

BENİM BABAM ADAM GİBİ ADAMDI!

BİZ BABADAN BÖYLE GÖRDÜK,"ADAMLARIN TÜKENDİĞİ GÜNDE ADAM OLMANIN ALFABESİNİ YAZDI YÜREĞİMİZE..."

MİLLETEN MİLLİYETE GEÇİŞ!

MİLLETE İBRAHİM’E HANİFE!
(Onlar birleştirilmesi gerekeni birleştirirler.)
Bir toplumu değiştirmek ve parçalamak istiyorsanız önce aralarında anlaştıkları kelime ve kavramlarını değiştirin, zaten o toplum kendiliğinden değişir.”Konfüçyüs
Son günlerde herkesin konuştuğu hatta yatakta sızılardan dayanamaz halde olan bir hastaya hastalığını unutturacak meseleler hakikaten bayağı bir sorun olmaya başladı gibi geliyor bana. Ondan dolayı bu sorunların bir tarafından konuşayım diye elime aldım kalemi, umarım biz de bir sorun olarak anlaşılmayız.1924 yılında gerçekleştirilen harf inkılâbı ile yapılan değişimlerin bu toplumun bağrında derin yaralar açtığını muhafazakâr ve dinci kimliğe sahip olan, bu ülkede etnik kökenini gözetmeden herkesin eleştiri yaptığını hepimiz çok iyi biliriz.
Emperyalist ülkelere baktığınızda onların ülkelerinde bir resmi dilin olduğunda hemen hemen herkesin ortak kanıda olduğunu görürsünüz. Neden kendi ülkelerinde ortak bir resmi dilin kullanılmasını istiyorlar da, başka ülkelerde çok sesli resmi dillerin olmasını arzuluyorlar bunları düşüneniz oldu mu; bunları düşünen biri olarak, bu düşüncelerimi biraz sesli düşünerek sizinle paylaşmak istedim hepsi o kadar. Bu açılım süreci sanırım öyle bir açılacağa benziyor ki, sanırım açı kollarının birbirinden uzaklaştıkça bir daha birleştirilmelerinin imkânsız olacağı açılıma benziyor. Günlük medyaya baktığınızda herkesin her şeyi konuşabildiği ancak konuşmalarının içeriğinin nereye vardığını hesap etmeyen birçok konuşmalara şahit olmaya başladık. Şahsen benim buradaki endişelerim ırksal ve etnik bir endişe olmadığını herkesin bilmesini isterim, açık yüreklilikle söylüyorum ki,şu ana kadar bu insanların anlaştığı ortak dil Kürtçe olsaydı onun kalmasını ve asla değiştirilmemesini isterdim.Ancak bu Türkçe olarak gelmiş bunun böyle kalmasının toplumsal gelecek açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.Ancak bu söylemim hiçbir zaman insanların fıtratlarının gereği olan,anadillerini konuşmalarının ve okumalarının sakıncalı olduğunu anlatacak bir zihin özürlülüğüne sahip  olmadığımı anlatayım.
Harf inkılâbı ile yaşadığımız kopuklukları anlatırken tarihsel destanlar anlatan kahramanlar, şu an neredeler, onları ortalıkta görmekte güçlük çekiyoruz. Bu gün onların o yakınmalarına yine ihtiyaç var. Yüz yıl içinde bir toplumun anlaştıkları dillerini yeniden anlaşılmaz hale getirmek, bu toplumda bir kör dövüşünü başlatmanın ilk adımı olarak değerlendiriyorum. Döne döne tekrar ediyorum, Allah’a yemin ediyorum ki, bu endişelerim kesinlikle bir ırki endişe değildir. Ancak toplumları ayrıştırmanın en cazip oyunlarından sadece biridir. Ne olur yani şu ana kadar Türkçe resmi dil oldu da ne oldu, bunun yanına bir de Kürtçe eklenirse kıyamet mi kopar bunu anlamıyoruz, diye bombardımana tutulacağımı bilerek, bir şeyleri hatırlatmamın kaçınılmaz olduğunu görüyorum. Şayet 1924 deki ideoloji Kürtçeyi resmi dil yapsaydı şu ana kadar bu toplumda herkes Kürtçe konuşuyor olacaktı ve anlaşamama gibi bir problem olmayacaktı. Ancak o dönemin ideolojisi bunu Türkçe olarak benimsemiş ve surecin üzerinden birkaç nesil geçmiş, bu durum tamamıyla içselleştirilmiş, ancak bu durumu kaşıyarak yeniden o günkü ideolojinin yaptığı yanlışları değişik yanlışlarla tedavi etmenin imkânsız olduğunu anlatıyorum. Bu gün aydın görünen ve Kürt kökenli dostlardan bazılarının hep uç noktalarda gezinerek, toplumsal omurgayı zedelediklerini görüyorum. Bu omurga yara alırsa hepimiz sürünmeye mahkûm oluruz bunu bilelim, o zaman omurgasız bir yaşam hayatımıza egemen olur.
25 yıl öncesinde 18-20 li yaşlarda İngilizcenin, Almancanın, Fransızcanın vs. bu ülkenin okullarında okutulan bir dil olmasında sakınca yokta, Kürtçenin okutulmasının ne sakıncası olacağını savunan insanlardanım. Düşüncelerimde bir değişim yok, var olan statükonun devamının kaçınılmazlığını da anlatmıyorum, ancak batılı emperyal güçlerin bu bölgelerde oynamak istediği oyunların figüranları olmayalım diyorum. Batı batmakta olan Güneşin Doğudan kıvılcımlarının belirdiğinin farkında, ancak bunun farkına varmayan biz zavallılarız. Bu ülkede yaşayan herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, vatandaşlık belgesiyle anlatılmasının ne sakıncası olduğunu anlamadığım gibi, burada ırka dayalı bir devlet özelliği nasıl anlaşılmakta bunu anlamakta da biraz zorlanıyorum. Millet kavramının kullanılmasının da gerekliliğini anlatıyorum. Milletle ulus kavramları birbirinin karşılığı değildir bunu anlayalım, zaman zaman bu millet bunu hak etmiyor derken, burada sadece Türk ulusu anlatılmıyor, öyle anlayanlar olabilir, Millet bu topraklarda hep “Din Birliği”olarak anlatılmıştır. Ancak 1789 yılındaki ırksal ayrışmalarla başlayan milliyetçilik akımları her ne kadar batı anlayışı çerçevesinde millet kavramının yerine konulmak istense de, bu gün bizler bu konuları sorguluyorsak bunun tutmadığının apaçık göstergesidir. Millet kavramı “Millete İbrahim’e Hanife”ayetinde tam karşılığını bulmaktadır. Ondan dolayı biz bu konuları sorgularken, bir ulusun çiğnenmiş olan haklarının iadesi konuşulduğu bir dönemde bunları gündeme taşıyarak, dini motiflerle insanların dini duygularını sömürme anlayışımızın yattığı anlaşılmasın. Bu düşüncelerin oluşacağını tahmin ederek bunu ifade etmek zorundayım, böyle bir anlayışla yazacağımız ve söyleyeceğiz bir söz varsa Rabbim onları bize söyletmesin. Benim tüm endişelerim oynanmakta olan oyunun sarhoş ettiği dimağların bu tuzakları doğru algılamalarının kaçınılmazlığı çırpınışlarıdır.
İleri sürülecek bazı yapay anlayışların alışkanlıkları olabilir. Herkesin bir devleti ve ulusal dili var, Kürtlerin böyle bir devletinin olması ve dillerini kendi devletlerinde konuşmalarının ne sakıncası var diyenler olacaktır. Bana sorarsanız ben böyle bir sakıncanın değil, bu uygulamaların sakıncaları olduğunu ve ortadan kaldırılması görüşündeyim. Ancak yeryüzünde bu kadar insan haklarını çiğneyen ve yeryüzünde fesat çıkaran. “Ekini ve nesli yok eden” devletler varken, Kürtlerinde bunlardan bir tane olması benim açımdan hiçbir anlam ifade etmemektedir. Yani anlayacağımız meselenin Kürtlerin bir devletinin olup olmaması açısından değil benim sorgulamalarımın özü. Hakka yakınlık ve yeryüzünde adaletin şahitliğini gereği gibi yapacak, zulmün her türlüsüne başkaldıracak, ister ırki, ister dinci despotizmden gelen tüm yanlışları telin edip, doğruyu kimden gelirse gelsin baş tacı yapıp onun uğruna canı vermekten endişe etmeyecek CHAVEZ’ler oluşturmaktır.
Konumuzu içeriğinden uzaklaştırmadan bazı farklı konuları ve anlayışları vurgulamaya çalıştık, ancak asıl vurgulamak istediğim kofüçyüsün da dediği gibi aramızda anlaştığımız ve birbirimizi anlamakta zorlanmadığımız bir işaret sistemimiz varken, bundan çok zarar gördük, onu bir başkasıyla çenç edelim diye bağırmaların çok da tutarlı olmadığını düşünüyorum. Bir toplumda yaşarken insani ve fıtri özelliklerimiz ne kadar korunmaktadır, insan olarak ne kadar değer görmekteyim, canım, malım, neslim ve geleceğim emniyet içinde mi diye bakmak gerekmez mi? Eğer bu yeni çıkarılacak anayasa ile bunlar bizi insan yerine koyuyor, vatandaşlık kimliği ile herkesi birinci sınıf vatandaş görüp azınlık statüsü vermiyorsa, bunun arkasında daha ne yapabiliriz gibi, bulanık suda balık yakalamayı hedefleyenler şunu iyi bilsinler ki, ne avlar ne de avcı olsa olsa avcıyı ava götürmeye çalışan bir bocunun görevini yaparlar. Bu toplumda ırki ne olursa olsun boculuk yapacak kadar asaletini yok sayan insanların olacağını düşünemiyorum.
Nazım’ın deyimiyle bu toplumda kardeş olarak yaşamanın tam zamanı ancak kardeşlik baskın rol üstlenmeden gerçekleşir, yaşamak:”Bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçe yaşamak bu sevda bizim.”Bu sevdayı yaşamak isteyen tüm insanları etnik kökenlerine bakılmaksızın bu süreçte adam olmanın kitabını yazma da bir, ya bir kalem, ya bir söz, ya bir mürekkep kutusu ya da bir türkü olmaya davet ederken, savaş kahramanlıklarını ve kan hesaplarını yaparak mutluluğa ulaşamayacaklarını da özellikle bilmelerini istiyorum.
07.04.2013-15.20-17.00-
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!