Bu Blogda Ara

8 Nisan 2013 Pazartesi

MİLLETEN MİLLİYETE GEÇİŞ!

MİLLETE İBRAHİM’E HANİFE!
(Onlar birleştirilmesi gerekeni birleştirirler.)
Bir toplumu değiştirmek ve parçalamak istiyorsanız önce aralarında anlaştıkları kelime ve kavramlarını değiştirin, zaten o toplum kendiliğinden değişir.”Konfüçyüs
Son günlerde herkesin konuştuğu hatta yatakta sızılardan dayanamaz halde olan bir hastaya hastalığını unutturacak meseleler hakikaten bayağı bir sorun olmaya başladı gibi geliyor bana. Ondan dolayı bu sorunların bir tarafından konuşayım diye elime aldım kalemi, umarım biz de bir sorun olarak anlaşılmayız.1924 yılında gerçekleştirilen harf inkılâbı ile yapılan değişimlerin bu toplumun bağrında derin yaralar açtığını muhafazakâr ve dinci kimliğe sahip olan, bu ülkede etnik kökenini gözetmeden herkesin eleştiri yaptığını hepimiz çok iyi biliriz.
Emperyalist ülkelere baktığınızda onların ülkelerinde bir resmi dilin olduğunda hemen hemen herkesin ortak kanıda olduğunu görürsünüz. Neden kendi ülkelerinde ortak bir resmi dilin kullanılmasını istiyorlar da, başka ülkelerde çok sesli resmi dillerin olmasını arzuluyorlar bunları düşüneniz oldu mu; bunları düşünen biri olarak, bu düşüncelerimi biraz sesli düşünerek sizinle paylaşmak istedim hepsi o kadar. Bu açılım süreci sanırım öyle bir açılacağa benziyor ki, sanırım açı kollarının birbirinden uzaklaştıkça bir daha birleştirilmelerinin imkânsız olacağı açılıma benziyor. Günlük medyaya baktığınızda herkesin her şeyi konuşabildiği ancak konuşmalarının içeriğinin nereye vardığını hesap etmeyen birçok konuşmalara şahit olmaya başladık. Şahsen benim buradaki endişelerim ırksal ve etnik bir endişe olmadığını herkesin bilmesini isterim, açık yüreklilikle söylüyorum ki,şu ana kadar bu insanların anlaştığı ortak dil Kürtçe olsaydı onun kalmasını ve asla değiştirilmemesini isterdim.Ancak bu Türkçe olarak gelmiş bunun böyle kalmasının toplumsal gelecek açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.Ancak bu söylemim hiçbir zaman insanların fıtratlarının gereği olan,anadillerini konuşmalarının ve okumalarının sakıncalı olduğunu anlatacak bir zihin özürlülüğüne sahip  olmadığımı anlatayım.
Harf inkılâbı ile yaşadığımız kopuklukları anlatırken tarihsel destanlar anlatan kahramanlar, şu an neredeler, onları ortalıkta görmekte güçlük çekiyoruz. Bu gün onların o yakınmalarına yine ihtiyaç var. Yüz yıl içinde bir toplumun anlaştıkları dillerini yeniden anlaşılmaz hale getirmek, bu toplumda bir kör dövüşünü başlatmanın ilk adımı olarak değerlendiriyorum. Döne döne tekrar ediyorum, Allah’a yemin ediyorum ki, bu endişelerim kesinlikle bir ırki endişe değildir. Ancak toplumları ayrıştırmanın en cazip oyunlarından sadece biridir. Ne olur yani şu ana kadar Türkçe resmi dil oldu da ne oldu, bunun yanına bir de Kürtçe eklenirse kıyamet mi kopar bunu anlamıyoruz, diye bombardımana tutulacağımı bilerek, bir şeyleri hatırlatmamın kaçınılmaz olduğunu görüyorum. Şayet 1924 deki ideoloji Kürtçeyi resmi dil yapsaydı şu ana kadar bu toplumda herkes Kürtçe konuşuyor olacaktı ve anlaşamama gibi bir problem olmayacaktı. Ancak o dönemin ideolojisi bunu Türkçe olarak benimsemiş ve surecin üzerinden birkaç nesil geçmiş, bu durum tamamıyla içselleştirilmiş, ancak bu durumu kaşıyarak yeniden o günkü ideolojinin yaptığı yanlışları değişik yanlışlarla tedavi etmenin imkânsız olduğunu anlatıyorum. Bu gün aydın görünen ve Kürt kökenli dostlardan bazılarının hep uç noktalarda gezinerek, toplumsal omurgayı zedelediklerini görüyorum. Bu omurga yara alırsa hepimiz sürünmeye mahkûm oluruz bunu bilelim, o zaman omurgasız bir yaşam hayatımıza egemen olur.
25 yıl öncesinde 18-20 li yaşlarda İngilizcenin, Almancanın, Fransızcanın vs. bu ülkenin okullarında okutulan bir dil olmasında sakınca yokta, Kürtçenin okutulmasının ne sakıncası olacağını savunan insanlardanım. Düşüncelerimde bir değişim yok, var olan statükonun devamının kaçınılmazlığını da anlatmıyorum, ancak batılı emperyal güçlerin bu bölgelerde oynamak istediği oyunların figüranları olmayalım diyorum. Batı batmakta olan Güneşin Doğudan kıvılcımlarının belirdiğinin farkında, ancak bunun farkına varmayan biz zavallılarız. Bu ülkede yaşayan herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, vatandaşlık belgesiyle anlatılmasının ne sakıncası olduğunu anlamadığım gibi, burada ırka dayalı bir devlet özelliği nasıl anlaşılmakta bunu anlamakta da biraz zorlanıyorum. Millet kavramının kullanılmasının da gerekliliğini anlatıyorum. Milletle ulus kavramları birbirinin karşılığı değildir bunu anlayalım, zaman zaman bu millet bunu hak etmiyor derken, burada sadece Türk ulusu anlatılmıyor, öyle anlayanlar olabilir, Millet bu topraklarda hep “Din Birliği”olarak anlatılmıştır. Ancak 1789 yılındaki ırksal ayrışmalarla başlayan milliyetçilik akımları her ne kadar batı anlayışı çerçevesinde millet kavramının yerine konulmak istense de, bu gün bizler bu konuları sorguluyorsak bunun tutmadığının apaçık göstergesidir. Millet kavramı “Millete İbrahim’e Hanife”ayetinde tam karşılığını bulmaktadır. Ondan dolayı biz bu konuları sorgularken, bir ulusun çiğnenmiş olan haklarının iadesi konuşulduğu bir dönemde bunları gündeme taşıyarak, dini motiflerle insanların dini duygularını sömürme anlayışımızın yattığı anlaşılmasın. Bu düşüncelerin oluşacağını tahmin ederek bunu ifade etmek zorundayım, böyle bir anlayışla yazacağımız ve söyleyeceğiz bir söz varsa Rabbim onları bize söyletmesin. Benim tüm endişelerim oynanmakta olan oyunun sarhoş ettiği dimağların bu tuzakları doğru algılamalarının kaçınılmazlığı çırpınışlarıdır.
İleri sürülecek bazı yapay anlayışların alışkanlıkları olabilir. Herkesin bir devleti ve ulusal dili var, Kürtlerin böyle bir devletinin olması ve dillerini kendi devletlerinde konuşmalarının ne sakıncası var diyenler olacaktır. Bana sorarsanız ben böyle bir sakıncanın değil, bu uygulamaların sakıncaları olduğunu ve ortadan kaldırılması görüşündeyim. Ancak yeryüzünde bu kadar insan haklarını çiğneyen ve yeryüzünde fesat çıkaran. “Ekini ve nesli yok eden” devletler varken, Kürtlerinde bunlardan bir tane olması benim açımdan hiçbir anlam ifade etmemektedir. Yani anlayacağımız meselenin Kürtlerin bir devletinin olup olmaması açısından değil benim sorgulamalarımın özü. Hakka yakınlık ve yeryüzünde adaletin şahitliğini gereği gibi yapacak, zulmün her türlüsüne başkaldıracak, ister ırki, ister dinci despotizmden gelen tüm yanlışları telin edip, doğruyu kimden gelirse gelsin baş tacı yapıp onun uğruna canı vermekten endişe etmeyecek CHAVEZ’ler oluşturmaktır.
Konumuzu içeriğinden uzaklaştırmadan bazı farklı konuları ve anlayışları vurgulamaya çalıştık, ancak asıl vurgulamak istediğim kofüçyüsün da dediği gibi aramızda anlaştığımız ve birbirimizi anlamakta zorlanmadığımız bir işaret sistemimiz varken, bundan çok zarar gördük, onu bir başkasıyla çenç edelim diye bağırmaların çok da tutarlı olmadığını düşünüyorum. Bir toplumda yaşarken insani ve fıtri özelliklerimiz ne kadar korunmaktadır, insan olarak ne kadar değer görmekteyim, canım, malım, neslim ve geleceğim emniyet içinde mi diye bakmak gerekmez mi? Eğer bu yeni çıkarılacak anayasa ile bunlar bizi insan yerine koyuyor, vatandaşlık kimliği ile herkesi birinci sınıf vatandaş görüp azınlık statüsü vermiyorsa, bunun arkasında daha ne yapabiliriz gibi, bulanık suda balık yakalamayı hedefleyenler şunu iyi bilsinler ki, ne avlar ne de avcı olsa olsa avcıyı ava götürmeye çalışan bir bocunun görevini yaparlar. Bu toplumda ırki ne olursa olsun boculuk yapacak kadar asaletini yok sayan insanların olacağını düşünemiyorum.
Nazım’ın deyimiyle bu toplumda kardeş olarak yaşamanın tam zamanı ancak kardeşlik baskın rol üstlenmeden gerçekleşir, yaşamak:”Bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçe yaşamak bu sevda bizim.”Bu sevdayı yaşamak isteyen tüm insanları etnik kökenlerine bakılmaksızın bu süreçte adam olmanın kitabını yazma da bir, ya bir kalem, ya bir söz, ya bir mürekkep kutusu ya da bir türkü olmaya davet ederken, savaş kahramanlıklarını ve kan hesaplarını yaparak mutluluğa ulaşamayacaklarını da özellikle bilmelerini istiyorum.
07.04.2013-15.20-17.00-
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

 

5 Nisan 2013 Cuma

AKİL-AKBİL(BENİM ÜLKEMİN KOYUNU FARKLI MELER)(!)


Son günlerde bayağı kafam karışmaya başladı, akil insanlar diye bir grup oluştu, hangi akla hizmet edeceklerini anlamış bile değilim. Anlamış olsaydım bunları satırlara aktarmayı düşünür müydüm? Ahmet Hakan şimdi yerinde duramıyor, acaba kiminle nasıl geyik yapabilirim diye, belki de geceleri uyuyamıyor. Nihat Doğan, benim ülkemin koyunları bile farklı meler derken, hakikaten doğru söylemiş, insanları bu kadar farklı ise, kim bilir koyunları ne kadar farklı değil mi?
Levent Kırca ortalıkta hiç görünmüyor, sanırım kahrından sabahlara kadar, kafayı çekiyordur. İlyas Salman Bağlamasını almış eline, yanık türküleri dinlendiriyor, öğrencilerinin karşısında edebiyat dersinde,”siz benim neler çektiğimi nerden bileceksiniz” arabeski, öyle bir halk diliyle söylüyor ki, anlatamam. Öyle sakin sakin ardından bir de şiir patlatıyor, siz anne ve babanızdan utanıyorsunuz değil mi, çocuklar bunlar benim anam ve babam, beni dünyaya getirdiler, akil insan olmam için, ama öyle bir günde yaşıyorum ki, bağlamam konuşuyor yerime, ben kafayı Çekiyorum onun yerine…
Reytingler alamadım, hep dürüstlük rollerini aldım, lakin dürüst yaşayamadığımdan kimsenin gözü beni görmedi, akil insanlar arasında kendimizi buluruz derken, bir de baktım Hülya abla benim yerim de, ben de aynanın karşısında soruyorum ona, ayna ayna söyle bana bu dünya da benden daha güzeli var mı diye… Ayna da dile gelmesin mi, ulan adam bu çirkinlikle ne soruyorsun, çirkin olduğunu tarih yazdı sen hiç mi tarih okumuyorsun.
İlyas salman şöyle dursun, Şener Şen oradan bağırmasın mı,”Ulen namuslu namussuzlar”hiç mi sizde benim bir dirhem hatırım yok, o kadar eğlendirm ki, davarolardan gelirem, hıyarolarla savaşırem, memleketin her yanından malumat alirem, ulan ben ağayim ha, ağanın lafının üstüne laf mı olur, akil arirseniz, önce bana soreceksiniz.Ulan…..diye Şener şen bir şaha kalkarsa görürüsünüz gününüzü.Acaba Recep İvedik bu ara nerelerde, Karaanbar kamyoncular derneğinde bir kuru fasulye yemek için mutlaka ringe çıkmıştır,yoksa etraftan böhhhhh diye böğürtülerini duyardık.Baaga bak oğlum,diye bir ses var sanki,kafamı attırmayıng ulan yoksa sizi süründürüm lang…
İmparator İbrahim Tatlıses,”Yalnızım dostlarım yalnızım, tutun ellerimden yoksa düşerim şimdi”diye iç âlemini kendi kendine mırıldanırken bir düşünün sene, ben bu ülkemin birliği ve dirliği için elimden geleni yaptım, hatta vekil olmaktan bile vazgeçtim, Şivan Perver’le Kuzey Irakta daha yakın zamanda birlikte kardeşlik mesajları verdik, ama demek akil baliğ çağına gelmemişiz ki,kimse bize danışma gereği duymadı.Ardından derdini anlatmak için mikrofonu eline almaz mı, bakın neler söyledi,”Tabip sen elleme benim yaramı,beni bu dertlere salanı bul getir.”Ne yapsın imparator,of çekerek türküsünü söylemeye devam…
Rahmetli merhum Cem karaca’ya sorsaydık şimdi sanırım bize şu şarkısıyla karşılık verirdi,”Bindik bir alamete gidiyok kıyamete”Merhum Ali Rıza Septioğlu sağ olsaydı şimdi, söyleyeceği ilk söz sanırım şu olurdu.”Sayın Başbakan! Senin yeminin bojuldu, tekrar yemin et, çünkü işten o kadar çok anlayan adamı akil diye atamışsın ki, ben bile şaştım kaldım.”Hülya kıjımızın hangi aklından yararlanmayı düşündünüz, buraşı Kocaman Türkiye cumhuriyeti Devleti, şiz sanırım bu işi, Acunun yetenek şizsiniz programı ile karıştırdınız demez miydi?
Sayın Demirel şimdi yerinde duramıyor, binan aleyh, bu adam ne yapmaya çalışıyor, ben 40 sene bu ülkede siyasette bulundum, böyle bir formül bulamadım da, bunlara Cebrail mi geliyor acaba, herkes bizden bir şey bekliyor, Rahmetli Necmettin olsaydı konuşurdum, şimdi beni kim anlar ki, vah benim bu kafam, şimdi kimse beni anlamıyor, o zamanda ben onu anlamadım. Bizim dönemde sorun morun yoktu, olsaydı elbet çözerdik, kalkmış konuşuyorlar” sanki bizim dönemde çözüm vardı da biz mi yapmadık…”Ombudsman olarak bana danışanlar, şimdi danışılmayacağına mı karar verdiler, neyse biz nice çözümler gördük, hepsini biliriz, dün dündür, bu gün bu gündür.
MERHUM ERBAKAN HOCA şu an da aramızda olsaydı acaba ne derdi, sizi gidi sizi, memleket sorunlarını çözmek için aradınız aradınız da bu zatı muhteremlerden başka kimseye ulaşamadınız mı? Bu muhteremlerden bazıları memleket işinden anlar da, bazılarının buradaki yerini ben anlamadım, Sayın Başbakan galiba devlet işini televizyonda program yapmaya benzetti demez miydi? Kardeşlik meselesi mühim bir meseledir, bu da ancak milli görüşle huzura ulaşır. Bunların çözüm diye yapmak istedikleri, öyle ki bizi çözümsüzlüğe götürüyor gibi geliyor bana… Herkesin çözümsüz dediği bir konuda, böyle bir trene bu kadar farklı vagonların takılmasının sebebi, çok mühimdir.”Çözümü güç olan bir konuda size danışılıyorsa, bazıları kendilerinin adam yerine konulduğunu sanabilirler, be hey ahmak adam şişme öyle, sorunun sırtına vurulacağı suçlu aranmaktadır…”Uyanık adamların felsefesi budur der. Yine televizyon ekranlarından o meşhur konuşmalarını herhalde yapmaya devam ederdi.
Rahmetli Sabancı sağ olsaydı, Ben Sayın Başbakanı yürekten kutluyorum, cesur adamlar karar verebilir, Başbakanımız cesur bir adamdır, bu meseleleri çözmek için çok çok çalışmıştır, göreceksiniz ki, huzur çalışanların istrahgahı olmuştur. İşte ben bu gün baktığımda böyle bir haritayı görüyorum, sabancı holding bundan sonraki çalışmalarını ülkenin her karış toprağına yayacaktır. Memleketimiz çok güzeldir, gençler çalışacaksınız çalışacaksınız her biriniz bir başbakan olacaksınız…
Merhum Alpaslan Türkeş sağ olsaydı,”ne sorunu ne çözümü, kim bunlar, ülke sorununu çözeceklermiş, bunlar önce ülkeyi sevsinler, milliyetin ne olduğunu anlasınlar da sonra ülkeyi tanısınlar. Biz siyasetle uğraşırken bu gençler siyasetin ne olduğunu bilmezlerdi, şimdi kalkmışlar, sorun tespit etmişler, onu da çözeceklermiş, hey çocuklar sorun sizsiniz, bu ülkede sorun yoktur, ben ne kadar Türksem bu ülkenin her tarafında bulunan her fert o kadar Türk olmak zorundadır. Türklükle alakalı bir sorunu varsa onu çözeceğiz onun yolu da”gölde bazı köpek balıkları var da bunları yakalayıp yok etmekte zorlanıyorsak, o balıkların yaşadığı gölü kurutursunuz sorun kalmaz. Başka türlü sorun morun diye bir şey yoktur. Herkes ayağını denk atsın, bizim kafamızı attırmayın, yoksa Egeden başlar Çin’den çıkarız, ortalığı kana boğarız o zaman sorunu da çözümü de görürsünüz demez miydi acaba….
Neyse fazla insanları konuşturmayalım isterseniz, çünkü herkes konuşmak istiyor da zaman sınırlı olduğundan ben söz hakkını ünlü filozof ve düşünür, Platon’a bırakıyorum:”Filozoflar yönetime gelmedikçe ya da yöneticiler filozof olmadıkça bir topluma asla mutluluk gelmeyecektir.”Ortak yaşamanın kurallarını belirleyecek insanlar, elit entellektuel insanlar olmalılar ki, sorunların kaynağını bulacak ve öneri sunacak kadar akıllarını kullanamayacak düzeyde, sadece maddi menfaatler hanesine bir kazanım katmak için çalışanlara bir toplumun geleceği ile ilgili ortak yaşam felsefesi bırakılmayacak kadar önemlidir”der.
Farabi’ye göre, toplum sorunları ve siyasetle ilgilenen insanlar adil bir yönetim ortaya koyacaklarsa, Peygamberlerin, filozofların ve bilim adamlarının erdemine sahip olmalıdır. Bu erdemlerden yoksun şarlatanlara bırakılacak bir toplumdaki yönetim,”Medine tül-Cühela”(cahiller yönetimi),halkta cahil insanlardan oluşur. Farabi’nin Medine tül Fazla’sında buluşmak umuduyla dikkat yol ayrımındayız diyorum. Bu bir yüzleşme belgesidir.
SOSYOLOG YAZAR-EROL KEKEÇ
 03.04.2013-20.00-21.55-Çengelköy/İST

24 Mart 2013 Pazar

DEVLET TERÖRİSTLE GÖRÜŞÜR MÜ? (!)-3


          Budan önce yaptığımız açıklamalarda devletin kutsallığına dokunmanın tehlikeli bir iş olduğunu, ancak kutsallar sorgulanmadan da doğrulara varmanın imkansızlığını anlatmıştık. Bu topraklarda yıllardan beri yaşanan acının temelinde de bu hakikatlerin olduğunu vurgulamış, bunun önüne geçmenin kaçınılmazlığına değinmiştik.

          Yakın tarihimize bir göz attığımzda, kırılmaz sandığımız nice kabukların çatırdayarak kırıldığına hepimiz şahit olmaktayız. Bu kabukların kırılmasında başta, Sayın Başbakanımızın kararlı mücadelesinin en önemli faktör olduğunu inkar edemeyiz. Sayın RTE, hiç sorgulanmayan konulara parmak basarak, bunların olmazsa olmazlar olmadığını, toplumdaki yanlış algıların yeniden tanımlanması gerektiğini açık yüreklilikle ortaya koyması ve yıllara damgasını vurmuş devlet geleneği anlayışımızla bunu taçlandırması, toplumumuzun devlet geleneği algını büyük oranda etkiledi. Bu etkilenme ve değişim, devlet ve millet adına olumlu sinyallerin ipuçlarını vermeye başladı.

           Hep Hakan çadırından yönetildiğini anlattığımız Türk toplumu, yönetimin en üst makamında bulunan ve çokça değer verilen bir insanın ağzından, halk bu meseleleri duyunca, bu algı değişimi daha bir hızlandı. Toplumun her kesiminden barış ve kardeşlik sesleri yükselmeye başladı. Bu saatten sonra bu sesleri kısmak isteyenlerin, ya da olağan dışı olmadık talepler ileri sürerek süreci baltalamak isteyenlerin baltaları kendi başlarına ineceği muhakkak.

           Dikkat ediyor musunuz, devlet kendine gelmeye başladı. Kendini iyi tanıyan ve tanımını yapmaktan korkmayan, başkalarını tanıma cesaretinde bulunabilir. Devlet teröristle görüşür mü diyenlere sesleniyorum:”Devlet güçlü ve kendine güveniyorsa herkesle görüşür.”Ancak yersiz mantık dışı sosyal fobileri olanlar ve kendi meşruiyet sorunlarından endişe edenler, başkalarıyla görüşmelerinde yüzlerindeki maskenin düşme ihtimalinden dolayı kimseyle görüşmeyi düşünmezler. Bu davranışlarının nedenini de toplumun yıllara dayanan sosyal değer algısına dayandırırlar ki, toplumda bir galeyana sebep olabilsinler. Çok şükür ki, bu anlayışların mayası bu toplumda tutmadı. Sayın Başbakanımızla beraber devlet kendi varlığını haykırmaya başladı ve tüm insanların kafalarındaki tabular yıkılmaya başladı.

           Devlet bir yerde sorun varsa, o sorunu tespit edip, o sorunun kaynağına ulaşıp o sorunun oluşumuna sebep olan, şahıs ve örgütlerle doğrudan görüşerek, kendi varlığını ve büyüklüğünü kanıtlamış olur. Bunun aksini düşünmek feodal ve basit bir kafaya sahip olduğumuzu gösterir. Bu anlayışa sahip olan ve Milli olduklarını ifade eden insanlara acizane,”Yusuf Has Hacib’in-KUTATGU BİLİG-(Mutluluk veren Bilgi)ve Farabi’nin ,-MEDİNETÜL-FAZILA’SINI(Erdemli Toplum ya da Erdemli Devlet) kitaplarını okumalarını ve devletin nasıl tanımlandığını kendi geleneklerinden öğrenmelerini öneriyorum….
22.03.2013
14.50-15.25
Yenisahra/İST
EROL KEKEÇ



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!