Bu Blogda Ara
8 Nisan 2013 Pazartesi
BENİM BABAM ADAM GİBİ ADAMDI!
MİLLETEN MİLLİYETE GEÇİŞ!
MİLLETE İBRAHİM’E HANİFE!
(Onlar birleştirilmesi gerekeni
birleştirirler.)
“Bir toplumu değiştirmek ve parçalamak
istiyorsanız önce aralarında anlaştıkları kelime ve kavramlarını değiştirin,
zaten o toplum kendiliğinden değişir.”Konfüçyüs
Son günlerde herkesin konuştuğu hatta yatakta sızılardan dayanamaz halde
olan bir hastaya hastalığını unutturacak meseleler hakikaten bayağı bir sorun
olmaya başladı gibi geliyor bana. Ondan dolayı bu sorunların bir tarafından
konuşayım diye elime aldım kalemi, umarım biz de bir sorun olarak
anlaşılmayız.1924 yılında gerçekleştirilen harf inkılâbı ile yapılan
değişimlerin bu toplumun bağrında derin yaralar açtığını muhafazakâr ve dinci
kimliğe sahip olan, bu ülkede etnik kökenini gözetmeden herkesin eleştiri
yaptığını hepimiz çok iyi biliriz.
Emperyalist ülkelere baktığınızda onların ülkelerinde bir resmi dilin
olduğunda hemen hemen herkesin ortak kanıda olduğunu görürsünüz. Neden kendi
ülkelerinde ortak bir resmi dilin kullanılmasını istiyorlar da, başka ülkelerde
çok sesli resmi dillerin olmasını arzuluyorlar bunları düşüneniz oldu mu;
bunları düşünen biri olarak, bu düşüncelerimi biraz sesli düşünerek sizinle
paylaşmak istedim hepsi o kadar. Bu açılım süreci sanırım öyle bir açılacağa
benziyor ki, sanırım açı kollarının birbirinden uzaklaştıkça bir daha
birleştirilmelerinin imkânsız olacağı açılıma benziyor. Günlük medyaya
baktığınızda herkesin her şeyi konuşabildiği ancak konuşmalarının içeriğinin
nereye vardığını hesap etmeyen birçok konuşmalara şahit olmaya başladık. Şahsen
benim buradaki endişelerim ırksal ve etnik bir endişe olmadığını herkesin
bilmesini isterim, açık yüreklilikle söylüyorum ki,şu ana kadar bu insanların
anlaştığı ortak dil Kürtçe olsaydı onun kalmasını ve asla değiştirilmemesini
isterdim.Ancak bu Türkçe olarak gelmiş bunun böyle kalmasının toplumsal gelecek
açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.Ancak bu söylemim hiçbir zaman
insanların fıtratlarının gereği olan,anadillerini konuşmalarının ve
okumalarının sakıncalı olduğunu anlatacak bir zihin özürlülüğüne sahip olmadığımı anlatayım.
Harf inkılâbı ile yaşadığımız kopuklukları anlatırken tarihsel destanlar
anlatan kahramanlar, şu an neredeler, onları ortalıkta görmekte güçlük
çekiyoruz. Bu gün onların o yakınmalarına yine ihtiyaç var. Yüz yıl içinde bir
toplumun anlaştıkları dillerini yeniden anlaşılmaz hale getirmek, bu toplumda
bir kör dövüşünü başlatmanın ilk adımı olarak değerlendiriyorum. Döne döne
tekrar ediyorum, Allah’a yemin ediyorum ki, bu endişelerim kesinlikle bir ırki
endişe değildir. Ancak toplumları ayrıştırmanın en cazip oyunlarından sadece biridir.
Ne olur yani şu ana kadar Türkçe resmi dil oldu da ne oldu, bunun yanına bir de
Kürtçe eklenirse kıyamet mi kopar bunu anlamıyoruz, diye bombardımana
tutulacağımı bilerek, bir şeyleri hatırlatmamın kaçınılmaz olduğunu görüyorum.
Şayet 1924 deki ideoloji Kürtçeyi resmi dil yapsaydı şu ana kadar bu toplumda
herkes Kürtçe konuşuyor olacaktı ve anlaşamama gibi bir problem olmayacaktı.
Ancak o dönemin ideolojisi bunu Türkçe olarak benimsemiş ve surecin üzerinden
birkaç nesil geçmiş, bu durum tamamıyla içselleştirilmiş, ancak bu durumu
kaşıyarak yeniden o günkü ideolojinin yaptığı yanlışları değişik yanlışlarla
tedavi etmenin imkânsız olduğunu anlatıyorum. Bu gün aydın görünen ve Kürt
kökenli dostlardan bazılarının hep uç noktalarda gezinerek, toplumsal omurgayı
zedelediklerini görüyorum. Bu omurga yara alırsa hepimiz sürünmeye mahkûm
oluruz bunu bilelim, o zaman omurgasız bir yaşam hayatımıza egemen olur.
25 yıl öncesinde 18-20 li yaşlarda İngilizcenin, Almancanın, Fransızcanın
vs. bu ülkenin okullarında okutulan bir dil olmasında sakınca yokta, Kürtçenin
okutulmasının ne sakıncası olacağını savunan insanlardanım. Düşüncelerimde bir
değişim yok, var olan statükonun devamının kaçınılmazlığını da anlatmıyorum,
ancak batılı emperyal güçlerin bu bölgelerde oynamak istediği oyunların
figüranları olmayalım diyorum. Batı batmakta olan Güneşin Doğudan
kıvılcımlarının belirdiğinin farkında, ancak bunun farkına varmayan biz
zavallılarız. Bu ülkede yaşayan herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı,
vatandaşlık belgesiyle anlatılmasının ne sakıncası olduğunu anlamadığım gibi,
burada ırka dayalı bir devlet özelliği nasıl anlaşılmakta bunu anlamakta da
biraz zorlanıyorum. Millet kavramının kullanılmasının da gerekliliğini anlatıyorum.
Milletle ulus kavramları birbirinin karşılığı değildir bunu anlayalım, zaman
zaman bu millet bunu hak etmiyor derken, burada sadece Türk ulusu anlatılmıyor,
öyle anlayanlar olabilir, Millet bu topraklarda hep “Din Birliği”olarak anlatılmıştır.
Ancak 1789 yılındaki ırksal ayrışmalarla başlayan milliyetçilik akımları her ne
kadar batı anlayışı çerçevesinde millet kavramının yerine konulmak istense de,
bu gün bizler bu konuları sorguluyorsak bunun tutmadığının apaçık göstergesidir.
Millet kavramı “Millete İbrahim’e Hanife”ayetinde tam karşılığını bulmaktadır.
Ondan dolayı biz bu konuları sorgularken, bir ulusun çiğnenmiş olan haklarının
iadesi konuşulduğu bir dönemde bunları gündeme taşıyarak, dini motiflerle
insanların dini duygularını sömürme anlayışımızın yattığı anlaşılmasın. Bu
düşüncelerin oluşacağını tahmin ederek bunu ifade etmek zorundayım, böyle bir
anlayışla yazacağımız ve söyleyeceğiz bir söz varsa Rabbim onları bize
söyletmesin. Benim tüm endişelerim oynanmakta olan oyunun sarhoş ettiği
dimağların bu tuzakları doğru algılamalarının kaçınılmazlığı çırpınışlarıdır.
İleri sürülecek bazı yapay anlayışların alışkanlıkları olabilir. Herkesin
bir devleti ve ulusal dili var, Kürtlerin böyle bir devletinin olması ve
dillerini kendi devletlerinde konuşmalarının ne sakıncası var diyenler olacaktır.
Bana sorarsanız ben böyle bir sakıncanın değil, bu uygulamaların sakıncaları
olduğunu ve ortadan kaldırılması görüşündeyim. Ancak yeryüzünde bu kadar insan
haklarını çiğneyen ve yeryüzünde fesat çıkaran. “Ekini ve nesli yok eden” devletler varken, Kürtlerinde bunlardan
bir tane olması benim açımdan hiçbir anlam ifade etmemektedir. Yani
anlayacağımız meselenin Kürtlerin bir devletinin olup olmaması açısından değil
benim sorgulamalarımın özü. Hakka yakınlık ve yeryüzünde adaletin şahitliğini
gereği gibi yapacak, zulmün her türlüsüne başkaldıracak, ister ırki, ister
dinci despotizmden gelen tüm yanlışları telin edip, doğruyu kimden gelirse
gelsin baş tacı yapıp onun uğruna canı vermekten endişe etmeyecek CHAVEZ’ler
oluşturmaktır.
Konumuzu içeriğinden uzaklaştırmadan bazı farklı konuları ve anlayışları
vurgulamaya çalıştık, ancak asıl vurgulamak istediğim kofüçyüsün da dediği gibi aramızda anlaştığımız ve birbirimizi
anlamakta zorlanmadığımız bir işaret sistemimiz varken, bundan çok zarar gördük,
onu bir başkasıyla çenç edelim diye bağırmaların çok da tutarlı olmadığını
düşünüyorum. Bir toplumda yaşarken insani ve fıtri özelliklerimiz ne kadar
korunmaktadır, insan olarak ne kadar değer görmekteyim, canım, malım, neslim ve
geleceğim emniyet içinde mi diye bakmak gerekmez mi? Eğer bu yeni çıkarılacak
anayasa ile bunlar bizi insan yerine koyuyor, vatandaşlık kimliği ile herkesi
birinci sınıf vatandaş görüp azınlık statüsü vermiyorsa, bunun arkasında daha
ne yapabiliriz gibi, bulanık suda balık yakalamayı hedefleyenler şunu iyi
bilsinler ki, ne avlar ne de avcı olsa olsa avcıyı ava götürmeye çalışan bir
bocunun görevini yaparlar. Bu toplumda ırki ne olursa olsun boculuk yapacak
kadar asaletini yok sayan insanların olacağını düşünemiyorum.
Nazım’ın deyimiyle bu toplumda kardeş olarak yaşamanın tam zamanı ancak
kardeşlik baskın rol üstlenmeden gerçekleşir, yaşamak:”Bir ağaç gibi tek ve
hür, ve bir orman gibi kardeşçe yaşamak bu sevda bizim.”Bu sevdayı yaşamak
isteyen tüm insanları etnik kökenlerine bakılmaksızın bu süreçte adam olmanın
kitabını yazma da bir, ya bir kalem, ya bir söz, ya bir mürekkep kutusu ya da
bir türkü olmaya davet ederken, savaş kahramanlıklarını ve kan hesaplarını
yaparak mutluluğa ulaşamayacaklarını da özellikle bilmelerini istiyorum.
07.04.2013-15.20-17.00-
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
5 Nisan 2013 Cuma
AKİL-AKBİL(BENİM ÜLKEMİN KOYUNU FARKLI MELER)(!)
Son günlerde
bayağı kafam karışmaya başladı, akil insanlar diye bir grup oluştu, hangi akla
hizmet edeceklerini anlamış bile değilim. Anlamış olsaydım bunları satırlara
aktarmayı düşünür müydüm? Ahmet Hakan şimdi yerinde duramıyor, acaba kiminle
nasıl geyik yapabilirim diye, belki de geceleri uyuyamıyor. Nihat Doğan, benim
ülkemin koyunları bile farklı meler derken, hakikaten doğru söylemiş, insanları
bu kadar farklı ise, kim bilir koyunları ne kadar farklı değil mi?
Levent Kırca
ortalıkta hiç görünmüyor, sanırım kahrından sabahlara kadar, kafayı çekiyordur.
İlyas Salman Bağlamasını almış eline, yanık türküleri dinlendiriyor,
öğrencilerinin karşısında edebiyat dersinde,”siz benim neler çektiğimi nerden
bileceksiniz” arabeski, öyle bir halk diliyle söylüyor ki, anlatamam. Öyle
sakin sakin ardından bir de şiir patlatıyor, siz anne ve babanızdan
utanıyorsunuz değil mi, çocuklar bunlar benim anam ve babam, beni dünyaya
getirdiler, akil insan olmam için, ama öyle bir günde yaşıyorum ki, bağlamam
konuşuyor yerime, ben kafayı Çekiyorum onun yerine…
Reytingler
alamadım, hep dürüstlük rollerini aldım, lakin dürüst yaşayamadığımdan kimsenin
gözü beni görmedi, akil insanlar arasında kendimizi buluruz derken, bir de
baktım Hülya abla benim yerim de, ben de aynanın karşısında soruyorum ona, ayna
ayna söyle bana bu dünya da benden daha güzeli var mı diye… Ayna da dile
gelmesin mi, ulan adam bu çirkinlikle ne soruyorsun, çirkin olduğunu tarih
yazdı sen hiç mi tarih okumuyorsun.
İlyas salman
şöyle dursun, Şener Şen oradan bağırmasın mı,”Ulen namuslu namussuzlar”hiç mi
sizde benim bir dirhem hatırım yok, o kadar eğlendirm ki, davarolardan gelirem,
hıyarolarla savaşırem, memleketin her yanından malumat alirem, ulan ben ağayim
ha, ağanın lafının üstüne laf mı olur, akil arirseniz, önce bana soreceksiniz.Ulan…..diye
Şener şen bir şaha kalkarsa görürüsünüz gününüzü.Acaba Recep İvedik bu ara
nerelerde, Karaanbar kamyoncular derneğinde bir kuru fasulye yemek için mutlaka
ringe çıkmıştır,yoksa etraftan böhhhhh diye böğürtülerini duyardık.Baaga bak
oğlum,diye bir ses var sanki,kafamı attırmayıng ulan yoksa sizi süründürüm
lang…
İmparator
İbrahim Tatlıses,”Yalnızım dostlarım yalnızım, tutun ellerimden yoksa düşerim
şimdi”diye iç âlemini kendi kendine mırıldanırken bir düşünün sene, ben bu
ülkemin birliği ve dirliği için elimden geleni yaptım, hatta vekil olmaktan
bile vazgeçtim, Şivan Perver’le Kuzey Irakta daha yakın zamanda birlikte
kardeşlik mesajları verdik, ama demek akil baliğ çağına gelmemişiz ki,kimse
bize danışma gereği duymadı.Ardından derdini anlatmak için mikrofonu eline
almaz mı, bakın neler söyledi,”Tabip sen elleme benim yaramı,beni bu dertlere
salanı bul getir.”Ne yapsın imparator,of çekerek türküsünü söylemeye devam…
Rahmetli
merhum Cem karaca’ya sorsaydık şimdi sanırım bize şu şarkısıyla karşılık
verirdi,”Bindik bir alamete gidiyok kıyamete”Merhum Ali Rıza Septioğlu sağ
olsaydı şimdi, söyleyeceği ilk söz sanırım şu olurdu.”Sayın Başbakan! Senin
yeminin bojuldu, tekrar yemin et, çünkü işten o kadar çok anlayan adamı akil
diye atamışsın ki, ben bile şaştım kaldım.”Hülya kıjımızın hangi aklından
yararlanmayı düşündünüz, buraşı Kocaman Türkiye cumhuriyeti Devleti, şiz sanırım
bu işi, Acunun yetenek şizsiniz programı ile karıştırdınız demez miydi?
Sayın Demirel
şimdi yerinde duramıyor, binan aleyh, bu adam ne yapmaya çalışıyor, ben 40 sene
bu ülkede siyasette bulundum, böyle bir formül bulamadım da, bunlara Cebrail mi
geliyor acaba, herkes bizden bir şey bekliyor, Rahmetli Necmettin olsaydı konuşurdum,
şimdi beni kim anlar ki, vah benim bu kafam, şimdi kimse beni anlamıyor, o
zamanda ben onu anlamadım. Bizim dönemde sorun morun yoktu, olsaydı elbet çözerdik,
kalkmış konuşuyorlar” sanki bizim dönemde çözüm vardı da biz mi yapmadık…”Ombudsman
olarak bana danışanlar, şimdi danışılmayacağına mı karar verdiler, neyse biz
nice çözümler gördük, hepsini biliriz, dün dündür, bu gün bu gündür.
MERHUM ERBAKAN
HOCA şu an da aramızda olsaydı acaba ne derdi, sizi gidi sizi, memleket
sorunlarını çözmek için aradınız aradınız da bu zatı muhteremlerden başka
kimseye ulaşamadınız mı? Bu muhteremlerden bazıları memleket işinden anlar da,
bazılarının buradaki yerini ben anlamadım, Sayın Başbakan galiba devlet işini
televizyonda program yapmaya benzetti demez miydi? Kardeşlik meselesi mühim bir
meseledir, bu da ancak milli görüşle huzura ulaşır. Bunların çözüm diye yapmak istedikleri,
öyle ki bizi çözümsüzlüğe götürüyor gibi geliyor bana… Herkesin çözümsüz dediği
bir konuda, böyle bir trene bu kadar farklı vagonların takılmasının sebebi, çok
mühimdir.”Çözümü güç olan bir konuda size danışılıyorsa, bazıları kendilerinin
adam yerine konulduğunu sanabilirler, be hey ahmak adam şişme öyle, sorunun
sırtına vurulacağı suçlu aranmaktadır…”Uyanık adamların felsefesi budur der.
Yine televizyon ekranlarından o meşhur konuşmalarını herhalde yapmaya devam
ederdi.
Rahmetli
Sabancı sağ olsaydı, Ben Sayın Başbakanı yürekten kutluyorum, cesur adamlar
karar verebilir, Başbakanımız cesur bir adamdır, bu meseleleri çözmek için çok
çok çalışmıştır, göreceksiniz ki, huzur çalışanların istrahgahı olmuştur. İşte
ben bu gün baktığımda böyle bir haritayı görüyorum, sabancı holding bundan
sonraki çalışmalarını ülkenin her karış toprağına yayacaktır. Memleketimiz çok
güzeldir, gençler çalışacaksınız çalışacaksınız her biriniz bir başbakan
olacaksınız…
Merhum
Alpaslan Türkeş sağ olsaydı,”ne sorunu ne çözümü, kim bunlar, ülke sorununu
çözeceklermiş, bunlar önce ülkeyi sevsinler, milliyetin ne olduğunu anlasınlar
da sonra ülkeyi tanısınlar. Biz siyasetle uğraşırken bu gençler siyasetin ne
olduğunu bilmezlerdi, şimdi kalkmışlar, sorun tespit etmişler, onu da
çözeceklermiş, hey çocuklar sorun sizsiniz, bu ülkede sorun yoktur, ben ne
kadar Türksem bu ülkenin her tarafında bulunan her fert o kadar Türk olmak
zorundadır. Türklükle alakalı bir sorunu varsa onu çözeceğiz onun yolu da”gölde
bazı köpek balıkları var da bunları yakalayıp yok etmekte zorlanıyorsak, o
balıkların yaşadığı gölü kurutursunuz sorun kalmaz. Başka türlü sorun morun
diye bir şey yoktur. Herkes ayağını denk atsın, bizim kafamızı attırmayın,
yoksa Egeden başlar Çin’den çıkarız, ortalığı kana boğarız o zaman sorunu da
çözümü de görürsünüz demez miydi acaba….
Neyse fazla
insanları konuşturmayalım isterseniz, çünkü herkes konuşmak istiyor da zaman
sınırlı olduğundan ben söz hakkını ünlü filozof ve düşünür, Platon’a
bırakıyorum:”Filozoflar yönetime gelmedikçe ya da yöneticiler filozof olmadıkça
bir topluma asla mutluluk gelmeyecektir.”Ortak yaşamanın kurallarını
belirleyecek insanlar, elit entellektuel insanlar olmalılar ki, sorunların
kaynağını bulacak ve öneri sunacak kadar akıllarını kullanamayacak düzeyde,
sadece maddi menfaatler hanesine bir kazanım katmak için çalışanlara bir
toplumun geleceği ile ilgili ortak yaşam felsefesi bırakılmayacak kadar
önemlidir”der.
Farabi’ye
göre, toplum sorunları ve siyasetle ilgilenen insanlar adil bir yönetim ortaya
koyacaklarsa, Peygamberlerin, filozofların ve bilim adamlarının erdemine sahip
olmalıdır. Bu erdemlerden yoksun şarlatanlara bırakılacak bir toplumdaki
yönetim,”Medine tül-Cühela”(cahiller yönetimi),halkta cahil insanlardan oluşur.
Farabi’nin Medine tül Fazla’sında buluşmak umuduyla dikkat yol ayrımındayız
diyorum. Bu bir yüzleşme belgesidir.
SOSYOLOG YAZAR-EROL KEKEÇ
03.04.2013-20.00-21.55-Çengelköy/İST
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!
